• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

56Saffat Suresi 99-113

Hatalı Çevrilen Ayetler


Saffat Suresi 99-113




Hatalı Çeviri:
99, 100. (Oradan kurtulan İbrahim:) Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek. Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi.
101. İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik.
102. Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.
103, 104, 105, 106. Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca: Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır, diye seslendik.
107, 108, 109, 110, 111. Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: İbrahim'e selam! dedik. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.
112, 113. Sâlihlerden bir peygamber olarak O'na (İbrahim'e) İshak'ı müjdeledik. Kendisini ve İshak'ı mübarek (kutlu ve bereketli) eyledik. Lâkin her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa kötülük edenler de olacak.




Doğru Çeviri:
99,100.Ve İbrâhîm: ‘Kuşkusuz ben Rabbime gideceğim, O, bana yol gösterecek: Rabbim! Bana sâlihlerden birini lütfet!’ demişti.
101.Bunun üzerine Biz, İbrâhîm'e yumuşak huylu bir delikanlıyı müjdeledik.
102.Sonra ne zaman ki o müjdelenen çocuk kendisiyle birlikte koşacak duruma/o'nunla birlikte iş tutacak çağa geldi, o zaman İbrâhîm: “Oğulcuğum! Şüphesiz ben, bu, uyunan; sakin, ilgisiz, duyarsız; yerde, şüphesiz kendimi, seni perişan, mağdur ediyor görüyorum. Bak bakalım sen ne düşünürsün?” dedi. Oğlu: “Babacığım! Sen emrolunacağın şeyleri yap! İnşallah beni, sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere sabredenlerden bulacaksın” dedi.
103-105.Sonra ne zaman ki ikisi de İslâmlaştılar ve İbrâhîm, o'nu alnı üzere yatırdı [yüzüstü bıraktı, mağdur etti] ve Biz o'na, “Ey İbrâhîm! Sen o görüşü kesinlikle onayladın” diye seslendik… –Şüphesiz Biz, iyilik-güzellik üretenleri işte o'nun gibi karşılıklandırırız/ödüllendiririz.–
106.Şüphesiz oğulu yüzüstü bırakma işi, kesinlikle apaçık yıpratarak sınamadır.
107.Ve Biz İbrâhîm'e, perişan, mağdur edeceği çok büyük bu şey karşılığında/sebebiyle bedel/bahşiş verdik.
108.Ve sonradan gelenler içinde o'nun hakkında devamlı kalacak [hayırla anılacak, örnek alınacak] bir söz bıraktık.
109.Selâm olsun İbrâhîm'e!
110.İşte Biz iyilik-güzellik üretenleri o'nun gibi ödüllendiririz.
111.Şüphesiz o, Bizim inanan kullarımızdandır.
112.Ve Biz o'na sâlihlerden bir peygamber olarak İshâk'ı müjdeledik.
113.İbrâhîm'e ve İshâk'a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de iyilik-güzellik üreten ile açıkça kendi nefsine haksızlık eden vardır.



Bu ayet gurubunda da İbrahim peygamberin hayatından başka kesitler verilmektedir. Tevilleri yapılamadığı için bu ayetlerden yola çıkılarak birçok yalan senaryolar düzülmüştür. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, İbrahim peygamber ile ilgili olarak anlatılanlar kısa sürede, zincirleme olarak art arda gerçekleşmiş olaylar değildir. Ayrıca kronolojik bir tertiple de anlatılmamıştır. O nedenle buradaki işaretlerin gösterdiği olayları iyi kavramak ve her birini diğerinden ayrı tutarak değerlendirmek gerekir.


Bilindiği gibi, Saffat Suresi’nin bu pasajı ile ilgili olarak dine, inanç ve amellere aykırı, akla ve mantığa sığmayan birçok şey sokulmuştur. Hem bu saçmalıkları bertaraf etmek hem de Kur’an’ı doğru anlamak için ayetlerde geçen ifadeleri ve bunların işaret ettiği olayları doğru bilmek zorundayız.


99, 100. ayetlerde İbrahim’in (as) “Kuşkunuz ben Rabbime gideceğim, O, bana yol gösterecek” diyerek Allah’a yöneldiği; kendini Allah’ın hizmetine adadığı ve “Rabbim! Bana salihlerden birini lütfet!” diyerek salih bir evlat istediği nakledilmiştir. İbrahim’in bu duasından o dönemde henüz çocuğu olmadığı anlaşılmaktadır.


101.ayetteki “Bunun üzerine Biz, İbrahim’e yumuşak huylu bir delikanlıyı müjdeledik”ifadesinden, duası üzerine İbrahim'e (as) hemen bir oğul müjdesi verildiği anlamı çıkartılmamalıdır. Oğul müjdesi İbrahim peygambere yaşlılık çağında verilmiştir.


35-41.Ve hani bir zaman İbrâhîm: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmamızdan uzak tut! Rabbim! Şüphesiz putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Şimdi kim bana uyarsa, artık o, şüphesiz bendendir; kim bana karşı gelirse… Artık Sen şüphesiz çok bağışlayan ve çok merhamet edensin. Rabbimiz! Şüphesiz ben çocuklarımdan bir bölümünü salâtı ikame etmeleri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmaları-ayakta tutmaları] için, Senin dokunulmazlaşmış Ev'inin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Verdiğin nimetlerin karşılığını ödemeleri için artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerden rızıklandır. Rabbimiz! Şüphesiz Sen bizim gizlediğimiz şeyleri ve açığa vurduğumuz şeyleri bilirsin. –Ve yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.– Tüm övgüler, ihtiyarlık hâlimde bana İsmâîl'i ve İshâk'ı lütfeden Allah'adır; başkası övülemez. Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitendir. Rabbim! Beni salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan] biri kıl! Soyumdan da. Rabbimiz! Duamı da kabul et! Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde benim için, anam-babam için ve mü’minler için bağışlamada bulun!” demişti.(İbrahim/35-41)


İbrahim, Kitab-ı Mukaddes’te yer alan bilgilere göre, İsmail olduğunda 86, İshak olduğunda yüz yaşında bulunuyordu.
15 Hacer Avram'a bir oğlan doğurdu. Avram çocuğun adını İsmail koydu.
16 Hacer İsmail'i doğurduğunda, Avram seksen altı yaşındaydı.15
1 RABB, verdiği söz uyarınca Sara'ya iyilik yaptı ve sözünü yerine getirdi.
2 Sara hamile kaldı; İbrahim'in yaşlılık döneminde, tam Tanrı'nın belirttiği zamanda ona bir oğlan doğurdu.
3 İbrahim Sara'nın doğurduğu çocuğa İshak adını verdi.
4 Tanrı'nın kendisine buyurduğu gibi oğlu İshak'ı sekiz günlükken sünnet etti.
5 İshak doğduğunda İbrahim yüz yaşındaydı.16


102. ayette geçen bazı ifadeleri daha iyi anlamak için ayetin mealini tekrar gözden geçirmek yararlı olur:
102.Sonra ne zaman ki o müjdelenen çocuk kendisiyle birlikte koşacak duruma/o'nunla birlikte iş tutacak çağa geldi, o zaman İbrâhîm: “Oğulcuğum! Şüphesiz ben, bu, uyunan; sakin, ilgisiz, duyarsız; yerde, şüphesiz kendimi, seni perişan, mağdur ediyor görüyorum. Bak bakalım sen ne düşünürsün?” dedi. Oğlu: “Babacığım! Sen emrolunacağın şeyleri yap! İnşallah beni, sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere sabredenlerden bulacaksın” dedi.
Ayetteki ifadeler içinde, üzerinde önemle durulması gereken sözcük, “kurban kesmek” anlamıyla değerlendirilen “zebh” sözcüğüdür.


ZEBH
ذبح Zebh” sözcüğünün esas anlamı “şaklamak; herhangi bir şeyden parça koparmak” demektir. Daha sonraları “boğazdan kesme” anlamında kullanılır olmuştur. “Zebh” sözcüğü mecazen “helak” anlamında kullanılır. Zira boğazın kesilmesi, bir canlıyı helake götürmenin en seri yoldur.17


ذبح Zebh” sözcüğünün mecaz anlamından açıkça bu sözcüğün “Kurban etme” (Kurban kesme değil), “helak etme”, “mağdur etme”, “feda etme”, argo ifadeyle “harcama” anlamlarında kullanıldığı anlaşılmaktadır.


MENAM
Ayette yer alan “ منام Menâm” sözcüğü “ نومNevm (uyumak)” kökünden İsmi mekân kalıbı olup “Uyunan yer” demektir. Kılasik lügatlerde,18 mecazen, “uyku”, “uyuma” ifadelerinin, “durgunluk, dinginlik, duyarsızlık, ihmalkârlık, tepkisizlik, ilgisizlik hatta ölüm” anlamında kullanıldığı örnekleriyle açıklanır.


Bu sözcüğün mecaz anlamını, ism-i mekan kalıbında anlamlandırdığımızda “ منام Menam” sözcüğünün anlamı, “durgunluğun, dinginliğin, duyarsızlığın, ihmalkârlığın, tepkisizliğin, ilgisizliğin bulunduğu yer” demek olur.


Ayetten anladığımıza göre, İbrahim As, kendi memleketindeki halkı uyarmak, onları şirk bataklığından kurtarmak için çok uğraşmıştır. Onlar, yapılan uyarılar karşısında duyarsızlaşmışlar hatta İbrahim peygambri dışlamışlardır. İbrahim peygamber toplumundan umudunu keserek henüz çocuk yaşta, bakıma, himayeye muhtaç bir çağda olan oğlunu bırakıp gitme kararı almıştır. Bu kararını oğluna açarak oğlunun tepkisini ölçmektedir. Baba ile oğul arasında şu diyalog geçer:


İbrahim;
“Oğulcuğum! Şüphesiz ben, bu, uyunan; sakin, ilgisiz, duyarsız; yerde, şüphesiz kendimi, seni perişan, mağdur ediyor görüyorum. Bak bakalım sen ne düşünürsün?” dedi.

Oğlu:

“Babacığım! Sen emrolunacağın şeyleri yap! İnşallah beni, sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere sabredenlerden bulacaksın” dedi.


Bu diyalogdan anlaşılmaktadır ki, İbrahim peygamberin elçilik görevine başlarken kendisine ayak bağı olacak şeylerden uzaklaşması gerekmektedir. Nitekim Rabbimiz Musa’ya (as) elçilik görevi lütfettiğinde şöyle buyurmuştu:
11.Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Mûsâ! 12.Ben, senin Rabbin olan Benim. Hemen yakınlarını ve mallarını burada bırak, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva'dasın/iki kere temizlenmiş bir vadidesin. 13.Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; “14.Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut]. 15.Şüphesiz ki o saat/kıyâmet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim. 16.O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendi boş iğreti arzusuna uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma uğrarsın” 14.uyarısına kulak ver.(Ta Ha/11- 16)


Mealini verdiğimiz Ta Ha/11-15’te konumuzla ilgili olarak dikkatimizi çekmesi gereken ifade “iki nalın” sözcüğüdür. Ta Ha suresini işlerken “iki nalın” ifadesini tahlil etmiş, bununla Musa’nın ailesinin [eşi ve çocuklarının] ve mal-mülkün kastedildiğini, Musa’nın emri alır almaz ailesini ve davarlarını bırakarak Firavun’a tebliğe koştuğunu açıklamıştık.


İbrahim peygamberin işaret edilen olayları İbrahim Suresi’nde detaylı olarak verilmiştir:
35-41.Ve hani bir zaman İbrâhîm: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmamızdan uzak tut! Rabbim! Şüphesiz putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Şimdi kim bana uyarsa, artık o, şüphesiz bendendir; kim bana karşı gelirse… Artık Sen şüphesiz çok bağışlayan ve çok merhamet edensin. Rabbimiz! Şüphesiz ben çocuklarımdan bir bölümünü salâtı ikame etmeleri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmaları-ayakta tutmaları] için, Senin dokunulmazlaşmış Ev'inin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Verdiğin nimetlerin karşılığını ödemeleri için artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerden rızıklandır. Rabbimiz! Şüphesiz Sen bizim gizlediğimiz şeyleri ve açığa vurduğumuz şeyleri bilirsin. –Ve yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.– Tüm övgüler, ihtiyarlık hâlimde bana İsmâîl'i ve İshâk'ı lütfeden Allah'adır; başkası övülemez. Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitendir. Rabbim! Beni salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan] biri kıl! Soyumdan da. Rabbimiz! Duamı da kabul et! Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde benim için, anam-babam için ve mü’minler için bağışlamada bulun!” demişti.(İbrahim/35- 41)


İBRAHİM’İN (as) OĞLUNUN TUTUMU
Ayette, oğlunun İbrahim’e “Babacığım! Sen emrolunacağın şeyleri yap. İnşaallah beni [sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere] sabredenlerden bulacaksın” dediği görülmektedir. Bu ifadede üzerinde durulması gereken nokta şurasıdır:


Ayette “ افعل ما تؤمر if’al ma tü’mer” ifadesi yer almaktadır. Bu ifade genellikle“Emrolunduğun şeyi yap!” anlamıyla çevrilmektedir. İfadeye verilen bu anlam bir de İsrailiyattan kalma bilgilerle Allah’ın İbrahim’e oğlunu boğazlamayı emrettiği anlayışıyla birleştirilince, yukarıdaki ifade de “Madem Allah sana beni kurban kesmeni emretti, hiç durma, beni kurban kes!” anlamına gelecek şekilde bütün Müslümanların zihinlerine yerleşmiştir. Bu konuya dair asılsız söylentiler pasajın sonunda toplu olarak verilecektir.


Hâlbuki ayette yer alan “ تؤمرtü’mer” ifadesi Arapça deyimiyle “fiil-i müzari”; Türkçe ifadesiyle “geniş zaman ve gelecek zaman” anlamlarını içeren siygadır. Anlamı da “emrolunacağın” şeklindedir.


Bu durumda, “Babacığım! Sen emrolunacağın şeyleri yap. İnşaallah beni [sen yokken başıma gelecek tüm sıkıntılara, mağduriyetlere] sabredenlerden bulacaksın” şeklindeki ifadeden anlaşıldığına göre, oğlu, babasının elçilik görevini öğrenmiş ve babasına:


- “Bundan sonra beni kafana takma! İnşallah senin yokluğunda, başıma gelecek her sıkıntıya, perişanlığa, kurban edilmişliğe sabırlı davranacağım. Sen, elçilik görevinde, tevhid mücadelende sana ne emrolunacaksa onları yap! Sen, kendi görevini sürdür!” demiştir.


Burada konu edilen sabır, oğlun, İbrahim’in (as) kendisini keserken vereceği acıya, ölüme katlanması değildir.


103- 105. ayetlerdeki “Sonra ne zamanki ikisi de islamlaştılar ve O [İbrahim], onu alnı üzere yatırdı [yüzüstü bıraktı, mağdur etti] ve Biz ona: “Ey İbrahim! Sen o o düşünceyiı kesinlikle onayladın” diye seslendik, …” ifadesiyle İbrahim ve oğlu ile ilgili bir başka safha anlatılmaktadır. Bu anlatımın önceki ayetlerle bağlantısı yoktur. Sadece İbrahim’in oğlunu yüzüstü bıraktığına dair bir gönderme yapılmış, hayatlarındaki o safha kısaca hatırlatılmıştır.


Bu ayetlerdeki “ فلمّا اسلما felemma eslema [ne zaman ki teslim oldular]” ifadesi de “İbrahim (as) Allah’ın ‘oğlunu kurban kes!’ emrine, oğlu da kurban kesilme emrine teslim oldular” şeklinde kabullenilmiştir. Hâlbuki ayetteki “ اسلما eslema” sözcüğünün “teslim olmak” anlamıyla hiç mi hiç ilişkisi yoktur. Sözcüğün anlamı “ne zaman ki İslamlaştılar; Müslümanlaştılar” demektir.


Rabbimiz bu bir tek sözcükle İbrahim’in hayatının bir başka aşamasına daha işaret etmiştir. Bu aşama aşağıdaki ayetlerde açıklanmaktadır:
124.Ve hani Rabbi İbrâhîm'i, birtakım kelimeler/ yaralar, sıkıntılar ile sınamış, o da onları tam olarak yerine getirmişti. Rabbi, “Ben, seni insanlara önder yapanım” demişti. İbrâhîm, “Soyumdan da önderler yap!” dedi. Rabbi, “Benim ahdim/ tutulmak üzere verdiğim söz, kendi benliğine haksızlık eden kimselere ulaşmaz!” dedi.
125.Ve Biz, bir zaman bu Beyt'i/ilk yapılan okulu, insanlar için bir sevap kazanma/ dönüş yeri ve bir güven yeri yapmıştık. –Siz de İbrâhîm'in görev yaptığı yerden bir salât yeri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan desteğin; toplumun aydınlatılmasının gerçekleştirileceği bir yer] edinin.– Ve Biz, İbrâhîm ile İsmâîl'e, “Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve boyun eğip teslimiyet gösterenler, Allah'ı birleyenler için tertemiz tutun” diye ahit almıştık.
126.Ve bir zaman İbrâhîm, “Rabbim! Burasını güvenli bir belde kıl, halkını; onlardan Allah'a ve son güne inananları meyvelerle rızıklandır” demişti. Allah dedi ki: “Kâfiri; ilâhlığımı, rabliğimi bilerek reddeden kimseyi dahi çok az kazançlandırırım, sonra da onu ateşin azabına sürüklerim. Ve ne kötü varılacak yerdir!”
127-129.Ve hani İbrâhîm ve İsmâîl Beyt'ten temelleri yükseltirler: “Rabbimiz! Bizden kabul buyur, şüphesiz Sen en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisisin. Rabbimiz! Bizim ikimizi Senin için sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] biri kıl. Soyumuzdan da Senin için sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] bir önderli toplum getir. Ve bize kulluk yöntemlerini göster, tevbemizi de kabul et. Şüphesiz Sen suçtan dönüşleri çokça kabul edenin ve çok merhametli olanın ta kendisisin. Rabbimiz! Bir de onlara içlerinden bir peygamber gönder ki onlara Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğretsin, onları arındırsın. Hiç şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, en iyi yasa koyanın, bozulmayı iyi engelleyenin; sağlam yapanın ta kendisisin.”
130.Ve İbrâhîm'in dininden/yaşam tarzından, kendini akılsızlaştıran kimseden başka kim yüz çevirir? Ve Biz o'nu dünyada seçmiştik. Hiç şüphesiz o, âhirette de iyilerden biridir.
131.Rabbi o'na, “Sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran] biri ol!” dediği zaman İbrâhîm, “Ben âlemlerin Rabbi için sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] biri oldum” dedi.
132.İbrâhîm de müslim olmayı, kendi oğullarına ve Ya'kûb'a, “Ey oğullarım! Şüphesiz ki bu dini size Allah seçti. Onun için yalnızca Sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine girmesini sağlayan] kişiler olarak ölün!” diye vasiyet etti.(Bakara/124- 132)


Görüldüğü gibi, Bakara/131’de Yüce Allah, İbrahim’e “İslâm ol!” demiş, o da İslam olmuştur. Konumuz olan Saffat/103-105’in işaret ettiği gerçekler bunlardır.


Burada çok önemli bir noktaya daha dikkat çekmek durumundayız. 103-105. ayetlerde “ قلمّاfelemma [ne zamanki]” edatıyla başlayan şart içerikli cümlenin “ceza bölümü [ana yüklemi]” cümlede yoktur, hazfedilmiştir. Yani “onlar İslamlaşınca, İbrahim oğlunu yüzüstü bırakıp gidince, İbrahim düşündüklerini doğrulayınca, Allah İbrahim’e “Ey İbrahim!” diye seslenince, ne olduğu -bir açıklama yapılmayarak- cevapsız bırakılmıştır. Ne var ki, başta bağlaçlı öğeleri cümleye yüklem yapmak gibi yanlış değerlendirmeler olmak üzere, olur olmaz birçok isabetsiz takdir yapanlar eksik olmamıştır.


Aşağıdaki yorumlar buna örnektir:
Ayetin başında yer alan “...ınca” lafzının cevabı, Basralılara gö​re mahzuf olup takdiri: "Böylece ikisi de teslim olup onu alnı üzere yıkın​ca bir koçu ona fidye olarak verdik” şeklindedir. Kufeliler ise cevabı: "O'na... seslendik" anlamındaki buyruktur, derler.19


Bize göre ise, mahzuf [gizli bırakılan, sözle ifade edilmeden geçilen] cevap Bakara suresindeki pasajda ifade edilmiştir. O pasajda “Ve hani Rabbi İbrahim’i, birtakım kelimeler ile belalandırmış [sınamış], o, onları tam olarak yerine getirince [Rabbi ona], ‘Ben seni insanlara imam [önder] yapacağım’ demişti” diye nakledilmişti. Artık İbrahim eğitimi, arınmayı tamamladığına göre, “İmam/önder” olma vakti gelmiş olmalıydı.


Bu durumda, konumuz olan ayetteki mahzuf cevabın takdiri de şöyle olmaktadır: ““Ey İbrahim! Sen o o düşünceyiı kesinlikle onayladın” diye seslendik, … artık İbrahim’i insanlara imam [önder] kıldık.”


106. ayette “Şüphesiz bu [oğulu yüzüstü bırakma işi], kesinlikle, apaçık bir beladır”buyrulmaktadır. Gerçekten de bu olay, yani baba açısından yardıma muhtaç bir çocuğu kimsesiz bırakarak göreve gitmek, oğul açısından da yardıma muhtaç bir çağda hamisiz kalmak insanı yıpratacak kadar zor bir durumdur, sabırla insanı olgunlaştıracak, arıtacak bir imtihandır. “Bela” sözcüğü ile ilgili açıklama daha önce yapılmıştı.


107- 112. ayetlerde, Rabbimiz her muhsin, muhles kulunu ödüllendirdiği gibi, İbrahimi de ödüllendirdiğini hatta ona bir çocuk daha [İshak’ı] verdiğini bildirmiştir.


113. ayetteki “Ona [İbrahim’e] ve İshak’a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de iyilik-güzellik üreten ile açıkça kendi nefsine zulmeden vardır” ifadelerinde açıkça peygamber neslinden de zalimler, kâfirler çıkabileceği mesajı verilmiştir. Nitekim Bakara/124’ün son kısmında, İbrahim peygamberin Yüce Allah’a “... “Zürriyetimden de (imamlar yap)!” dediği; bu talebine karşı Allah’tan da “Benim ahdim zalimlere nail olmaz!” şeklinde cevap aldığı nakledilmişti.


Buradan İslam dininde soysopun yerinin olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim kimi müşrikin [Azer gibi] oğlu peygamber, kimi peygamberin [Nuh gibi] oğlu da müşrik olmuştur. Kimi peygamberin [Lut ve Nuh gibi] eşi kâfir, kimi kâfirin [Firavun’un] eşi de Müslüman olmuştur.


83–91. Ayetler:
Rabbim! Bana ‘hüküm’ ver ve beni iyilere kat.
Ve beni, sonra gelecekler için doğrulukla anılanlardan kıl.
Ve beni naim [nimeti bol] cennetin mirasçılarından kıl.
Ve babamı da bağışla, şüphesiz o sapıklardan oldu.
Ve yeniden diriltilen gün; mal ve oğulların sağlam bir kalple [gerçek imanla] gelenlerden başkasına fayda vermediği ve cennetin muttakilere yaklaştırıldığı, azgınlar için de cehennemin açılıp gösterildiği gün beni rezil etme” dedi.
İbrahim peygamberin Rabbinden taleplerinin sıralandığı bu ayet grubunda, duanın nasıl yapılacağı, Allah’tan nelerin isteneceği gösterilmektedir.


İbrahim peygamber Rabbinden şunları istemiştir:
* Hüküm sahibi olmak
* Salihlere katılmak
* Lisan-ı sıdk [sonrakiler arasında iyi anılmak]
* Cennete vâris olmak
* Babasının affedilmesi
* Mahşerde rezil olmamak


Pasajda geçen “Kalb-i Selim” ifadesini kısaca hatırlamakta yarar vardır: “ قلب Kalp” sözcüğü ile ilgili ayrıntılar daha önce Kaf suresinin tahlilinde verilmişti. İbrahim peygamberin duasında geçen “Kalb-i Selim” ise “sağlam, hastalıksız, evrendeki mucizeler karşısında hiçbir şüphesi ve zihinsel sancısı kalmamış, tamamen mutmain olmuş kalp” demektir. Bu ifade ile konumuz olan ayette “gerçek iman” kastedilmiştir. Çünkü “kalp hastalığı” Kur’an’da “nifak, münafıklık” olarak tanımlanmıştır:


10.Onların kalplerinde hastalık vardır; onların ziniyetleri bozuktur da Allah, onlara hastalığı; sapkınlığı artırdı. Yalan söylemekte olduklarından dolayı da onlar için acı bir azap vardır.(Bakara/10)


60-62.Andolsun ki eğer o münâfıklar ve kalplerinde bir hastalık olan; zihniyeti bozuk şu kimseler ve Medîne'de ortalığı karıştıranlar, bu yaptıklarından vaz geçmezlerse, kesinlikle seni onlara, onlar dışlanarak musallat ederiz. Sonra onlar, seninle orada az bir zamandan fazla komşu kalamazlar; Allah'ın önceki geçen kimseler hakkındaki uygulaması olarak nerede bulunurlarsa yakalanırlar ve acımadan, kıyasıya öldürülürler. Ve sen Allah'ın yasası/uygulaması için asla bir değişiklik bulmayacaksın!(Ahzab/60)


İbrahim peygamber Allah’ın huzuruna “kalb-i selim” ile gelmeyi başarmış ve Rabbimiz de bunu Kur’an’da bildirmiştir:
84.Hani o Rabbine selim bir kalple gelmişti.(Saffat/84)


Kişilerin mahşerde rezil olmaları Kur’an’da şöyle açıklanmıştır:
27.Sonra kıyâmet günü Allah, onları rezil-rüsva edecek ve “Hani uğrunda düşmanlık ettiğiniz ortaklarım nerede?” diyecektir. Kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler: “Şüphesiz ki bugün rezillik-rüsvalık ve kötülük, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler üzerinedir” diyecekler.(Nahl/27)


Rabbimizin İbrahim peygamber ve sonra gelenler ile ilgili lütuflarından bazıları şunlardır;
108.Ve sonradan gelenler içinde o'nun hakkında devamlı kalacak [hayırla anılacak, örnek alınacak] bir söz bıraktık.(Saffat/108)


50.Ve Biz onlara rahmetimizden armağanlarda bulunduk. Ve onlar için yüce bir doğruluk dili yaptık.(Meryem/50)


KURBAN EDİLEN, MAĞDUR EDİLEN BU ÇOCUK KİMDİR?
Bilindiği gibi, İbrahim’in (as) kurban edilen, mağdur edilen oğlunun adı Kur’an’da verilmemiştir. Kitab-ı Mukaddes’te bu çocuğun İshak olduğu yer almaktadır. Bu konuda İslam bilginleri de net kanaat sahibi değildirler. Biz, Bakara/124-132. ayetlerden oluşan pasajın delaletiyle bu çocuğun İsmail (as) olduğu kanaatindeyiz.


Bu konuya dair eski müfessirlerce dile getirilen yorum ve görüşlerden bazıları şöyledir:
Bu çocuk Hz. İsmail [a.s.]’dir. O, Hz. İbrahim [a.s.]’in müjdelenmiş olduğu ilk çocuktur. Müslümanların ve kitap ehlinin ittifakı ile Hz. İsmail, Hz. İshak’tan daha büyüktür. Hatta onların kitaplarında belirtildiğine göre, Hz. İsmail doğduğunda Hz. İbrahim 86 yaşındaymış. Hz. İshak’ın doğumunda ise İbrahim'in yaşı 99 imiş. Yine onların kitaplarında belirtildiğine göre, Allah Teala Hz. İbrahim'e tek olan oğlunu kurban etmesini [boğazlamasını] emretmiştir. Onların kitaplarının bir nüshasında: “İlk çocuğunu boğazlaması emredildi” denilmektedir. Onlar burada yalan ve iftira yoluna saparak boğazlanması emredilen çocuğun İshak olduğunu söylemişlerdir. Bu, asla caiz değildir. Zira kendi kitaplarının metnine bile muhaliftir. Onların, boğazlanması emredilen çocuğun İshak olduğunu söylemeleri, onun kendilerinin babaları, İsmail'in ise Arapların babası olmasındandır. Onlar çekememezlik ederek kitaplarına ilâveler yapmış, «Yanında kimse olmaksızın» anlamına gelecek şekilde kitaplarının metnini tahrif etmişlerdir. Zira Hz. İbrahim, oğlu İsmail ve annesini Mekke'ye götürmüştü. Şüphesiz onların yaptığı bir yorum ve batıl bir tahriften ibarettir. Zira Arapçada “biricik” anlamına gelen “vahiyd” kelimesi başka bir eşi olmayan şeye ıtlak olunur. Ayrıca ilk çocuğun, ondan sonra gelecek diğer çocuklarda bulunmayan bir değeri vardır. Onun boğazlanmasının emredilmesi deneme ve imtihan yönüyle daha beliğ, daha üstündür.20


İlim ehlinden bir topluluk, boğazlanması emredilenin İshak olduğu görüşündedirler.


Bundan da sonra: “Ona sâlihlerden bir peygamber olmak üzere İshak’ı müjdeledik” buyurmuştur. Melekler Hz. İbrahim'e İshak’ı müjdelediklerinde: “Korkma, Biz sana bilgin bir oğlun olacağını müjdelemeye geldik” (Hicr/53) demişlerdi. Allah Teâlâ da: “Biz de ona [İbrahim’in hanımına] İshak’ı, İshak’ın ardından Yakup’u müjdeledik” (Hûd/71) buyurmuştur. Yani İbrahim ve İshak hayatta iken, İshak’ın Yakup adındaki çocuğu doğacak ve böylece Hz. İshak’ın soyundan bir nesil gelecektir. Daha önce de açıkladığımız üzere, bundan sonra [neslinin devam edeceği bildirildikten sonra] küçükken boğazlanmasının emredilmesi tabiîdir ki caiz olmaz. Zira Allah Teâlâ Hz. İbrahim ve İshak’a, İshak’ın neslinin devam edeceğini vaat etmiştir. Bundan sonra küçükken boğazlanması nasıl emredilebilir? Ayrıca burada Hz. İsmail hilim sıfatıyla nitelenmiştir ki, bu, makama son derece uygundur.


“O, kendisinin yanı sıra yürümeye başlayınca dedi ki: Ey oğulcuğum, doğrusu ben, rüyâda iken seni boğazladığımı görüyorum. Bir bak, ne dersin?” Ubeyd b. Umeyr: “Peygamberlerin rüyası vahiydir” demiş, sonra da: “Dedi ki: Ey oğulcuğum, doğrusu ben, rüyada iken seni boğazladığımı görüyorum. Bir bak, ne dersin?”ayetini okumuş. İbn Ebî Hatim der ki: Bize Ali b. Hüseyn b. Cüneyd'in ... İbn Abbas’tan rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: “Peygamberlerin uykudaki rüyası vahiydir.” Hâdis bu şekliyle Kütüb-i Sitte'de bulunmamaktadır. Hz. İbrahim'in bunu oğluna bildirmesi, ona durumunun daha kolay olması, bir de Allah'a ve babasına itaatte küçüklüğüne göre sabrını, gücünü ve azmini denemek içindir.2


Şeytan Taşlama Hikâyeleri:
İmam Ahmed der ki: Bize Süreye ve Yunus’un... İbn Abbas’tan rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Hz. İbrahim hacc farzlarını yerine getirmekle emrolunduğu zaman şeytan sa'y sırasında karşısına çıkmış. Hz. İbrahim ile yarışmış ve İbrahim onu geçmiş. Sonra Cibril, Hz. İbrahim’i Akabe cemresine götürmüş. Şeytan orada da karşısına çıkmış. Hz. İbrahim ona yedi taş atmış ve gitmiş. Şeytan orta cemre yanında yine karşısına çıkmış, Hz. İbrahim yedi taş daha atmış. Ve orada oğlunu alnı üzere yatırmış. İsmail'in üzerinde beyaz bir gömlek varmış. Hz. İbrahim'e: Ey babacığım, beni kefenleyebileceğin başka bir elbisem yok. Bunu çıkar ki, beni onunla kefenleyesin, demiş. Hz. İbrahim gömleği çıkarmaya çalışırken arkasından: “Ey İbrahim, sen rüyayı gerçekleştirdin” diye nida edilmiş. Hz. İbrahim dönüp bir de bakmış ki, beyaz, boynuzlu ve iri gözlü bir koçla karşılaşmış. İbn Abbas der ki: Biz bu çeşit koçları (kurban etmek suretiyle) ona uymaktayız. Râvi, el-Menâsik bahsinde hadisi uzunca zikretmiştir. Ayrıca İmam Ahmed hadisi uzun bir şekilde Yunus kanalıyla... İbn Abbas’tan rivayetle yukarıdakine benzer şekilde zikretmiştir. Ancak bu rivayette (Hz. İsmail değil de) İshak’ın ismi geçmektedir. İbn Abbas’tan kurban edilenin kim olduğu konusunda iki rivayet vardır ki, ileride de açıklaması geleceği üzere ondan gelen rivayetlerin kuvvetlisinde kurban edilenin İsmail olduğu belirtilmektedir. Muhammed b. İshak’ın Hasan b. Dînâr kanalıyla... İbn Abbâs'tan rivayetine göre; o, “Ve ona fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik” âyeti hakkında şöyle demiş: Hz. İbrahim'e cennetten bir koç geldi. Bundan önce [cennette] kırk sene otlamıştı. Hz. İbrahim, oğlunu bırakarak koçun peşine düştü. Onu ilk cemrede buldu. Cemreyi yedi taşla taşladıktan sonra orada koçu kaybetti. Orta cemreye geldiğinde koçu orada gördü. Bu cemreyi de yedi çakılla taşladı, sonra koçu yine kaybetti. Büyük cemrenin yanında ona yetişti, bu cemreyi de yedi taşla taşladı, koçu orada buldu, tuttu, Minâ'daki kurban kesme yerine getirip orada boğazladı. İbn Abbas’ın nefsi kudret ellerinde olan [Allah]’a yemîn ederim ki, İslâm'ın başlangıcında o koçun başı kurumuş halde Kâ'be'nin oluğunda boynuzlarından asılı olarak duruyordu.22


Abdürrezzâk der ki: Bize Ma'mer'in Zührî'den, onun da Kâsım'dan rivayetinde o, şöyle anlatmış: Ebu Hüreyre ve Kâ'b bir araya gelmişlerdi. Ebu Hüreyre Hz. Peygamber (s.a.)’den, Kâ'b da kitaplardan rivayet etmeye başladı. Ebu Hüreyre dedi ki: Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: Şüphesiz her peygamber için icabet olunacak bir dua vardır. Ben duamı kıyamet günü ümmetime şefaat olarak sakladım. Kâ'b da ona şöyle dedi: Sen bunu Allah Rasûlü (s.a.)’nden mi işittin? Ebu Hüreyre, evet, dedi. Kâ'b da şöyle devam etti: Anam babam sana feda olsun -veya anam babam ona feda olsun, demiştir- sana Hz. İbrahim (a.s.)’den haber vereceğim. Rüyasında oğlu İshak’ın boğazlandığını [oğlu İshak’ı boğazladığını] gördüğünde şeytan: Şayet bunları bu sırada fitneye düşüremezsem bir daha asla fitneye düşüremem, dedi. Hz. İbrahim boğazlamak üzere oğlunu çıkardı. Şeytan gelip Sâra’nın yanına girdi ve ‘İbrahim oğlunu nereye götürdü?’ diye sordu. Sâra: Bazı ihtiyâçları için götürdü, diye cevap verdi. Şeytan: Bir ihtiyacı için götürmedi, aksine onu boğazlamak için götürdü, dedi. Sâra: ‘Onu niçin boğazlasın ki?’ diye sordu da şeytan: Bunu kendisine Rabbinin emrettiğini sanıyor, dedi. Sâra: Rabbine itaat etmekle güzel iş yapmış, dedi. Şeytan, onların [İbrahim ile İshak’ın] peşlerinden gidip çocuğa: ‘Baban seni nereye götürüyor?’ diye sordu. Çocuk: Bir ihtiyacı için diye cevap verdi. Şeytan: Şüphesiz o seni bir ihtiyaç için götürmüyor, seni boğazlamak için götürüyor, dedi. Çocuk: ‘Beni niçin boğazlasın?’ diye sordu da şeytan: Bunu kendisine Rabbinin emrettiğini sanıyor, diye cevap verdi. Çocuk: Allah'a yemin ederim ki, şayet bunu ona Allah emretmişse mutlaka yapacaktır, dedi. Şeytan ondan ümidini kesip İbrahim'e kavuştu ve ‘Oğlunu nereye götürüyorsun?’ diye sordu. İbrahim: Bir ihtiyaç için, diye cevap verdi. Şeytan: Şüphesiz sen onu bir ihtiyaç için değil, boğazlamak için götürüyorsun, dedi. İbrahim: ‘Onu niçin boğazlayayım?’ diye sordu da şeytan: Sana bunu Rabbinin emrettiğini sanıyorsun, dedi. İbrahim: Allah'a yemin ederim ki, şayet bunu bana Allah emretmişse mutlaka yerine getireceğim, dedi. Şeytan kendisine itaat olunmasından ümidini keserek onu bırakıp gitti. İbn Cerîr'in Yûnus kanalıyla... Amr ibn Ebî Süfyân ibn Esîd ibn Câriye es-Sekâfî'den rivayet ediyor ki, Kâ'b, Ebu Hüreyre'ye şöyle demiş... Ve râvî hadîsi uzunca zikretti. Ancak sonunda şu fazlalık vardır: Allah Teâlâ İshak’a: Şüphesiz Ben sana bir dua bahşettim ki, bunda sana icabet edeceğim, diye vahyetti. İshak da şöyle dedi: Allah'ım, icabet buyurman için Sana dua ediyorum: Sana hiç bir şeyle ortak koşmaksızın ilklerden ve sonlardan hangi kul Sana kavuşacak olursa onu cennetine koy. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın... Ebu Hüreyre'den rivayetine göre, Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş: Allah Teâlâ, ümmetinin yarısını bağışlamak veya şefaatimi (kıyamet gününe) saklamak arasında beni muhayyer bıraktı, ben de şefaatimi kıyamet gününe sakladım. Öyle sanıyorum ki, ümmetimden büyük bir topluluk bağışlanacaktır. Şayet bunda [icabet edilecek duasında] sâlih kul benden önce geçmiş olmasaydı, bu husustaki duamda acele ederdim. Allah Teâlâ, İshak’ın üzerinden boğazlanma durumunu kaldırdığında ona: ‘Ey İshak! İste, sana verilecek’ buyurmuştu. İshak dedi ki: Nefsim kudret elinde olan [Allah]’a yemin ederim ki şeytanın vesvese ile dürtmelerinden önce bu duada acele edeceğim: Allah'ım, Sana hiç bir şeyle ortak koşmaksızın kim ölürse onu bağışla ve cennete koy. Bu, garip ve münker bir hadîstir. Râvîlerden Abdurrahmân b. Zeyd b. Eslem'in hadîsi zayıftır. Hadîste ziyâde ve sonradan olmasından korkarım ki, bu fazlalıklar sonuna kadar olmak üzere “Allah Teâlâ İshak’ın üzerinden boğazlanma durumunu kaldırdığında...” kısmıdır. En doğrusunu Allah bilir. Her ne kadar hadîs mahfuz bir hadîs ise de, hadîsin lâfzının Hz. İsmail hakkında serdedilmiş olması doğruya daha yakın görünmektedir. Ancak daha önce de geçtiği üzere İsrâîloğulları, hasetlerinden bunu İshak ile değiştirerek tahrif etmişlerdir. Yoksa hacc farzları ve kurban kesmenin yeri Mekke arazisindeki Minâ'dır. Orada bulunan ise İshak olmayıp Hz. İsmail'dir. Zira Hz. İshak Şam arazisindeki Kenan ülkesindeydi.23


“Biz, ona şöyle seslendik: Ey İbrahim! Sen rüyayı gerçekleştirdin.” Çocuğu boğazlamak üzere yatırmanla rüyandan maksat hâsıl olmuştur. Süddî ve bir başkasının anlattığına göre, Hz. İbrahim, çocuğun boynuna bıçağı sürtmüş de bıçak kesmemiş, aksine bıçakla boynu arasında bakırdan bir tabaka kesmeyi engellemiş ve o sırada Hz. İbrahim'e: “Sen rüyayı gerçekleştirdin” diye seslenilmiş.
İmam Ahmed'in Süfyân kanalıyla... Safiyye Bint Şeybe'den rivayetine göre, o şöyle anlatmış: Bana Süleym oğullarından bir kadının -bu kadın bizim ev ahâlîsinin hepsini doğurmuş olan kadındır- haber verdiğine göre, Allah Rasûlü (s.a.) Osman İbn Talha'ya bir haber göndermiş. Bir keresinde râvî şöyle anlatıyor: Bu kadın Osman İbn Talha'ya sormuş: Hz. Peygamber (s.a.) seni niçin çağırmıştı? Osman dedi ki: Allah Rasûlü (s.a.) bana şöyle buyurdu: Ben Beyt [Kâbe]'e girdiğim zaman o koçun iki boynuzunu görmüştüm. Onları örtmeni sana emretmeyi unutmuşum, onları ört. Zira Kâbe'de namaz kılanı meşgul edecek bir şeyin olmaması gerekir. Süfyân der ki: O koçun iki boynuzu Kâbe yanıncaya kadar orada asılı duruyordu. Kâbe yangınında onlar da yandı. Hz. İbrahim'in boğazlaması emredilen oğlunun İsmail olduğuna bu da başlı başına bir delildir. Şüphesiz Kureyş nesilden nesile, seleften halefe Allah Rasûlü (s.a.) peygamber olarak gönderilinceye kadar, Hz. İbrahim'e oğlunun fidyesi olarak gönderilen o koçun boynuzlarını miras olarak saklamıştır.


Boğazlananın kim olduğuna dair seleften varit olan haberler:
Boğazlananın İshak Olduğunu Söyleyenler:
Hamza ez-Zeyyât'ın Ebu Meysere’den -Allah ona rahmet eylesin- rivayetine göre, o şöyle demiştir: Hz. Yûsuf (a.s.) karşı karşıya geldiklerinde krala şöyle demiş: Benimle beraber yemek yemekten mi kaçmıyorsun? Allah'a yemin olsun ki, benim babam Allah'ın peygamberi Yakûb'dur. O, Allah'ın kurban edilmesini [boğazlanılmasını] emrettiği İshak’ın oğludur. O da Allah'ın dostu İbrahim'in oğludur. Sevrî'nin Ebu Sinan'dan, onun da Ebu'l-Hüzeyl'den rivayetine göre, Hz. Yûsuf (a.s.) krala böylece söylemiştir. Süfyân es-Sevrî'nin Zeyd b. Eslem'den, onun Abdullah b. Ubeyd İbn Umeyr'den, onun da babasından rivayetine göre, o, şöyle anlatmış: Hz. Musa: “Ey Rabbim, ‘Ey İbrahim, İshak ve Yakup’un ilâhı” diyorlar, bunu niçin söylüyorlar?” demişti. Buyurdu ki: Şüphesiz ki İbrahim Bana bir şey ortak koşulduğu zaman mutlaka Beni ona tercih ederdi. İshak Benim için boğazlanmak üzere seve seve boynunu uzatmıştı. Bunun dışındaki şeylerde de son derece cömertti. Yakup’a gelince; Ben onun musibetini ne kadar arttırdımsa Benim hakkımdaki hüsnü zannı o derece artmıştı.


Şu'be'nin Ebu İshâk'dan, onun da Ebu Ahvas'dan rivayetine göre; o, şöyle anlatıyor: İbn Mes'ûd'un yanında birisi övünüp: Ben şerefli şeyhlerin oğlu filân oğlu filânım, demişti. Abdullah dedi ki: Allah'ın dostu İbrahim'in oğlu Allah'ın boğazlanmasını emrettiği İshak’ın oğlu Yakup oğlu Yusuf (böyle övünmemişti). İbn Mes'ûd'a kadar bu haberin isnadı sahihtir. Boğazlananın İshak olduğunu İkrime, İbn Abbas’tan da rivayet etmektedir. Ayrıca boğazlananın İshak olduğu, İbn Abbas’ın babası Abbas’tan ve Ali b. Ebî Tâlib'den de rivayet edilmiştir. İkrime, Saîd b. Cübeyr, Mücâhid, Şa'bî, Ubeyd b. Umeyr, Ebu Meysere, Zeyd b. Eslem, Abdullah b. Şakîk, Zührî, Kasım b. Ebu Bezze, Mekhûl, Osman b. Hâzır, Süddî, Hasan, Katâde, Ebu'I-Hüzeyl ve İbn Sabit de böyle söylemiştir. İbn Cerîr de bu görüşü tercih ediyor. İbn Cerîr'in Kâ'b el-Ahbâr’dan rivayetine göre, daha önce geçtiği gibi boğazlanan çocuk İshak’tır. İbn İshak’ın Abdullah b. Ebî Bekr kanalıyla... Kâ'b el-Ahbâr'dan rivayetine göre, o, boğazlanan çocuğun Hz. İshak olduğunu söylemiştir. En doğrusunu Allah bilir ama bu sözlerin hepsi Kâ'b el-Ahbâr'dan alınmıştır. Kâ'b, Hz. Ömer devrinde müslüman olduğunda Hz. Ömer'e İsrail kitaplarından rivayette bulunmaya başlamıştı. Hz. Ömer (r.a.) bazen onu dinlerdi. Böylece insanlar, onda bulunan şeyleri dinlemenin mubah olduğuna inandılar ve değerli olsun veya olmasın ondan alarak naklettiler. Ancak bu ümmetin, -en doğrusunu Allah bilir- onda bulunanlardan bir harfe bile ihtiyacı yoktur. Boğazlanan çocuğun Hz. İshak olduğu görüşünü Beğavî ayrıca Hz. Ömer, Ali, İbn Mes'ûd ve Abbâs'tan; tabiin neslinden ise Kâ'b el-Ahbâr, Saîd İbn Cübeyr, Katâde, Mesrûk, İkrime, Mukâtil, Ata, Zührî ve Süddî'den nakletmektedir. Beğavî'nin belirttiğine göre, İbn Abbas’tan gelen iki rivayetten birisi de böyledir. Bu hususta bir de hadîs varit olmuştur. Şayet hadîs sabit olsaydı, biz, başımız gözümüz üzere der, kabul ederdik. Ama isnadı sahih değildir. İbn Cerîr der ki: Bize Ebu Küreyb'in... Abbas b. Abdülmuttalib'den, onun da Hz. Peygamber (s.a.)’den rivayet etmiş olduğu bir hadîste Efendimiz: Boğazlanması emrolunan çocuk, İshâk'dır buyurmuştur. Bu hadîsin isnadında iki tane zayıf râvî vardır. Bunlardan Hasan b. Dînâr el-Basrî metruktür. Ali b. Zeyd b. Cüd'ân'ın hadîsi ise münkerdir. Hadîsi İbn Ebî Hatim de babası kanalıyla... Ali b. Zeyd b. Cüd'ân'dan merfû olarak rivayet etmiştir. İbn Ebî Hatim der ki: Hadîsi Mübarek b. Fudâle... Abbas’tan onun sözü olarak rivayet etmiştir. Bu, daha sıhhatli ve doğruya daha yakın görünmektedir.24


Boğazlanması emrolunan çocuğun Hz. İsmail olduğu kesin ve sahih haberlerde varit olmuştur ki, şimdi bu haberleri zikredelim:
İbn İshak der ki: Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî'yi şöyle derken işittim: Allah Teâlâ'nın Hz. İbrahim'e iki oğlundan boğazlanmasını emrettiği, İsmail'dir. Biz bunu Allah'ın kitabında bulmaktayız. Şöyle ki: Allah Teâlâ, Hz. İbrahim'in iki oğlundan boğazlananla ilgili kıssayı bitirdikten sonra: “Ona sâlihlerden bir peygamber olmak üzere İshak’ı müjdeledik” buyurmuştur. Allah Teâlâ başka bir ayet-i kerime’de: “Biz de ona İshak’ı, İshak’ın ardından Yakup’u müjdeledik” (Hûd/71) buyurmaktadır. Yani ona oğlunu ve bu oğlun oğlunu müjdelemiştir. Ondan da olacak bir çocuk va'dolunmuşken elbette Allah Teâlâ İshak’ın boğazlanmasını emredecek değildir. Dolayısıyla boğazlanması emredilen olsa olsa İsmail olabilir. İbn İshak’ın Büreyde b. Süfyân b. Ferve el-Eslemî'den, onun da Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî'den rivayetine göre, Ömer b. Abdülaziz’in halifeliğinde onunla beraber Şam'da iken Muhammed b. Kâ'b bu konuyu halifeye anlatmış. Ömer, Muhammed İbn Kâ'b'a: Bu, üzerinde hiç düşünmediğim bir konudur. Ben de senin söylediğin gibi olduğunu sanıyorum, demiş. Sonra Şam'da daha önce yanında bulunan ve Yahudi iken müslüman olup islâm'da ihlâslı ve samimî olan birisine haber göndermiş. Bu adamın Yahudi âlimlerinden olduğuna inanırmış. Ömer b. Abdülaziz konuyu bu adama sormuş. Muhammed b. Kâ'b kendisinin de Ömer b. Abdülaziz’in o sırada yanında olduğunu belirtiyor ki, Ömer b. Abdülaziz o kişiye: İbrahim, iki oğlundan hangisini boğazlamakla emrolundu, diye sorduğunda adam: Ey Mü'minlerin emîri, Allah'a yemin ederim ki, İsmail'dir, Yahudiler şüphesiz bunu biliyorlar. Allah'ın emrine sabretmesini Allah'ın zikretmiş olmasından dolayı kazandığı üstünlük yüzünden boğazlanılması emredilen çocuğun siz Arapların babası olması sebebiyle onlar sizi çekememektedirler. İşte bu yüzden bunu inkâr etmekte ve İshak babaları olduğu için boğazlanılması emredilen çocuğun İshak olduğunu sanmaktadırlar. Hâlbuki bu ikiden hangisi olduğunu en iyi Allah bilir. O ikiden her biri tertemiz, Allah'a itaat eder kimselerdi, dedi. Abdullah b. İmam Ahmed İbn Hanbel -Allah ona rahmet eylesin- der ki: Boğazlanması emredilen; İsmail mi, yoksa İshâk mı olduğunu babama sordum. İsmail’dir, dedi. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, bu haberi Kitâbu’z-Zühd'de zikretmektedir. İbn Ebî Hatim babasının şöyle dediğini işitmiş: Sahih olan, boğazlanılması emredilenin Hz. İsmail (a.s.) olduğudur. Hz. Ali, İbn Ömer, Ebu Hüreyre, Ebu Tufeyl, Saîd İbn Müseyyeb, Saîd b. Cübeyr, Hasan, Mücâhid, Şâ'bî, Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî, Ebu Ca'fer Muhammed b. Ali ve Ebu Salih'ten rivayete göre, onlar da boğazlanılması emredilenin İsmail olduğunu söylemişlerdir. Tefsirinde Beğavî der ki: Abdullah b. Ömer, Saîd b. Müseyyeb, Süddî, Hasan el-Basrî, Mücâhid, Rebî' b. Enes, Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî ve Kelbî de bu görüştedirler. İbn Abbas’tan gelen bir rivayet de böyledir. Ayrıca Beğavî bu görüşü Ebu Amr b. Alâ'dan da nakletmektedir. Bu konuda İbn Cerîr garîb bir hadis rivayet eder ve der ki: Bana Muhammed İbn Ammâr er-Râzî'nin... Sunâbihî'den rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: Muâviye b. Ebu Süfyân'ın yanındaydık. Boğazlanması emredilenin İsmail mi yoksa İshak mı olduğu konusu anıldı. Tam bilenine düştünüz deyip şöyle devam etti: Allah Rasûlü (s.a.)’nün yanındaydık. Birisi ona geldi ve: Ey Allah'ın elçisi, ey iki boğazlanmışın oğlu, Allah'ın sana bahşettiklerinden bana da ver, dedi. Allah Rasûlü (s.a.) güldüler. Muâviye'ye: ‘Ey mü'minlerin emîri, iki boğazlanmış da nedir?’ denildi de o şöyle cevap verdi: Abdülmuttalib zemzemin kazılmasını emrettiğinde, şayet Allah bu işi kendisine nasip ederse çocuklarından birini boğazlamayı adamıştı. (Çocukları arasında çekilen) kur'a Abdullah'a çıktı. Dayıları (Abdullah'ın boğazlanmasından) onu alıkoyarak: Oğlunun yerine yüz deve fidye ver, dediler. Abdülmuttalib oğlunun fidyesi olarak yüz deve [kurban etti]. İkinci kurban ise İsmail'dir. Bu, gerçekten garîb bir hadîstir. Ümevî'nin el-Meğâzî'de ashabından birisi kanalıyla... Sunâbihî'den rivayetine göre; o: ‘Muâviye'nin meclisinde bulunuyorduk. Topluluk İsmail ve İshâk'ı tartışıyordu ...’ diyerek hadîsi zikretmiştir. Ayrıca bozulmuş [tahribe uğramış] bir nüshadan da bu şekilde yazdım, diye ilâve ediyor. Boğazlanması emredilen çocuğun İshak olduğuna dair tercihinde İbn Cerîr, “Biz de ona hilim sahibi bir oğul müjdeledik” ayetine dayanmaktadır. Böylece“Ona bilgin bir oğul sahibi olacağını müjdelediler” (Zâriyât/28) ayetindeki Hz. İshak ile ilgili müjdeyi bu müjde ile aynı kabul etmektedir. (Hz. İshak’ın ardından) onun Ya'kûb ile müjdelenmesi müşkiline de şöyle cevap veriyor: Mümkündür ki, Hz. İshak, babasıyla beraber çalışabilecek bir çağa gelmişti ve yine mümkinâttandır ki, Hz. Ya'kûb ile beraber onun başka çocukları da olmuştu. Kâbe'de asılı bulunan (iki koç) boynuzu konusundaki müşkile ise o, bu boynuzların Şam ülkesinden Kâbe'ye getirilmiş olabileceği ihtimaliyle cevap verir. Daha önce de geçtiği üzere bazı kimseler İshak’ın, orada [Şam ülkesinde] boğazlanmış olduğu görüşündedirler. İbn Cerîr'in tefsirinde dayanağı budur. Ancak onun görüşü ne bir mezheptir [gidilecek yoldur], ne de gereklidir. Aksine gerçekten uzak bir te'vîldir. Muhammed b. Kâ'b el-Kurazî'nin, boğazlanması emredilenin Hz. İsmail olduğuna dair istidlali daha sabit, daha sıhhatli ve daha kuvvetlidir. En doğrusunu Allah bilir.25


Başka nakiller:
Mücahid dedi ki: "Ne zaman ki o babasının yanı sıra yürümeye başla​yınca" buyruğu genç bir delikanlı olup yürümesi İbrahim'in yürümesine ye​tişince, demektir. el-Ferra dedi ki: O gün on üç yaşında idi. İbn Abbas bun​dan kasıt buluğdur, Katade ise, babası ile birlikte yürüyünce, diye açıklamış​tır.


İlim adamları, boğazlanması emrolunan oğlun hangisi olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Çoğunluğu boğazlanması emrolunan İshak'tır de​mişlerdir. Bu kanaati belirtenler arasında Abbas b. Abdu'l-Muttalib ile onun oğlu Abdullah da vardır. Abdullah [b. Abbas]'dan gelen sahih rivayet de bu​dur.


es-Sevrî ve İbn Cüreyc, İbn Abbas'ın sözü olarak: Boğazlanması emrolu​nan İshak'tır, dediğini rivayet etmektedirler. Abdullah b. Mesud'dan sahih ola​rak gelen rivayet de böyledir. Buna göre bir adam ona: ‘Ey şerefli, yaşlı-baş​lı adamların oğlu!’ diye hitabetmiş. Bunun üzerine Abdullah ona şöyle demiş: O dediğin şahıs Allah'ın dostu İbrahim'in oğlu, Zebihullah [Allah'ın boğaz​lanmasını emrettiği] İshak'ın oğlu Yakub'un oğlu Yusuf'tur.


Hammad b. Zeyd de Rasûlullah (sav)'a ait söz olmak üzere şöyle buyur​duğunu rivayet etmektedir: "Şüphesiz ki, kerim oğlu kerim oğlu kerim şa​hıs, İbrahim (a.s)'ın oğlu İshak'ın oğlu Yakub'un oğlu Yusuf'tur


Ebu'z-Zubeyr de Cabir'den: Boğazlanması emrolunan kişi İshak'tır, dedi​ğini rivayet etmektedir. Aynı zamanda bu Ali b. Ebi Talib (r.a)'dan da riva​yet edilmiştir. Abdullah b. Ömer'den de boğazlanması emredilen kişi İshak'tır, dediği rivayet edilmiştir. Ömer (r.a)'ın görüşü de budur. İşte ashab-ı kiramdan yedi kişinin bu kanaatte olduğunu görüyoruz.


Peygamberlerin Rüyası:
"Dedi ki: Oğulcağızım! Gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak, artık sen ne düşünürsün" buyruğu ile ilgili olarak Mukatil şöyle demektedir: İbrahim (a.s) bunu ardı arkasına üç gece gördü.


Muhammed b. Ka'b dedi ki: Resullere Yüce Allah'tan vahiy uyanıkken de uykuda iken de gelirdi. Çünkü peygamberlerin kalpleri uyumaz. Bu gerçek aynı zamanda Peygamber (sav)'a kadar ulaştırılan merfu haberde de sabit ol​muştur. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Biz peygamberler topluluğu​nun gözleri uyur, kalplerimiz uyumaz.


İbn Abbas da: Peygamberlerin rüyası vahiydir demiş ve bu âyet-i kerimeyi delil göstermiştir.
es-Süddî dedi ki: İbrahim (a.s)'a İshak doğmadan önce doğacağı müjdesi verilince, o da: O halde ben onu Allah için kurban edeceğim demişti. Rüya​sında ona: Sen bir adakta bulunmuştun. Haydi, adağını yerine getir, denildi.


Yine denildiğine göre; İbrahim (a.s) terviye [zülhicce'nin sekizinci] gece​sinde birisinin ona: Allah sana oğlunu boğazlamanı emrediyor, dediğini görmüştü. Sabah olunca kendi kendisine düşünmeye başladı. Acaba bu rü​ya Allah'tan mıdır? Şeytandan mıdır, diye. İşte bu şekildeki düşünmesi [terviyesi] dolayısı ile bugüne terviye günü adı verilmiştir. Ertesi gece aynı şe​kilde rüya gördü ve ona: Verdiğin sözü yerine getir, denildi. Sabah olunca bu gördüğü rüyanın Allah'tan olduğunu bildi [arefe]. O bakımdan bu güne "arefe günü" adı verildi. Üçüncü gece yine öyle bir rüya gördü, bu sefer ar​tık onu boğazlama [nahr] kararını verdi. Bundan dolayı bu güne "yevmu'n-nahr" adı verildi.


Yine rivayet edildiğine göre oğlunu boğazlamaya başlayınca, Cebrail (a.s): "Allahuekber Allahu ekber" dedi. Bu sefer boğazlanması istenen oğlu: "La ilahe illallah vallahu ekber" dedi. İbrahim (a.s) da bunun üzerine: "Al​lahu ekber velhamdulillah" dedi. O bakımdan bu [şekilde tekbir getirmek] bir sünnet olarak kaldı.26


Oğluna Karşılık Gönderilen Fidye:
"Biz de ona büyük bir kurbanlıkla fidye verdik" buyruğunda geçen " الذِّبح Zibh [Kurbanlık]", kurban edilen şeyin adıdır. Çoğulu da “Zebûh” diye gelir. Tıp​kı "Tahn [Öğütülmüş]" lafzının “Methûn [öğütülen] şeyin adı olması gibi. Sözcükteki "zel" harfi “Zebih” şeklinde üstün olursa, mastar olur.


"Azîm [Büyük]" sözcüğü, kadru kıymeti büyük demektir. Yoksa bedenen büyük olduğu​ kastedilmemiştir. Kadrinin büyüklüğü, boğazlanması emrolunan oğlunun yerine fidye olmasından yahut da kabule mazhar oluşundan ötürüdür.


en-Nehhas dedi ki: Sözlükte “azim/büyük” kelimesi hem “bedenen büyük” hakkın​da hem de soylu ve şerefli hakkında kullanılır. Tefsir bilginleri bu lafzın burada şerefli ya da kabule mazhar olan hakkında kullanıldığını kabul etmek​tedirler.


İbn Abbas dedi ki: Bu koç Habil'in kurban olarak sunduğu koçtur. Bu koç cennette otluyordu. Nihayet Allah onu İsmail'e fidye olmak üzere gönderdi. Yine ondan gelen rivayete göre, bu, Yüce Allah'ın cennetten gönderdiği bir koçtu. Cennette kırk yıl süreyle otlamıştı.


el-Hasen dedi ki: İsmail'in fidyesi ona Sebir'den gelen bir dağ keçisinden başkası olmamıştır. İbrahim onu oğluna fidye olmak üzere kesti. Ali (r.a)'ın görüşü de budur. İbrahim o dağ keçisini görünce, onu alıp kesti ve oğlunu azad etti ve şöyle dedi: Oğulcağızım! Bugün sen bana bağışlanmış bulunu​yorsun.


Ebu İshak ez-Zeccac dedi ki: İbrahim'e fidye olarak bir dağ keçisi verildiği de söylenmiştir. Ancak tefsir âlimleri ona fidye olarak verilen hayvanın koç olduğunu kabul etmektedirler.27


Nebilerin Rüyasının Hükmü
"Hz. İbrahim (a.s) rüyasında onu kesiyor olarak gördü. Peygamberin rüyaları ise vahiy türündendir. Bu görüşe göre rüyada görülen şey, sadece Hz. İbrahim (a.s)'in onu kesmesidir. Buna göre, "Rüyada görülen her şeyin hak bir delil ve hüccet olduğu peygamberler nezdinde ya delil ile sabittir veya değildir. Eğer birinci durum söz konusu ise, Hz. İbrahim (a.s) daha niçin bu hâdise hakkında oğluna başvurmuştur? Tam aksine onun vazifesi, bu işi yerine getirmekle meşgul olması, bu hususta oğluna müracaat etmemesi, ona, "Bak artık, ne düşünüyorsun?" dememesi ve bu işi, çocuğunun kendisine, "Sana emredileni yap" demesine bağlamamasıdır. Bir de siz, Hz. İbrahim (a.s)'in ilk gün bu işi düşünüp durduğunu söylediniz. Şayet, rüyada görülen her şeyin hak olduğu [peygamberin nezdinde] delil ile sabit olmuş olsaydı, böyle bir düşünmeye ve tefekküre ihtiyaç kalmazdı. Yok, eğer ikincisi, yani rüyada gördükleri şeyin hak olduğu, peygamberlerce delil ile sabit değilse, Hz. İbrahim (a.s)'in, herhangi bir delilin, onun bir hüccet olduğuna delâlet etmediği, sırf bir rüya ile o çocuğu kesmeye yönelmesi nasıl caiz olabilir?" denilirse, buna şu şekilde cevap verilebilir: "Hz. İbrahim (a.s), gördüğü bu rüyadan dolayı, bu hususta mütereddit idi. Ancak ne var ki, gördüğü bu rüya, açık bir vahiy ile desteklenmiştir" denilmesi mümkündür. Allah en iyisini bilendir.28


Zebîh'în Kim Olduğu
Âlimler, kesilecek olan bu şahsın kim olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu cümleden olarak, bunun İshak (a.s) olduğu ileri sürülmüştür ki, bu, Hz. Ömer, Hz. Ali, Abbas İbn Abdulmuttalib, İbn Mes'ûd, Ka'bu'l-Ahbâr, Katade, Said İbn Cübeyr, Mesrûk, İkrime, Zühruf, Süddî ve Mukatil (a.s)'in görüşüdür. Bunun, Hz. İsmail (a.s) olduğu da ileri sürülmüştür ki, bu da, İbn Abbas, İbn Ömer, Said İbn el-Müseyyib, Hasan el-Basrî, Şa'bî, Mücahid ve Kelbî (a.s)'nin görüşüdür.


İsmail (a.s) olduğunun delilleri: Bunun Hz. İsmail (a.s) olduğunu ileri sürenlerin delilleri şunlardır:
1- Hz. Peygamber "Ben, iki kurbanlığın oğluyum" buyurmuştur. Ve yine, bir bedevî Hz. Peygamber (s.a.s)'e, "Ey, iki kurbanlığın oğlu" demiş, o da bunun üzerine tebessüm etmiştir. Bu husus, kendisine sorulduğunda da, "Abdülmuttalib, Zemzem kuyusunu kazarken, "Şayet Allah, benim bu işimi kolaylaştırırsa, çocuklarımdan birini kurban edeceğim" diye Allah için bir adakta bulunur. Derken, kesilmek için atılan kur'a neticesinde bu iş, Abdullah'a [Hz. Peygamber [s.a.sj'in babasına] çıkar. Neticede, Abdullah'ın dayıları buna mani olmuş ve Abdulmuttalib'e "[Bu işten dolayı] oğluna mukabil, yüz deve fidye ver!" demişler, o da bunun üzerine, yüz deve fidye vermiştir. İkinci kurbanlık şahıs ise, İsmail (a.s)'dir" buyurmuş ve olayı anlatmıştır.

2- Esmâî'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Ebû Amr İbn el-A'lâ'ya zebîhin kim olduğunu sordum da, o da "Ey Esmâî, aklın nerede? İshak (a.s) ne zaman Mekke'de bulunmuştur? Mekke'de bulunan İsmail [a.s] olup, İsmail (a.s), babasıyla beraber Kâbe'yi yapan zattır. Kesme işine teşebbüs edilen yer ise, Mekke'dir" dedi.

3- Allah Teâlâ, "İsmail'i, İdris'i, Zülkifl’i de yâdet" (Enbiyâ/85) emrinde, İshâk (a.s)'ı değil, İsmail (a.s)'i sabırla vasfetmiştir. Ki, bu da Hz. İsmail [a.s]'in, kesilmeye karşı gösterdiği sabırdır. Cenâb-ı Hak onu yine, "Kitap'da İsmail'i de yâdet. Çünkü o vaadinde sadıktı" (Meryem/54) buyruğunda, vaadinde sadık olmakla nitelemiştir. Çünkü o, babasına kesilme hususunda sabredeceğine dair vaadde bulunmuş ve bunu yerine getirmiştir.

4- Cenâb-ı Hak, "Biz de ona İshak’ı, İshak'ın ardından da Yakûb'u müjdeledik" (Hûd/71) buyurmuştur. Şimdi biz diyoruz ki: Şayet kesilecek olan şahıs İshak (a.s) olmuş olsaydı, bu durumda bu kesilme emri, ya İshak (a.s)'dan Ya'kûb (a.s) dünyaya gelmeden önce, ya da sonra olmuş oturdu. Birincisi olamaz, zira Allah Teâlâ, ona İshak (a.s)'ı müjdeleyip bu müjdenin yanında, ondan Yakûb (a.s)'un dünyaya geleceği de müjdelenmiş olunca, şimdi Yakûb (a.s)'un ondan meydana gelmeden önce kesilmesinin emredilmesi mümkün olamaz. Aksi halde, Allah,"İshak'ın ardından da Yakûb'u..." şeklindeki vaadinden dönmüş olur. İkincisi de olamaz, çünkü Cenâb-ı Hakk'ın"Artık o, yanında çalışma çağına girince, [babası], "Evladım! Ben seni rüyamda, boğazladığımı görüyorum"ifadesi, ayette bahsedilen bu çocuğun, sa'ye, koşmaya ve o fiile güç yetirme noktasına gelmeden, Allah'ın, Hz. İbrahim (a.s)'e onu kesmesini emrettiğine delâlet eder ki, bu da, bu hadisenin bir başka zamanda meydana gelmiş olmasına ters düşer. Böylece, kesilecek olan şahsın, İshak (a.s) olamayacağı sabit olmuş olur.

5- Cenâb-ı Hak, Hz. İbrahim (a.s)'in, "Sen doğrusu Rabbime gidiciyim. O, bana yol gösterir" (Saffat/99)dediğini, daha sonra da kendisinden, yalnızlığında, kendisiyle ünsiyet duyacağı bir çocuk vermesini talep ederek,"Ya Rabbi, bana salih eviad ihsan et" (Saffatt/100) dediğini nakletmiştir. Böyle bir istek ise ancak, Hz. İbrahim (a.s)'in çocuğunun bulunmaması halinde makul ve yerinde olur. Çünkü onun, tek bir çocuğu bulunmuş olsaydı, bir çocuk talep etmezdi. Zira olanı yeniden istemek, muhaldir. İbrahim (a.s)'in, “heb lî minessalihıyn” şeklindeki sözü, onun tek bir çocuk istediğini ifade eder. Çünkü “minessalihıyn” ifadesinin başındaki min, ba'ziyyet bildirir. Ba'ziyyetin en alt derecesi ise, tek oluştur. Buna göre sanki Hz. İbrahim (a.s)'in demesi, onun, Allah'tan tek bir çocuk istediğini gösterir. Binaenaleyh, böyle bir istekte bulunmanın, ancak ortada çocuk diye bir şey olmadığında yerinde olabileceği sabit olmuş olur. Bu sebeple de bu isteğin, Hz. İbrahim (a.s)'in ilk çocuğu istemesi halinde yapıldığı kesinleşir. Halbuki insanlar, İsmail (a.s)'in İshak (a.s)'dan daha önce dünyaya gelmiş olduğu hususunda müttefiktirler. Böylece, bu dua ve talep ile istenenin, İsmail (a.s) olduğu sabit olmuş olur. Hem sonra, Allah Teâlâ, bu isteğin peşinden, kesilme hâdisesini zikretmiştir. Şu halde, kesilecek olan şahsın, İsmail (a.s) olması gerekir.29


Kesme Yeri
Bil ki, onların kesme yerinin neresi olduğu hususundaki ihtilafları da, bizim daha önce zikrettiğimiz hususa dayanmaktadır. Kesilecek olan şahsın İsmail (a.s) olduğunu söyleyenler, kesme işine teşebbüsün Minâ'da yapıldığını; bunun İshak (a.s) olduğunu söyleyenler ise, kesme işine teşebbüs edilen yerin Şam olduğunu söylemişlerdir. Bu yerin Beyt-i Makdis olduğu da ileri sürülmüştür. Allah en iyisini bilendir.30


Zebh Kıssası
Birinci Bahis: Bu hâdise hakkında anlatıldığına göre, İbrahim (a.s) oğlunu kurban etmek İstediğinde, "Evladım, ip ve bıçağı al, falanca yere odun toplamaya gidelim. Onlar, kurban edilecek yerin yolunu yarılayınca, babası ona, kendisine verilen emri haber verdi. Bunun üzerine o, "Babacığım, çırpınmamam için ellerimi kollarımı iyice bağla. Kanımın sıçramaması ve annemin onu görüp üzülmemesi için, elbisemi uzağa koy. Kolay gelmesi için, bıçağını iyice bile ve boğazımı onunla hemen kes. Çünkü ölüm zor... Anneme selam söyle, eğer gömleğimi anama vermek istersen, ver. Çünkü belki de bu ona bu işi kolaylaştırır" dedi. İbrahim (a.s) de, "Yavrum, Allah'ın emri hususunda ne güzel yardımcısın!" dedi. Sonra onu bağlamış olduğu halde, her ikisi de ağlayarak onu öpmek istedi, sonra bıçağı boğazına dayadı. Bunun üzerine oğlu, "Beni yüz üstü yatır. Çünkü yüzüme baktığında, bana acıman tutar. Kalbin rikkate gelir. Böylece bu, senin Allah'ın emrini yapmana mani olur" dedi. Hz. İbrahim (a.s) de böyle yapıp bıçağı ensesine dayadı, kesmek istedi, ama bıçak kesmedi. Bunun üzerine, "İbrahim! Rüyana sadakat gösterdin ..." diye ona nida olundu.31


Gökten Gönderilen Kurbanlık
İkinci Bahis: Âlimler, o oğulun yerine verilen kurbanın, koçun ne olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bunun, Hz. Âdem (a.s)’ın oğlu Habil'in kurban olarak Allah'a sunup, Allah'ın kabul edip [göğe çektiği] koç olduğu; onu İsmail (a.s)'e karşılık fidye olarak gönderinceye kadar, cennette otladığını söylemiştir. Bazıları da, "Allah Teâlâ, cennetten kırk yaz [yıl] otlamış bir koç gönderdi" demişlerdir. Süddî ise şöyle demiştir: "İbrahim" diye seslenildiğinde, Hz. İbrahim (a.s) geriye döndü. Bir de baktı ki, dağdan aşağı inen beyazımsı bir koç... İsmail (a.s)'in üzerinden kalktı, o koçu tutup kurban etti. Oğlunun elini ayağını çözüp boynuna sarılarak, "Yavrum, sen bana işte bugün hibe edildin" dedi."


Ayetteki, “azîm [büyük]” kelimesine gelince, bu kurbanlığın iriliğinden ve semizliğinden ötürü bu adı aldığı söylenmiştir. Bu cümleden olarak, Sa'îd b. Cübeyr, "Cennette kırk yıl otlamış bir kurbanlığın çok iri olması onun hakkıdır" der. Yine bu kurbana "büyük" denilmesinin onun kıymetinin büyüklüğünden dolayı olduğu; çünkü Allah'ın onu Hz. İbrahim [a.s]'in oğluna bir fidye olarak kabul etmiş olduğu söylenmiştir.32


Yukarıda verilmiş olan alıntılarda da görüldüğü gibi, eskilerden birçok meşhur zat İbrahim peygamber ve oğlu hakkında pek çok rivayet nakletmekte, ancak bu nakiller hem birbirleriyle çelişmekte, hem de itibar edilemeyecek kadar garip senaryolar içermektedir.


Konunun Kitab-ı Mukaddes’teki anlatımı da şöyledir:
İbrahim'in Sınanması
1 Daha sonra Tanrı İbrahim'i sınadı. "İbrahim!" diye seslendi. İbrahim, "Buradayım!" dedi.
2 Tanrı, "İshak'ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git" dedi, "Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun."
3 İbrahim sabah erkenden kalktı, eşeğine palan vurdu. Yanına uşaklarından ikisini ve oğlu İshak'ı aldı. Yakmalık sunu için odun yardıktan sonra, Tanrı'nın kendisine belirttiği yere doğru yola çıktı.
4 Üçüncü gün gideceği yeri uzaktan gördü.
5 Uşaklarına, "Siz burada, eşeğin yanında kalın" dedi, "Oğlumla birlikte tapınmak için oraya gidip döneceğiz."
6-7 Yakmalık sunu için yardığı odunları oğlu İshak'a yükledi. Ateşi ve bıçağı kendisi aldı. Birlikte giderlerken İshak İbrahim'e, "Baba!" dedi. İbrahim, "Evet, oğlum!" diye yanıt verdi. İshak, "Ateşle odun burada, ama yakmalık sunu kuzusu nerede?" diye sordu.
8 İbrahim, "Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak" dedi. İkisi birlikte yürümeye devam ettiler.
9 Tanrı'nın kendisine belirttiği yere varınca İbrahim bir sunak yaptı, üzerine odun dizdi. Oğlu İshak'ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırdı.
10 Onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldı.
11 Ama RABB'in meleği göklerden, "İbrahim, İbrahim!" diye seslendi. İbrahim, "İşte buradayım!" diye karşılık verdi.
12 Melek, "Çocuğa dokunma" dedi, "Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrı'dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin."
13 İbrahim çevresine bakınca, boynuzları sık çalılara takılmış bir koç gördü. Gidip koçu getirdi. Oğlunun yerine onu yakmalık sunu olarak sundu.
14 Oraya, "Yahve-Yire" adını verdi. "RABB'in dağında sağlanacaktır" sözü bu yüzden bugüne kadar söylenmektedir.
15 RABB'in meleği ikinci kez göklerden İbrahim'e seslendi:
16 "RABB diyor ki, kendi adıma ant içiyorum. Bunu yaptığın, biricik oğlunu esirgemediğin için
17 seni fazlasıyla kutsayacağım; soyunu göklerin yıldızları, kıyıların kumu kadar çoğaltacağım. Soyun düşmanlarının kentlerini mülk edinecek.
18 Soyunun aracılığıyla yeryüzündeki bütün uluslar kutsanacak. Çünkü sözümü dinledin."
19 Sonra İbrahim uşaklarının yanına döndü. Birlikte yola çıkıp Beer-Şeva'ya gittiler. İbrahim Beer-Şeva'da kaldı.33*



*İşte Kuran, Saffat Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim