• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

87Bakara Suresi 75-78, 62






Hatalı Çevrilen Ayetler






Bakara Suresi 75-78, 62

75.Peki siz, onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysaki onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmına kulak verirler, sonra, onu iyice anladıktan sonra, bile bile onu değiştirip bozarlar.
76.Ve onlar, iman etmiş kimselere rastladıklarında, “İnandık” derler, birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman da, “Allah’ın sizin aleyhinizde hüküm verdiği şeyleri Rabbinizin nezdinde aleyhinize delil olarak kullansınlar diye mi onlara söylüyorsunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” dediler.
77.Onlar, şüphesiz Allah’ın, kendilerinin sır olarak sakladıkları şeyleri ve açığa vurdukları şeyleri bildiğini bilmiyorlar mı?
78.Bunlardan bir kısmı da, kuruntu dışında Kitab’ı bilmeyen, okuma-yazma bilmeyen/analarından doğdukları gibi kalmış kimselerdir. Bunlar, sadece zannediyorlar.
62.Şüphesiz şu, iman etmiş kişiler, Yahûdileşmiş kişiler, Nasrâniler ve Sabiîler/doğal dindarlar; her kim Allah’a ve âhiret gününe iman eder ve sâlihi işlerse, artık Rableri katında bunlar için ecirleri vardır. Bunlara bir korku yoktur. Bunlar mahzun da olmayacaklar.




Bu âyet, birinci planda, Yahûdilerin iman ve amelleri ne olursa olsun ebedî kurtuluşun tekellerinde olduğu hususundaki yanlış inançlarını reddetmekedir. Çünkü onlar, kendilerinin Allah’la özel bir ilişkileri olduğunu, inançları ne olursa olsun sadece İsrâîloğulları’ndan olmaları nedeniyle doğruca cennete gideceklerine ve diğer insanların ise cehenneme gideceklerine inanıyorlardı.


İkinci planda, bu âyetin mesajı evrensel olup tüm kitle ve zamanlara yöneliktir. Burada zikri geçen dört grup insandan; mü’min, Yahûdi, Nasrâni ve Sâbiîlerden Allah’a ve âhiret gününe iman eden ve sâlihi işleyenlere âhirette mükâfât verileceği, herhangi bir korku olmayacağı ve onların üzülmeyecekleri beyân edilmiştir.


Bunun bir benzeri de şu âyettir:
69.Şüphesiz şu iman etmiş kişiler, Yahudileşmiş kişiler, Sabiîler/doğal dindarlar ve Nasraniler; kim Allah’a ve âhiret gününe iman eder ve sâlihi işlerse, artık onlar için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.(Mâide/69)

         
                                                                        

Âyetteki, Yahûdileşmiş kişiler ifadesi ile “Yahûdiler” kasdedilmektedir. Yahûdilere bu ismin verilmesi, iki şekilde açıklanabilir:

A) Bu, “Ya‘kûb’un en büyük oğlu olan “Yehûda”ya mensup olanlar, onun soyundan gelenler, onun izinden yürüyenler” demek olabilir.

B) Bu isim, “tevbe etti” anlamındaki hâde fiilinden türemiştir. Ve Yahûdiler altına tapma, aşırı çıkarcı olma ve daha birçok yanlıştan tevbe ettikleri için bu isimle isimlenmiş olabilirler.


Âyetteki, Nasrâniler ifadesi ile de, “Îsâ’nın ashâbı ve Hristiyanlar” kasdedilmiştir. Onlara bu ismin verilmesi de iki şekilde açıklanabilir:
a) Bu sözcük, “yardım etmek” anlamındaki nasara‘dan gelebilir. Bu ismin verilmesi birbiriyle yardımlaşmalarındandır. Onlara aynı zamanda ensâr [yardımcılar] ismi de verilir:

52,53.Sonra Îsâ, onlardan küfrü: Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyisezince: “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havariler: “Allah’ın yardımcıları biziz, biz Allah’a iman ettik, bizim şüphesiz müslimler olduğumuza tanık ol. –Rabbimiz! Biz, senin indirdiğine iman ettik, elçiye de uyduk. Artık bizi şâhitlerle beraber yaz”– dediler. (Âl-i İmrân/52)

                                                                              
14.Ey iman etmiş kişiler! Allah’ın yardımcıları olun; nitekim Meryem oğlu Îsâ, havarilere: “Allah’a benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler: “Allah’ın yardımcıları biziz” dediler. Sonra İsrâîloğulları’ndan bir zümre inandı, bir zümre inanmadı. Sonra da Biz, inanmış kimseleri, düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler. (Saff/14)
                                                                                  
b) Nasârâ isminin verilmesi, Îsâ peygamber ve ilk taraftarlarının, “Nasıra” denilen bir yerde oturmalarındandır. Sözcüğün anlamı, “Nasıralılar” demektir.



SÂBİÎLER
Âyetlerde bir de, الصّابئين’den [sâbiîn'den/sâbiîlerden] söz edilmektedir. Bunların kimliği ötedenberi tartışmalıdır. Bu hususta klasik kaynaklardaki açıklamalar şu şekildedir:

1) Mücâhid ve Hasan Basrî, bunların kestikleri hayvanlar yenilmeyen ve kadınları ile evlenilmeyen Mecûsî ve Yahûdilerden olan bir tâife olduğunu söylemişlerdir.


2) Katâde, bunların meleklere tapan ve hergün beş kere güneşe doğru ibâdet eden kimseler olduğunu söylemiş; sözüne devamla şöyle demiştir: “Beş türlü din vardır. Dördü şeytânın, biri Allah’ın dinidir. Meleklere tapan Sâbiîlerin, ateşe tapan Mecûsilerin, putlara tapan müşriklerin ve Ehl-i Kitab’ın dini şeytânın dinidir.


3) Doğruya en yakın olan bu görüşe göre, Sâbiîler, yıldızlara tapan bir tâifedir. Sâbiîlerin bu hususta iki değişik görüşleri vardır:

A) Kâinatın yaratıcısı Cenâb-ı Allah’tır. Ancak O, bu yıldızlara tazim edilmesini ve onların ibâdet, duâ ve tazim için kıble kabul edinilmesini emretmiştir.

B) Allah felekleri ve yıldızları yaratmıştır. Fakat, âlemdeki hayır, şerr, sıhhat ve hastalık gibi şeyleri idare eden, düzenleyen ve yaratan bu yıldızlardır. Bundan dolayı insanların, onlara tazim etmesi gerekir. Çünkü bunlar âlemi idare eden ilâhlardır. Hem bu yıldızlar da Cenâb-ı Hakk’a ibâdet ederler. Bu mezheb, Hz. İbrâhîm’in (a.s) itikadlarını reddetmek ve iptal etmek için geldiği, Keldânilere âit bir mezhebdir.[16]


Sâbiîler; Mecûsîler, Yahûdiler ve Hristiyanlar arasında bir kavim olup dinleri yoktur. İbn Ebî Nûceyh de böyle rivâyet eder. Keza Atâ ve Sa‘îd ibn Cübeyr’den de böyle rivâyet edilmiştir. Ebu’l-Âliye, Rebî ibn Enes, Süddî, Câbir ibn Zeyd ve Dahhâk, Sâbiîlerin Ehl-i Kitabtan bir fırka olup Zebur’u okuduklarını söyler.
Heşîm Mutraf’tan nakleder ki o şöyle demiş: “Biz Hakem ibn Uteybe’nin yanında bulunuyorduk. Basralının biri Hasan’dan nakletti ki o, Sâbiîlerin Mecûsîler gibi olduğunu söylemiş. Hakem, ‘Ben size bunu haber vermedim mi?’ demişti.”
Abdurrahmân ibn Mehdi de Muâviye ibn Abdulkerîm’den nakletti ki o şöyle demiş: Ben işittim ki Hasan, Sâbiîleri anlatıyordu. “Onlar, meleklere tapınan bir kavimdiler” dedi.
Ebû Ca‘fer er-Râzî dedi ki: “Bana ulaştığına göre Sâbiîler meleklere tapınan, Zebur’u okuyan ve kıbleye doğru ibâdet eden bir kavim imiş. Sa‘îd ibn Arûbe, Katâde’den aynı şekilde rivâyet eder.
İbn Ebû Hatim der ki: Bana Yûnus… Ebû Zenâd’dan nakletti ki o şöyle demiş: “Sâbiîler Irak’ın ötesinde bir kavim olup Kûsâlıdırlar, bütün peygamberlere inanırlar ve her yıl otuz gün oruç tutarlar, Yemen’e doğru günde beş vakit namaz kılarlar.”
Vehb ibn Münebbih’e, “Sâbiîler kimdir?” diye sorulduğunda, o “Allah’ı bir olarak tanıyan, fakat amel edecekleri bir şeriatı bulunmayan ve küfür sözü söylemeyenlerdir” demiştir.
Abdullah ibn Vehb der ki: Bana Abdurrahmân ibn Zeyd şöyle dedi: “Sâbiîler dinlerden bir dinin mensubudurlar. Onlar Musul el-Cezire’sinde bulunurlardı ve ‘lâ ilâhe illallâh’ derlerdi. Ancak ne amelleri, ne kitapları, ne de peygamberleri vardı. Sadece Allah’tan başka ilâh bulunmadığını kabul ederlerdi.”
Abdurrahmân ibn Zeyd dedi ki: “Onlar bir peygambere de inanmazlar, bunun için müşrikler Hz. Peygamber ve arkadaşlarına, ‘Bunlar Sâbiîlerdir’ diyorlardı.” Yani, Allah’dan başka ilâh olmadığını söyledikleri için onlara benzetiyorlardı.
Sözlerin en açığı –Allah en iyisini bilir– Mücâhid ve onun ardından gidenlerden Vehb ibn Münebbih’in sözüdür ki buna göre; Sâbiîler ne Yahûdi, ne Hristiyan, ne Mecûsî ne de müşrik olan bir kavimdir. Onlar kendi fıtratları üzere oldukları gibi kalmışlardır. Tâbi olup uyguladıkları bir dinleri yoktur. Bunun için Araplar, müslüman olanlara Sâbiî ismini veriyorlardı. Yani, o gün yeryüzünde mevcûd olan dinlerden dışarı çıkmışlar, diyorlardı. Bazı ilim adamları da dediler ki: “Peygamber’in çağrısının kendisine ulaşmadığı kimselerdir.”[17]

Mücâhid, Hasan ve İbn Ebî Necih de der ki: “Bunlar dinleri Yahûdilik ve Mecûsilikten meydana gelmiş bir topluluktur, kestikleri yenmez.”
İbn Abbâs da, “Onların kadınlarıyla da evlenilmez” demiştir.
Yine el-Hasen ve Katâde şöyle demiştir: “Bunlar meleklere tapan, kıbleye doğru namaz kılan, Zebur’u okuyan ve beş vakit namaz kılan kimselerdir.”
Ziyad b. Ebû Süfyân bunları görmüş ve onların meleklere taptıklarını öğrenince üzerlerinden cizyeyi kaldırmak istemiştir.
İlim adamlarımızın anlattıklarına göre, görüşlerinin hülasası şudur: Bunlar muvahhid kimselerdirler, bununla birlikte yıldızların etkisine ve faal olduklarına inanırlar. Bundan dolayı Ebû Sa‘îd el-İstahrî hakklarında soru soran, el-Kâdir Billâh’a kâfir olduklarına dair fetva vermiştir.[18]

Sâbiîler, Yahûdilik ile Hristiyanlık arasındaki tek tanrılı bir dinî grup olarak bilinmektedir. İsimleri (bu isim, “kendini (suya) daldırdı” anlamındaki Ârâmîce tsebha‘ fiilinden türetilmiştir), onların Hz. Yahyâ’nın takipçileri olduklarına işaret etmektedir, ki bu durumda, bugün hâlâ Irak’ta yaşayan ve Mandeliler diye tanınan bir topluluğa mensup olabilirler. Ancak onları, İslâm’ın ilk çağlarında mevcut olan ve Müslümanlarca bütün tek tanrılı din sâliklerine tanınan avantajları elde etmek için gerçek Sâbiîlerin ismini bilinçli olarak kabullenmiş olmaları muhtemel bir irfânî/bilinirci [gnostic] mezhep olan “Harran Sâbiîleri” ile karıştırmamalıyız.[19]



Biz bu konuya sözcüğün anlamından hareket ederek yaklaşmayı tercih ediyoruz:

صبئين [sabiîn] sözcüğü, “devenin, davarın tırnağının, çocuğun dişinin çıkması, yıldızın doğması anlamlarını ifade eden ص ب ا [s-b-e] kökünden türemiş, çoğul ism-ifâil olup, anlamı “çıkanlar” demektir. Bunlar kendilerinin Nûh peygamberin dini üzere olduklarını kabul eden bir topluluktur. Sıhah‘ta ise bunların Ehl-i Kitaptan oldukları, kuzey yönünü kıble edindikleri yer alır. Tehzib‘de Leys’in, bunların Hristiyanlara benzedikleri, yalnız güneyi kıble edindikleri ve bunların Nûh dini üzere olduklarına inandıkları, ama yalancı olduklarını söylediği yer alır. Rasûlullah zamanında, Müslüman olanlara Mekkelileler قد صبأ[qad sabe’e/bir dinden başka bir dine geçti]derlerdi. Ebû İshâk ez Zeccâc, Kur’ân’daki Sâbiîlerin, “bir dinden başka bir dine geçenler” olduğunu söylemiştir. Araplar Rasûlullah’ı da Kureyş’in dinini terkedip İslâm’a girdiği için Sâbiî ismini takmışlardı.[20]


Bu açıklamalardan sonra vardığımız kanaat şudur: Bunlar, Allah’ın lütfuna mazhar olmaları hasebiyle şirkten uzak bir gruptur. Hristiyan, Yahûdi ve mü’minlerden ayrı bir grup olarak sayıldıklarından bunların, Rasûlullah’ı tanımayan-bilmeyen bir grup olduğu anlaşılıyor.


Bizce bunlar, akıllarıyla Allah’ın varlığı-birliği ve âhiret hakikatine ulaşan, fakat kendilerine elçi ve vahiy ulaşmayan “doğal dindarlar”dır.


80. âyette bu sözde uyanık toplumla ilgili, Dediler ki: “Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır” buyurulmaktadır. Onların bu sapıkça iddiası Âl-i İmrân sûresi’nde de reddedilmiştir:
24,25.Bu, onların, “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır” demeleri nedeniyledir. Onların uydurmuş oldukları şeyler de dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. Peki, kendisinde hiç şüphe olmayan o günde onları bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandıkları şeyler tamamen ödendiği zaman nasıl olacaktır?(Âl-i İmrân/24,25)

                                                                             
Âyetlerden anlaşıldığına göre Yahûdiler, Allah katında seçkin bir yere sahip olduklarına inanırlar, bu yüzden de işledikleri günahları önemsemezlerdi. Şu âyetler de onların inançları hakkında bilgi vermektedir:
120.Ve sen onların dinlerine/yaşam tarzlarına uymadıkça Yahûdiler ve Nasara/ Hristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar. De ki: “Şüphesiz Allah’ın kılavuzluğu, kılavuzluğun ta kendisidir.” Ve eğer bilgiden sana ulaşan şeyden sonra bunların boş ve iğreti arzularına uyarsan, senin için Allah katından herhangi bir yakın olmaz, herhangi bir yardımcı da olmaz.(Bakara/120)

                                                                               
111.Bir de inananları Yahûdileştirmek, Hristiyanlaştırmak isteyenler, “Yahûdi ve Hristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek” dediler. Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, delilinizi getirin.”(Bakara/111)

                                                                                            
135.Ve onlar, “Yahûdi veya Hristiyan olunuz ki kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız” dediler. Sen de ki: “Tam tersi, küfürden, Allah’a ortak koşmaktan dönen biri olarak Allah’ın ortaklarının olacağını kabul etmemiş olan İbrâhîm’in dinine/yaşam tarzına!”(Bakara/135)


                                                                                      
Allah’a iftira atan, Allah hakkında yalan uyduran bu kimseler kınanmakta ve tehdit edilerek uyarılmaktadır:
78.Ve Kitap Ehlinden, bazı söz ve ilkeleri, kitaptan olmamasına rağmen, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip büken akılsız, serseri bir gurup vardır. O, Allah katından olmadığı hâlde, “Bu, Allah katındandır” derler. Kendileri bilip dururken, Allah’a karşı yalan da söylerler.(Âl-i İmrân/78)

                                                                           
116.Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar. (Nahl/116)


                                                                         
13.Sonra da sözlerini bozmaları sebebiyle onları dışladık ve kalplerine katılık koyduk. Onlar kelimeyi/ sözcüğü yerlerinden/ öz anlamlarından değiştirirler. Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de terk ettiler. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen, onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik-güzellik üretenleri sever.(Mâide/13)*


                                                                                                                                                         
*İşte Kuran, Bakara Suresi






Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim