• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

46Vakıa Suresi 24, 15-17, 23, 25-26




Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler

Vakıa Suresi 24, 15-17, 23, 25-26



24.Onlar, yaptıklarına karşılık olarak, 15.mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.16.Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. 17,23.Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25.Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler. 26.Sadece söz olarak: “Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk], selâm [sağlık, esenlik, mutluluk]!”


Not: Bu pasaj,  Resmi mushaftan farklı tertip edilmiştir.


Bu ayet gurubundaki bazı ifadelerin anlamları çarpıtılmış ve kadınların adeta erkeklere sunulan birer zevk objesi oldukları yönünde kanaatler oluşturulmuştur. Bu nedenle ilgili ayetler üzerinde yeteri kadar durmak ve anlamlarını dikkatlice incelemek gerekmektedir.


Klâsik eserlere bakıldığında, Allah’ın erkeklere iltimas yaptığı ve kadınları ikinci sınıf insan olarak yarattığı şeklinde yanlış bir izlenim verdikleri görülmektedir. Oysa Kur’an’da böyle bir ayrımın, iltimasın yapıldığını düşündürecek herhangi bir anlam bulmak mümkün değildir. Dolayısıyla, erkek egemen kültürlerin penceresinden bakarak kadına düşük konumlar biçen dinî görüşler Kur’an’la özdeşleştirilmemeli, İslâm’a aykırı bu tür görüşler ihtiva eden meal ve tefsirlere de son derece ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Ayetlerin anlamlarında çarpıtmalar bulunan bu tür eserleri, meal ve tefsir çalışması yapanların tümüyle erkek oluşuyla ilişkilendirmek mümkündür. Mümin kadınların bu alanda ortaya koyacakları çalışmalar, kadın konusundaki yanlış değerlendirmelerin tashih edilmesinde önemli yararlar sağlayacaktır.


Konumuzla ilgili tahlile, kesin olarak bilinmesi ve hiç akıldan çıkarılmaması gereken bazı noktaların vurgulanmasıyla başlamayı gerekli görüyoruz:
Fizikî ve biyolojik yapımız, üzerinde yaşadığımız dünya koşulları ile uyum hâlindedir. Meselâ, ışığı görebilmemiz için gözlere, yaşamımızı sürdürebilmemiz için akciğer, karaciğer, mide, böbrek gibi iç organlara, neslimizi devam ettirmek için de üreme organlarına sahibiz. Bütün bu sistemik yapılar, evrenin işleyiş yasalarına uygun olarak hayatımızı sürdürmeye hizmet eden bir tasarımı yansıtmaktadır. Oysa ahirette yaşam ve yaşam koşulları değişecektir (Hicr/48). İster cennet ister cehennem olsun, ahiretteki koşulları, o yaşamın gerçeklerini bu dünya yaşamına uygun olan aklımızla, iz’anımızla, sezgimizle kavrayabilmemiz mümkün değildir. Bu sebeple, ahiretle ilgili olan hususlar [meselâ cennetteki nimetler] bize hep sembolik olarak, örnekleri gösterilmek suretiyle ifade edilmiştir (Ra’d/35, Muhammed/15). Zaten ahireti tasvir eden ayetlerin tümüyle incelenmesinden, bizim oradaki yaşama uyumlu bir yapıda olacağımız, yani yeniden diriltildiğimizde bilmediğimiz başka bir şekilde inşa edilmiş olacağımız anlaşılmaktadır.


Kur’an’ın açık ifadelerine göre; ölüm, hastalık, yorgunluk, açlık, susuzluk gibi kavramların hiçbirinin varlığı cennette söz konusu olmayacaktır. Orada nimetlerin yenmesi, içilmesi ihtiyaçtan değil zevkten, sefadan olacaktır. Rabbimiz oradakilere hiçbir kısıtlama getirmeyecek ve istedikleri her şeyi lütfedecektir (Fussılet/31). Cennette hiçbir yasağın olmadığını, oraya girmeye hak kazanmış müminlere istedikleri her şeyin verileceğini bildiren ayetlere dayanarak denilebilir ki, cennette cinsel haz ve zevk isteyenlere de bu isteklerinin verileceğini düşünmek elbette ki mümkündür. Ama bu haz ve zevklerin tatmin aracı olarak orada da dünya hayatındaki eşler gibi, erkekler için kadın cinsinden, kadınlar için erkek cinsinden eşler verileceğini düşünmek yanlıştır. Çünkü Nisa suresinin 57. ayetinde ahirette verileceği belirtilen eşler, konumuz olan ayetlerde ve Tur suresinin 20. ayetinde bahsedildiği gibi, ahirete özgü ve orada yaratılacak olan eşler olup o eşlerin dünya hayatındaki eşlerle karıştırılmaması gerekir. Dünya hayatında birbirinden farklı inanç ve amelleri olan eşler, eğer hak etmişlerse, evlâtları, ana babalarıyla beraber cennete gireceklerdir (Ra’d/23). Ama cennetten sahnelerin anlatıldığı pasajlar iyi tetkik edildiğinde, cennetteki bu beraberliğin dünyadaki eş, ana, baba, evlât konumları ile değil, ahbap, arkadaş konumu ile gerçekleşeceği anlaşılmaktadır.


Ahiretle ilgili Kur’anî bilgilerin özet olarak tazelenmesinden sonra, konu ile ilgili tahlil çalışmalarındaki ikinci aşama Arap dilindeki bazı teknik ayrıntıların incelenmesi olmalıdır. Diğer birçok dil gibi, Arapça da sözcüklerinde müzekker [eril] ve müennes [dişil] ayrımı olan bir dildir. Meselâ Türkçede, ister kadın ister erkek olsun, üçüncü kişiler sadece “o” zamiri ile ifade edilirken, sözcüklerinde eril ve dişil ayrımı olan Arapçada üçüncü şahıs zamiri olarak erkekler için “hüve”, kadınlar için “hiye” sözcükleri kullanılır. Sözcüklerdeki eril dişil ayrımı Arapçada sadece şahıs zamirlerine mahsus olmayıp isim, fiil ve edat cinsinden tüm sözcüklerin yapısında görülmektedir.


Ayrıca Arapçada eril dişil ayrımlı sözcükler kapsamında ele alınabilecek başka genel ilkeler de mevcuttur. Bu ilkeler şunlardır:
-  Tüm çoğul sözcükler dişil yapı ile ifade edilirler.

-  Cansız nesneler genellikle mecazen dişil kalıpla ifade edilirler.

-  Kanun, tüzük, yönetmelik gibi toplumu ilgilendiren resmî yazılar hep eril ifadelerle yazılırlar.

Arapçanın bu kuralları, Arapça inmiş olan Kur’an’da da aynen uygulanmış ve tüm çoğul sözcükler ve çoğul eşya isimleri dişil yapılarla ifade edilirken, topluma yönelik hükümlerde hep eril sözcükler kullanılmıştır. Ancak Kur’an’da geçen bu ifadelerdeki erillik veya dişillik, sözcüklerin sadece dil tekniği bakımından gerekli olan bir şekil şartını ifade etmektedir. Bundan dolayı da o sözcüklerle ifade edilen varlıkların gerçek cinsiyetlerini göstermemektedir.


Meselâ, aşağıdaki ayette “korunup sakınanlar” olarak çevirdiğimiz “muttakîn” sözcüğü “cem’i müzekker [çoğul eril]” bir sözcüktür:
2-4.İşte bu kitap; kendisinde hiç kuşku yoktur, ıssız yerlerde iman eden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutan], kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcama yapan, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden Allah’ın koruması altına girmiş kişiler –ki bunlar, âhirete de kesinlikle inanırlar– için bir kılavuzdur. (Bakara/ 2, 3)


Eğer Arapçanın yukarda belirttiğimiz “topluma yönelik hükümlerin eril sözcüklerle ifade edilme kuralı” bilinmez veya dikkate alınmazsa, bu ayetten “korunup sakınanların, gaybe inananların ve salatı ikame edenlerin hep erkekler olduğu” yolunda yanlış bir anlam çıkarılabilir.


Aynı şekilde, yine bu kural bilinmeden veya dikkate alınmadan Müminun suresinin 1–11. ayetleri de yanlış değerlendirilebilir:
1.Kesinlikle, inananlar durumlarını korudular/ zafer kazandılar.
2.Onlar, salâtlarında [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmalarında; toplumu aydınlatmaya çalışmalarında] gösterişsiz/ samimi olan kimselerdir.
3.Ve onlar, boş şeylerden yüz çeviren kimselerdir,
4.Ve onlar, zekâtı işleyen/vergiyi veren kimselerdir,
5-7.Ve onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir, –eşleri veya sözleşmelerinin sahip oldukları ayrı, çünkü bundan dolayı kınanamazlar, oysa bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanların ta kendileridir.–
8.Ve onlar, emanetlerine ve antlaşmalarına riâyet eden kimselerdir.
9.Ve onlar, salâtlarını [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını] koruyan kimselerdir.
10,11.İşte onlar, içinde temelli kalacakları Firdevs cennetine son sahip olan son sahiplerin ta kendileridir.(Müminün/ 1–11)


Görüldüğü gibi, 1. ayette geçen “müminler” sözcüğü eril ve çoğul bir yapıdadır. Sözcüğün eril ve çoğul bir yapıda olması sebebiyle ayetten lâfız olarak “müminlerin erkek olduğu” yolunda yine yanlış bir anlam çıkarmak mümkündür. Diğer taraftan, aynı kural gereğince 2–11. ayetlerde yer alan ve eril çoğul yapıdaki “müminler” sözcüğüne gönderilmiş olan bütün “onlar” sözcükleri ve “onlar” sözcüğüyle ifade edilen kişilerin nitelikleri de eril sözcüklerle ifade edilmiştir. Dolayısıyla, eril ifadelere bakarak Müminun suresinin 1–11. ayetlerinden oluşan pasajda açıklananların kadınlarla hiç ilgisi olmadığı kanaatine varılabilir.


Elbette ki bu yaklaşım yanlıştır ve dinimiz açısından son derece vahim sonuçlara yol açabilir bir mahiyettedir. Çünkü yukarıdaki örneklerin dışında, salat, oruç, infak, sadaka, cihat, tövbe gibi Kur’an’daki bütün emirler ve yasaklar eril kalıplarla ifade edilmiştir. Arapçadaki bu önemli kuralı bilmemek veya bu kuralı hiç dikkate almamak insanı Kur’an’daki emir ve yasaklarla ilgili olarak kadınların Allah’ın muhatabı olmadığı veya kadınların mükellef kılınmadığı gibi yanlış kanaatlere götürebilir.


Mesela aşağıdaki ayetlere bakarak cennetin sadece erkeklere mahsus olduğu gibi çarpık bir anlayışa düşülebilir:
31-37.Kesinlikle Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden; Rahmân’dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tan] bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/ kurtuluş mekânları; sulak bağlar-bahçeler, üzümler, hepsi bir seviyede tomurcuklar; çiçek bahçeleri, dolu dolu su kapları vardır. Onlar, orada boş bir söz ve yalan duymazlar. –Onlar, O’nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.– (Nebe’/ 31–36)


Hâlbuki kadınların da Allah’ın emir ve yasaklarına muhatap oldukları ve mükellefiyetlerinin gereğini yerine getirmekten sorumlu tutulacakları tartışmasızdır. Bunun gibi, cennet de ödül olarak kadın ve erkek ayrımı olmadan Rabbimiz tarafından tüm hak edenler için hazırlanmıştır. Buna aykırı görüş ve kanaatlere sapmak, koyu bir cehaletten ve iz’anını kaybetmiş bir mantıktan başka bir şeyle açıklanamaz. Bu cehalet ve çarpık mantığın yol açabileceği en rezil sonuç ise, birilerinin çıkıp “Allah da erkektir” diyebilmesidir. Zira Yüce Rabbimizi tanıtan ayetler de eril sözcüklerle ifade edilmiştir ve cehaletin karanlığında oluşmuş bir mantığın Kur’an’daki eril sözcüklere bakarak böyle bir batağa saplanması çok uzak bir ihtimal değildir.


Konumuz olan ayetlerin anlamlarının saptırılması da yine yukarıda belirttiğimiz kurallardan birinin bilinmemesinden ya da art niyetle ihmal edilmesinden kaynaklanmaktadır. Sözünü ettiğimiz bu kural, çoğul sözcüklerin dişil yapıyla ifade edilmesi kuralıdır. Konumuz olan ayetlerdeki anlamsal saptırma, sözünü ettiğimiz kuralın bir gereği olarak dişil yapıda kullanılmış olan sözcüklerin anlamlarının da dişilleştirilmesi şeklinde gerçekleştirilmiştir. Oysa ayetlerdeki sözcüklerin kural gereği olarak dişil yapıda olmaları onların gerçekte de dişil oldukları anlamına gelmemektedir. Bu çoğul sözcüklerin, görünüşteki dişillikleri dışında, anlam olarak dişillikle hiçbir alâkaları yoktur.


Meselâ, Rahman suresinin aşağıdaki ayetlerinde sözü edilen eşler her ne kadar dişil sözcüklerle ifade edilmişlerse de, gerçekte cinsiyeti kadın olan eşler oldukları anlamına gelmemektedirler:
56.Oralarda, daha önce bildik, bilmedik, geçmiş, gelecek hiç kimse tarafından dokunulmamış; el ve göz değmemiş, bakışlarını dikenler vardır.(Rahman/ 56)  
70.O meyvelerin içlerinde iyilikler-güzellikler vardır.
71.Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?
72.Çadırlara kapanmış parlak gözlüler vardır.
73.Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?
74.Bunlardan önce onlara bildik-bilinmedik hiç kimse dokunmamıştır.(Rahman/ 70- 74)  
Bu eşlerin ne cinsiyetle ne de cinsellikle alâkası vardır. Ayetlerde geçen “dokunulmamış” sıfatından, Rabbimizin cennete girmeye hak kazananları ahirette kimsenin bilmediği yeni yaratılmış eşlerle eşleştireceği anlaşılmaktadır. Bu eşlerin insan tarafından bilinmeyen cinsten oldukları söylendiğine göre, “dişi” olarak nitelenmeleri de doğru bir yaklaşım değildir.


Bilgisizlik veya art niyetlerle yapılan çarpıtmalardan biri de, bu eşlerle ilgili olarak dinî kültürümüze yanlış geçmiş olan “huri” sözcüğü hakkındadır.


“Huri” sözcüğünün ne anlama geldiğinin iyi anlaşılması için öncelikle aşağıdaki ayetlerin incelenmesi gerekir:
51-57.Şüphesiz ki Allah’ın koruması altına girmiş kişiler, Rabbinden bir armağan olarak güvenli bir makamdadırlar; bahçelerde ve pınarlardadırlar. Onlar, karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz, onları iri siyah gözlülerle/ en ideal tiplerle eşleştirdik. Onlar, orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.(Duhan/ 51- 57)


17-20.Şüphesiz Allah’ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevk ü sefâ sürerek cennetlerdedirler, nimetler içindedirler. Ve Rableri onları cehennem azabından korumuştur. Biz onları iri gözlülerle eşleştirdik de. –“Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için!”–
21.Ve iman eden, soyları da iman ile kendilerine uyan kimseler; işte Biz, onların soylarını da kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir.
22.Onlara canlarının istediği meyveler ve etlerden bol bol sergiledik.
23.Orada, kendisinde boş söz, saçmalama ve günaha sokma olmayan bir kadehi kapışırlar.
24.Ve kendilerine ait birtakım delikanlılar onların etrafında dönerler; sanki onlar sedefleri içine gizlenmiş inci gibidirler.
25-28.Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: “Gerçekte biz daha önce ailemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan korudu. Şüphesiz biz daha önce, O’na yalvarıyor idik. Şüphesiz O, iyilik yapanın, acıyanın ta kendisidir.”(Tur/17- 28)


41-49.İşte Allah’ın arıtılmış kulları, kendileri için belli bir rızık/meyveler olanlardır. Bol nimet cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir. İçenlere lezzet veren, pınardan doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan, sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle onların etrafında dolaşılır. Yanlarında da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş yumurta gibidir onlar. (Saffat/ 48, 49)


Bu ayetin daha iyi anlaşılması için 40–49. ayetlerden oluşan pasajın okunmasını öneriyoruz.


Yukarıdaki ayetlerde “parlak iri gözlüler” olarak çevirdiğimiz sözcükler “ حور hur” ve “ عين ıyn” sözcükleridir.
“Hur” sözcüğü “parlak siyah göz” demektir. Akı çok ak, karası da çok kara [parlak, ferli] olan ceylan gözü, sığır gözü gibi gözler için kullanılır.[3] Yapı itibarıyla çoğul olan bu sözcük, hem eril yapıdaki “haver” sözcüğünün, hem de dişil yapıdaki “ حوراء havra” sözcüğünün çoğuludur. Yani, hem erkeklerin hem de kadınların gözlerini ifade eder.


عين Iyn” sözcüğü ise “karası çok, geniş gözlüler”[4] anlamındadır. Bu sözcük de hem eril yapıdaki “a’yün” sözcüğünün, hem de dişil yapıdaki “ayna’” sözcüğünün çoğuludur. “Iyn” sözcüğü, Arapların iri gözlü kadınlar için kullandıkları “ إمرئة عيناء imreetün aynaün” ve iri gözlü erkekler için kullandıkları “ رجل اعين racülün a’yünün” ifadelerinin her ikisini de anlam olarak tazammun eder.


Hem “hur” hem de “ıyn” sözcükleriyle ifade edilen gözler, Arapların çok beğendiği göz tipleridir ve hem kadının hem de erkeğin güzelliğini anlatmak için kullanılır.


“Hur” ve “ıyn” sözcükleri birlikte “Hurun ıynün” gibi kullanıldığında, anlam da “iri, parlak, geniş gözlüler” demek olur. Bu özellik, ayetlerde cennette verilen eşleri nitelediğinden, “iri parlak gözlü eşler” anlamı kazanır. Bu sebeple, pek çok meal ve tefsirde geçen “iri parlak gözlü huriler” ifadesi yanlış bir çeviridir. Çünkü “parlak gözlüler” denince “hur” sözcüğünün lâfızdan yok edilmesi gerekmektedir. Bize göre “huri” sözcüğüyle ilgili bugünkü yanlış inanç da, sıfatların kişileştirildiği bu yanlış çeviriden kaynaklanmaktadır. Bu yanlış çevirinin dayandığı yanlış anlayış ise “hur” ve “ıyn” sözcüklerinin dişi olarak algılanmasıdır ki, eldeki bilgi ve belgelere göre bu algılama hatası ilk olarak Hasan Basrî ile başlamış, arkadan da yüzlerce yalan ve tutarsız rivayetle desteklenmiştir.


Bu ayet grubunda kimileri tarafından ileri sürülmüş olan bir yanlış anlayış daha vardır ki, ahlâk dışı olan bu anlayış 17. ayette bizim “süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar” olarak çevirdiğimiz ifade ile ilgilidir. Maalesef bazıları bu ifadenin “sapık erkeklere homoseksüel ilişkileri için verilen oğlanlar anlamına geldiğini ileri sürmüşler ve böyle bir ahlâksızlığı cennetin ödülü imiş gibi göstermişlerdir. Oysa bize göre “süreklileştirilmiş çocuklar” ifadesi “büyümeyen, yaşlanmayan, hastalanmayan, ölmeyen ve bir çocuğun en sevimli çağında, yani 3–5 yaşlarındaki hâlinde olan (robot benzeri) çocuklar” anlamına gelmektedir.


25, 26. ayetlerden anlaşıldığına göre, cennette, içindeki müminleri mutlu edecek her türlü nimetin bulunmasından başka, onları orada rahatsız edecek boş söz, yalan, gıybet, sövgü, gürültü, alay gibi nahoş şeyler de bulunmayacaktır.


26. ayetin sonundaki “selâm” ifadesinin anlamı “selâm” sözcüğü değil, bunun anlamı olan “sağlam, selim söz” demektir.


19-24.Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler;
Allah’a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan,
Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren,
Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,
Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş,
salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş],
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış
ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”(Ra’d/ 21–24)


Ve Ğaşiye/ 11, Nebe’/ 31–36 ve   İbrahim/ 23.*



*İşte Kuran, Vakıa Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim