• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

87Bakara Suresi 187












Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler



Hatalı Çeviri:
187. Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.






Doğru Çeviri:
187 Karşılıklı, beraberce oruç tutma gecesinde kadınlarınıza cinsellikle ilgili sözler, cinsel ilişki, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir giysidir, siz de onlar için bir giysisiniz. Allah, sizin kendinize hâinlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık kadınlarınıza yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığı şeylerden arayın. Ve fecrden, beyaz iplik siyah iplikten iyiden iyiye sizin için açığa çıkıncaya kadar yiyin-için. Ve geceye kadar orucu tamamlayın. Ve siz ilâhiyat eğitim merkezlerinde programlı ibâdet hâlinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, artık Allah'ın sınırlarına yaklaşmayın. Allah, Kendisinin koruması altına girsinler diye âyetlerini insanlara işte böyle açıkça ortaya koyar.




Bu âyet, 185. âyetteki, Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda oruç tutsun ifadesinin tefsiri ve tavzihi olduğundan, 185. âyetin arkasına konulmuştur.

Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda oruç tutsun buyruğunun zâhirinden, gecesi ve gündüzüyle Ramazân ayının tamamında yemeden, içmeden, konuşmadan ve cinsel ilişkide bulunmadan oruç tutulması gerektiği gibi bir sonuç çıkmaktadır. İşte bu âyetle, durumun böyle olmadığı; Ramazân ayı gecelerinin –mescidlerdeki âkiflere cima hariç– oruç kapsamı dışında tutulduğu beyân edilmekte, ayrıca orucun başlangıç ve bitiş zamanları beyân edilmektedir.



الرّفث  [REFES]
Refes, “kötü söz, sözün aşırısı, cinsel ilişkide kadınlara söylenen söz” demektir.
Sözün kötüsünün helâl kılınması, iyisinin evleviyetle  helâl olduğunu gösterir. Ayrıca “refes”, cima esnasında kullanılan sin-kaflı sözleri ihtiva ettiğinden cimanın da helâl olduğu anlaşılır.


Bir de âyetteki kadınlarınıza ifadesinden, refes'in aile bünyesindekiler için helâl, aile dışındakiler için helâl olmadığı anlaşılmaktadır. Refes sözcüğü, bu sûrenin 197. âyetinde hacc için de kullanılmaktadır.


Klasik kaynaklarda bu âyet ile ilgili şu açıklamalar mevcuttur:
Ebû Dâvûd'un İbn Ebî Leyla'dan rivâyetine göre İbn Ebî Leyla şöyle demiş: Arkadaşlarımız bize anlatarak dedi ki: Kişi orucunu açıp yemek yemeden önce uyuduğunda sabahı edinceye kadar yemek yiyemezdi. Bir seferinde Hz. Ömer (eve) geldi ve hanımının yanına gelmesini istedi. Hanımı da, “Daha önce uyudum” dedi. Hz. Ömer ise onun mazeret uydurduğunu sandı ve hanımına yaklaştı. Ensârdan bir adam (evine) vardı, yemek getirilmesini istedi ona, “Sana bir şeyler ısıtıncaya kadar bekleyiver” dediler o da uyudu. Sabahı ettiklerinde bu âyet-i kerîme indi ki onda, Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı buyruğu vardır.
Buhârî'nin rivâyetine göre ise el-Berâ şöyle demiş: Muhammed'in d (s.a) ashâbından herhangi bir adam oruçlu olup da iftar hazır olduğunda iftardan önce eğer uyumuş ise o gece ve ertesi gün akşama kadar oruç açmazdı. Ensârdan olan Kays b. Sırma oruçlu idi. (Bir rivâyette, “Gündüzün hurma bahçelerinde çalışırdı ve oruçlu idi.”) iftar vakti gelince hanımının yanına varıp; “Sende yiyecek bir şey var mı?” diye sorunca hanım, “Hayır” dedi, “fakat senin için yiyecek bir şey isteyeyim.” Gün boyunca çalışan birisi idi. Uyku bastırdı. Hanımı gelip onun uyumakta olduğunu görünce, “Yazık sana” dedi. Ertesi gün, gün ortasında baygın düştü. Bu durumdan Peygamber'e (s.a) söz edildi bunun üzerine, Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındıâyeti indi. Bundan dolayı da pek çok sevindiler. Yine (bu âyette), Fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden tarafınızdan ayırdedilinceye kadar yiyin için buyruğu da nâzil oldu.
Yine Buhârî'de el-Bera'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ramazân ayı orucu nâzil olduğunda Ramazânda hanımlarına yaklaşarak kendilerine hâinlik edenler vardı. Bunun üzerine Yüce Allah, Allah nefislerinize karşı hâinlik etmekte olduğunuzu bildiğinden tevbenizi kabul ve günahlarınızı affetti buyruğunu indirdi.
Burada sözü geçen “hâinlik etmek”ten kasıt, Ramazân gecelerinde hanımlara yaklaşmak sûretiyle kendilerine hâinlik etmeleridir. Allah'a isyan eden bir kimse eğer kendisinin cezalandırılmasını gerektiren bir iş yaptıysa kendi kendisine hâinlik etmiş olur.
el-Kutebî der ki: “Hâinliğin asıl anlamı, kendisine emanet edilen bir şeyi yerine getirmemektir.”
Taberî'nin naklettiğine göre Hz. Ömer, sohbet ettikten sonra Peygamber'in (s.a) yanından bir gece evine döner. Hanımının uyumuş olduğunu görür. Hanımına yaklaşmak isteyince hanımı ona, “Ben uyumuş bulunuyorum” deyince, o hanımına, “Hayır uyumamışsın” dedi ve hanımına yaklaştı. –Ka‘b b. Mâlik de aynı duruma düştü.– Ertesi günü Peygamber'in (s.a) yanına gidip; “Allah'a ve sana özür beyan ediyorum” dedi, “nefsim bana (emre karşı gelmeyi) süslü gösterdi ve bunun sonucunda hanımıma yaklaştım. Benim için bu hususta bir ruhsat [bir çıkar yol] bulabiliyor musun?” Hz. Peygamber bana, “Bunu yapmak sana yakışmazdı yâ Ömer” dedi. Hz. Ömer evine ulaşınca ona haberci gönderip Kur’ân-ı Kerîm'deki bir âyet ile mazur görüldüğünü ona bildirdi.
Bir diğer rivâyete göre Hz. Ömer uyumuş, daha sonra hanımına yaklaşmış, Peygamber'in (s.a) yanına gelip durumu bildirince şu âyet-i kerîme nâzil olmuş: Allah nefislerinize karşı hâinlik etmekte olduğunuzu bildiğinden tevbenizi kabul ve sizi affetti. Artık onlara yaklaşın...
Bu harâmlığın bizim şeriatımızda da mevcud olduğunu, fakat daha sonra neshedildiğini söyleyenler bu âyetin sebeb-i nüzûlü konusunda şunu zikretmişlerdir:İslâm'ın ilk yıllarında oruçlu iken, insan uyumadığı veya yatsı namazını kılmadığı müddetçe yemesi, içmesi ve cinsî münâsebette bulunması helâl idi. İnsan uyuduğu ve yatsı namazını kıldığı zaman, ertesi günün akşamına kadar yeme, içme ve cinsi münasebette bulunma harâm oluyordu. Ensârdan bir adam yatsı vakti, oruçtan dolayı iyice yorulmuş olarak evine geldi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) ona, yorgunluk ve halsizliğinin sebebini sorunca, o da, “Yâ Rasûlallah! Bütün gün akşama kadar hurmalıkta çalıştım. Yemek yemek için akşamleyin evime geldiğimde, ailem yemeği getirmekte gecikti. Bu arada ben de uyumuşum. Derken beni uyandırdılar; böylece de bana, yemek-içmek harâm oldu” dedi. Bunu müteakiben Hz. Ömer de ayağa kalkarak, “Ey Allah'ın Rasûlü! Ben de sana buna benzer bir mazeret beyan edeceğim. Yatsı namazını kıldıktan sonra, eve geldim ve zevcemle cinsî münasebette bulundum” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Ey Ömer! Bu sana yakışmadı” dedi. Daha sonra, pek çok kimse de ayağa kalkarak, bu türden yaptıkları şeyleri itiraf ettiler. İşte bunun üzerine, Oruç gecelerinde kadınlarınıza refes helâl kılındı âyeti nâzil oldu.
Ebû Ca‘fer ibn Cerîr et-Taberî der ki; Bana Müsennâ, Mûsâ ibn Cübeyr'den nakletti ki, o Abdullah ibn Ka‘b ibn Mâlik'in babasının şöyle dediğini duymuş: Ramazân ayında oruç tuttukları zaman, geceleyin yatınca; ertesi gün iftara değin insanlara yemek, içmek ve kadın yasaklanmıştı. Bir gece Ömer ibn el-Hattâb Hz. Peygamber'in yanından geç vakitte dönmüştü. Eşinin uyumuş olduğunu görmüş ve ona yaklaşmak istemişti. Kadın, “Ben uyudum” deyince, “Uyumadın” diyerek ona yaklaşmıştı. Kâ‘b ibn Mâlik de böyle yapmıştı. Ertesi sabah Hattâb oğlu Ömer Hz. Peygamber'e gelip durumu haber verdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Sizin nefislerinize hiyânet edeceğinizi Allah bildi de tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın hakkınızda yazdığını isteyin âyetini inzâl buyurdu.Mücâhid, Atâ, İkrime, Süddî ve Katâde ile diğerlerinden de bu âyetin nüzûl sebebi konusunda, Ömer ibn el-Hattâb'ın ve onun gibilerin davranışlarıyla, Sırma ibn Kays'ın davranışı nakledilir. Onlar sayesinde Allah'ın bir rahmeti ve ruhsatı olarak rıfk ile bütün gece boyu, yemek, içmek ve cinsî münâsebet mübâh oldu.


Bu nakillerde âyetin, bireysel bir durum nedeniyle indiği iddia edilmektedir. Oysa nakledilen olay, âyette konu edilen hükümlerin kapsamına girmemektedir. İşin aslı şu ki: Bu âyet, 185. âyetin tefsiri ve tavzihidir.



Bu âyette evli çiftler, Onlar, sizin için bir giysidir siz de onlar için bir giysisiniz ifadesiyle, birbirinin elbisesi olarak nitelenmiştir. Eşlerin birbirlerinin elbisesi olmakla nitelenmeleri; bedensel, ruhsal ve toplumsal hususlarda birbirlerini sarmaları nedeniyledir.


Âyetteki, Allah, sizin kendinize hâinlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı ifadesinden anlaşılan o ki, bu tavzihin gerekçesi, insanın altından kalkamayacağı bir işe: gecesi ve gündüzüyle bir ay boyunca yiyip içmeden, konuşmadan ve cinsel ilişkiye girmeden yaşamaya teşebbüs etmesi durumunda kendisine hâinlik edeceğidir.



Allah'ın engin merhametiyle üzerimizden ağır bir yükü kaldırmasının örneğini Müzzemmil sûresi'nde de görmüştük:
20Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin gecenin üçte-ikisinden daha azını, yarısını, üçte-birini ayakta geçirmekte olduğunu biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyledir. Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye bağlar. Sizin bu işi kolaylıkla yapamayacağınızı bildi de sizin için bu görevi hafifletti. O hâlde Kur’ân'dan kolay geleni öğrenin-öğretin! Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O hâlde ondan kolay geleni öğrenin-öğretin! Salât'ı [mâli ve zihinsel destek; toplumu aydınlatma kurumlarını] kurun/ayakta tutun, zekat'ı verin! Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok merhamet edicidir.(Müzzemmil/20)
                                                                                                 
Âyetteki, Artık onlara [kadınlarınıza] yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığı şeylerden arayın. Ve fecrden beyaz iplik siyah iplikten sizin için açığa çıkıncaya kadar yiyin, için. Ve geceye kadar orucu tamamlayın ifadesiyle de, orucun başlangıç ve bitiş zamanları bildirilmektedir. Buna göre oruç, fecrin aydınlığından gecenin başlangıcına (ki gece, gün batımı ile başlar) kadar tutulacak; gün batımından fecrin aydınlığına kadar da yenilecek, içilecek, konuşulacak ve meşru çerçevede cinsel ilişkide bulunulabilecektir.


Ancak âyetteki, Ve siz mescidlerde ‘âkif [programlı ibâdet hâlinde] iken onlara yaklaşmayın ifadesi, mescidlerde âkif olanların, Ramazan ayı gecelerinde de cinsel ilişkide bulunamayacaklarını ifade etmektedir.


Âyetteki, Ve fecrden beyaz iplik siyah iplikten sizin için açığa çıkıncaya kadarifadesinden, orucun başlangıç vaktinin güneşin doğumu olmayıp, tan yerinin ağarması olduğu anlaşılmaktadır.



‘ÂKİF, İTİKAF
عاكف [‘âkif] sözcüğünün kökü olan ع ك ف [‘a-k-f], “bir şey üzerine sürekli odaklanmak, kendini ona adamak ve ondan yüz çevirmemek” demektir. Anlaşılıyor ki kelime, “gâyet bilinçli olarak bir şeye odaklanmak, taparcasına bağlanmak” anlamındadır. Nitekim birçok yerde [A‘râf/138; Tâ-Hâ/91, 97; Enbiyâ/52; Şu‘arâ/71] “tapma” boyutuyla geçmektedir. Bakara125, Hacc/25 ve Fetih/25'te ise “ısrarla bir şeye yönelme” anlamındadır.




Âyetteki, Ve siz mescidlerde ‘âkif [programlı ibâdet hâlinde] iken ifadesi, “mescidlerde tevhidi öğrenme ve öğretme, dinî konularda ikna olma ve ikna etme amacıyla planlı ve programlı bir çalışmaya yönelme; bir nevi kampa girme” olarak anlaşılabilir.

Bu işin adı “itikaf” olarak yerleşmiştir. Ve fıkıh kitaplarında “belli bir zamanda belli şartlara riâyet ederek özel bir yerde özel bir itaate devam etmek” şeklinde tarif edilmiştir. Bu ifadeleri, “Ramazân, oruç ve Kur’ân” konu edilen bir pasajda gördüğümüze göre bu ibâdeti, insanın kendini bir mağaraya hapsetmesi olarak değil, “Ramazân ayında, hasta ve seferde olmayıp da oruç tutacak müslümanların mescidlerde (Okullarda, halk evlerinde, mescidleştirilmiş camilerde) Kur’ân'a odaklanarak Allah'ın mesajını iyi ve doğru anlamaya çalışmak olarak özetleyebiliriz.




KÜLÛ VE’ŞREBÛ (Yiyiniz ve içiniz)

Yarı açlığın (az yemenin) ve suskunluğun, insana bedenen ve zihnen yararlı olduğu bilimsel bir gerçekliktir. Susuzluk ise yine bilimsel tespitlere göre insana zarar vermektedir. Susuzluk, bedene verdiği zarardan daha ziyade beyni; zihni ve algıyı etkilemektedir. Bunu “Maraz ve Suyun Önemi” yazımızda belirtmiş bulunuyoruz.


Susuzluğun beyne; zihne, algıya zararı sabitse, bu konuyu oruç şartlarında dikkate almak zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla da biz, Bakara/ 187’deki “yiyiniz, içiniz” diye çevirdiğimiz “ كلوا külû” ve “ اشربوا işrebû” sözcüklerini tahlil etme ihtiyacı duyduk.



 كلوا KÜLÛ (Yiyiniz)
 كلوا Külû” sözcüğü, “ اكل ekele” fiilinin çoğul, müzekker (eril) emri hazır kalıbıdır. Sözcüğün anlamını genellikle “ أكَلَ ekl (yemek)” okunuşlu mastarı dikkate alınarak değerlendirmekteyiz. Aslında burada konu ettiğimiz “yemek” ifadesi, “Bir şeyin çiğnenip yutulması” demek olup çiğnenmeden yenilen çorba vs. gibi gıdalar “ أكل Ekl” kapsamına girmemektedir. (LİSAN ve TAC)


Konumuz olan “ E ا (elif),  ك k,  لl” harflerinin bir de “ اُكل ükl” kalıbı söz konusudur. “اُكل Ükl” kalıbının anlamı ise “rızık, dünyadan nasip” demektir. Birisi dünyadan bolca nasiplendiği zaman “o, ükl sahibidir” denir. (LiSAN ve TAC)


Bunun bir örneğini, Zariyat/ 27’de  “ الا تأكلونelâte’külûn” şekliyle görebiliriz.

Sözcüğün bu şekli dikkate alındığında “ كلواKülû” ifadesinin anlamı, “bol, bol nasiplenin; yiyin” demek olur.



 اشربوا Veşrebû (İçiniz)
“ اشربوا işrebû” sözcüğünün kökü  “ ش ر ب ş r b”dir. Genellikle bu sözcüğün  “ شُرب şürb (içmek)” şekli ön planda tutulur. Ne var ki bu sözcüğün bir de “ شِرب şirb” kalıbı vardır. “sözcüğün “ شِرب şirb” kalıbının anlamı ise “ الحظ من الماء el hazzu minel mâi,  النصيب من الماء en nasibü minel mâi (sudan alınması gereken ölçüde nasiplenmek)”dir. (LİSAN ve TAC) sözcüğün bu kalıbını Şuara/ 155, Kamer/ 28’de görmekteyiz.


Sözcüğün bu şekli dikkate alındığında “ اشربوا işrebû” emir kipinin “sudan nasibinizi, payınızı alın; kana kana suyunuzu için” anlamı çıkar.



 كلوا واشربوا Külû veşrebû
Bu iki eylemin bir arada söylenmesi ise ifadeye daha da bir ciddiyet ve mübalâğa anlamı kazandırmaktadır. Kur’ân’daki bu iki ifadenin beraber geçtiği ayetleri (Bakara/ 60, A’raf/ 31, Tur/ 19, Hakka/ 24, Mürselat/ 43, Meryem/ 26) dikkate aldığımızda, buradaki anlam, sıradan yemeyi içmeyi değil, bu işin zevkini çıkarmayı ifade eder.


Vücudun özellikle de beynin su ihtiyacı dikkate alındığında ise beyni hasta etmeyecek; zihinsel fonksiyonlarda noksanlık oluşturmayacak ölçüde, yani beyni koruyacak ölçüde su alımının oruçta sakıncasız olması gerektiği ortaya çıkmaktadır.


Aksi halde insan, kendisini kendisi hasta edecektir. Buna Allah’ın izni olmadığı gibi Allah, hastalıklı olanlara oruç tutmama ruhsatı vermiştir.


Görülüyor ki oruç, imamın, müezzinin, din adamının açıklamasına bırakılacak bir ibâdet değildir. Dil bilginlerinin, sosyologların, psikologların ve pedegogların ortaklaşa tanımlaması ve açıklaması gereken bir kulluk görevidir.




KEFFÂRAT-İ SAVM [ORUÇ BOZMANIN CEZASI]
“Örtmek” anlamındaki küfr kökünden türetilmiş olan keffâret sözcüğü, “günahı örten şey” demektir. Keffâret, sadece yaptığımız hataların bir cezası olmayıp aynı zamanda ibâdet ve insanın aklını başına getiren bir uyarıcı ameldir.



DİNİMİZDEKİ KEFFÂRETLER
1) Zıhar keffâreti (Mücâdele/2-4).
2) Öldürme keffâreti (Nisâ/92).
3) Yemin keffâreti (Mâide/89).
4) Haccda avlanma keffâreti (Mâide/95).
5) İhramlı iken tıraş olmanın keffâreti (Bakara/196).



ORUÇ BOZMANIN KEFFÂRETİ MESELESİ
Kur’ân orucun bizden evvelki ümmetlere farz kılındığı gibi bize de farz kılındığını bildirmektedir. Orucun ne zaman ve nasıl tutulacağı, kimlerin tutmamasına izin verildiği, tutamayanların ne yapması lazım geldiği, eski ümmetlerce deforme edilen orucun orijinal şekli, Bakara/183-187. âyetlerde genişçe açıklanmıştır. Ama Kur’ân'da orucu kasten bozan kişinin ne yapması gerektiğine hiç değinilmemiştir.


Orucu bozanı veya tutmayanı Allah dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Kur’ân, üçüncü şahısları ve kamuyu ilgilendirmeyip sadece kul ile Allah arasında olan ibâdetlerin bozulması ya da yapılmaması ile ilgili herhangi bir ceza koymamıştır. Çünkü ibâdet, Allah rızası için, gönülden, samimiyetle/ihlasla yapılır, dayatma, ceza ve zorlama ile olmaz.


Kur’ân'da kasıtlı oruç bozana herhangi bir keffâret öngörülmemesine rağmen âlimler, kasıtlı oruç bozmaya ya da mazeretsiz oruç tutmamaya, “altmış günü ceza bir günü kaza olmak üzere toplam altmış bir gün keffâret icat etmişlerdir. Bunu da şu ve benzeri rivâyetlere dayandırmışlardır:

Ebû Hureyre şöyle demiştir: Bizler Peygamber'in yanına oturmuş bulunduğumuz sırada o'na bir kimse geldi de dedi ki:
-- Yâ Rasûlallah! Helak oldum!
Rasûlullah ona sordu:
-- Sana ne oldu ki?
O kimse şöyle cevap verdi:
-- Oruçlu olduğum hâlde kadınımın üzerine düştüm (yani, cinsî münasebet yaptım).
Rasûlullah sordu:
-- Hürriyete kavuşturabileceğin bir köle bulabilir misin?
O zat cevap verdi:
-- Hayır, bulamam.
Rasûlullah tekrar sordu:
-- Öyleyse iki ay zincirleme oruç tutmaya gücün yeter mi?
O zat cevap verdi:
-- Hayır, buna güç yetiremem.
Rasûlullah yeniden sordu:
-- Altmış yoksulu doyurmak yolunu bulabilir misin?
O zat cevap verdi:
-- Hayır.
Ebû Hureyre dedi ki: Peygamber bir süre bekledi. Bizler bu bekleyiş üzere iken Peygamber'e içinde hurma dolu bir arak getirildi. (Arak, miktel/ölçek demektir.) Peygamber buyurdu:
-- O, mes’ele soran kimse nerededir?
O zat karşılık verdi:
-- Benim (buradayım diye ayağa kalktı).
Peygamber şöyle dedi:
-- Bu hurmayı al da yoksullara sadaka et!
O adam de şöyle karşılık verdi:
-- Allah'a yemin ederim ki, Medîne'nin iki kara taşlığı arasında benim ev halkımdan daha fakir bir ev halkı yoktur.
Bu sözü üzerine Peygamber, köpek dişileri meydana çıkıncaya kadar güldü. Sonra da o zata şöyle dedi:
-- Haydi bu hurmayı al da âilene yedir!




Doğru olduğu farz edilse bile bu rivâyeti, keffârete yönelik bir hükümden ziyâde, köpek dişleri görülünceye kadar güldüğüne göre Peygamberimizin latifesi olarak değerlendirmek gerekir. Aksi hâlde bundan, oruç bozana ödül olarak bir sepet hurma verileceği hükmü çıkar. Ayrıca, cinsel ilişki iki cins arasında olacağı için, kadına yönelik bir hükmün de bulunması gerektiği hâlde, rivâyette kadının durumuna ait bir hüküm yoktur. Bazı fakihler bu konuda rivâyet dikkate almayıp, oruç bozmayı, zıhara kıyas etmişlerse de, kıyasın şartları bu konuda oluşmuş değildir. Sonuç olarak: Kur’ân'da, “keffâretu's-savm” [kasıtlı oruç bozanın 61 gün oruç tutması] yoktur. Bu, daha sonra icat edilmiş bir bidattır.*




*İşte Kuran, Bakara Suresi






Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim