• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

57Lokman Suresi 13, 16-19, 13



Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler

Lokman Suresi 13, 16-19, 13




Hatalı Çeviri:
12. Andolsun biz Lokman'a: Allah'a şükret! diyerek hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.
13. Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.
14. Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.
15. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.
16. (Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.
17. Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.
18. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.
19. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.




Doğru Çeviri:
13.Ve hani bir zaman Lokmân oğluna öğüt vererek, “Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma, hiç şüphesiz ki Allah'a ortak koşmak, kesinlikle büyük bir yanlış davranıştır; kendi zararlarına iş yapmaktır. 16.Ey oğulcuğum! Şüphesiz ortak koşmak; işlenen kötülük bir hardal tanesi ağırlığında olup da bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde olsa, Allah onu getirecektir. Şüphesiz Allah, en latif, hakkıyla haberdar olandır. 17.Yavrucuğum! Salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut], iyiliği emret, kötülükten sakındır. Sana isabet edene de sabret. Şüphesiz bunlar, işlerin kesin olanlarındandır. 18.Ve insanlara avurdunu şişirme, suratını asma ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphesiz ki Allah, bütün övünen ve kuruntu edenleri sevmez. 19.Ve yürüyüşünde mutedil ol, sesinden kıs. Şüphesiz seslerin en anlaşılmazı kesinlikle eşeklerin sesidir” 13.demişti.


Bu ayetlerde Lokman’ın Rabbimizin kendisine verdiği hikmetleri oğluna anlatması, dolayısıyla oğlunu uyararak onu irşat etmesi yer nakledilmektedir.


Pasajda ilk dikkati çeken husus, Lokman’ın kendisine verilen görevi yerine getirirken önce en yakınından, oğlundan başlamış olmasıdır. Zira uyarının önce en yakınlara yapılması ilahi bir ilkedir:
214.Ve en yakın oymağını uyar.(Şuara/ 214)


Ayette, Lokman’ın kendi oğlunu irşad ederken ona “Yavrucuğum!” diye çok yumuşak bir ifadeyle hitap etmesi özellikle dikkat çekicidir. Bu hitap tarzı Müslümanlar için de örnek olması gereken bir irşad ve tebliğ yöntemidir.


Daha evvel Meryem Suresi’nde İbrahim peygamberin de uyarıya en yakınından [babasından] başladığını ve ona “babacığım!” diye yumuşak ifadeler kullandığını görmüştük:
42-45.Bir zaman o, babasına: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir yararı olmayan şeylere niçin kulluk ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir bilgi bana geldi. O hâlde bana uy da, sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytana kulluk etme. Şüphesiz şeytan Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] âsi oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahmân'dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tan] bir azap dokunur da şeytan için bir yol gösteren, koruyan, yardım eden bir yakın olursun diye korkuyorum” demişti.(Meryem/42- 45)


Konumuz olan ayet gurubunda Lokman’ın oğluna öğütlediği ilkeler şunlardır:
a-Şirkten Kaçınılması Gerektiği ve Şirkin En Büyük Zulüm Olduğu:
Şirkin en büyük zararı, mükerrem olan insanın onurunu ayaklar altına almasıdır. Zira Allah insanı mükerrem [saygın ve onurlu, değerli] kılmıştır.


70.Ve andolsun ki Biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi yaptık ve karada, denizde taşıtlara yükledik ve temiz-hoş yiyeceklerden onları rızıklandırdık. Ve onları oluşturduklarımızın birçoğundan oldukça fazlalıklı kıldık.(İsra/70)


Değerli bir varlık olan insan sadece Allah’ı Rabb tanımalıdır. Yine o, Allah’ın astlarından hiçbir kimse ve nesneyi kendisinden üstün görmemelidir. Kendisinden değersiz veya kendine denk bir varlığı Rabb kabul ettiği takdirde, insanlık onurunu kendi elleriyle zedelemiş olur.


b- Allah’tan Saklanılamayacağı:
Büyük veya küçük, uzak veya yakın, evrendeki hiçbir şey Allah’a kapalı değildir. Bu şeyler ister aydınlıkta, ister karanlıkta olsun; ister açıkta, ister perde arkasında olsun, yine aynıdır. Bu, insanların akıllarından geçen tüm planlar için de böyledir. Allah kalplerden geçen o tasarıları da noksansız olarak bilir. Öyle ki, ahirette hepsini getirip kişinin önüne koyacaktır.


Bu konuda yüzlerce ayet vardır. Bunlardan sadece bir kaçını sunuyoruz:
47.Biz kıyâmet günü için “hak edilen pay terazileri” koyarız; hiçbir kimse, hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmaz. O şey bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getiririz. Ve hesap görenler olarak Biz yeteriz.(Enbiya/47)


Zilzal 7,8.Artık her kim, zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir.(Zilzal/7, 8)


3,4.Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedeno kimseler: “Bize o kıyâmetin kopuş anı gelmeyecektir” dediler. De ki: “Evet, gelecektir. Görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilen Rabbime andolsun ki iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan o kimselere –ki işte onlar kendileri için bir bağışlanma ve hatırı sayılır bir rızık olanlardır– karşılıklarını vermek için size kesinlikle gelecektir. O'ndan göklerde ve yerde zerre ağırlığı bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi kesinlikle açık bir kitaptadır.”(Sebe/3, 4)


59.Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.(En’am/59)


49.Ve Kitap/ amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.(Kehf/49)


13,14.Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz, kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız: “Oku kendi kitabını! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!”(İsra/13, 14)


c- Salâtın İkamesi
İnsanların Allah’a şükretmelerinin en büyük göstergelerinden birisi de “salâtın ikamesi” yani “zihinsel ve sosyal destek kurumlarının oluşturulması ve ayakta tutulması”dır.


d - Emri bil’maruf,  Nehyi anil’münker
“Maruf”, binlerce yıl içinde gerek deneysel bilgilerle ve gerekse ilahi bilgiler marifetiyle toplumlarda kabul görmüş, herkes tarafından makul ve makbul kabul edilen ilkeler demektir. Münker de bunun tam tersidir.


İman etmiş bir kimse, ilahi ilkelere göre  “bana ne!” diyerek, neme lazımcılık yaparak bencilce çevresine duyarsız kalamaz. Bir mümin hem çevresinde bulunanlara marufu emretmek, hem de çevresindeki çirkinliklere engel olmak gibi ahlakî bir sorumlulukla yükümlüdür. Bu ilahi ilke, bir başka ifadeyle “salihatı işlemek [bozuk, yanlış olan davranışları düzeltmek]” olarak da tanımlanabilir.


“Emri bil’maruf, Nehyi anil’münker” ilkesinin nasıl yerine getirilmesi gerektiği Kur’an’da birçok yerde beyan edilmiştir. Söz konusu prensip ilk olarak A’raf suresinde peygamberimi­zin görevine ilişkin bir nitelik olarak belirtilmişti:


156,157.Allah diyor ki: “Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah'ın koruması altına girenlere, zekâtını; vergisini verenlere ve âyetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl'de yazılmış bulacakları Anakentli/ Mekkeli Peygamber, o Elçi'ye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, O'na iman eden, O'na kuvvetle saygı gösteren, O'na yardımcı olan ve O'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (A’raf/ 157)


Bundan sonraki surelerde bu ilke hem emredilecek, hem de gerçek müminlerin (Ehlikitap’tan olanların da) niteliği olarak gösterilecektir.
104.Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Al-i İmran/104)


110.Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emreder, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri engeller ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. (Al-i İmran/110)


113,114.Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir önderli topluluk vardır ki onlar, gecenin saatlerinde boyun eğip teslimiyet göstererek Allah'ın âyetlerini okurlar. Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emrederler, herkesçe kötülüğü kabul edilen şeylerden vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar, iyi insanlardandırlar.(Al-i Imran/113,114)


71.İnanan erkekler ve inanan kadınlar; bunların bazısı bazılarının koruyucu, yol gösterici yakınlarıdırlar. Bunlar herkesçe kabul gören iyi şeyleri emrederler, tüm kötü şeylerden vazgeçirirler, salâtı ikame ederler [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur, ayakta tutarlar], zekâtı/vergiyi verirler, Allah'a ve O'nun Elçisi'ne itaat ederler. İşte bunlar, Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.(Tövbe/71)


39-41.Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi.
Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi.
Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir.(Hacc/39-41)


Yukarıdaki ayetler, bu irşad görevinin Müslümanlar için her şart ve ortamda zorunlu bir görev olduğunu göstermektedir. Bu görev bilinciyle hareket etmek Müslümanların olmazsa olmaz bir özelliği, imanlarının dışa vuran bir görünümüdür. Münafıklar ise bu ilkenin tersine hareket ederek kötülüğü emrederler, marufu da yasaklarlar.
67.Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar birbirlerindendir; kötülüğü emreder, iyilikten sakındırırlar ve ellerini sıkı tutarlar/ cimrilik ederler. Allah'ı terk ederler de, Allah da onları terk ediverir. Gerçekten de münâfıklar, hak yoldan çıkmış kimselerin ta kendileridir.(Tövbe/67)


e- Sabırlı Olmak
Sabır insanın kayıtsız şartsız teslimiyeti, boynunu uzatışı değildir. Kur’ân'ın yetmişten fazla âyetinde geçen “صبر - sabr” kelimesi, halk arasındaki kullanımıyla acıya katlanma, sıkıntı ve zorluklara karşı soğukkanlılıkla direnme anlamlarına gelmektedir. Ancak Allah'ın Kur’ân'da sabırlı insanları övmesi ve onları hesapsızca ödüllendireceğini bildirmesi, bu kelimenin daha derinlikli olarak incelenmesini zorunlu kılmaktadır.


Sabır, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etmek, kararlı olmak demektir. İnsan psikolojisi zorluğa değil kolaylığa, acıya değil haz almaya, feragate değil bencilliğe eğilimlidir. Bu nedenle bazı ibadetler ve ahlâkî davranışlar insana zor gelebilir. Meselâ insan cebindeki parayla bir yoksula yardım etmektense onu kendine harcamayı, çalışıp yorulmaktansa eğlenmeyi ve gezip tozmayı daha çok isteyebilir. Ya da kış günü sabahın erken vaktinde kalkıp soğuk su ile abdest almak ve namaz kılmak yerine sıcacık yatakta uykusuna devam etmeyi daha cazip bulabilir. Bu gibi durumlarda insanı erdeme ve iyi olmaya sevk eden, zor şartları kolayca kabul edip gereğini yapmaya yönelten, soğukta üşenmeden kalkıp namaz kılmasını, uzun yaz günlerinde bitkinlik duymadan oruç tutmasını, çıkarına olmasa da iyi ve doğru davranışlarda bulunmasını sağlayan güç, sabırdır.


Sabır, aklın ve dinin gösterdiği yolda, nefsin aşırı istek ve arzularına direnmektir. Akıl, din ve toplum kuralları doğru bulmasa da, insanlar çoğu zaman nefislerine hoş gelen arzularını tatmin etmek isterler. Sabır, insan psikolojisinin bu kuvvetli çekim gücüne rağmen kişinin hiç tereddüt etmeden erdemli davranışları seçmesini sağlayan güçtür.


Sabır, konumuz olan pasajda Lokman’ın ağzından nakledilen ilahi hikmetlerden biri olarak geçmekte ve “emri bilma’ruf ve nehyi anilmünker” ilkesinden hemen sonra zikredilmektedir. Burada, marufu emreden ve münkeri nehyeden müminlerin bir takım eziyetlere maruz kalacaklarına da bir işaret vardır. Bu görevi yürütenlerin çok sabırlı olmaları gerekmektedir.
Sabr konusuyla ilgili olarak Müddessir suresinin tahlilinde detaylı açıklama yapıldığından, bu kadarla yetinerek konunun tamamının oradan okunmasını öneriyoruz.


186.Hiç kuşkusuz siz, mallarınız ve canlarınız konusunda yıpranacaksınız/imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine Kitap verilen kimselerden ve ortak koşan kimselerden birçok eza; can sıkıçı, sinir bozucu şeyler de işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir.(Al-i Imran/186)


19-24.Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler;
Allah'a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan,
Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren,
Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,
Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş,
salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş],
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış
ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”(Ra’d/21- 24)


f-  İnsanlardan Yüz Çevirmeme ve Yeryüzünde Şımarık; kibir ve azametle Yürümeme
İnsanlardan yüz çevirenler, şımarık yürüyenler toplumdan koparlar. Onlar toplumdan koptuğu gibi, toplum da onları dışlar. Dolayısıyla bu kişilerin toplumla kaynaşıp onlara yardımcı olması, onları eğitmesi pek mümkün olmaz. Böyle kimseleri ne Allah, ne de kulları sever.


g- Yeryüzünde Ayarlı Olmak, Sesi Yükseltmemek
Lokman’ın ağzından nakledilen ahlakî ilkelerden biri de, beşeri münasebetler esnasında riayet edilmesi gereken görgü kurallarıyla ilgilidir. Bu görgü kurallarından birisi, insanlarla konuşurken ayarlı olma, sesi yükseltmeme kuralıdır. Yüksek sesle konuşmak, dinleyenlere eziyet veren bir durumdur. Bu nedenle müminlere ayette nerede ve nasıl konuşacaklarıyla ilgili bir adabı muaşeret kuralı öğretilmektedir. İnsanlarla makul ölçüler içerisinde, bağırıp çağırmadan, ortalığı velveleye vermeden, edeple ve nezaketle konuşulmalıdır.
2.Ey iman etmiş kimseler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize yüksek sesle bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz bilincinde olmadan, saygısızlıkta ileri gidersiniz de amelleriniz boşa gidiverir.(Hucurât/2)


Konumuz olan ayetin sonunda “Şüphesiz seslerin en yadırgananı kesinlikle eşeklerin sesidir” buyrularak önemli bir noktaya dikkat çekilmiştir. Neden “eşek” ve “eşek sesi”?
Bu hayvan aslında insanlığa sunulmuş büyük nimetlerden biridir:
8.Ve Allah, kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye, atları, katırları ve eşekleri oluşturdu. Bilmediğiniz şeyleri de O oluşturuyor.(Nahl/8)


Ne var ki, “eşek” sözcüğü insanlar tarafından hakaret için kullanılır olmuştur. Hatta kimi zaman açıkça “eşek” bile denmeden, “uzun kulak” şeklinde kinayeli sözler kullanılarak aynı tahkir amacı güdülmektedir. “Eşek” sözcüğü, özellikle saygın ve kibar şahsiyetler tarafından ağza bile alınmamaktadır. Bu, Arap örfünde de böyledir.


Her canlının kendine göre bir ses çıkarma tarzı vardır. Acı duyduklarında, ağır yükle karşılaştıklarında ya da arzu ve isteklerini yansıtmak istediklerinde hayvanların hepsi de kendilerine özgü sesler çıkarırlar. Eşek ise bundan farklıdır. O, acıdan, açlıktan ölse de, yükten harap olsa da ses çıkarmaz. Ne var ki, hiç de gerekli olmayan bir zamanda, kendine özgü o meşhur tarzıyla avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar.  İşte, onun bu durumu “münasebetsizliği” temsil etmektedir. Eşeğin bu denli yadırganması da bu özelliğinden dolayıdır.


17. ayetin sonundaki ifadelere göre Lokman, oğluna “من عزم الامور min azmi’l-umûr [Şüphesiz bunlar, işlerin kesin olanlarındandır]” demektedir. “İşlerin azmi” ifadesi, “kesin olarak emredilen işler”, “cesaret ve metaneti gerektiren işler”, “yerine getirilmesi azim ve kararlılık isteyen işler” olarak açıklanabilir.


Lokman’ın oğluna öğrettiği ahlaki ilkeler olarak nakledilen “hikmet”ler ve daha fazlası, İsra  (22- 38. ayetler) ve Furkan  (63- 76. ayetler) surelerinde topluca verilmişti:



Lokman suresi 12-19. ayetler arasında; Lokman peygamber oğluna öğüt verirken 14-15. ayetler birden araya girer. Bu ayetler Lokman'ın değil Allah'ın sözleridir. Lokman'ın sözü henüz bitmemiştir. Burada Allah'ın sözlerini Lokman'ın sözleriymiş gibi araya alarak Kuran'ın anlaşılmasına engel olunmuştur.*



*İşte Kuran, Lokman Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim