• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

54Hicr Suresi 92-93



Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler



Hicr 90-91, 92-93 ayetler:

Meallerinin Şuara suresinin 3-6. ayetleri arasında gösterilmesine rağmen bu ayetlerin tahlilinin burada yapılmış olmasının sebebi, ayetlerin asıl yeri ile ilgili kanaatimizin gerekçesini ifade edebilmektir.


Bu ayetler, aşağıda sıraladığımız sorunlar sebebiyle, bizde, hem teknik hem de anlam olarak bulundukları yere ait olmadıkları yönünde bir kanaat uyandırmıştır.



1- Teşbih edatından kaynaklanan sorun:

90. ayet, “teşbih edatı” olan “ ك kaf” ile başladığından, edatın ifadesi olan “gibi” sözcüğü mealde mutlaka yer almak durumundadır. Böyle olunca da, Allah’ın bu taksimcilere/yemincilere indirdiği gibi kime ne indirdiğinin bu ayetten evvel zikredilmiş olması gerekmektedir. Zira “kaf” edatının varlığı, 90. ayeti başka bir ayetin [ana cümlenin] öğesi durumuna getirmektedir. Ama Hıcr suresinin bu bölümünde, 90. ayetin ana cümlesi olmaya uygun bir ayet bulunmamaktadır.


Bu husus maalesef meal ve tefsir yazanlar tarafından görmezden gelinmiş ve ayet bir takım zorlama ifadelerle geçiştirilmiştir. Biz yine de bu durumun onların vicdanlarını rahatsız ettiğini düşünmekteyiz.


Bu sorun klasik kaynaklarda da ya ayetteki “kaf” edatını zait [fazlalık] saymak ya da ayete mahzuf [gizli] sözcükler takdir etmek suretiyle çözülmeye çalışılmıştır:
Bu ifadede hazfedilmiş sözler vardır. Yani: “Ben bir azap ile apaçık uyaran bir kimseyim” anlamında olup "azap" kelimesi hazfedilmiştir. Çünkü "uyarmak " zaten buna delildir. Nitekim bir başka yerde de şöyle buyrulmaktadır: "Ben Ad ve Semud'un yıldırımı gibi bir yıldırımla sizi korkutup uyarırım" (Fussilet/13) diye buyrulmaktadır.[19]


“Nitekim” anlamındaki kâf’ın fazladan geldiği de söylenmiştir. Yani “ben sizi bölüşenlere indirdiğimiz şeyler ile açıkça uyarıcıyım demek olur. Yüce Allah'ın: “Onun benzeri hiçbir şey yoktur” (Şûrâ/11) buyruğunda olduğu gibi.[20]




2- 91. ayetin 90. ayetin devamı olmasından kaynaklanan sorun:

Mevcut sıralamada 91. ayet, 90. ayetin devamı ve açılımı durumunda olduğundan, 91. ayetteki “ellezine [o kimseler]” ism-i mevsulü de 90. ayetteki “muktesimîn [taksimciler/yeminciler]” sözcüğü ile tefsir edilmektedir. Yani 90. ayette sözü edilen “taksimciler/yeminciler”in, 91. ayette sözü edilen “Kur’an’ı parça parça edenler / Kur’an’a sihir, şiir, esatir ve yalan söz gibi iftira atanlar, kötü söz söyleyenler” oldukları anlaşılmaktadır. Nitekim klasik eserlerdeki nakiller de hep bu yöndedir:


"Bölüşenler"in anlamı ile ilgili olarak yedi farklı görüş vardır:
1- Mukatil ve el-Ferra der ki: Bunlar Hac döneminde Velid b. el-Muğıre'nin gönderdiği on bir kişidir. Bunlar Mekke'nin dar yollarını, geniş yollarını, dağlardaki yollarını kendi aralarında paylaştırarak bu yollardan geçenlere köle diyorlardı: ‘Aramızda çıkan ve peygamberlik iddiasında bulunan bu kimseye sakın aldanmayın! O bir delidir’, bazen ‘o bir sihirbazdır’, bazen ‘o bir şairdir’, bazen de ‘o bir kahindir’ diyorlardı. Onlara bu şekilde "bölüşenler" adının verilmesi bu yolları kendi aralarında paylaştırmalarıdır. Allah bunların hepsinin canlarını en kötü şekilde aldı. Bunlar ayrıca Velid b. el-Muğire'yi mescidin kapısında hakem olarak tayin etmişlerdi. Peygamber (sav) hakkında ona soru soranlara da: ‘O adamlar doğru söylediler’ diye cevap verirdi.

2- Katade der ki: Bunlar Kureyş kafirlerinden bir topluluk olup Allah'ın kitabını bölüştürerek, bir kısmına şiir, bir kısmına büyü, bir kısmına kehânet, bir kısmına da öncekilerin efsaneleri adını vermişlerdi.


3- İbn Abbas der ki: Bunlar kitabın bir bölümüne iman edip bir bölümünü inkâr eden kimselerdir.


4- İkrime de şöyle demiştir: Bunlar ehl-i kitap kimselerdir. Onlara "bölüşenler" adının veriliş sebebi, alay eden kimseler oluşları ve onların kimisinin ‘Bu sûre benimdir, bu sûre de senin olsun’ demeleridir. İşte dördüncü görüş de budur.


5- Katade der ki: Bunlar kitaplarını bölüştüler, darmadağın ve parçalara ayırdılar ve tahrif ettiler.


6- Zeyd b. Eslem der ki: Burada kastedilenler, Hz. Salih'in kavmidir. Bunlar onu öldürmek üzere kasem ettiklerinden dolayı onlara el-muktesimîn" [yemin eden, kasem eden kimseler] adı verilmiştir. Nitekim Yüce Allah: "Kendi aralarında Allah adına yemin ederek dediler ki: Ona ve aile halkına gece baskın yapalım" (Neml/49) buyruğuyla buna işaret etmektedir.


7- el-Ahfeş der ki: Bunlar karşılıklı olarak yemin ile kendi aralarında bazı hususları bölüşen bir topluluktu. Denildiğine göre, bunlar As b. Vail, Rabia'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, Ebu Cehil b. Hİşam, Ebu’l-Bahteri b. Hişam, en-Nadr b. Haris, Ümeyye b. Halef ve Münebbih b. Haccac'dırlar. Bunu da el-Maverdi nakletmektedir.[21]


Bu konuda Razi de Kurtubi’nin naklettiği çözümler doğrultusunda nakiller yapmıştır.


Yukarıdaki nakillerde görüldüğü gibi, 90. ayette sözü edilen “muktesimîn [taksimciler/yeminciler]” sözcüğü ile kimlerin kastedildiği konusu iki şekilde çözümlenmek istenmiştir:

* Bu muktesimîn Mekkelilerdir.


* Bunlar [bölüşenler], ehl-i kitaptır.



Ancak her iki çözüm de gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Çünkü “muktesimîn” sözcüğü ile Mekkelilerin kastedildiği varsayıldığında, Mekkelilere daha önce azap inmemiş olması; ehl-i kitabın kastedildiği varsayıldığında ise onların Kur’an’la herhangi bir ilgilerinin bulunmaması, yani Kur’an’ı parça parça etmediklerinin bilinmesi, bulunan bu çözümleri geçersiz kılmaktadır.


Mevdudi ise “muktesimîn” sözcüğü ile kimlerin kastedildiği konusuna, ayetteki Kur’an’ı Tevrat yaparak bir çözüm bulmaya çalışmıştır:
Bölücüler, dinlerini birçok bölüme ayıran ve onda ayırıcılık yapan Yahudilerdi. Onlar, dinin bir bölümüne inanıyor, bir bölümünü reddediyor, dine bazı şeyleri ekliyor, bazı şeyleri de dinden çıkarıyorlardı. Bu şekilde hepsi birbirine düşman birçok gruplara ayrılmışlardı. Onların Kur'an'dan muradı Tevrat'tır. Onlara Tevrat nazil olmuştur. Hz. Muhammed (s.a)'in ümmetine nazil olan Kur'an gibi. "Onlar Kur'an'larını çeşitli bölümlere ayırdılar." "Onlar kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmazlar." Aynı şey Bakara suresi 85. ayette de ele alınmıştır: "Siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?" "Bu, bizim bölücülere [Yahudiler] gönderdiğimiz uyarının aynısıdır." Burada müminler Allah tarafından yapılan uyarıyı dikkate almayan ve işledikleri günahta ısrar eden Yahudilerin durumundan ders almaları için uyarılmaktadırlar: "Yahudilerin düştüğü rezaleti görmektesiniz. Bu uyarıyı dikkate almayarak aynı sonla karşılaşmak ister misiniz?"[22]


“ المقتسمين MUKTESİMîN” NE DEMEKTİR?
“Sarf İlmi”nin kurallarına göre, bu sözcüğün “kısım [bölüm]” veya “kasem [yemin]” sözcüklerinden türemiş olmasında herhangi bir engel bulunmamaktadır. Ancak sözcük “المقتسمين el-muktesimîn” şeklinde belirteç ile geldiğinden, bu kişilerin daha evvel bildirilmiş birileri olması gerekmektedir. O halde sözcüğün burada hangi anlama geldiğini anlayabilmek için yapılacak iş, Kur’an’da bu ayetten önceki ayetler içinde, başlarına bela indirildiği bildirilen “yeminciler” ya da “taksimciler” bulmaktan ibarettir.


Bu amaçla Kur’an’a bakıldığında, başlarına bela indirilmiş, cezalandırılmış iki grup görülmektedir. Bunlar, Neml suresinde bahsi geçen “Salih peygambere tuzak kuranlar” ile Kalem suresinde bahsi geçen “cennet [bahçe] sahipleri”dir:
48Ve o şehirde yeryüzünde bozgunculuk yapan, iyileştirme yapmayan, Dokuz kişilik bir grup vardı. 49Allah'a yeminleşerek, “Gece o'na ve ailesine baskın yapacağız, sonra da velîsine/haklarını koruyacak yakınlarına, ‘Biz, o ailenin yok edilişine şâhit olmadık/olay sırasında orada değildik ve biz kesinlikle doğru olanlarız’ diyeceğiz” dediler. 50Ve onlar, böyle bir tuzak kurdular, şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir ceza ile cezalandırdık.(Neml/48- 50)
                                                                                                  
17-24.Şüphesiz Biz, o çiftlik sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara belâ vereceğiz: Hani onlar, sabah olunca kesinlikle çiftliğin ürünlerini devşireceklerine yemin etmişlerdi. Bir istisna da yapmıyorlardı. Ama onlar uyurken Rabbin tarafından bir tayfun çiftliğin üzerinden dolaşıverdi. Sabaha, çiftlik, biçilmiş/devşirilmiş gibi oluverdi. Sabahladıkları vakit birbirlerine seslendiler: “Haydi, devşirecekseniz sabahleyin erkence gidin!” dediler. Hemen yola koyuldular, aralarında fısıldaşıyorlardı: Sakın bugün aranıza bir yoksul sokulmasın!
25-29.Sadece engelleme gücüne sahip/şiddete güçleri yeten bir tavırla erkenden gittiler. Ama çiftliği gördüklerinde: “Biz şüphesiz biz şaşırmışız/ yanlış yere gelmişiz; yok yok, biz yoksun bırakılmışız; Allah bizi cezalandırmış!” dediler. En hayırlı olanları: “Ben size ‘Allah'ı noksanlıklardan arındırmıyor musunuz?’ dememiş miydim?” dedi. Onlar: “Rabbimiz Seni tenzih ederiz, doğrusu bizler yanlış; kendi zararlarına iş yapan, haksız davranan kimselermişiz!” dediler.
30-32.Sonra döndüler, birbirlerini kınıyorlardı: “Yazıklar olsun bizlere! Bizler gerçekten kendini firavun gibi gören azgınlarmışız, umarız ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir; gerçekten biz bütün ümidimizi Rabbimize çeviriyoruz.”
33.Dünyadaki azap işte böyledir! Elbette âhiret azabı daha büyüktür, keşke bilenlerden olsalardı!(Kalem/17-33)


İlk bakışta, Hıcr suresinden evvel inmiş olmalarından dolayı “muktesimin” sözcüğü ile Kalem ve Neml surelerinde anlatılan gruplardan her ikisinin de kastedildiği düşünülebilir. Bizim tercihimiz, kast edilenin Kalem suresindeki “yeminciler” grubu olduğu yönündedir. Zira yukarıda da bahsettiğimiz gibi, hem teknik hem de anlam bakımından, 90-93. ayetlerin, bulundukları yere ait olmamaları söz konusudur. Yaptığımız uzun araştırmalar bize bu ayetlerin yerinin Şuara suresinde olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, Şuara suresinde geçmesi gereken “muktesimîn” ifadesiyle, Şuara suresinden sonra inmiş olan Neml suresindeki “Salih peygambere tuzak kuranlar”ın kastedilmiş olması mümkün olamayacağından, biz, “muktesimîn” olarak Kalem suresindeki “yeminciler”i görüyoruz.


“ عضينIDIYN” SÖZCÜĞÜ
Kur’an’da sadece 91. ayette geçen “Idıyn” sözcüğünün anlamı, -dolayısıyla sözcüğün kökü- hakkında bazı farklı görüşler ileri sürülmüştür:


* Sözcüğün عضوّ ّuduv” kökünden geldiği kabul edildiğinde, çoğul olan bu sözcük -Türkçedeki gibi- “uzuvlar [parçalar]” anlamındadır.

* Sözcüğün “ عضه adah” kökünden geldiği kabul edildiğinde, bu sözcük “yalan, iftira, dedikodu” gibi “kötü söz” anlamındadır.

* Ferra ise sözcüğün “sihir” anlamında olduğunu söylemiştir.[23]


Anlaşılan o ki, konumuz olan ayette yukarıdaki anlamların hepsi birden kastedilmiştir. Yani Kur’an’ı parça parça ayıranlar, Bakara/ 85’de açıklandığı gibi, işine gelene inanıp işine gelmeyene inanmayanları ve Kur’an’a sihir, şiir, esatir ve yalan söz gibi iftira atanları, kötü söz söyleyenleri kapsamaktadır.


92, 93. ayetlerde Rabbimizin tüm insanların kendisi tarafından hesaba çekileceğini bildirmesinden, sorgulamayı ve cezalandırmayı da bizzat O’nun yapacağı­ anlaşılmaktadır. Bu durumda elçiye sadece “uyarı” işi kalmaktadır.


Bunun böyle olduğu birçok ayette bildirilmiştir:
59.Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.(En’am/59)


Benim korumam altına girin.
53.Sonra insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedir.
54.Sen, şimdi onları bir zamana kadar sapkınlıkları ile başbaşa bırak!(Mü’minun/53, 54)*


*İşte Kuran, Hicr Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim