• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

Mecaz, Necm Suresi 6-18




MECAZ


NECM SURESİ


6,7.Ve müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi olan ve egemenlik kurmuş olan, en yüksek ufkun sahibidir. 8,9.Sonra da O; müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi olan ve egemenlik kurmuş olan nitel olarak yaklaştı ve hemen art arda kova sarktı/ ÖBEK ÖBEK ÂYETLER İNDİ. Birinde iki yay uzunluğu kadar, diğerinde de daha nitel olarak yakın olmuştu. 10.Hemen O; müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi olan ve egemenlik kurmuş olan, en yüksek ufkun sahibi olan, kuluna, 14.son kiraz ağacının yanında 15.–ki yanında oturmaya değer konaklama yeri vardır– vahyettiğini vahyetti. 16.O zaman kiraz ağacını kaplayan kaplıyordu. 11.Kulun gönlü, gördüğünü yalanlamadı. 12.Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz?/Onun gördüğü şey hakkında o'nunla mücâdele mi ediyorsunuz?
13.Andolsun onu, başka bir inişte daha gördü. 17.Göz şaşmadı ve azmadı. 18.Andolsun, Rabbinin alâmetlerinin/göstergelerinin en büyüğünü gördü.



Kur’ân'da müteşabih âyetlerin varlığını bildiren Âl-i Imran suresinin 7. ve Zümer suresinin 23. âyetleri göz ardı edilip müteşabih âyetlerdeki her ifade, mecaz ve kinaye anlamlar dikkate alınmadan, zahirî, lâfzî ve hakikat anlamlarıyla dikkate alınırsa, bu, Kur’ân'ın ruhuna aykırı bir davranış olur. Meselâ Allah'ın gelmesi, inmesi, yaklaşması, Arş üzerine istiva etmesi, gökte olması, eli olması, yüksek-açık ufuk sahibi olması, Âdem ve İblis ile bire bir diyalog kurması, görmesi, işitmesi müteşabih ifadeler olup bunlar ehil kişilerce tevil edilirler.


7-10. âyetlerde Allah'ın Muhammed'e ilk kez nasıl vahyettiği [Alak suresinin inişi] tasvir edilerek heyecanlı bir sahne sergilenmiştir. Müteşabih âyetleri ve mecazları anlamayan zihniyet, bu âyetlerdeki müteşabih ifadeleri çarpıtarak fiillerin öznelerini Cebrail olarak yorumlamıştır. Bu zihniyet sahiplerine göre, peygamberimiz orada Cebrail ile karşılaşmış, Cebrail, gökten helikopter inişi ile inmiş, birbirlerine yaklaşmışlar, peygamberimiz Cebrail'e [hâşâ] kul olmuş, Cebrail de ona vahyedeceğini vahyetmiştir.


Müteşabih ifadelerin anlaşılmasını ehline bırakmak daha doğru bir davranıştır. Zaman içinde mutlaka her ilimde uzman olanlar çıkar ve bu donanımlı uzmanlar o âyetleri gereği gibi tevil ederler. Biz bu pasajdaki bazı kelimeler ile ilgili az da olsa açıklama yapılmasını uygun buluyoruz.


- 6. âyetteki “ذو مرّة zû mirra [üstün akıl sahibi]” ifadesi de Allah'ın Rabb ve Mukaddir [her şeyin en inceden inceye hesabını yapan] olduğunu beyan eder. Bu sözcük başka hiç bir âyette yer almaz.


- Yine 6. âyetteki “ استوى istiva eden” ifadesi ile kastedilen de Allah'tır. Çünkü “İstiva” Allah'ın sıfatlarındandır, meleğin veya kulların sıfatı değildir. “İstiva” mecazen “egemenlik kurdu, kontrolü altına aldı” demektir. Müteşabih olan bu kavram âyette mecaz olarak kullanılmıştır. “İstiva” sözcüğü, aşağıdaki âyetlerden başka, Yunus suresinin 3., Ra'd suresinin 2., Furkan suresinin 59. ve Secde suresinin de 4. âyetinde bu şekilde geçmektedir.


5Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], en büyük taht üzerine egemenlik kurmuştur.(Ta Ha/ 5)


54Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki oluşturma ve sistemler kurup yürütme sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne cömerttir! (A'râf/ 54)
 
29O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için oluşturandır. Sonra da O, semaya egemenlik kurdu; onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi en iyi bilendir. (Bakara/ 29)

Görüldüğü gibi, âyetlerdeki “ استوى istiva” sözcüğü, müteşâbih bir anlatımla Allah'ın gücünü ve kuvvetini ifade etmektedir. “İstiva etti” ifadesinden başka, “Gökte olan”, “Tahtta oturan”, gibi ifadeler mecazi anlamlı olup Kur’ân'da Allah'ın gücünü ve kuvvetini anlatmak için kullanılmıştır. Bu müteşabih ifadelerin çoğu o günkü Araplar arasında dolanımda olan ifade kalıplarıdır. Bu nedenle Yüce Allah da kendi muradını Arapların o günkü konuşma ve anlamalarına uygun olan bu deyim ve kalıplarla ifade etmiştir.


الْاُفُقِ
7. âyette geçen “ افق Ufuk” sözcüğü, “yeryüzünün etrafından ve felekin çevresinde açıkta olan, görülebilen yerler; görüş alanı” demektir. Çoğulu “âfâk” gelir. Sözcüğün ismi fail kalıbı “ آفق âfik”, “cömertlikte, bilgide, güzel konuşmada ve tüm iyi şeylerde ve tüm erdemlerde zirveye ulaşmış kişi” demektir. (Tac, Lisan)


TDK ise ufku şöyle özetler: “Çevren, göz erimi. “ufkunu genişletmek görüş alanını genişletmek, daha geniş, daha fazla bilgi ve görüş edinmek.”


Türkçemizde de “ufku dar”, ufku geniş” deyimleri vardır. Ve bu deyim kişilerde kullanıldığında “derin bilgi, ileri görüş sahibi kişi” demektir.


الْاَعْلٰىۜ
افق Ufuk” sözcüğü, “ الأعلى A’la” sıfatıyla geldiğinden “en yüce ufuk” anlamındadır. Dünyadaki ufuklar bu nitelikte değildir. Cümle içinde de “ O, en yüce ufka sahiptir” denilmiştir. Bu, sözcüğün “ آفقâfik” kalıbının anlamı olup cümlenin anlamı “O, cömertlikte, bilgide, güzel konuşmada ve tüm iyi şeylerde ve tüm erdemlerde en zirveye ulaşmış Zat’tır” demek olur. Bu nitelikler de sadece Allah’a ait olan niteliklerdir. Burada da Tekvir/23’ye olduğu gibi Mecaz-i Mürsel olarak bir mahalden (yerden) bahsedilmeyip halden (nitelikten bahsedilmektedir.) Aksi halde Allah’a mekan isnadı yapılmış olur.


دَنَا
8. âyette yer alan “ دنا Denâ” sözcüğü, tüm lügatlerde “ قرب garube (yakın oldu)” anlamındadır. Tabii ki bu yakınlık, nitel yakınlık olup nicel değildir. Bunu şu âyetlerde de görebiliriz: Bakara/ 186, 52, Tevbe/ 99, A’raf / 56, Hud/ 61, Sebe/ 56, Kehf/ 24, 81, Kâf/ 16, Vâkıa/ 85.


ALLAH'IN YAKINLIĞI: Kur’ân'ın buraya kadarki bölümünde, kendisini tanıttığı ifadelerden öğrendiğimize göre Allah'ın zatının kullarına mesafe itibariyle yakınlığı söz konusu değildir. Âyette geçen Allah'ın yakınlığı, mecâzî bir ifadedir. Bu ifade ile kasdedilen mana, “insan üzerinde kudret yürütüp bir etki meydana getirme, ona değer, makam verme, onu bilgilendirme, onu koruma, ona huzur, güven ve güvence vermesidir. Ki bu da Duha ve İnşirah surelerinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır.


تَدَلّٰىۙ
Yine 8. âyette yer alan “ تدلّى tedellâ” fiili, “Delv” kökünden gelmedir. “ دلو Delv”, “kovanın sarkması” demektir. Sözcüğün “ تدلى tedellâ” kalıbı (aslı “ تدلو tedelleve’dir) “ تقعل tefeu’ul” babıdan olup, “sürekli olarak kova sarktı” anlamı kazanmıştır. Sözcüğün إفعال İf’âl babından fiili Yusuf suresi 19. Âyette “ فادلى دلوه fe EDLÂ DELVEHÜ (o da, kovasını sarkıttı)” şeklinde yer alır.


Sürekli kova sarkması, aynı Kadir suresindeki “ تنزل tenezzelü (sürekli, arka arkaya iner)” ifadesiyle eş anlamdadır. Ve sürekli kovanın inişi, vahyin necm necm; parti parti, grup grup inişinden kinayedir. Yani, “Elçiye kova kova; kovalar dolusu âyetler indirdi durdu/vahyetti” anlamındadır.


Bu durumda sözcüğe “sarktı” anlamı vermek ve fiilin öznesini Allah yapmak Kur’an’a ve tevhid inancına uygun değildir.





İşte Kur'an






Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim