• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

Rasul ve Nebi Arasında Fark Var Mı?







Rasul ve Nebi Arasında Fark Var Mı?


51.Ve Kitap’ta Mûsâ’yı da an/hatırlat. Şüphesiz o arıtılarak saflaştırılmış idi. Ve bir elçi, bir peygamber idi.
52.Biz o’na en uğurlu Tûr’un yan tarafından seslendik ve o’nu özel bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık. 53.Ve rahmetimizden o’na, kardeşi Hârûn’u bir peygamber olarak ihsan eyledik.(44Meryem 51-52)


Rabbimizin sık sık insanlara hatırlatılmasını istediği ve daha önce birçok ayette adı geçmiş olan Musa peygamber, ilk kez burada şahsiyeti ile ön plâna çıkarılmış ve “arıtılıp saflaştırıldığına” dikkat çekilmiştir. Musa peygamberin şahsiyeti hakkındaki bilgiler, Kasas/34, Ta Ha/9–97 ve Şuara/10–16. ayetlerde daha ayrıntılı olarak verilmiştir.


94,95.Biz hangi kente bir peygamber gönderdiysek, onun halkını kesinlikle yalvarıp yakarsınlar diye yoksulluk ve darlıkla yakaladık. Sonra kötülüğün yerini iyiliğe değiştirdik; sonunda çoğaldılar ve “Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu” dediler. Bunun üzerine onları hemen, onlar hiç farkında değillerken ansızın yakalayıverdik.(39Araf 94-95)




NEBİY: 94. âyetteki النّبىّ [nebiy] sözcüğü, Kur’ân’da ilk kez bu âyette geçmektedir. Gerek bu sözcük, gerekse bu sözcüğün anlamdaşı olan resûl sözcüğü, Türkçe’de genellikle Farsça kökenli olan “peygamber” sözcüğü ile ifade edilmektedir.


النّبىّ [nebiy] sözcüğü, نبأ [nebe’=haber] sözcüğünden türemiş olup “haberci” demektir. Ancak nebiy sözcüğünün türediği nebe’ sözcüğü, –Kamer sûresinin tahlilinde de belirttiğimiz gibi– Kur’ân’da hep çok ciddî konulardaki haberler için kullanılmıştır. Bu durumda nebiy,“önemli, ciddî haberleri veren kişi” demek olmaktadır. Nitekim nebiy sözcüğü Kur’ân’da sadece peygamberleri ifade etmek için kullanılmıştır. Çünkü peygamberler sıradan haberleri değil, Allah’ın kendilerine vahyettiği; geçmişteki büyük olaylara, geleceğe, ölüme, ölüm ötesine [mahşere, dirilmeye, cennet ve cehenneme] dair haberleri vermişlerdir.


Bazı araştırmacılar nebiy sözcüğü ile, aynı kişiyi işaret etmesi bakımından eş anlamlı olan resûl sözcüğü arasında bir takım farklar olduğunu açıklamaya çalışmışlarsa da, bunların pek ciddî farklar olmadıkları görülmektedir.


Bazı Batılı araştırmacılar ise nebiy sözcüğünün İbrânice “nabbi” sözcüğünden geldiğini kabul etmişlerdir. Oysa nebiy sözcüğü, hem şekil hem de kök anlamı itibarıyla tamamen Arapça bir sözcüktür.

40.Muhammed, sizin er kişilerinizden hiç birinin babası değildir. Ancak O, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.(90Ahzab 40)




HATEMU'N-NEBİYYÎN [NEBİLERİN SONUNCUSU]

Âyette geçen, hateme'n-nebiyyîn ifadesi, hatem ve en-nebiyyîn sözcüklerinden oluşan bir isim tamlaması olup, “nebilerin sonuncusu” demektir.


HATEM
ختم [hatm] sözcüğü, “basmak, damga vurmak, bir şeyi kapatma, içine bir şeyin girmemesine vesika oluşturma” demektir. Bu kökten türeyen ختام [hıtâm], “bir şeyin sonu”; ختام القوم [hıtâmu'l-qavm], “toplumun son ferdi”; ختام الوادى [hıtâmu'l-vâdî], “vâdinin en uç kısmı”; خاتم [hâtem], “balçık, mum üzere konulan şey; mühür”; حتم [hıtam], “mührün basıldığı balçık, mum” demektir.[31]




H-T-M


Bu kavram iki şekilde kullanılır:

Birincisi: ختم ve fiillerin mastarı olup yüzüğün ve damganın nakışı gibi bir şeyin etkisini anlatır.


İkincisi: Nakıştan elde edilen eserin kendisini ifade eder. “Bir şeyi sağlamlaştırma ve koruma altına alma” anlamında kullanıldığına da rastlanır ki bu, kitaplara ve kapılara vurulan mühür, onların korunmasını ve sağlama alınmasını ifade etmesi sebebiyledir. (…) Bazan da meydana gelen nakış baz alınarak, “bir şeyden bir etkinin meydana gelmesi” anlamında kullanılır. Kimi zaman da, bir işin sonuna gelmeyi/ulaşmayı anlatır ki, “Kur’ân'ı hatmettim” [Kur’ân'ı okuyarak sonuna kadar ulaştım] denmesi bu cihetledir. (…) Hateme'n-nebiyyîn [Peygamberlerin sonuncusu] ifadesi, “peygamberliği sona erdirmesi, gelişi ile peygamberliğin tamamlanması” anlamına gelir.[32]


Fiil hâlinde kullanıldığında sözcük, “bir şeyin tamamlanması, tamamlandıktan sonra herhangi bir müdahaleye engel olunması için kapatılıp mühürlenmesi” anlamına gelir; ki kapı, inşaat, zarf, karar ve belge mühürleme bu kabildendir. Bu mühürleme, işin sonlandırıldığının, belgenin tamamlandığının, artık buna müdahale edilemeyeceğinin vesikasıdır.


Bu durumda âyetteki hatemu'n-nebiyyîn [peygamberlerin mührü] lafzı, peygamberlik müessesesinin tamamlandığını, sona erdiğini, bundan sonra bu müesseseye kimsenin eklenmeyeceğini ifade eder.


Allah, elçilik müessesesini kapatıp mühürlemiştir. Bu müesseseye kimse girip çıkmayacaktır. Elçilerin yaptığı görevler, artık ümmete tevdi edilmiştir.


Ümmet de, sonsuza kadar korunan Kur’ân ile bu işi götürecektir:

9.Hiç kuşkusuz Biz, o Öğüt'ü/ Kur’ân'ı Biz indirdik, Biz. Ve kesinlikle Biz, onun için koruyucularız.(Hicr/9)


102.Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girmiş kişiler olmanız için nasıl koruma altına alınmanız gerekiyorsa kendinizi öyle Allah'ın koruması altına alın ve ancak müslimler olarak can verin.
103.Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın/Allah'ın ipi ile korunun, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz, birbirinize düşmanlar idiniz de, Allah, kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz, O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız diye alâmetlerini/ göstergelerini sizin için böyle ortaya koyar.
104.Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Âli İmrân/102-104)



110.Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emreder, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri engeller ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. (Âl-i İmrân/110)


77,78.Ey iman etmiş kimseler! Zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız için, Allah'ı birleyin, boyun eğip teslimiyet gösterin, Rabbinize kulluk edin, iyilik yapın ve Allah uğrunda gerektiği gibi gayret gösterin. O, sizi seçti ve dinde; babanız İbrâhîm'in dininde/yaşam tarzında sizin için bir zorluk oluşturmadı. O, daha önce ve işte Kur’ân'da, Elçi'nin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için, sizi “Müslümanlar” olarak isimledi. Öyleyse, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/verginizi verin ve Allah'a sarılın. O, sizin mevlânız; yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır! (Hacc/77-78)


143.Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şâhitler olasınız, Elçi de sizin üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir önderli toplum yaptık. Üzerinde olduğun bu hedefi/stratejiyi belirlememiz de yalnızca, Elçi’ye uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım/ bildirelim diyedir. Tesbit ettiğimiz bu hedef/strateji, elbette, Allah'ın kılavuzluk ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah, imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.(Bakara/143)


Burada önce nebî ve rasûl sözcüklerinin manalarını ve bunlar arasındaki farkı beyan edip sonra da bu husustaki sapma noktalarına işaret edeceğiz:




NEBÎ ve RASÛL


NEBÎ

النّبىّ [nebî] sözcüğü, نبأ [nebe’/haber] sözcüğünden türemiş olup “muhbir/haberci” demektir.[33] Ancak nebe’ sözcüğü, –Kamer sûresi'nin tahlilinde de belirttiğimiz gibi– Kur’ân'da daima önemli haberler hakkında kullanılır. Bu durumda nebî, sıradan haberi değil, “önemli haberleri veren kişi” demek olur. Nitekim nebî sözcüğü, Kur’ân'da sadece peygamberleri ifade etmek için kullanılmıştır. Çünkü peygamberler sıradan haberleri değil, Allah'ın kendilerine vahyettiği; geçmişteki büyük olaylara, geleceğe, ölüme, ölüm ötesine [mahşere, dirilmeye, cennet ve cehenneme] dair haberleri vermişlerdir.


Bunlardan bazılarını zikredelim:


55.Ve Biz âyetleri işte böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz. Ve suçluların yolu ortaya konsun/sana belli olsun diye. (En‘âm/55)

100.İşte geçmişe yönelik bu anlatım, kentlerin ciddî haberlerinden, önemli bilgilerindendir. Biz, onu sana anlatıyoruz; onlardan ayakta olan ve biçilmiş ekin olan da vardır. (Hûd/100)

1-3.Hangi şeyden; kendilerinin, hakkında ayrı ayrı inanca sahip oldukları büyük, önemli o haberden mi soruşuyorlar? (Nebe/1-3)

3-5.Kur’ân'da kendilerine verilen her emir, “kararlaştırılmış, en üstün seviyede yeterli, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş bir kanun, düstur ve ilke” olduğu hâlde onlar yalanladılar ve tutkularına uydular. Şüphesiz onlara vazgeçirecek haberler de gelmişti. Buna rağmen uyarılar yarar sağlamıyor. (Kamer/3-5)


Bazı Batılı araştırmacılar, nebî sözcüğünün, İbrânice “nabbi” sözcüğünden geldiğini iddia etseler de, nebî sözcüğü, şekil ve kök itibariyle Arapça bir sözcüktür.




RASÛL

الرسول [rasûl] sözcüğü, “herhangi bir şeyin parçası” anlamındaki رس ل [r-s-l] kökünden; bu da, bedevilerin deve sürülerini su başlarına parça parça salmasından gelir.


الرسول [rasûl], “gönderilen/elçi” demektir. Vaz‘ edildiği ilk anlamına göre rasûl, “kendisini gönderenin, gönderiş amacına, haberlerine, bilgilerine uyan kişi” demektir.[34]


Bu anlamı biraz açarak rasûl'ün [elçi'yi], “seçilen, belirli bir amaç için birilerine, kendisini seçip gönderen tarafından bilgi ve haber götüren kişi” olduğunu söylemek mümkündür.


Dinî anlamda ise rasûl, “Allah'ın seçtiği, kullarına ulaştırması için kendisine teslim edilen bilgi ve haberleri kullara ulaştıran kişi” demektir.


Bu durumda, işlevsel olarak “rasûl” ile “nebî” arasında fark yoktur; tüm rasûller nebî'dir. Bu, şu âyette net olarak görülebilir:

6-8.Ve Biz öncekilere de nice peygamberler göndermiştik. Onlar, kendilerine gelen her peygamberi kesinlikle alaya alıyorlardı da Biz, kuvvetçe onlardan daha güçlü olanları değişime/ yıkıma uğratıverdik. Öncekilerin örneği de geçti.(Zuhruf/6-8)



Birçok âyette de bazı peygamberler, hem nebi hem de rasûl olarak nitelenmişlerdir:

106-110.Bir zamanlar kardeşleri Nûh onlara demişti ki: “Siz Allah'ın koruması altına girmez misiniz? Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık, Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Ve buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir. Artık, Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin!” (Şu‘arâ/106-110)

61-63.Nûh dedi ki: “Ey toplumum! Bende herhangi bir sapıklık yoktur. Velâkin ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Allah'ın koruması altına girmeniz ve rahmete ulaşabilmeniz için, içinizden sizi uyaracak bir kişiye, bir öğüt/kitap gelmesine şaştınız mı?”(A‘râf/61-63)

84.De ki: “Biz, Allah'a, bize indirilen Kur’ân'a, İbrâhîm'e, İsmâîl'e, İshâk'a, Ya‘kûb'a ve torunlara indirilene, Mûsâ'ya, Îsâ'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onlardan hiç biri arasında ayırım yapmayız. Ve biz, yalnız O'nun için İslâmlaşanlarız.” (Âl-i İmrân/84)

41.Kitap'ta İbrâhîm'i de an/hatırlat. Şüphesiz ki o, özü-sözü doğru biri idi, peygamberdi. (Meryem/41)


51.Ve Kitap'ta Mûsâ'yı da an/hatırlat. Şüphesiz o arıtılarak saflaştırılmış idi. Ve bir elçi, bir peygamber idi. (Meryem/51)
Ve A‘râf/104-105, Zuhruf/46, Nisâ/154-158, Mâide/75, Şu‘arâ/124-135, Şu‘arâ/142-152, Şu‘arâ/161-166, Şu‘arâ/177-184.


Buradan anlaşılan odur ki, hem rasûl'e hem de nebi'ye kitap verilmiş ve her ikisi de tebliğle yükümlü tutulmuştur. Dolayısıyla, işlevsel olarak aralarında bir fark yoktur. Şu ayetlere bakılabilir: Nisâ/64, Enbiyâ/25, Rûm/47, Nisâ/136, Tevbe/97, En‘âm/42, A‘râf/94-95, Ankebût/27, Bakara/213.




RASÛL İLE NEBÎ ARASINDAKİ FARK

Hacc sûresi'nde, nebi ve rasûl sözcükleri birbiri üzerine atfedilmiştir:

52-54.Ve Biz, senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın. Bunun üzerine Allah, şeytanın/İblis'in attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah, ... (Hacc/52)


Bu iki kelime arasındaki farkın anlaşılması için şu âyetlerin dikkate alınması gerekir:

80.Yoksa onlar, şüphesiz Bizim, onların sırlarını ve fısıltılarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Evet! İşitiriz, yanlarında bulunan elçilerimiz de yazıyorlar. (Zuhruf/80)

61.Ve Allah, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onu vefat ettirirler; onlara geçmişte yaptıklarını, yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırlar. 62Sonra kendi gerçek Mevlâları Allah'a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir.” (En‘âm/61)


Bu iki kelime arasındaki bir diğer fark da şudur: Rasûl, hem insandan hem melekten olurken, nebi sadece insandan olmaktadır:

75,76.Allah, haberci âyetlerden elçiler seçer, insanlardan da elçiler seçer. Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler, yalnızca Allah'a döndürülür. (Hacc/75)



Burada melek elçi ile, “Kur’ân, kitap” kastedilmiştir:

1-7.Küme küme/necm necm gönderilip de önüne gelenleri devirdikçe deviren, toplumları canlandırdıkça canlandıran, canlandırdıkça da hakkı bâtılı ayıran, özür veya uyarı olarak öğüt bırakan Kur’ân âyetleri kanıttır ki kesinlikle tehdit olunduğunuz, korkutulduğunuz şey, kesinlikle meydana gelecektir. (Mürselât/1-7)

10,11.Allah, onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde, ey kavrama yetenekleri olan iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girin. Kesinlikle Allah, iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size bir öğüt, size Allah'ın açık açık âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini okuyan bir elçi indirdi. Ve her kim, Allah'a inanır ve sâlihi işlerse, Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde sonsuza dek kalacakları cennetlere girdirir. Allah, onun için rızkı güzelleştirmiştir.(Talâk/10-11)

Hacc/52. âyet, sanki fark varmış gibi atıfla gelmiştir. Ama paragraf bütünlüğünden hareketle oradaki rasûl, “kitap”; nebi de “peygamber” olarak anlaşılabilir.


Sonuç olarak diyebiliriz ki: Bir kişi de rasûllük görevi varsa, onda nebilik görevi de vardır. Zira elçi olmadan/atanmadan, haber verme imkânı olmaz. Habercilik bittiğine göre, elçilik de bitmiştir. Artık yeni bir haber/bilgi getiren kimse olmayacağına göre, elçi de gönderilmeyecek demektir. Öyleyse rasûl ve nebî kelimeleri arasındaki en belirgin fark, elçilik/risâlet görevinin Allah'a yönelik, nebilik/habercilik niteliğinin kullara yönelik olmasıdır.


Peygamberliğin elçilik/risâlet yönü Allah açısından [Allah'tan alıp getirirler], habercilik yönü kullar açısındandır [Allah adına kullara haber verirler].


Bazıları, “rasûl” ve “nebi” arasında fark bulunduğu iddiasından hareketle, “Muhammed'in son nebi olduğunu, ama son rasûl olmadığını” ileri sürmüşler; ardından da kendilerini veya üstatlarını rasûl ilan etmişlerdir.




Rabbimiz peygamberimizi Kur’ân’da şu ifadelerle zikretmektedir:

رسول اللّه - Allah’ın Elçisi. Fetih; 29, Ahzab; 40. Âyeti.

النّبىّالامّى - Nebiy – yi Ümmi = Anakentli Peygamber. A’râf 15 . Âyeti.

النّبىّ – Nebi = Peygamber. Enfâl Sûresinin 64, 65, 70; Ahzab Sûresinin; 1, 28, 45, 50, 59;Mümtehıne Sûresinin 12, Talâk Sûresinin 1., Tahrim Sûresinin 1. Âyetlerine bkz.


خاتم النّبىّ - Hatemu’n – Nebiyyîn = peygamberlerin mührü, sonuncusu, zirvesi Ahzab Sûresinin 40. Âyetine bkz.


Allah, kendi peygamberini bu Âyetlerdeki isim ve niteliklerle andığı gibi, onu kendisinin selâmladığından başka şekilde selâmlayanların kimler olduğunu da Kur’ân’da şöyle bildirmiştir:


Fısıldaşmaları yasaklanan, sonra yine o yasaklandıklarına dönmeye kalkışarak günah, düşmanlık ve Peygamber’e karşı gelme konusunda fısıldaşanları görmedin mi? Onlar sana geldikleri zaman seni Allah’ın selâmlamadığı bir şekilde selâmlıyorlar. Kendi içlerinden de: “Bu söylediklerimiz yüzünden Allah’ın bize azap etmesi gerekmez miydi?” derler. Cehennem onlara yeter. Oraya yaslanacaklardır. Ne kötü dönüş yeridir!”(Mücadele; 8)


Âyete göre Rabbimiz, peygamberimizi Allah’ın selâmlamadığı bir şekilde selâmlayanların bu davranışını ikiyüzlü olduklarının bir göstergesi olarak değerlendirmektedir. İfrat ölçüsünde bir sapma olan bu davranışı sergileyenlerin aslında peygamberimizin ahlâkıyla ve sünnetiyle [Kur'ân'a uyması ve Kur'ân'ı yaşamasıyla] bir ilgilerinin bulunmadığı, sadece çıkar sağlamayı amaçladıkları anlaşılmaktadır.*






*İşte Kur'an















Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim