• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

51Yunus Suresi 3-6




Hatalı Çevrilen Ayetler


51Yunus Suresi 3-6


Hatalı Çeviri:
3. Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah’dır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâla düşünmüyor musunuz!

4. Allah’ın gerçek bir vâdi olarak hepinizin dönüşü ancak O’nadır. Çünkü O, mahlûkatı önce (yoktan) yaratır, sonra da iman edip iyi işler yapanlara adaletle mükâfat vermek için (onları huzuruna) geri çevirir. Kâfir olanlara gelince, inkâr etmekte oldukları şeylerden ötürü onlar için kaynar sudan bir içki ve elem verici bir azap vardır.

5. Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (aya) birtakım menziller takdir eden O’dur. Allah bunları, ancak bir gerçeğe (ve hikmete) binaen yaratmıştır. O, bilen bir kavme âyetlerini açıklamaktadır.

6. Gece ve gündüzün değişmesinde (uzayıp kısalmasında) Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, (Onu inkâr etmekten) sakınan bir kavim için elbette nice deliller vardır!




Doğru Çeviri:
3Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran194, işi yönetip duran Allah'tır. Dünyada yardım edecek, destek olacak kişi ancak O'nun izninden/ bilgisinden sonra yardım edebilir. İşte Bu, Rabbiniz Allah'tır. O hâlde O'na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?

4Hepinizin dönüşü sadece O'nadır. Allah, bunu hak olarak vaat etmiştir. Şüphesiz O, halkı ilk baştan oluşturur, sonra iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseleri nasipleri/ hakları olan payları ile karşılık vermek için geri döndürür. Şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedetmiş olan şu kimseler, küfürleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedetmeleri nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap kendileri için olanlardır.

5O, güneşi bir aydınlık, ay'ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, aya menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile oluşturmuştur. O, bilecek olan bir toplum için âyetleri ayrıntılı olarak açıklar.

6Şüphesiz gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde oluşturduğu şeylerde, Allah'ın koruması altına giren bir toplum için nice alâmetler/göstergeler vardır.



3Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, işi yönetip duran Allah'tır. Dünyada yardım edecek, destek olacak kişi ancak O'nun izninden/ bilgisinden sonra yardım edebilir. İşte Bu, Rabbiniz Allah'tır. O hâlde O'na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?



Bu ayette peygamberimize Allah’ı tanıtma yükümlülüğünü yerine getirmesi için gerekli olan "Allah’ı tanıtıcı bilgiler"den bazıları verilmektedir. Bu bilgilerden şu dört tanesi ayette ön plâna çıkarılmıştır:

1- Allah, gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır:

"اليوم Yevm" sözcüğü Türkçeye "gün" olarak çevrilebildiği gibi "devir" olarak da çevrilebilir. Çünkü Arapçada "yevm" sözcüğü hem gündüz ve geceden oluşan 24 saatlik bir "devir [gün]" anlamına, hem de genel olarak "devir" anlamına gelir.

"Yevm" sözcüğünün buradaki anlamının "devir" olarak kabulü, bizlere Kur`an`ın bir mucizesini daha görme imkânı vermektedir. Bilindiği gibi günümüz itibariyle elde edilmiş kozmolojik bulgular, evrenin [dolayısıyla Dünya’nın da] bir takım evrelerden geçerek bugünkü durumuna geldiğini göstermektedir. Kur`an, evrenin ve dünyanın 6 "yevm"de [devirde] yaratıldığını bildirerek, bugünkü bilimsel bulgularla varılan sonucu, yani oluşumun evreler, devirler hâlinde gerçekleştiğini on dört asır önceden ilân etmiş ve bir mucizesini daha gözler önüne sermiştir.

Bu konu daha evvel Kaf suresinde detaylı olarak açıklandığı için bu kadarla yetiniyor, daha fazla bilgi edinmek isteyenlerin ilgili bölümü yeniden okumalarını öneriyoruz.


2- Allah, arş üzerinde istiva edendir:
Müteşabih bir kavram olan "استوى istiva" sözcüğü ayette mecaz olarak kullanılmıştır. Sözcüğün mecazi anlamı "egemenlik kurdu, kontrolü altına aldı" demektir.

5Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], en büyük taht üzerine egemenlik kurmuştur. 6Göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler, bu ikisinin arasında olan şeyler ve nemli toprağın altında bulunan şeyler yalnızca Rahmân'ındır. [Ta Ha/5]

54Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki oluşturma ve sistemler kurup yürütme sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne cömerttir! [A'râf/54]

29O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için oluşturandır. Sonra da O, semaya egemenlik kurdu; onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi en iyi bilendir. [Bakara/29]

"İstiva" sözcüğü, yukarıdaki ayetlerden başka, Yunus/3, Ra'd/2, Furkan/59 ve Secde/4’te de bu şekilde geçmektedir.
Görüldüğü gibi, ayetlerdeki " استوى istiva" sözcüğü, müteşabih bir anlatımla Allah'ın gücünü ve kuvvetini ifade etmektedir. Bu müteşabih ifadelerin çoğu, o günkü Araplar arasında dolanımda olan ifade kalıplarıdır. Bu nedenle Yüce Allah da kendi muradını Arapların o günkü konuşma ve anlamalarına uygun olan bu deyim ve kalıplarla ifade etmiştir.

Kur'an'da müteşabih ayetlerin varlığını bildiren Âl-i Imran suresinin 7. ve Zümer suresinin 23. ayetleri göz ardı edilip müteşabih ayetlerdeki her ifade zahirî, lâfzî ve hakikat anlamlarıyla dikkate alınırsa, bu, Kur'an'ın ruhuna aykırı bir davranış olur. Meselâ Allah'ın gelmesi, inmesi, yaklaşması, Arş üzerine istiva etmesi, gökte olması, eli olması, yüksek-açık ufukta olması, Âdem ve İblis ile bire bir diyalog kurması, görmesi, işitmesi müteşabih ifadeler olup bunlar ehil kişilerce tevil edilirler.

Müteşabih ifadelerin anlaşılmasını zamana ve ehline bırakmak daha doğru bir davranıştır. Zaman içinde mutlaka her ilimde rasih olanlar çıkar ve bu donanımlı uzmanlar o ayetleri gereği gibi tevil ederler.

"العرش Arş" sözcüğü, iktidar alameti olan "kral koltuğu, taht" demektir. "Arşın sahibi" ifadesi ise yeryüzünün, gökyüzünün, içindeki varlıklarıyla tüm evrenin tek sahibi, tek yöneticisi, tek hükümranı anlamına gelir. Her şeyin ve herkesin sahibi olan bu yüce varlık, kimsenin ve hiçbir şeyin kendisinden kaçamayacağı Allah’tır.

3- "İŞİ YÖNETİP DURAN" ALLAH’TIR:

Ayette geçen " تدبيرtedbir" sözcüğü, "bir işin iyi bir sonuca ulaşması için ardını ve akıbetini, önünü ve sonunu, bilerek, hesap ederek gözetmek, takdir ve idare etmek" demektir. Bu ifade kullanılmak suretiyle Allah’ın yarattıktan sonra evrenle ilişkisini kesmediği, aksine evrenin yönetimini sürekli kontrolü altında bulundurduğu vurgulanmaktadır.

4- ŞEFAATÇİ, ANCAK ALLAH’IN İZNİNDEN SONRADIR:

Bu ifade, şefaatin Allah’ın iznine bağlı olduğu anlamına gelmektedir. Ancak bu, Allah’ın bu konuda herhangi bir kişiye veya zümreye şefaat etme izni verdiği veya vereceği şeklinde yorumlanamaz. Çünkü Rabbimizin bu meyanda bir bildirimi yoktur. Şefaat konusu ile ilgili daha fazla detay Necm, Meryem ve Ta Ha surelerinde sunulmuştur.

Ayetteki " شفيعşefi’" sözcüğünü "çift, ikincil, yani ikinci olan, yaratılan, yaratıklar" anlamında alarak "Şefaatçi ancak Allah’ın izninden sonradır" ifadesinin "her var olanın, her meydana gelenin ancak Allah’ın izni ile var olup meydana geleceği" anlamına geldiğini söylemek de mümkündür. Çünkü Fecr suresinde belirttiğimiz gibi, "çift sayı" kavramı, aynı türden birden fazla unsurun varlığına işaret eder; başka bir ifadeyle, karşıtı veya karşıtları olan ve bu sebeple başka şeylerle ilişki içinde bulunan her şeyi kapsar.

Ayetin son bölümünde yer alan "İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?" ifadesiyle müşriklere şöyle denilmektedir: "İbadeti tek ve ortağı olmayan Allah’a tahsis ediniz, ey müşrikler! Durumunuz hakkında öğüt dinlemez misiniz ki, Allah ile beraber O’nun yegâne yaratıcı olduğunu bildiğiniz hâlde bir başkasına da ibadet ediyorsunuz?"

Konumuz olan ayet, Zühruf ve Müminun surelerinde detaylandırılmıştır:

82Göklerin ve yerin Rabbi, en büyük tahtın Rabbi onların niteledikleri şeylerden arınıktır.
83Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar.
84Ve O, gökteki ilâh olandır ve yeryüzünde ilâh olandır. Ve O, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır, çok iyi bilendir.
85Ve göklerin, yeryüzünün ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece Kendisine ait olan Allah ne cömerttir. Kıyâmet anının bilgisi de yalnızca O'nun yanındadır. Ve siz sadece O'na döndürüleceksiniz.
86Ve onların, O'nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler yardıma, desteğe, iltimasa mâlik olamazlar. Ancak hakka şâhit olan Zat bunun dışındadır. Onlar da biliyorlar.
87Yine andolsun ki, onlara kendilerini kimin oluşturduğunu sorsan, kesinlikle: "Allah" derler. O hâlde nasıl çevriliyorlar!
88Ve onun, "Ey Rabbim! Bunlar şüphesiz imana gelmez bir toplumdur" demesi kanıttır ki...
89Artık sen onlardan vazgeç ve "Selâm!" de. Artık onlar yakında bileceklerdir. [Zühruf/82-89]

84De ki: "Eğer biliyorsanız, bu yeryüzü ve onun içindeki kimseler kime aittir?"
85Onlar: "Allah'a aittir" diyecekler. "Öyle ise siz düşünüp taşınmaz mısınız?" de.
86De ki: "Yedi göklerin Rabbi ve çok büyük tahtın Rabbi kimdir?"
87Onlar, "Allah'ındır/Allah'tır" diyecekler. Sen: "Öyleyse Allah'ın koruması altına girmeyecek misiniz?" de.
88De ki: "Eğer biliyorsanız; her şeyin mülkiyeti ve yönetimi Kendisinin elinde olan ve Kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat Kendisi korunmayan kimdir?"
89Onlar, "Allah'ındır/Allah'tır" diyecekler. Sen: "Öyle ise nasıl büyülenirsiniz?" de.
90Aslında Biz onlara hakkı getirdik, onlar ise kesinlikle yalancıdırlar. [Müminun/84-90]



4Hepinizin dönüşü sadece O'nadır. Allah, bunu hak olarak vaat etmiştir. Şüphesiz O, halkı ilk baştan oluşturur, sonra iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseleri nasipleri/ hakları olan payları ile karşılık vermek için geri döndürür. Şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedetmiş olan şu kimseler, küfürleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedetmeleri nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap kendileri için olanlardır.


Bu ayette, 3. ayetteki "işi yönetip duran Allah’tır" ifadesi biraz daha açılarak Rabbimizin yarattığı varlıkları daha sonra da kontrol etmeye devam ettiği üzerinde durulmuş, yaratılıştan sonraki ikinci aşamanın dünyanın sonuna kadar Allah’ın kontrolünde olduğu ve adaleti sağlamak maksadıyla insanların mutlaka dirilteceği vurgulanmıştır.

Yeniden diriltilmenin mümkün olduğu Kur’an’da günlük hayattan birçok aklî örnekler gösterilerek açıklanmış, her şeyi ilk defa yaratan ve bu yaratmayı sürekli devam ettiren Allah’ın, istediği her şeyi kıyametin ardından istediği biçimde yeniden yaratabileceği, bunun O’na çok kolay olduğu, mukayeseler yapılarak defalarca tekrarlanmıştır:

9Ve Allah, rüzgârları gönderendir. Sonra onlar da bir bulutu harekete geçirip yukarılara kaldırır. Derken Biz, o bulutu ölmüş bir beldeye sürüp göndermişizdir. Böylece yeryüzüne ölümünden sonra onunla hayat veririz. İşte böyledir ölmüş çürümüş insanlara hayat vermek. [Fatır/9]

39Şüphesiz senin yeryüzünü boynu bükük görüp de Bizim onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, onun titreşmesi ve kabarması da O'nun alâmetlerinden/göstergelerindendir. Şüphesiz ki ona hayat veren, kesinlikle ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü yetendir. [Fussilet/39]

21Sen, şüphesiz Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki pınarlara koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu sararmış gördüğünü, sonra da onu bir çöpe çevirdiğini görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Şüphesiz, bunda kavrama yeteneği olanlar; temiz akıl sahipleri için kesinlikle bir öğüt/hatırlatma vardır. [Zümer/21]

18Allah, hangi şeyden oluşturdu kendisini? 19Bir spermden! Allah, oluşturdu da ölçümlendirip-biçimlendirdi, 20sonra, yaşarken elçi göndererek, kitap indirerek hak yolu kendisine kolaylaştırdı, 21sonra onu öldürdü, kabre koydurdu, 22sonra dilediği zaman diriltip ortaya çıkardı.

23Kesinlikle kendisinin düşündüğü gibi değil! O insan, Allah'ın kendisine emrettiğini şimdiye kadar hiç yerine getirmedi.

24Hadi, bakıversin insan kendi yiyeceğine! [Abese/18-24):]

Ve Ya Sin/79-81, Kaf/15, Kıyamet/36-40, Hacc/5-7, İsra/50-52, Ahkaf/33, Naziat/27, En’am/60, 62, Zümer/42, Vakıa/60-62.

Konumuz olan 4. ayetteki "sonra iman eden ve salihatı işleyen kimseleri kıst [nasipleri, hakları olan payları] ile karşılık vermek için geri döndürür" ifadesiyle ahiretin neden gerekli olduğu açıklanmaktadır.

38,39Ve kâfirler, "Allah, ölen kimseyi diriltmez" diye en kuvvetli yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir vaat olarak, onların, hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeyi onlara açığa koymak ve gerçekleri örtbas eden kimselerin, yalancıların ta kendisi olduklarını bildirmek için diriltecektir. Ama, insanların çoğu bilmiyorlar. (Nahl/38, 39)

Ahiretin gerekliliği, bu ayetlerin ışığı altında şu şekillerde ortaya konabilir:

AHİRETİN GEREKLİLİĞİ

*Ahiret korkusu, rahatını sevecek ve dünya nimetlerini arzu edecek bir yapıda yaratılmış olan insanı bu uğurda işleyeceği suçlar konusunda caydırıcı bir unsurdur. Çünkü menfaati için her türlü sorumsuz davranışta bulunabilecek yapıdaki insan ancak bir "mükâfat ve ceza yurdu"nun varlığı sayesinde kendisini denetleyebilmekte, böylece dünya yaşamındaki kötülüklerin artış hızı bir parça da olsa frenlenmektedir. Ahiret korkusunun hiç olmadığı bir dünyadaki fesadın, kargaşanın, düzensizliğin hayali bile korkunçtur.

* Kendisine doğru yol gösterilmesine karşılık, insan, bu dünyada tam olarak özgür bırakılmıştır. Dolayısıyla insanlardan bazısı imanı, bazısı küfrü, bazısı da şükrü veya nankörlüğü tercih etmektedir. Mantıkî olarak düşünüldüğünde, tam bir serbesti içinde yapılan bu tercihlerin mutlaka mükâfat ya da ceza şeklinde karşılık bulması gerekmektedir. Bu karşılıkların verileceği yer ahirettir.

*İnsanın yaptıklarının tam karşılığını bu dünyada aldığını söylemek mümkün değildir. Zira birçok iyi davranış görülmediği veya görmezden gelindiği için karşılıksız kalır, birçok iyi kimse de hiç suçu yokken zulme uğrar, suiistimale maruz kalır. Oysa adalet, karşılıkların tam olarak alınmasını gerektirir. O hâlde, yapılan zerre kadar bir hayır ve şerrin bile ihmal edilmediği, kesin adaletin sağlandığı bir başka dünya daha olmalıdır. İşte, bu dünya ahiret yurdudur ve orada bütün ameller, "Hâkimler Hâkimi", "Adiller Adili" Allah tarafından karşılıklandırılacak, böylece hakk yerini bulmuş olacaktır.

قسطKIST VE عدلADALET

Ayette geçen " قسطkıst" sözcüğü genellikle " عدلadalet" diye açıklanmıştır. Böyle açıklanmış olmakla beraber, "kıst" sözcüğü tam olarak "adalet" demek değildir. Çünkü "adalet", "bire bir karşılık, denge, denklik, eşitlik" [Lisanü’l-Arab; c.7, s. 359-360] demek iken, "kıst" sözcüğü "nasip, pay, hak edilmiş olan pay" [Lisanü’l-Arab, c.6, s. 123-128] demektir.

"Kıst" söz konusu olduğunda, mutlaka hak edilen ve söz verilen kadar karşılık ödenir. Bir nevi eşitlik olan "adalet" ise işlenene bire bir karşılık vermeyi gerektirir. Hâlbuki eşitlik her zaman hakkın karşılığı değildir, hatta bazen de zulümdür. Nitekim çalışma hayatında eşitlik esası değil, elemanların kalifiye oluşu, kıdemi gibi hususlar hesaba katılarak kıst esası uygulanır; böylece ücretler kişilerin niteliklerine göre belirlenir. Bir aile reisi de evlâtları arasında eşitlik ilkesiyle değil, kıst ile muamele yapar. Çünkü her çocuğun yaşına ve gördüğü eğitime göre ihtiyaçları değişiktir ve çocuklar aile bütçesinden bu ihtiyaçlara göre pay alırlar. Meselâ, biri ilk öğretimde diğeri üniversitede okuyan iki çocuklu bir aile, çocukların harçlıklarını hiçbir zaman eşit miktarlarda tespit etmez.

Türevleriyle birlikte Kur’an’da 27 kez yer alan " قسطkıst" sözcüğünün, " اقتساط iktisat [zulme yol açmadan, aşırıya kaçmadan, hayırlı, yararlı yolu izlemek (Bu sözcük, "orta yolu izlemek" anlamındaki " قصدkast" sözcüğünün türevlerinden olan "إقتصادiktisad" sözcüğüyle karıştırılmamalıdır)", " تقسيط taksit [hakkı olan bir şeyi belli zamanlara pay pay bölmek]" ve " قسطاسkıstas" formları Arapça anlamlarının aynısıyla Türkçede de kullanılmaktadır.

Rabbimiz hem " عادلAdil", hem de " قاسطKasit"tir. Yani, hem adaletle hem de kıst ile muamele eder:

71Ve Allah rızık konusunda kiminizi kiminize fazlalıklı kılmıştır. Kendilerine fazlalık verilenler, kendi rızıklarını; yiyip içeceklerini, servetlerini, sözleşmeler gereği himayelerinde bulundurdukları kimselere, hepsi rızıkta eşit olmak üzere vermezler. O hâlde bunlar Allah'ın nimetini bilerek örtbas mı ediyorlar? [Nahl/71]

32Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. [Zühruf/32]

Mirasın dağıtımında evlâtlar arasındaki pay farklılığı ve miras taksiminde başkasına ait yetim bulunması hâlinde o yetime de pay verilmesi, Rabbimizin "kıst" ile muamelesinin örneklerindendir.

Rabbimiz insanlara da kıst ile muamele etmelerini emretmiş ve bu davranışta bulunanları övmüş ve sevdiğini bildirmiştir.

42Yalana çok kulak verenler, haramı çok yiyenler; artık onlar, eğer sana gelirlerse, aralarında hükmet ya da onlara mesafeli dur. Ve eğer onlara mesafeli durursan, artık sana hiçbir zaman zarar veremezler. Ve eğer hükmedersen, o zaman aralarında hakkaniyetle hükmet. Şüphesiz Allah, hakkaniyetle davrananları sever. [Maide/42]

9Ve eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle savaştırılırlarsa, hemen onların arasını düzeltin. Şâyet biri ötekinin üzerine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Sonra da eğer dönerse aralarında adaletle barış yapın ve hakkaniyetle davranın. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever. [Hucurat/9]

Bu konuda ayrıca Bakara/282, Ahzab/5, Âl-i Imran/18, 21, Nisa/3, 127, 135, En’am/152, A’raf/29, Yunus/4, 47, 54, Mümtehine/8, Hud/85, Enbiya/47 ve Rahman/9’a bakılabilir.

"Kıst" sözcüğü, "adl" sözcüğü gibi "ezdat"tandır. "Hak edilmiş pay" anlamında kullanılan sözcük, aynı zamanda bu anlamın zıddı olan "zulüm, hakkı gasp etme" anlamında da kullanılır:
... 14Ve gerçekten bizim durumumuz ise; Müslümanlar bizdendir, yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da bizdendir. Ama kimler Müslüman olduysa, işte onlar doğruya, güzele, iyiye, gerçeğe gitmeyi arayanlardır.15Ama inanç konusunda yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara gelince, onlar da cehennem için odun olmuşlardır" demişlerdir. [Cinn/14, 15]


حميمHAMİYM

Ayetten anlaşılacağı gibi, insanlar ahirette iki genel grupta toplanacaklardır. Bu grupların bir tanesi "iman eden ve salihatı işleyenler" grubu, diğeri de müşrikler, münafıklar ve inkârcıların da dâhil olduğu "kâfirler" grubudur. Konumuz olan 4. ayette, "Kâfirler" grubu için cehennemde hazır bulundurulacak şeylerden birinin de "kaynar su" anlamına gelen "hamiym" olduğu bildirilmektedir. Muttakiler cennette her türlü nimet içinde mutlu yaşarken, kâfirler de cehennemde acıklı bir azaba maruz kalacaklar, içecek olarak kaynar su tadacaklardır.

Cehennemdeki cezalandırmalar arasında "hamiym [kaynar su]" da bulunacağı başka ayetlerde (Nebe’/21-30, Muhanmmed/15, Rum/27, Vakıa/42-44, Rahman/41-44 ) de konu edilmiştir.



5O, güneşi bir aydınlık, ay'ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, aya menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile oluşturmuştur. O, bilecek olan bir toplum için âyetleri ayrıntılı olarak açıklar.

6Şüphesiz gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde oluşturduğu şeylerde, Allah'ın koruması altına giren bir toplum için nice alâmetler/göstergeler vardır.


Rabbimiz, evrende apaçık görünen Güneş ve Ay gibi ayetlerine dikkat çekerek kendi kudret ve ilmine işaret etmektedir. Ayetteki ifadede Güneş’in " ضياءZiya", Ay’ın ise " نورNur" olarak nitelenmesi dikkat çekicidir. Bu niteleme başka ayetlerde (Furkan/61, Nuh/16, Nebe/12, 13) de yapılmıştır.
Yukarıdaki ayetlerden, Güneş’in alev alev yanan bir enerji, ışık kaynağı; Ay’ın da bir ışık yansıtıcısı olduğu anlaşılmaktadır. Konu ile ilgili bilimve teknik kitaplarında ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.

AY’IN MENZİLLERİ

Konumuz olan 5. ayetteki "Ay’ın menzilleri" ifadesi Ya Sin suresinde de geçmiş ve konu orada açıklanmış idi. Ay’ın Dünya’dan görünüşünün her gün değiştiği; "hilâl"den başlayarak 14. günde "dolunay" hâline gelen Ay’ın, sonraki günlerde yavaş yavaş tekrar eski şekline döndüğü eski tarihlerden beri bilinmektedir. Ay’ın görümündeki bu değişikliklerin daima aynı periyot ve şekilde olması, "Ay’ın Menzilleri" olarak değerlendirilmektedir. Daha fazla ayrıntı için ilgili bölümün Ya Sin Suresi’nden tekrar okunmasını öneriyoruz.*





194 Ayetin orijinalinde geçen istiva ifadesi, mecâzen, “egemenlik kurdu, kontrolü altına aldı” demektir. Âyetlerde görüleceği üzere “Arşa istva etti” ifadeleri, “en büyük, en yüce makamda egemenlik kurdu, kontrolü eline aldı” anlamındadır. Müteşâbih olan bu kavram, âyette mecâzî olarak kullanılmıştır. İstiva sözcüğü, Resmi Mushaf'ın Yûnus/3, Ra‘d/2, Furkân/59, Secde/4, Tâ-Hâ/5, A‘râf/54, Bakara/29. âyetlerinde de yer alır. Âyetteki istiva eden ifadesi ile kastedilen de, “Allah”tır. Çünkü “istiva”, Allah'ın sıfatlarından olup melek veya kulların sıfatı değildir.




*İşte Kuran, Yunus Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim