• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

58Sebe Suresi 14

Hatalı Çevrilen Ayetler


Sebe Suresi 14




Hatalı Çeviri:
14. Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.




Doğru Çeviri:
14.Ne zaman ki Biz o'nun ölümünü gerçekleştirdik; o'nun ölümüne, onlara değneğini yiyen yeryüzü canlısından başka hiçbir şey delâlet etmedi. Onun öldüğünü anlamalarına, onlara sadece değneğini yiyen yer canlısı/kurt sebep oldu. Ne zaman ki yüz üstü yere düştü, ortaya çıktı ki: “O yabancılar Süleymân'ın bilmedikleri ölümünü bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap; hasret, gurbet esaret, ağır işler, zincire vurulmuşluk içinde kalmazlardı.”


Bu ayetin yanlış anlaşılması İslam toplumunda birçok hurafenin oluşmasına neden olmuştur. Hâlbuki ayetin doğru anlaşılabilmesi Kur’ân metotları çerçevesinde mümkündür. İsrailiyat kültürü ve hurafelerin baskısı, ayetin gerçek manasına ulaşmayı engellemektedir. Ayetin doğru anlaşılması için Sebe’/10’dan itibaren Dâvud (as) ve oğlu Süleyman (as)’ı konu alan âyetlerden oluşan paragraf bütün olarak ele alınmalı ve aynı konuların biraz daha ayrıntılı olarak ortaya konduğu Enbiya/78-82, Sâd/30-40 ve Bakara/102 ile bir bütünlük içerisinde değerlendirilmelidir.


Şimdi konuyu ve ayeti anlamaya çalışalım:
10,11.Ve andolsun ki Biz Dâvûd'a tarafımızdan bir fazlalık ve kuşları verdik; “Ey dağlar! Onunla beraber dönün!” Ve o'nun için demiri yumuşattık: Bol bol zırhlar yap ve biçimlemede ölçülendir. –Siz de sâlihi işleyin. Kesinlikle Ben yaptıklarınızı en iyi görenim.–
12.Süleymân için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgârı boyun eğdirdik; ve Biz erimiş bakır madenini o'na sel gibi akıttık. Ve eli altında Rabbinin izniyle/ bilgisiyle iş görmekte olan yabancı kişileri boyun eğdirdik. Ve onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırdık.
13.Onlar, Süleymân'a özel karargâhlar, heykeller/ resimler ve havuzlar gibi çanaklar ve sâbit kazanlardan her ne isterse yaparlar. –Ey Dâvûd ailesi! Nimetlerin karşılığını ödemek için çalışın! Ama kullarım içinde, verilen nimetlerin karşılığını ödeyen de çok azdır!–
14.Ne zaman ki Biz o'nun ölümünü gerçekleştirdik; o'nun ölümüne, onlara değneğini yiyen yeryüzü canlısından başka hiçbir şey delâlet etmedi. Onun öldüğünü anlamalarına, onlara sadece değneğini yiyen yer canlısı/kurt sebep oldu. Ne zaman ki yüz üstü yere düştü, ortaya çıktı ki: “O yabancılar Süleymân'ın bilmedikleri ölümünü bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap; hasret, gurbet esaret, ağır işler, zincire vurulmuşluk içinde kalmazlardı.”(Sebe/10-14)
                                                                                               
78.Dâvûd ve Süleymân'ı da; hani onlar, toplumun koyunlarının, içinde geceleyin yayıldığı ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Biz de, toplumun yasalarının ne olduğunu biliyorduk.
79.Sonra da Biz, onu Süleymân'a hemen iyice kavrattık. Ve hepsine yasa ve bilgi verdik. Dâvûd'la beraber Allah'ı noksan sıfatlardan arındırsınlar diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık/onları insanların yararlanacağı ölçüler içinde yarattık. Ve Biz yapanlarız.
80.Ve Biz, sizin kötülüğünüzden sizi korumak için, sizin için zırh yapımını o'na öğrettik. Artık siz kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödeyenler misiniz?
81.Ve Süleymân'a, içinde bolluklar oluşturduğumuz toprağa doğru o'nun emriyle akıp giden kasırga hâlindeki rüzgârı boyun eğdirdik. Ve Biz her şeyi bilenleriz.
82.Ve şeytanlardan, kendisi için dalgıçlık eden ve bundan daha düşük iş yapan şeytanları da boyun eğdirdik. Ve Biz onlar için koruyucular idik. (Enbiya/78-82)
                                                                                             
30.Dâvûd'a Süleymân'ı da bahşettik. O ne güzel kuldu! Şüphesiz O, Rabbine çokça dönendi.
31.Hani kendisine akşamüstü iyi cins ve rahvan atlar sunulmuştu; “32.Ben, mal, servet, çıkar sevgisini, Rabbimin anılmasından dolayı sevdim.” –Sonunda onlar perdenin arkasına girdiler.– “33.Geri getirin onları bana!” dedi. Hemen onların bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı.
34,35.Andolsun ki Biz Süleymân'ı da çeşitli badirelerden, sıkıntılardan geçirerek saflaştırmıştık/ olgunlaştırmıştık. Ve tahtının üzerine bir ceset bırakmıştık. Sonra o, döndü; “Ey Rabbim! Beni koru/bana maddî ve manevî pislik bulaştırma ve bana, benden sonra hiç kimseye yaraşmayan bir mülk hibe et/ bağışla! Şüphesiz ki Sen, bol bol hibe edensin/ bağışlayansın” dedi.
36-38.Bunun üzerine Biz de, o'nun emriyle istediği yere yumuşacık akıp giden rüzgârı, şeytânları; tüm dalgıç ve yapı ustalarını ve zincirlere bağlanmış olan diğerlerini o'nun emrine verdik.
-39.İşte bu, Bizim hesaba gelmez ihsanımızdır. Artık sen dilersen başkalarına ver veya vermeyip tut.-
40.Şüphesiz ki o'nun için yanımızda bir yakınlık ve güzel bir dönüş yeri vardır.(Sâd/30- 40)


102.Ve kendilerine Kitap verilenler, Süleymân mülküne dair şeytânların okuyup durdukları şeylere uydular. Hâlbuki küfretmemişti; Süleymân Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmemişti, ama o şeytanlar küfretmişti; bilerek reddetmişlerdi; insanlara sihri ve Bâbil'de iki peygambere/ iki krala; Hârût ve Mârût'a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki Hârût ve Mârût, “Biz saflaşmanız için bir ateşten malzemeyiz, sakın küfretme; gerçeği bilerek reddetme!” demedikçe hiç kimseye hiçbir şey öğretmezlerdi. Sonra herkes, o ikisinden erkekle eşinin arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. –Ne var ki onlar onunla Allah'ın bilgisi olmadan hiç kimseye zarar veremezler.– Herkes, kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Andolsun ki onu satın alanın âhirette hiçbir nasibi olmayacağını da kesinlikle biliyorlardı. Ve o, benliklerini karşılığında sattıkları o şey, ne çirkin bir şeydi! Keşke biliyor olsalardı!(Bakara/102)


Bu ayetlerden öğrendiğimize göre, Süleyman peygamberin emrinde yapı inşa eden, dalgıçlık eden, heykeller ve mihraplar yapan, demir ve bakır madenlerini işleyen işçiler/zincire vurulmuş köleler vardır. Cinler/şeytanlar olarak ifade edilen bu işçiler/köleler bu işleri metazori yapmaktadırlar. Ellerinde olsa yapmayı istemeyecekleri bu işler onlara bir azap gibi gelmektedir. Bu nedenle Süleyman peygamber ile sürekli çatışma halindedirler. Elinden kurtulabilseler baş kaldıracakları halde, güçleri yetmediği için korkularından takıyye yapmaktadırlar. Elebaşları Mısır’a kaçmıştır. Bu konu ile ilgili ayrıntılar, tarih bilgisi olarak Kitabı Mukaddes’in III. Krallar, II. Tarihler bölümlerinden bakılabilir.
Bu konuyla ilgili tarih kitaplarından da yararlanılmalıdır. Çünkü bu ayet tarihi olayların tamamını değil, İsrailoğulları tarafından yanlış bilinen bazı noktaların hakikatini bildirmektedir. Konu, tarihi belge niteliği taşıyan Ahdi Atik kitabından da [dinî olarak değil, tarihî olarak] incelenmelidir. Orada ll. Krallar ve 1. Tarihler bölümünde yeterince bilgi verilmektedir. Dâvûd’a (as) Allah ilim ve hikmet vermiştir. Davûd (as), demiri işlemeyi, dağları delmeyi, dağları aşmayı, zırh yapmayı öğrenmiştir. Bu ayetler tarihî bilgilerle birlikte ele alınmalıdır ki, iyi anlaşılabilsin.


Meselenin tarihsel yönü ise şöyledir:
Süleyman (as) İsrail oğullarının dışındaki Hittîler, Amorîler, Perizzîler, Hivîler, Yebusîler gibi kavimlerden angaryacı köleler edindiği, dışarıda hünerli işçiler getirtip çalıştırdığı, bu yabancı işçi/kölelerin Süleyman’ın ölümünden sonra oğlundan babasının vurduğu ağır boyunduruktan kendilerini kurtarmasını talep ettiği belirtilmektedir.


Bunlardan kesin olarak anlaşılan şudur: Süleyman’a (as) hizmet eden cinler ve şeytanlar, onun kendi hükümdarlığına hizmet etmeye zorladığı bir takım yabancılardır. Bu konuyu cinn, melek ve şeytan kavramını ele aldığımız çalışmalarımızda detaylı olarak açıklamıştık.


Konumuz olan ayette bir de “Dâbbetülarz” tamlaması geçmektedir. “Dâbbetülarz”ın kıyamet alameti, kıyamet habercisi olduğu spekülasyonuna karşı, Neml/82’yi tahlil ederken “Dabbeh” adıyla özel bir başlık altında bu kavramı incelemiş ve Sebe’/14’te geçen “Dâbbetülarz” kavramının orada sunduğumuz ayetlerdekinden ayrı olduğunu, onlarla ilgisinin olmadığını, bu ayettekiyle ilgili ayrı bir çalışma yapılması gerektiği üzerinde durmuştuk.


Burada da oradaki “Dâbbeh” kavramı üzerinde durmayıp konumuz olan Sebe’/14’te tamlama halinde bulunan “dâbbetü’l-arz” ifadesi üzerinde duracağız ve âyeti kelime kelime analiz edeceğiz:


“DÂBBETÜLARZ” NEDİR?
Yerli ve yabancı meal ve tefsirlerde bu ifadeye şu anlamların verildiği görülmektedir:
* “... asasını yemekte olan bir ağaç kurdu ...”
* “... değneğini yiyen bir ağaç kurdu ...”
* “... bir güve böceği yere dayandığı asasını yiyordu.”
* “... ağaç kurdu ...”
* “... değneğini yiyen bir yer yaratığı ...”
* “... değneğini kemiren bir yer yaratığı ...”
* “... kemirgen beyaz karınca  [termit] ...”


Dil/Edebiyat uzmanları, dünyadaki tüm dillerde sanatsal/müteşabih anlatımlar bulunduğunu dile getirmektedir. O nedenle bir ibarede sözcüklerin hakikat anlamlarının kabul edilmesine bir mania /engel olduğu zaman o sözcüklerin sanatsal anlamları, yani metafor, mecaz, kinaye gibi ikincil anlamları dikkate alınır. Bu ayette de böyle olmalıdır.


Bu sanatsal anlatım doğrultusunda, Süleyman peygamberin asası onun hükümdarlığını; asayı yiyen kurt ise Süleyman peygamberin hükümdarlığını [ülkesini] parçalayan dirayetsiz, basiretsiz oğlu [halefi] Rehoboam’ı simgeler.


Tarihi kayıtlara göre, Süleyman’ın oğlu Rehoboam zevk ve sefaya dalıp bilgili ve tecrübeli danışmanlarını dinlememiş, kendisi gibi eğlence düşkünü arkadaşlarına uymuştu. İşte, Süleyman’ın (as) saltanatı, mülkü, devleti bu yüzden yıkılmıştı. Nitekim Süleyman’ın (as) mülkünden sonra da nice padişahlıklar, krallıklar, çarlıklar, şahlıklar rüşvet, işret ve lüks yaşam yüzünden yıkılıp gitmişlerdir.


Anadolu’da bu tür olaylar “kurt uylamış” deyimiyle ifade edilmektedir. Bu deyimle çok büyük bir ağacın [ülkenin] sonunun yaklaştığı anlatılmak istenir. Küçük şeyler büyük sonuçları meydana getirir.


İngilizlerde de şöyle bir deyim vardır:
Mıh düştü nal düştü,
Nal düştü at düştü,
At düştü süvari düştü,
Süvari düştü ordu düştü,
Ordu düştü kral [ülke]düştü.


Bu ifade kısaltılırsa “Küçük bir çivi ülkeyi yok etti” denebilir.

Ayetteki anlatımın mecaz olduğunu daha iyi anlayabilmek için mevcut meallerdeki anlamlar esas alınarak şu sorular sorulabilir:

* Süleyman peygamber, söylentilerde olduğu gibi, namaz kılarken ölmüş olabilir mi?

* Namazda nasıl oluyor da değneğe dayanıyor?

* Süleyman peygamber hükümdar mı, yoksa işçilerin çalışıp çalışmadığını denetlemekle görevli bir eleman mıdır? Koskoca bir hükümdarın başka işi gücü yok mudur ki işçilerin başında beklemektedir?

* Bir böcek bir değneği ne kadar sürede kemirebilir? Bu süre içersinde bir insanın yeme, içme, uyuma ve diğer zaruri ihtiyaçlarını gidermesi nasıl mümkün olabilir?

* Ölmüş bir adamın günlerce kokmadan beklemesi mümkün müdür? Hele hele Ortadoğu’nun sıcak ikliminde buna imkân var mıdır?

* İşçilerin başında bekleyen bir maket olabilir mi?


Görüldüğü gibi, ayet zahir anlamıyla değerlendirildiğinde ister istemez akla bu tür sorular gelmektedir.


Bütün bu soruların bizi götürüp bırakacağı yer, “Yoksa ayette müteşabih bir ifade, mecaz ve kinayeli bir anlatım mı var?” sorusudur.

Şimdi ayetin bizce hazırlanan mealine bakalım:
14.Ne zaman ki Biz o'nun ölümünü gerçekleştirdik; o'nun ölümüne, onlara değneğini yiyen yeryüzü canlısından başka hiçbir şey delâlet etmedi. Onun öldüğünü anlamalarına, onlara sadece değneğini yiyen yer canlısı/kurt sebep oldu. Ne zaman ki yüz üstü yere düştü, ortaya çıktı ki: “O yabancılar Süleymân'ın bilmedikleri ölümünü bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap; hasret, gurbet esaret, ağır işler, zincire vurulmuşluk içinde kalmazlardı.”


Ayette geçen şu kavramlara özellikle dikkat edilmelidir:
KAZA: Bu terimin doğru anlaşılması çok önemlidir. Kaza, kaderin gerçekleşmesidir. Kader ise yaratılan varlıkların hiçbir dahl ve tesiri, istek ve tercihi olmadan Allah’ın tüm yarattıkları için kararlaştırdığı şeylerdir. Mesela insanlar için doğumları, ölümleri, ırkları, cinsiyetleri, renkleri, ömürleri kader iken, Ay ve Güneş için yörüngeleri; elementler için de yapı ve özellikleri kaderdir. İnsanların kendi akıl, fikir ve iradeleriyle yapmış oldukları iyi-kötü, güzel-çirkin iş ve davranışlar onların kaderi değil, amel ve tercihleridir.


Bu anlamda “kader”in yani “kararlaştırılmış hükm”ün infazına, gerçekleştirilmesine “kaza” denir. Konumuz olan ayette ifade edilen kaza ise “Süleyman için kararlaştırılmış olan ölümün gerçekleşmesi”dir.


GAYB: Ayetteki bu sözcüğün başında “ الel” takısı bulunmaktadır. Bu takı âyetin siyak ve sibakının delaletiyle istiğrak için olmayıp özelleştirme içindir. Yani cinlerin bilmediği gayb genel olarak tüm gayb değil, sadece “Süleyman’ın ölmüşlüğü”dür. Yani “... onun öldüğünü bilselerdi ...” demektir. Zaten genel gaybı kimsenin bilemeyeceği bilinmektedir. Bu nedenle, bu âyet halk kültüründeki cinlerin genel olarak gaybı bilip bilmediği konusunda ele alınmamalıdır.
Ayette dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, Süleyman (as)’ın öldüğünün “Dabbetülarz” tarafından cümle âleme değil, sadece cinlere [emrinde çalışan yabancı işçilere/kölelere] bildirilmiş olduğudur. Buradan, onların dışında zaten herkesin Süleyman (as)’ın öldüğünü bildiği anlaşılmaktadır.


Demek oluyor ki, Süleyman (as)’ın öldüğünü öğrenen cinler buna sevinmişler, bayram edip bu ölümü kutlamışlardır. Eğer Süleyman (as)’ın öldüğünü daha evvel öğrenmiş olsalardı, çalışmalarını bırakıp isyan ederler, böylece kendilerini kölelikten, angaryacılıktan kurtarırlardı. Nitekim öğrendiklerinde de öyle olmuştur.


Ayette verilen temel mesaj ise şudur:
“Süleyman gibi güçlü bir iktidara sahip olanlar da ölecekler, onların da mülkleri sona erecektir. O iktidar, o haşmet ve o debdebe gelip geçecektir.”


Süleyman'ın değneğini iktidara benzetir­sek, “Bir kurt bile onu kemirip çökertebilecektir.” Küçük zannedilip üzeri­ne gidilmeyen siyasî ve sosyal olaylar toplumu yer, kemirir ve sonra da koca iktidar yıkılıverir.*


*İşte Kuran, Sebe Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim