• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

39Araf Suresi 148-153




Hatalı Çevrilen Ayetler


Araf Suresi 148-153



Hatalı Çeviri:
148. (Tûr'a giden) Musa'nın arkasından kavmi, zinet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler oldular.
149. Pişman olup da kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görünce dediler ki: Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa mutlaka ziyana uğrayanlardan olacağız!
150. Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce: «Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?» dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin (Harun'un) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): «Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!» dedi.
151. (Musa da) Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin! dedi.
152. Buzağıyı (tanrı) edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.
153. Kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip de iman edenlere gelince, şüphesiz ki o tevbe ve imandan sonra, Rabbin elbette bağışlayan ve esirgeyendir.






Doğru Çeviri:
148.Mûsâ’nın toplumu, Mûsâ’dan sonra, kendi toplumunun süs takılarını bir araya getirerek aldatıcı, tuzağa düşürücü sesi olan, aslında hiç işe yaramayan bir ilâh edindiler; büyük bir sermaye oluşturarak ona tapındılar. –Onun kendilerine bir söz söylemezliğini ve bir yol göstermezliğini görmediler mi?– Onu edindiler ve zâlimlerden oldular.
149.Ne zaman ki, gözlerinin önüne geldi ve sapıtmış olduklarını gördüler, “Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa, kesinlikle biz büyük zarara uğrayanlardan olacağız” dediler.
150.Ve Mûsâ, öfkeli ve üzüntülü olarak toplumuna döndüğünde, “Bana arkamdan ne kötü bir halef/ nesil oldunuz! Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız mı?” dedi. Ve levhaları bıraktı ve kardeşi Hârûn’u kendine çekerek başından tuttu. Hârûn: “Ey anamın oğlu! İnan ki, bu toplum beni güçsüz düşürdü, az daha beni öldüreceklerdi. Onun için bana düşmanları sevindirecek bir şey yapma. Ve beni bu zâlimler toplumu ile bir tutma” dedi.
151.Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetinin içine al. Ve Sen merhametlilerin en merhametlisisin.”
152.Şüphesiz o altına tapanlara Rablerinden bir gazap, dünya hayatında bir “aşağılık” erişecektir. İşte Biz, uydurmacıları böyle cezalandırırız da.
153.Kötülükleri işleyip de sonra arkasından dönen o kimseler ve iman edenler için de hiç şüphe yok ki, Rabbin bundan sonra yine de affedici ve merhamet edicidir.

Burada Musa peygamberin bir başka kıssası anlatılmaktadır. Bu kıssanın daha ayrıntılı anlatımı Ta Ha suresindedir:

83.Seni toplumundan daha çabuklaştıran nedir ey Mûsâ?
84.Mûsâ: “Onlar, benim izim-öğretim üzerinde olanlardır. Ben de Sen hoşnut olasın diye Sana acele ettim Rabbim” dedi.
85.Allah: “Şüphesiz işte, Biz senden sonra toplumunu imtihan ettik. Samirî de onları saptırdı” dedi.
86.Bunun üzerine Mûsâ öfkeli ve üzgün olarak hemen toplumuna geri döndü; “Ey toplumum! Rabbiniz size güzel bir vaat ile söz vermedi mi? Şimdi size bu uzun mu geldi, yoksa Rabbinizden size bir gazap inmesini mi arzu ettiniz de bana olan vaadinizden cayıverdiniz?” dedi.
87.Onlar dediler ki: “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Fakat biz o toplumun zînetlerinden birtakım ağırlıklar yüklenmiştik. Sonra onları fırlatıp attık. Sonra da işte böylece Samirî kafamıza soktu.”
88.Samirî onlara bir aldatan, tuzağa düşüren cesedi/altını çıkardı da İsrâîloğulları: “İşte bu, sizin ilâhınızdır ve de Mûsâ’nın ilâhıdır. Ama Mûsâ onu terk ediverdi” dediler. –89.Peki, onlar görmüyorlar mıydı ki, altın kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara bir zarara ve bir yarara güç yetiremiyordu!–
90.Ve andolsun ki Hârûn daha önce onlara: “Ey toplumum! Şüphesiz siz bununla imtihana çekildiniz/dinden çıkıp kendinizi ateşe attınız. Ve şüphesiz sizin Rabbiniz Rahmân’dır [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tır]. Gelin bana uyun ve emrime uyun” demişti. 91.Hârûn’un toplumu: “Mûsâ bize dönüp gelinceye kadar, biz ona tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz” dediler.
92,93.Mûsâ: “Ey Hârûn! Bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni benim yolumu takip etmekten engelleyen ne oldu? Yoksa benim emrime karşı mı geldin?” dedi.
94.Hârûn: “Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı tutma. Şüphesiz ben senin ‘İsrâîloğulları arasında ayrılık çıkardın ve benim sözüme bakmadın’ demenden korktum” dedi.
95.Sonra da Mûsâ: “Ey Samirî! Senin bu yaptığın nedir?” dedi.
96.Samirî: “Ben onların anlamadıkları bir şeyi anladım da elçinin eserinden bir avuç almıştım, sonra da onu fırlatıp attım. Ve bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi” dedi.
97,98.Mûsâ: “Haydi git. Artık senin için hayat boyunca ‘Benimle temas yok’ diye söylemen var. Hem senin için asla karşı çıkamayacağın bir buluşma günü daha var. Bir de kulluk edip durduğun ilâhına bak” dedi. –Elbette Biz onu yakacağız, sonra da kesinlikle onu bol suda kökünden yıkacağız. Sizin ilâhınız, ancak Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. Şüphesiz ki O bilgi yönünden her şeyi kuşatmıştır.–(Ta Ha/ 80–98)

Musa peygamberin kıssası ve Ta Ha suresinin 96. ayeti ile ilgili olarak kaleme alınmış aşağıdaki kısa pasaj, klâsik anlayışın bu konudaki ilginç yaklaşımına iyi bir örnek teşkil ettiği için, kendi tahlilimizden önce bu pasajı sunuyoruz:
Buzağı kıssasında rivayet olunduğuna göre, Samiri’nin adı Musa b. Zafer olup Samire diye bilinen bir kasabaya mensuptu. Erkek çocukların öldürüldüğü yıl dünyaya gelmişti. Annesi onu bir dağda mağarada saklamıştı. Onu Cebrail besledi. İşte onun Cebrail’i tanıması bundan dolayı olmuştur. Cebrail, Firavun denize doğru ilerlesin diye erkek ata arzu duyan bir kısrak üzerinde denizi geçtiği sırada Samiri onun kısrağının toynağının izinden bir avuç toprak almıştı. İşte yüce Allah’ın “Bunun üzerine o elçinin bastığı yerden bir avuç almıştım (Ta Ha 96)” buyruğunun anlamı budur.[77]

Kıssada bahsi geçen buzağı hakkında tarih kitaplarında ve İbrani kültüründe yeterince bilgi yoktur. Yahudi asıllı olup ihtida eden Muhammed Esed ise “Kur’an Mesajı” adlı Kur’an çevirisinde buzağı hakkında şu açıklamayı yapmıştır:
İsrailoğullarının bu altın buzağısı, besbelli, yüzyıllarca süren mısır etkisinin bir ürünüydü. Mısırlılar Menfis’te tanrı Ptah’ın tecessümü olarak gördükleri kutsal boğaya, Apis’e tapınırlardı. Boğa yaşlanıp da ölünce, onun yerine hemen yeni bir Apis’in doğduğu düşünülüyor ve eskisinin ruhunun ölüm ülkesinde Osiris’e hulûl ettiğine inanılıyor ve bu iki başlı tanrıya bundan böyle artık Osiris-Apis (Greco-Egiytian dönemde “Serapis”) adıyla tapınılıyordu. Altın buzağının çıkardığı “boğuk ses”e gelince, bunun, Mısır tapınaklarında bulunan ve içine açılmış bir takım oyuklar sayesinde ses çıkardığı bilinen putlarda olduğu gibi rüzgarın etkisiyle çıkan bir ses olması muhtemeldir.[78]

Buzağı konusu klâsik kaynaklarda yukarıda verdiğimizin dışındaki bir yaklaşımla yer almamıştır. Bizim bu konudaki tevilimiz ise başkadır:
BUZAĞI; BÖĞÜRMESİ [ÇEKİCİ, ALDATICI SESİ] OLAN CESET
Konumuz olan A’râf suresinin 148. ve Ta Ha suresinin 88. ayetlerine dikkat edilecek olursa, bu ayetlerde buzağı “böğürmesi olan bir ceset” olarak nitelenmiş ve insanların buzağı edinmek suretiyle şirke bulaşıp kendilerine zulmettikleri açıklanmıştır.

Bilindiği gibi, buzağı “sığır yavrusu” demektir. Ancak; günümüzde olduğu gibi, söz konusu olayın cereyan ettiği zamanlarda da yeryüzünde milyonlarca buzağının var olduğu gerçeği, ayetlerde geçen “buzağı” sözcüğünün müteşabih olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Zaten Rabbimiz de “buzağı”yı niteleyerek sözcüğün anlamını tevil etmiş ve “buzağı” ifadesinin müteşabih olduğunu bizzat göstermiştir.

Ceset, herkesin bildiği gibi “ölü vücut” demektir. Ama bu sözcük de müteşabihtir ve bize göre burada hakikat anlamı dışında kullanılmıştır. Hatırlanacak olursa “ceset” sözcüğü Sad suresinin 34. ayetinde de karşımıza çıkmış ve biz orada “ceset” sözcüğünün Süleyman peygamberi nitelediğini belirterek şu açıklamayı yapmıştık:

“Süleyman peygamberin tahtının üzerine bir ceset bırakılması, bize göre kinaye yollu bir anlatım olup bu ifade Süleyman peygamberin bir dönem tahtta yani iktidarda işe yarar işler yapmadığından kinaye olabilir. Nitekim Arapçada toplumda işe yaramayan kişilere “ الميّت المتحرّكmeyyit-i müteharrik [hareketli ölü] denmektedir. Muhtemelen Süleyman peygamber bir dönem elinde olarak veya olmayarak pasifleşmiştir, çok zayıf düşmüştür, iktidarda olmasına rağmen muktedir değildir, âdeta yaşayan bir ölü durumuna düşmüştür.”

Bize göre, “ceset” sözcüğü nasıl Sad suresinde Süleyman peygamberin “hareketli ölü” hâlini belirtmek için kullanıldıysa, burada da buzağının aslında hiçbir işe yaramadığını, iradesinin olmadığını, kendi kendine veya başkalarına yarar veya zarar vermeye malik olmadığını belirtmektedir. Buzağının bu işe yaramaz özelliği de A’raf/148’de “Onun kendilerine bir söz söylemezliğini ve bir yol göstermezliğini görmediler mi?” ve Ta Ha/89’da “Onlar görmüyorlar mıydı ki, o [buzağı], kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara bir zarara ve bir yarara güç yetiremiyordu” ifadeleriyle pekiştirilmiştir.

Buzağının bu nitelikleri aslında insanların Allah’ın astlarından edindikleri sözde ilâhların nitelikleridir. Rabbimiz pek çok ayette tekrarlayarak bu nitelikleri insanlara iyice tanıtmış ve bu nitelikteki şeylerin ilâh edinilmemesini öğütlemiştir: Yunus/18, 106, Meryem/42, Enbiya/66, Maide/76, Ra’d/16, Şuara/73, Furkan/3, 55, Hacc/12 ve Bakara/102.

“Böğürmesi [çekici, aldatıcı sesi] olan” ifadesindeki “böğürme” sözcüğünün orijinali “خوارhuvar” sözcüğüdür. Bu sözcük, Lisanü’l-Arab’ta şöyle açıklanmıştır:
“Leys, “boğa sesi” olarak, İbn-i Side, “sığır, koyun, geyik ve havada uçan nesnelerin sesi” demişlerdir. “Huvar’ın aslı: Avcı geyik yavrusunu yakalar, onu bir yere bağlar ve onun kulaklarını ovalar. İşte o zaman geyik yavrusu böğürür [bağırır]. Bunu duyan yavrusunu kaybetmiş olan ana geyik, yavrusunun yanına koşar veavcıya yakalanır.”[79]
Lisanü’l-Arab’ın verdiği bu bilgiye göre “huvar”, bir hayvanın normal böğürmesi değil, bir hayvanı tuzağa düşürmek için başka bir hayvana çıkartılan sestir. Yani “çeken, aldatan bir ses”tir. Nitekim bu, bir yöntem olarak ördek ve keklik avında da yaygın şekilde kullanılmakta, hatta “huvar” bir nevi boru ile taklit bile edilmektedir.

Konumuza bu bilgiler ışığı altında bakıldığında, ayetlerde “böğürtüsü [çekici, aldatıcı sesi] olan ceset” olarak nitelenmiş buzağının [altının] insanları tuzağa düşüren bir özelliğe, aldatıcı bir cazibeye sahip olduğu anlatılmaktadır.

Sonuç olarak bize göre burada konu edilen buzağı, [böğürmesi, çekici, aldatıcı sesi olan ceset], “altın”dır. Nitekim 148. ayetteki “kendi kadınlarının süs takılarından bir buzağı” ifadesi de buzağının ziynet olduğunu bildirmek suretiyle bu görüşü doğrulamaktadır. “Altın”ın [ziynetin] insanları nasıl tuzağa düşürdüğü, nasıl onları kendisine köle yaptığı [insanların “altın”ı ilâh edindiği], günlük hayatın içinde hiç çaba sarf etmeden görülebilecek bir olgu durumundadır. Ayrıca aynı kıssanın Bakara/67–71. ayetlerindeki anlatımında, ilâh edinilen sığır için kullanılan “sarı, lekesiz ve bakanlara haz veren” ifadeleri de aynen “altın”ın özelliklerini yansıtmaktadır. Bu konu, orada Rabbimizin “Bakara [sığır]” ifadesinin tevilini yapışı ile daha iyi anlaşılmış olacaktır.

Bu pasajda anlatılanlar Kitab-ı Mukaddes’in Çıkış/ 19 ve 32. Bölümlerinde  yer almaktadır

Kur’an’daki anlatım Kitab- mukaddes’teki anlatımdan farklıdır. Hele Musa peygamberin ilâhî emirlerin yazılı olduğu levhaları parçalayacak derecede hiddetine yenik düşmesi ve yere atılan taş levhaların üzerindeki yazılar okunmayacak şekilde parçalanması kabul edilir şeyler değildir.*





*İşte Kuran, Araf Suresi

Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim