• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

47Şuara Suresi 27-31





Hatalı Çevrilen Ayetler


Şuara Suresi 27-31




Hatalı Çeviri:
27. Firavun: Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir, dedi.
28. Musa devamla şunu söyledi: Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.
29. Firavun: Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun ki seni zindanlıklardan ederim! dedi.
30. Musa: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı? dedi.
31. Firavun: Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu! diye karşılık verdi.




Doğru Çeviri:
27.Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir” dedi.
28.Mûsâ: “Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir” dedi.
29.Firavun: “Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan yaparım” dedi.
30.Mûsâ: “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” dedi.
31.Firavun: “Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen” dedi.



Bu Âyet grubundaki konuşmalardan anlaşıldığına göre; Firavun, alaycı üslûpla yaklaştığı Mûsâ peygamberin korkusuzca ve ciddiyetle uyarılarına devam etmesi karşısında onun deli olduğunu ileri sürmüş, ondan "size gelen elçi" şeklinde bahsederek onun elçiliğini kendi üstüne almadığını ifade etmiştir.


Bunun üzerine Mûsâ peygamber onları akılsız davranmakla itham etmiş, eğer akıllarını kullanırlarsa Allah'ın her şeyin Rabbi olduğunu anlayıp O'nu tanıyabileceklerini söylemiştir. Firavun'un bu açık uyarı karşısında öfkelendiği anlaşılmaktadır. Öyle ki, bütün zorbaların her zaman başvurduğu yöntemi uygulamaya koyulmuş ve pervasızca tehditler savurmuştur. Mûsâ peygamber bu tehditlere kulak asmayıp tebliğini sürdürmüş ve bu sayede onlara göstergeleri sunma fırsatı elde etmiştir.


FİRAVUN'UN İLÂHLIĞI:
A'râf Sûresi'nin 127. ve Tâ-Hâ Sûresi'nin 49–55. Âyetlerinin tahlillerinde de belirttiğimiz gibi, Firavun Allah'ı ve melekleri inkâr etmemekte, aksine Allah'ı göklerin hâkimi olarak kabul etmektedir:

51-53.Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?” dedi. (Zuhruf/ 51–53)


28,29.Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir babayiğit adam: “Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki o'nun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, aşırı giden bir yalancı kişiye kılavuz olmaz. Ey toplumum! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün yönetim sizindir. Peki, eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından bizi kim yardım edip kurtarır?” dedi.
Firavun: “Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece size reşitliğin/akıllı olmanın yoluna kılavuzluk ediyorum” dedi.
30-35.Yine o iman etmiş olan kimse: “Ey toplumum! Şüphesiz ben, sizin hakkınızda Ahzâb'ın günü benzerinden; Nûh toplumunun, Âd'ın, Semûd'un ve daha sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir haksızlık, yanlışlık istemez. Ey toplumum! Şüphesiz ben, size gelecek o çağrışma-bağrışma/ kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için Allah'tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Ve andolsun ki, bundan önce size Yûsuf delillerle gelmişti. O zaman da o'nun size getirdiği şeylerde şüphe edip durmuştunuz. Sonunda o öldüğünde de, “Bundan sonra Allah, asla elçi göndermez” dediniz. Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah'ın âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele eden, aşırı giden, şüpheci olan kişileri işte böyle şaşırtır. Bu durum, Allah katında ve iman edenler yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar” dedi.(Mü’min/ 28–35)


Yukarıdaki Âyetlerin delâletiyle, Firavun'un konumuz olan 29. Âyetteki sözlerinden, onun kendisini Allah yerine koyduğu anlamını çıkarmak mümkün değildir. Kendisini insanların hâkimi [rabbi] olarak görmekte ve bu görüşünü de kendisinin Güneş Tanrısının insan şeklindeki sûreti olduğu iddiasına dayandırmakta olduğu için Firavun'un bu sözleri, yeryüzünde kendisinden başka kimsenin emirler veremeyeceği ve kendi hükümranlığına müdahaleye kalkışamayacağı anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, Firavun'un "ilâh" sözcüğü ile kast ettiğini İslâmiyet'teki "Allah " kavramı ile bağdaştırmak doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü Nâs Sûresi'nin tahlilinde de belirttiğimiz gibi, İslâmiyet'in saf tevhîd akidesine göre; her şeyi yoktan var eden ve ibadet edilecek yegâne varlık olduğu kabul edilen "Allah " ile diğer dinlerdeki "ilâh" kavramı arasında tartışmaya yer bırakmayacak nitelikte büyük farklar vardır. Diğer dinlerdeki ilâhlar, bu dinlere mensup insanların korkuları, ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmişlerdir ve varlıklarının sebebi olan korkuların, ihtiyaçların ortadan kalkması durumunda, bu ilâhların hiçbir fonksiyonları kalmaz. Ayrıca, insanla birlikte var olan ve onlarla birlikte yok olan bu ilâhların "hüküm koyma" özellikleri de yoktur. Bu sebeple, kendilerine dualar edilen, tapınılan, kurbanlar ve hediyeler sunulan bu ilâhların yasal ve siyasal alanda hükmetme yetkilerinin bulunduğu, dünyevî işlerde istediklerini emretme hakkına sahip oldukları ve buyruklarına teslim olunması gerektiği beşerî dinler tarafından asla kabul edilmemiştir. Bu beşerî dinler, kendilerinin koydukları kanunlara, çizdikleri politikalara karışma hakkını hiçbir ilâha tanımamışlar, yeryüzündeki mutlak otoritenin her zaman sadece kendilerine ait olduğunu savunmuşlardır. Zaten Allah'ın elçileri ve onların izleyicileri ile dünyevî hükümdarlar ve yönetimler [beşerî dinler] arasındaki çatışmanın asıl sebebi de bundan kaynaklanmaktadır.


Firavun'un sözleri bu temel gerçekler dikkate alınarak değerlendirildiğinde, sorunun sadece basit bir tapınma ve takdim sorunu olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Bütün ilâhları terk ederek sadece âlemlerin Rabbi olan Allah'ı bu haklara sahip gören Mûsâ peygamber, eğer Firavun'dan sadece Allah'a inanıp O'na ibadet etmesini isteseydi muhtemelen Firavun da kendisini saldırıya uğramış hissetmeyecek ve Mûsâ peygamberi pek fazla rahatsız etmeyecekti. Olsa olsa atalarının inancını bırakmayı reddetmek sûretiyle tepkisini gösterecek ve Mûsâ peygamberi kendi bilginleriyle tartışmaya çağıracaktı. Fakat Mûsâ peygamberin kendisini "Âlemlerin Rabbi"nin elçisi olarak tanıtması ve bu üstün otorite adına Firavun'dan buyruğa itaat etmesini istemesi, Firavun'un kendini ikinci derecede bir hükümdar hissetmesine yol açmış ve Firavun siyasal alanda yeni bir otoritenin ortaya çıkmasına izin vermek istememiştir.


Bu aşamada Mûsâ peygamberin Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı sözleriyle köşeye sıkışan Firavun'un artık Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen diyerek Mûsâ peygamberin getirdiğini göstermesini kabul etmekten başka çaresi kalmamıştır. Firavun'un bu cevabı, onun eski ve günümüz müşriklerinden hiçbir farkının olmadığını göstermektedir. Çünkü Kur'ân'dan öğrendiğimize göre, Nûh peygamberin kavminden Mekkeli müşriklere kadar tüm kâfirler aynı yolu izlemişlerdir.*




*İşte Kuran, Şuara Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim