• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

87Bakara Suresi 158







Hatalı Çevrilen Ayetler



Bakara Suresi 158 




Hatalı Çeviri:
158. Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir.






Doğru Çeviri:
158.Şüphesiz Safâ ve Merve Allah’ın alâmetlerinden birkaçıdır. Onun için her kim Beyt’i/İlâhiyat eğitim merkezi olan Ka‘be’yi kasdedip Beyt’e gider veya umre/kısa süreli eğitim yaptırılırsa, buralarda dolaşmasında kendisine bir sakınca yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah karşılık verendir, en iyi bilendir.





Bu âyette, Allah evi olan Ka‘be’ye öğretmen veya öğrenci olarak giden [hacceden] kimselerin, Safâ ve Merve tepelerinde dolaşmalarında sakınca olmadığı, buraların da, Allah’ın diğer alametleri gibi birer emanet oldukları bildirilmektedir.


Âyeti tahlile başlamadan önce âyetin iniş sebebi ile ilgili klasik kaynaklarda yer alan rivâyetleri takdirlerinize sunuyoruz:

ÂYETİN ANLAŞILMASINA ve NÜZÛL SEBEBİNE DAİR RİVÂYETLER
Buhârî’nin Âsım b. Süleymân’dan rivâyetine göre şöyle demiş: Enes b. Mâlik’e Safâ ile Merve hakkında sordum. Şöyle dedi: “Biz bunların (arasında tavaf etmenin) câhiliyye işlerinden olduğu görüşünde idik. İslâm gelince onlardan uzak durduk. Yüce Allah da,Şüphe yok ki Safâ ile Merve Allah’ta alâmetlerindendir. Her kim Beyt’i hacceder veya umre yaparsa onlar arasında tavaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur buyruğunu indirdi.”

Tirmizî’nin rivâyetine göre Urve şöyle demiş: Ben Âişe’ye şöyle dedim:
– Safâ ile Merve arasında tavaf etmeyen kimse aleyhinde bir şey olduğu görüşünde değilim ve ben ikisi arasında tavaf etmemeye de aldırmıyorum.

Bana şöyle dedi:
– Kızkardeşimin oğlu! Ne kadar kötü bir söz söyledin. Rasûlullah (s.a) da müslümanlar da (ikisi arasında) tavaf ettiler. Müşellel‘deki tâğût olan Menât için ihlal eden [hacc için telbiyede bulunan] kimseler. Safâ ile Merve arasında tavafetmezlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah, Her kim Beyt’i hacceder veya umre yaparsa onlar arasında tavaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur buyruğunu indirdi. Eğerdurum senin dediğin gibi olsaydı,“Onlar arasında tavaf etmemesinde kendisi için bir vebal yoktur” denmesi gerekirdi.
ez-Zührî der ki: Ben bunu Ebû Bekr b. Abdurrahmân b. el-Hâris el-Hişâm’a zikrettim de bunu beğendi ve, “Şüphesiz ki bu, bir ilimdir” dedi. Ben ilim ehlinden birtakım kimseleri şöyle derken dinledim: Safâ ile Merve arasında tavaf etmeyen Araplar şöyle derlerdi: “Bizim bu iki taş arasında tavaf etmemiz bir câhiliyye işidir.” Ensâr’dan olan başkaları ise şöyle dediler: “Bizler, Beytullâh’ı tavaf etmekle emrolunduk, Safâ ile Merve arasında tavaf etmekle emrolunmadık.” Bunun üzerine Yüce Allah, Şüphe yok ki Safâ ile Merve Allah’ın alâmetlerindendir buyruğunu indirdi.Ebû Bekr b. Abdurrahman der ki: “Gördüğüm kadarıyla bu âyet-i kerîme hem bunlar, hem berikiler hakkında inmiştir.” (Tirmizî) der ki: “Bu hasen sahih bir hadistir.”

Buhârî de bu manada bu hadisi rivâyet etmiştir. Oradaki rivâyette Yüce Allah, Şüphe yok ki Safâ ile Merve Allah’ın alâmetlerindendir buyruğunu indirdi; denildikten sonra şu ifade yer almaktadır:
Âişe dedi ki: “Rasûlullah (s.a) her ikisi arasında tavaf etmeyi bir sünnet olarak uyguladı. Herhangi bir kimsenin ikisi arasında tavaf etmeyi terketmesi yakışmaz.” Sonra bunu Ebû Bekr b. Abdurrahman’a haber verdim de şöyle dedi: “Şüphesiz ki bu bir ilimdir, daha önce bunu işitmemiştim.” İlim ehlinden birtakım kimselerin –Âişe’nin zikrettiklerinden başka– şunu söz konusu ettiklerini dinledim: Menat için ihrama giren birtakım kimseler Safâ ile Merve arasında tavaf ediyorlardı. Allah Kur’ân-ı Kerîm’de Beyt’in tavafını söz konusu edip Safâ ile Merve’den söz etmeyince şöyle dediler: “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz Safâ ile Merve arasında tavaf ediyorduk. Allah Beytullâh’ın etrafında tavaf etme emrini indirdiği hâlde Safâ’dan söz etmedi. Safâ ile Merve arasında tavaf etmemizin bizim için bir mahzuru var mıdır?” Bunun üzerine Yüce Allah, Şüphe yok ki Safâ ile Merve Allah’ın alâmetlerindendirâyetini indirdi. Ebû Bekr der ki: “Benim işittiğim şu ki, bu âyet-i kerîme her iki kesim hakkında nâzil olmuştur: Cahiliyye döneminde Safâ ile Merve arasında tavaf etmekten çekinen kimseler ile daha sonra İslâm geldikten sonra Yüce Allah Beyt’in tavafını emredip de Safâ (ile Merve)yi söz konusu etmediğinden dolayı Beyt’in tavafından sonra bilinen şekilde söz edinceye kadar ikisi arasında tavaf etmekten çekinen kimseler hakkında nâzil olmuştur.”
Tirmizî Âsım b. Süleymân el-Ahvel’den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Enes b. Mâlik’e Safâ ile Merve hakkında sordum da şöyle dedi: “Safâ ile Merve, câhiliyye döneminin şeâirinden [alâmetlerinden] idi. İslâm gelince ondan uzak durduk. Bunun üzerine Yüce Allah, Şüphe yok ki Safâ ile Merve Allah’ın alâmetlerindendir. Her kim Beyt’i hacceder ve umre yaparsa onlar arasında güzelce tavaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur buyruğunu indirdi.” (Devamla) dedi ki:“Bu ikisi arasında tavaf (yani, sa‘y) tatavvudur.” (Nitekim Yüce Allah daha sonra şöyle buyurmaktadır:) Gönül isteğiyle kim bir hayır işlerse gerçekten Allah şükredenlerin ecrini veren ve her şeyi çok iyi bilendir. Tirmizî der ki: “Bu hasen,sahih bir hadistir.” Bu hadisi Buhârî de rivâyet etmiştir.
İbn Abbâs’tan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Cahiliyye döneminde şeytânlar bütün gece boyunca Safâ ile Merve arasında sesler çıkartırlardı. Bu ikisi arasında putlar da vardı. İslâm gelince Müslümanlar, “Ey Allah’ın Rasûlü!” dediler, “Biz Safâ ile Merve arasında tavaf etmeyiz. Çünkü bunlar şirk (koşulan) varlıklardır.” Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

eş-Şa‘bi der ki: “Câhiliyye döneminde Safâ üzerinde Îsâf, Merve üzerinde de Nâile adında birer put vardı. Tavaf yaptıklarında bu putlara sürünürlerdi. Müslümanlar bundan dolayı her ikisi arasında tavaf etmekten imtina ettiler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.”[9]
İbn Abbâs (r.a) şöyle demiştir: “Safâ ve Merve tepelerinin üzerinde birer put vardı. Câhiliyye Arapları onların etrafında tavaf ediyor, onlara ellerini-yüzlerini sürüyorlardı. İslâm gelince, müslüman olanlar, bu iki put yüzünden onlar arasında tavaf etmekten hoşlanmadılar. Cenâb-ı Allah bunun üzerine bu âyeti indirdi.”[10]
Sa‘yın dinî bir hüküm kılınmasının hikmeti, meşhur olan şu hikâyedir: Hz. İsmâîl’in annesi Hacer, hem kendisinin hem de oğlu İsmâîl’in susaması neticesi başı dara düştüğünde, Allah Teâlâ hem onun için hem de yavrusu için yerden su fışkırtarak, Hacer’in yardımına koşmuş ve böylece mahlûkâtına, dünya yurdunda her ne kadar Allah dostları çeşitli belâlarla mübtelâ olsalar da, Kendisine yalvarıp yakaran kimseleri genişliğe çıkarmasının yakın olduğunu bildirmiştir. Çünkü O, kendisinden yardım isteyenlere yardım eder. O hâlde, Hz. Hâcer ile İsmâîl’in hâllerine bir bak, Allah onlara nasıl yardım ve dualarını kabul etmiş, daha sonra da onların yaptıkları fiilleri bütün mükelleflere kıyâmete kadar bir taat kılmış, Allah’ın, yolunda muhsin olanların [iyi kullarının] mükâfâtlarını zâyî etmeyeceği bilinsin diye, onların yollarını bütün mahlûkat için uyulacak bir yol kılmıştır. Bütün bunlar, Cenâb-ı Allah’ın daha önce kullarını biraz korku, biraz açlık, biraz da mal, can ve ürünlerden noksanlaştırarak imtihan edeceğini, bütün bunlara sabredenlerin her iki dünyada mutluluğa ve saadete erişip en yüce maksadı elde edeceklerini haber vermesinden dolayı bir gerçektir.[11]
Anlatıldığına göre Safâ’ya bu adın veriliş sebebi seçilen [mustafa] Hz. Âdem’in bu tepe üzerinde durmasıdır. Onun bu adından dolayı buraya da Safâ denilmiştir. Hz. Havva ise Merve üzerinde vakfe yaptığından buraya da kadın ismi verilmiştir. Bundan dolayı da bu tepenin adı müennestir [dişildir].[12]
Kitap Ehlinin iddia ettiğine göre bu Îsâf ve Nâile Ka‘be’de zina etmişler, Yüce Allah da onları iki taşa dönüştürmüş ve onlardan ibret alınsın diye Safâ ile Merve üzerine koymuştur. Aradan uzun zaman geçtikten sonra Allah dışında bunlara ibâdet edilir olmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.[13]



SAFÂ İLE MERVE’NİN MANASI

Buna göre safâ ve es-safâtu kelimeleri, sanki aynı manadadırlar. Müberred, “Safâ, ‘kendisine çamur gibi şeyler bulaşmamış veya toprak karışmamış her kaya’ya denir. Bu kelimenin kökü ise, ‘saf olmak’ manasına gelen safâ-yasfû fiilidir” demiştir. Merve kelimesine gelince, bunun hakkında Halil şöyle demiştir: “‘Pürüzsüz, bembeyaz, çok sert taşlar’a, merve denir. ”Başkaları da, “O, küçük bir taş manasına gelir. Cem-i kıliet olarak mervâtun şeklinde, cem-i kesret olarak ise mervun şeklinde cemilenir. ”Ebû Züeyb şöyle demiştir. “Öyle ki, hâdiseler karşısında ben sanki hissiyat safası ile her gün dövülen beyaz kara parçası gibiyim.”[14]


SAFÂ
Safâ, “büyük ve pürüzsüz, topraksız, düzgün kaya parçası”na verilen addır. Çamur ve toprağın karışmadığı her kaya parçası için kullanılır. Fiil kalıbında kullanıldığında, “saf ve duru olmak” manasına gelir. Bu sözcüğün safvan kalıbı, Bakara sûresi’nde yer almıştır:

264.Ey iman etmiş kimseler! Allah’a ve son güne inanmadığı hâlde malını insanlara gösteriş için bağışlayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakarak ve eziyet ederek boşa çıkarmayın. İşte onun durumu, üzerinde biraz toprak bulunup da üzerine bir sağnak isâbet ettiği zaman, sağanağın cascavlak olarak bıraktığı kayanın durumu gibidir. Onlar, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Ve Allah, kâfirler toplumuna; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenler topluluğuna kılavuzluk etmez.(Bakara/264)

                                                                          
Ancak konumuz olan âyetteki Safâ, özel isim olup, Mekke’de Ka‘be’nin doğusunda bulunan bir tepenin adıdır.


MERVE
“Pürüzsüz, beyaz ve sert taş” demek olan Merve de, “Safâ” gibi özel isim olup Mekke’de Ka‘be civarındaki başka bir tepenin adıdır.


ŞE‘ÂİR
شعائر [şe‘âir] sözcüğü, “bilmek, akletmek, idrak etmek” anlamındaki شعر [şa‘r] kökünün türevlerindendir. Şi‘r sözcüğü de buradan gelir. Şi‘r’e bu ismin verilmesi, her konuda bilgi kaynağı olmasındandır. Bu sözcüğün türevlerinden şe‘ar, ağaç ve ağaçlık, sık orman, ağaçlı bahçe gibi ağaç eksenli olarak kullanılır. Yine bu sözcüğün, “iç çamaşırı, atın çulu, arpa, terazi dirhemi, develere işaret vurma” gibi daha birçok anlamlarda kullanılan türevleri de vardır.

شعار [şi‘âr],  شعيرة [şe‘îra] (çoğulları, شعائر [şe‘âir] sözcüğü), “alâmet” [bilgi sağlayan/belirti] demektir, ki bu sözcük savaşta veya seferde askerlerin arkadaşlarını, bölüklerini, takımlarını bulmaları, kaybetmemeleri için koydukları bir belirtinin adıdır.[15]

Şe‘âir sözcüğü, Kur’ân’da bu âyetin dışında Mâide/2, Hacc/32, 36. âyetler olmak üzere üç yerde daha geçer. Hepsinde de,  شعائر اللّه [şe‘ârillah/Allah'ın alametleri; Allah'ı tanımaya, bilmeye alamet olan her şey] anlamındadır. Ama her ne hikmetse kelimenin anlamı, araya bir “itaat” sözcüğü eklenmek sûretiyle “Allah’a itaatin alâmetleri, nişâneleri, sembolleri” şeklinde yaygınlaşmıştır. Oysa âyetlerde, “Allah’ın alâmetleri” diye geçmektedir. Âyette,  من [min] edatı getirilerek, شعائر اللّه من [Allah'ın âyetlerinden bir kaçıdır] buyurulmuştur.


Safâ ile Merve’nin Allah’ın alâmetlerinden oluşu, şu âyetin delâletiyle daha iyi anlaşılmaktadır:
27.Görmedin mi/ hiç düşünmedin mi, gerçekten Allah gökten bir su indirdi? Biz onunla renkleri başka başka meyveler/ ürünler çıkarıverdik. Dağlardan da yollar var; beyazlı, kırmızılı çeşitli renklerde/ renklerin değişik tonlarında. Ve kapkara topraklar/ yollar da var.
28.İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü renkte olanlar vardır. Kulları arasında Allah’tan ancak bilginler saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperirler. Hiç şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.(Fâtır/27-28)

                                                                             
Görülüyor ki yeryüzündeki varlıkların farklılığı, mutlak bir irâdenin, mutlak bir gücün ve mutlak bir yaratıcının varlığına kanıttır. Eğer varlıklar birbirinden farksız olsalardı, onlar mukayyed [kurala bağlı, sınırları belirli] bir irâdenin, mukayyed bir kudretin eserleri olurlardı. Safâ ve Merve de yapısal farklılığı ile Allah’ın sayısız alâmetlerinden ikisidir.


Âyetteki, Buralarda dolaşmasında kendisine bir sakınca yoktur ifadesinden anlaşıldığına göre, üzerlerinde şirk koşulması/kirletilmesi sebebiyle mü’minler, Safâ ve Merve tepelerinde dolaşmanın sakıncalı olduğunu düşünmüş olmalılar ki âyette, buralarda dolaşmalarında bir sakınca olmadığı, buraların da diğerleri gibi Allah’ın alametleri olduğu ifade edilmiştir.
Buradan, kilise ve havra gibi geçmişi kirli olan yerlerin, temizlendikten sonra mescid ve okul yapılmasında, oralarda dolaşılmasında sakınca olmadığı anlaşılıyor.


Bu âyetle ilgili olarak şu hususa da dikkat edilmelidir: Âyette, oralarda tavaf etmede buyurulmaktadır. Tavaf, “dolaşmak”, yani “bu tepelerde dolaşmak” demektir. Ne var ki Kur’ân’daki sözcüğün anlamı değiştirilerek, “iki tepe arasında yürümek, koşmak” şeklinde, uzun zamandır uygulanıp duran bir ritüel ortaya çıkarılmıştır.
Yukarıda yapılan “hacc” ve “umre” sözcüklerinin tahlilini –bu âyette de geçmeleri sebebiyle– tekrar veriyoruz:


HACC
Hacc, “kasdetmek” demektir.  حجّ الينا فلان [hacce ileynâ fulânun/filan kişi bizi kasdederek bize ayak bastı (geldi)] denilir.[16] Zebidî ise buna ilave olarak, حجّ [hacc], ‘ayak basmak, kanıtla gâlip gelmek, bir yere defalarca gitmek” gibi açıklamalarda bulunur.[17]


Bu açıklamalar netleştirilirse, hacc, fiil olarak, “bir şeyi zihne yerleştirmek ve onu yapmaktır” denilebilir. Bu sözcük, âyetlerde olduğu gibi Beyt, Ka‘be gibi kelimelerle tamlama yapıldığında, “Ka‘be’yi kafaya koyup oraya gitmek” manasına gelir. İsim olarak ise, “Ka‘be’de yüksek ilâhiyât öğretim ve eğitimini kafaya koyup oraya gitmek, orada İbrâhîmî eğitim ve öğretimle İbrâhîmleşmek; bir tevhid eri olmak” demektir.



UMRE
Ömür [hayat] sözcüğünün türevlerinden olan umre kelimesinin, “imar, mimar, tamir, tamirat” gibi birçok türevi Türkçe’ye de geçmiştir. Kalıbı itibariyle “bir kere/kısa süreli ömürlenmek” anlamında olan bu kelime, isimleştiği zaman da “bir kere/kısa süreli ömürlenme” anlamına gelir. Bu isim hâli Kur’ân’da [Bakara/196'da] iki kez yer almıştır.


Umre sözcüğü, Ka‘be, beytullah, hacc kavramlarıyla tamlama yapıldığında, “Ka‘be’den [yüksek ilâhiyât okulundan] kısa süreli yararlanma” demek olur ki, bu da bir nevi, “kurs, konferans, kongre, sempozyum niteliğindeki bir etkinlikle kısa süreli yararlanma, inanç ve amel açısından revize olma” demektir.


Âyetteki,  أو اعتمر [ev i‘tamera] –ki biz “umre yaptırılırsa” diye çevirdik– sözcüğü, kalıp olarak mutavaat [uyum] anlamı içerir. Burada hacc kastıyla değil de bilvesile/biri tarafından “kısa süreli ömürlendirilirse” demektir. Ki bu da haccedenlerin, yardımcılarını, hizmetçilerini, misafirlerini vs. kapsar.


Hacc, aylar boyu sürecek bir süreç iken, umre için süre öngörülmemiştir.


Âyetteki, Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah, karşılık verendir, en iyi bilendir ifadesiyle de, bu eğitime önem verilmesi, sık sık yapılması teşvik edilmektedir.*





*İşte Kuran, Bakara Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim