• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

38Sad Suresi 77-78






Hatalı Çevrilen Ayetler


Sad Suresi 77-78




Hatalı Çeviri:
77, 78. Allah: Çık oradan (cennetten)! Sen artık kovulmuş birisin, ceza gününe kadar lânetim senin üzerindedir! buyurdu.






Doğru Çeviri:
77,78.Allah, “Hemen çık oradan, artık sen kesinlikle kovulmuşsun, / katilin, asılsız söz ve düşünce üretenin, karanlığa taş atanın tekisin, “Elbette hayırdan uzak tutmam da karşılık gününe kadar senin üzerindedir” dedi.


RACÎM: رجيم [racîm] sözcüğünün mastarı رجم [recm] olup, bu sözcüğün ilk anlamı, قتل [öldürmek] demektir. Öldürmeye recm denmesinin sebebi, Arapların öldürecekleri kimseyi taşlamak sûretiyle öldürmelerindendir. Sonradan her öldürme işine recm denilir olmuştur.[87] Kur’ân’da ve dolayısıyla dinde yeri olmamasına rağmen, zina suçlularına verilen cezanın adı da buradan gelmektedir.

Recm sözcüğü ve türevleri Kur’ân’da 14 kez yer almasına rağmen hiçbir yerde “öldürmek” anlamında kullanılmamıştır. “Öldürmek” anlamı dışında ise recm sözcüğü, “taş atmak”, “lânet etmek”, “sövmek, yermek”, “hicran”, “tart etmek, kovmak”, “zann ve zanna dayalı söz söylemek” anlamlarında da kullanılır olmuştur.[88]
Şeytân için bu anlamların hepsi de uygun görülmüş ve ism-i mef‘ul anlamıyla şeytâna; “taşlanmış şeytân”, “lânetlenmiş şeytân”, “kovulmuş şeytân”, “sövülmüş şeytân”… gibi isimler verilmiştir.

Bize göre buradaki racîm sözcüğü, 77. âyetin başındaki, Hemen çık oradan ifadesinin delâletiyle, “kovulmuş” anlamındadır ve konumuz itibariyle şeytânı tanımlayan en uygun ifade de, “kovulmuş şeytân”dır.


ŞEYTAN NEREDEN KOVULMUŞTUR: 
Bu konu Kur’ân’da Hicr/16-18 ve Sâffat/6-10′da yer almaktadır. Bu âyetler, eski müfessirlere göre müteşâbih olduğu için iyi anlaşılamamış ve bu konuda mantıksız, akıl ve din dışı açıklamalar ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki, günümüzdeki meal ve tefsir çalışmalarının hepsi de konuyu aşağı yukarı aynı anlamda ve eski tefsircilerin anlayışları doğrultusunda açıklamışlardır. Ortaya çıkan bu yanlış inanç ve anlayışları kısaca özetleyerek okuyucuyu bu görüşler hakkında bilgilendirmenin yararlı olacağı kanısındayız:

Bu anlayış ve inanışlara göre, Kur’ân inmeye başlamadan önce şeytânlar diledikleri gibi göklerde dolaşırlar, meleklerin arasına sızarak onların Allah’tan öğrendikleri gayba [geleceğe] ait bilgileri kaparlar, bu bilgilerin içine biraz da yalan katarak kâhinlere anlatırlar, kâhinler de bu bilgileri halka anlatırlarmış. Böylece peygamberler ile şeytânlar arasında bir sürtüşmedir devam edip gidermiş. Bazılarına göre o zamanlar gökyüzünde yıldız yokmuş, bazılarına göre de yıldızlar varmış ama kovalamaca yokmuş. Sonradan yıldızlar yaratılmış ve şeytânlar gökyüzüne sokulamaz olmuş. Fakat yine de içlerinden bazıları, meleklerden bir şeyler öğrenmek için onların aralarına sızmaya çalışırmış. İşte, meleklerin arasına sızmaya çalışan bu şeytânlara yıldız fırlatılırmış ve alev topu hâlinde üzerilerine gelen yıldızı gören şeytânlar gerisin geri dünyaya kaçarlar, elleri boş kalırmış. Burada net olmayan şöyle bir nokta varmış: Acaba yıldızlar yeni mi yaratılmışlar yoksa eskiden beri varlarmış da şeytânlara karşı silâh olarak yeni mi kullanılmaya başlanmışlar?

İbn-i Abbâs’a göre, şeytânlar önceleri göğe çıkmaktan men edilmemişti. Bundan dolayı göklerde dolaşıyor, meleklerden gaybın haberlerini duyuyor ve haberleri kâhinlere ulaştırıyorlardı. Kâhinler de bu aldıkları kelimelere dokuz daha katarak bunları yeryüzündekilere anlatıyorlardı. Bu kelimelerin dokuzu bâtıl birisi hakk idi. Îsâ peygamber doğunca, onlar üç kat gökten men edildiler. Peygamberimiz doğunca da bütün göklerden men edildiler. Dolayısıyla bu şeytânlar, kulak hırsızlığı yapmak istedikleri her seferinde ateş parçaları ile taşlanmakta, uzaklaştırılmaktadırlar.[89]


Özetlediğimiz bu inançlar ve özellikle İbn-i Abbâs’a isnad edilen açıklamalar doğrultusunda âyetlerin Türkçe’ye nasıl hatalı bir şekilde çevrildiğinin tipik örneği, çağımızın muteber ilim adamlarından Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın mealidir:
Şanım hakkı için, Biz semâda burclar yaptık ve onu ehl-i nazar için tezyin eyledik [süsledik], hem onu her şeytân-ı racîmden hıfzettik [koruduk]; ancak kulak hırsızlığı eden olur, onu da parlak bir şihâb takip etmektedir. (Hicr/16-18

Bakınız Biz o dünya semâyı [yakın göğü] bir zinetle donattık: kevâkib [yıldızlar]. Hem, mütemerrid [itaate yanaşmaz] her şeytândan koruduk; onlar mele-i a‘lâ’yı dinleyemezler, tard için her taraftan sıkıya tutulurlar; –ve onlara ayrılmaz bir azab vardır– ancak bir çalıp çarpan, onun da peşine bir şihâb-ı sâkıb takılır. (Sâffat/6-10)



Biz bu âyetlerin aşağıdaki şekilde çevrilmesi gerektiği kanaatindeyiz:
16.Andolsun, Biz, gökte birtakım burçlar oluşturduk ve bakanlar için onu süsledik.
17,18.Ve uzayı, az da olsa vahye kulak veren, kendilerini alev sütunu takip edenler/roketlerle uzaya gidenler hariç tüm düşünce yetilerinden koruduk.(Hicr/16-18)


18. âyetin, 17. âyetin devamı olması münasebetiyle iki âyeti tek bir cümle hâlinde ifade edersek cümle şöyle şekillenir: Ve onu, az da olsa vahye kulak veren ve kendisini açık bir alevin takip ettiklerinin haricindeki tüm Şeytân-ı Racîm’lerden koruduk.
Yani semâ, “azıcık da olsa vahye kulak veren ve kendini açık alev takip edenlerin dışındaki tüm Şeytân-ı Racîmlere” kapalıdır. Az da olsa vahye kulak kabartanlara ise açıktır, onlara serbesttir, onlardan korunmamıştır.

6.Gerçekten Biz en alt semayı bir süsle; yıldızlarla süsledik. 7-10Kur’ân’dan, az da olsa yararlanan ve –roketle uzaya çıkanlar hariç– sürekli gayret içinde olan, herkesçe dışlanan ve Kur’ân’a kulak vermeyen tüm düşünce yetilerinden koruduk; bunlar uzayda işe yaramaz, faaliyet gösteremez.(Sâffat/6-10)


Sâffat/7-10 âyetleri tek bir cümle olduğu için bunları toplu halde ifade etmek mümkündür:
Biz semâyı, mele-i a‘lâ’dan bir kırıntı kapan ve kendisini şihâb-ı sâkıb takip edenler hariç, sürekli azap içinde olan, kovulmak için her taraftan taşlanan ve mele-i a‘lâ’ya hiç kulak vermeyen şeytân-ı marid’in tümünden koruduk.
Âyetin özetini alırsak, gökyüzü, “şeytân-ı mârid”e kapalı olup, mele-i a‘lâ’dan azıcık bilgi kırıntısı sağlayan ve kendilerini delici alevin takip ettiklerine açıktır.

Âyetlerin daha iyi anlaşılabilmesi için, âyetlerde yer alan bazı sözcüklerin açılımlarının yapılması gerekir:

AZ DA OLSA VAHYE KULAK VERMEK [KULAK HIRSIZLIĞI]:
 

Hicr/18′deki istereka fiili, genellikle “kulak hırsızlığı yapan” diye çevrilmiş olup, Kur’ân’da sadece bu âyette geçer. Fiilin üç harfli hâli olan seraka‘nın anlamı; “çaldı, hırsızlık etti” demektir. Konumuz olan beş harfli kalıptaki anlamı ise, “kulak kabarttı, kulak misafiri oldu, kaş altından baktı, çaktırmadan gözüyle izledi” demektir.[90] Yani, istirak, “hem kulak hem de gözle sinsice bir şeyler öğrenmek” demektir.
Bu fiil konumuz olan âyette, men istereka’s-sem’a [sem’a kulak kabartan] cümlesi içinde yer almıştır. Burada sem’ sözcüğü tümleç yapılmış olduğundan, isteraka fiili, “dinleme yoluyla az bir bilgi edinen” (kulak kabartılarak ne kadar öğrenilebilirse) veya “(göz ucuyla) az bir şey öğrenen” demektir.

Cümlede geçen sem’a sözcüğü, “vahy”i/Kur’ân”ı işaret etmekte ve aşağıdaki âyetler de bu yargıya delâlet etmektedir:
10.Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashâbı içinde olmazdık.” (Mülk/10)

44.Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten vahye kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar/şaşkındırlar/aşağıdırlar.(Furkân/44)

Bu konu ile ilgili olarak ayrıca, şu âyetler de tetkik edilebilr: A‘râf/100, Yûnus/67, Nahl/65-69, Rûm/21-24, Secde; 26, Enfâl/21-22, Kehf/101, Kâf/37.

BURÛC: Âyette geçen  بروج[burûc] sözcüğü, burc sözcüğünün çoğuludur. Burc, “yüksek köşk” demektir. Gökte toplanan yıldız kümelerine de burc adı verilmiştir.[91] Âyette çoğul olarak kullanılmış olduğundan gökyüzünde birçok burcun olduğu anlaşılır. Bazı tefsirciler on iki burcun varlığını ileri sürmüş ve bunları koç, balık, kova… burcları olarak adlandırmışlardır. Henüz kozmoloji tam gelişmeden burcların sayısını kesin ifade etmek doğru olmaz kanaatindeyiz.

İSTİSNÂ: Konumuz olan pasajlardaki [Hicr/18 ve Sâffat/10] âyetler, illâ istisnâ edatıyla başlamaktadır. Böyle olunca istisnâ edatından sonraki bölüm, daha evvelki yargıdan dışlanmaktadır. Âyetleri birlikte değerlendirirsek âyetlerin anlamı, “semâyı … şeytândan koruduk ama, vahye kulak veren [mele-i a‘lâ'dan bir parça alan] ve kendisini şihâbın takip ettiği kişilerden korumadık” demek olur.

Maalesef günümüzdeki meal ve tefsirler bu anlamı tesbit etmede başarılı olamamışlardır. Âyetlerdeki  الاّ[illâ] edatı yokmuş gibi davranılmış ve “men” ism-i mevsulü, şart edatı gibi değerlendirilerek söz konusu cümleye “Kim kulak hırsızlığı yaparsa alev topu onu yakalayıverir” şeklinde “şart cümlesi” anlamı verilmiştir. Bunun nedeni, bize göre, “istisnâ cümlesi”nin anlamının hafsalaya sığdırılamamış olmasıdır. Çünkü o dönemlerde bir insanın, kendisine parlak, delici bir alev makinesi yaparak onunla gökyüzüne çıkabileceği düşünülememiş, dolayısıyla Kur’ân’daki bu ifadenin buna işaret ettiği anlaşılamamıştır.

Sonuç olarak: Bize göre şeytânın kovulduğu yer “uzay”dır, “semâ”dır. Çünkü şeytânın temsil ettiği “ham fikir”, uzay hakkında bir şey üretemez. Ama insan Kur’ân’dan bir şeyler kaparak “ham fikr”i “tefekkür” boyutuna ulaştırırsa, kendisini uzaya götürecek bir alev topu [roket] yapabilir ve semâya gidebilir. Artık ona gökyüzü açıktır.


LÂNET [LA‘NET]: اللعنة [la‘net] sözcüğü, “kovmak, uzaklaştırmak, iyilik ve faydadan mahrum bırakmak” anlamındaki la‘n sözcüğünden türemiş isimdir. Eski Araplar bu sözcüğü, “ailenin veya sülalenin bir ferdinin dışlanması” anlamına kullanırlardı. لعين [la‘în] ve ملعون [mel‘ûn] sözcükleri de buradan gelmiştir. La‘net Allah tarafından olursa, “dünyada iyilikten, âhirette de lütuf ve merhametten mahrum bırakma”; insanlar tarafından olursa, “küfür, dışlama, sövme, hakaret ve beddua” anlamında kullanılır.[92]

ALLAH TARAFINDAN İYİLİKTEN UZAKLAŞTIRILDIĞI İÇİN İBLİS’E “LA‘ÎN” ve “MEL‘ÛN” DENİR: 
Âyetlerden anlaşıldığına göre İblis’in lânetlenmesinin sebebi Âdem’e secde etmemesi değildir. Tam aksine İblis, racîm [kovulmuş] ve mel‘ûn [sürekli iyilikten uzaklaştırıcı] olarak yaratıldığı, programlandığı için Âdem’e secde etmemiştir.

Dikkat edilecek olursa, yaptıkları hatalar için kullarına tevbe imkânı vermiş olan Rabbimiz İblis’e tevbe hakkı vermemiş, zaten İblis de Âdem’e secde etmediği için tevbeye yönelmemiştir.

İblis’e, “Karşılık [Din] Günü”ne kadar süre verilmesi, onun bu fonksiyonlarını, Allah’tan aldığı güç ve izinle hiç değiştirmeden sürdüreceği anlamına gelmektedir. Bu da demektir ki, İblis, Rabbini tanımaktadır ve O’nun kendisine verdiği görevi yerine getirmektedir. Yani İblis, Allah’ın onu o şekilde yaratması sebebiyle kâfirdir. Bundan dolayı da, o şekilde yaratılmayıp kendi iradesiyle kâfir olanlarla karıştırılmamalı, kesin olarak onlardan ayrı tutulmalıdır.

16,17.İblis, “Öyleyse, beni azgınlığa itmene karşılık, andolsun ki ben, onlar için Senin dosdoğru yoluna oturacağım, sonra yine andolsun ki onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve Sen, çoklarını kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenler bulmayacaksın” dedi. (A‘raf/16-17)

Eğer bu hususa dikkat edilmezse, konunun yanlış anlaşılması ve İblis’in Allah ile rekabet ve inatlaşma durumunda olduğunun zannedilmesi ihtimali ortaya çıkabilir. Hatta İblis’in,İnsanların çoğunu şükreder bulmayacaksınifadesinden yola çıkarak ve Kur’ân’ın insanların birçoğunun iman etmeyeceğini, şükretmeyeceğini bildiren âyetlerine dayanarak, ayarttıklarının sâlihlerden çok olması sebebiyle İblis’in, bu konuda Allah’a karşı üstün olduğunu bile düşünenler çıkabilir. (Haşa!)

İblis, Rabbimizin programlaması gereği zihinlerde, çevreden aldığı her etkiye karşı tepkiler ve ham dürtüler oluşturacaktır. Ancak, İblis’in insan üzerinde herhangi bir otoritesi veya zora dayalı bir egemenliği söz konusu olmayıp onun saldırılarına boyun eğmek veya direnmek insanın kendi elindedir. Bu durumda insana düşen İblis’e lânet etmek değil, onun dürtülerine karşı sürekli akıllı davranmaktır. Çünkü İblis’e yapılacak beddualar, edilecek lânetler hiçbir netice vermeyecek, Rabbimizin bildirdiğine göre İblis, “Karşılık [Din] Günü”ne kadar çizgisini hiç değiştirmeden işlevini sürdürecektir.*





*İşte Kuran, Suresi

Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim