• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

43Fatır Suresi 10





Hatalı Çevrilen Ayetler

Fatır Suresi 10





Hatalı Çeviri:
10. Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.





Doğru Çeviri:
10.Her kim üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip olmak istiyorsa, bilsin ki en üstün, en güçlü, en şerefli, yenilmesi mümkün olmayan; mutlak galip olmak tamamıyla yalnızca Allah’ındır. Hoş kelimeler yalnızca O’na yükselir. Ve düzgün iş onu yükseltir. Kötülüklerin plânlarını yapan şu kişiler; onlar şiddetli azap kendileri için olanlardır. Onların plânları ise; o, darmadağın olur.


Bu ayette akıllı insanın nasıl ve kimden yana olması gerektiği mesajı verilmektedir. Buna göre, güç kuvvet, şan, şeref tamamıyla Allah’ındır. Dolayısıyla, güçlü, şerefli olmak isteyen mutlaka Allah’tan yana olmalıdır. Allah’ın vahyine karşı duranların, inançsızların her türlü plânları darmadağın olup gidecek, hiçbir işe yaramayacaktır. Bilinmelidir ki, Allah’tan yana olanların yolu “kelime-i tayyibe”den ve “salihatı işlemek”ten geçmektedir.


KELİME-İ TAYYİBE

كلمة طيّبة Kelime-i tayyibe”, “hoş, güzel söz” demektir. Kur’an’dan anlaşıldığına göre bu söz “La ilâhe illallah [Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur]” demektir ve bununla da kastedilen “gerçek iman”dır.


24,25.Görmedin mi; hiç düşünmedin mi, Allah nasıl bir örnek verdi? Güzel bir söz, kökü, sabit, dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle/ bilgisiyle her an ürün veren güzel bir ağaç gibidir. Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah, insanlara böyle örnekler verir.
26.Kötü bir söz’ün durumu da, yerden koparılmış, sabit kalma imkânı olmayan kötü bir ağaca benzer.
27.Allah, iman edenleri, basit dünya yaşamında ve âhirette sabit bir söze/imana sabitler. Allah, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları da saptırır. Ve Allah, dilediği şeyi yapar.  (İbrahim/ 24–27)


Ayetteki “düzgün amel onu yükseltir” ifadesi, Kur’an’da pek çok yerde geçen “iman eden ve salihatı işleyenler” nitelemesinin bir başka ifadesidir. Bu ifade, kuru kuru “Ben inandım” demenin yetersizliğini, imanın mutlak surette amel olarak yansıması gerektiğini göstermektedir. Nitekim Kur’an’da imansız amelin işe yaramayacağına dair onlarca ayet vardır. Amelsiz bir imanın yetersizliği bu ayette de böyle ifade edilmiştir. Anlaşılması gereken şudur ki, iman mutlaka dışa yansımalı, salihatı işlemek ve takva olarak kendini kişinin hal ve hareketlerinde açıkça göstermelidir.


Bu çok önemli konunun daha iyi anlaşılması için “Cennetin Bedeli Takva” adlı çalışmamızdan bir bölümü okuyucuya sunmayı yararlı görüyoruz:

İMAN AMEL İLİŞKİSİ
Konumuzun iyi anlaşılması için mutlaka iman ve amel ilişkisine de değinmek gerekiyor. Zira bu konunun hakikatinin bilinmemesi nedeniyle toplumda amelsiz insanlardan geçilmez oldu. Ameli olmadığı hâlde Müslümanlığı kimse elden bırakmıyor. Bu konu herkes tarafından doğru dürüst öğrenilmelidir ki, kimin gerçek kimin sahte Müslüman olduğu anlaşılsın.


İman, dil bilimcilerine göre; “Kesb / çalışma ve ihtiyar / özgür iradeyle seçim ile kalpte hâsıl olan tasdik” demektir. Yani iman, kelime anlamı olarak “verilen haberi kabul ve itiraf ederek haber sahibini yalanlamamak”tır.


Dinî terim olarak iman ise sadece tasdik olmayıp “Peygamberin Allah tarafından getirdiği ve dinden olduğu zarurî ve kesin olarak bilinen haber ve hükümleri kendi irade ve ihtiyariyle tasdik ederek bunları kabul ve itiraf etmek”tir.


Bizim üzerinde duracağımız nokta, bu tasdik, kabul ve itirafın nasıl olacağıdır:
-   Kalben kabul ve itiraf yeter mi?
-   Sadece dil ile kabul ve itiraf yeter mi?
-   Yoksa hem kalben hem de dil ile kabul ve itiraf mı gerekir?
-  Ya da bu ikisiyle birlikte pratikte de uygulamaları olması mı gerekir?


Bu noktalarda geçmişte İslâm bilginleri arasında birçok tartışmalar olmuş ve bu husus ile ilgili olarak Kerrâmiye, Havâriç, Mu’tezile, Selef/Muhaddisûn gibi birçoğu ifrata ve tefrite kaçan mezhepler/ekoller ortaya çıkmıştır. Bunlardan kimisi ameli olmayan bir Müslüman’a çekinmeden kâfir demiş, (hâlbuki amelinin olmamasının imansızlıktan başka bir sebebi olabilir,) kimisi de ameli olmayan bütün Müslümanları cennetle müjdelemiş ve böylece günahkârlığı cesaretlendirmiştir. Bu geniş mevzu İlm-i Kelam kitaplarında duradursun, biz iman-amel ilişkisini zoraki yorumlara tevessül etmeden, temel kaynağımız Kur’an’dan görelim. Konuyla ilgili Yüce Rabbimizin açık beyanlarına dikkat edelim:


Kur’an’a baktığımızda Allahü Teala, iman etmeyi mutlaka bir fiille beraber zikreder. Kur’an’ın tanımladığı müminler aksiyon halindedirler.

1.Kesinlikle, inananlar durumlarını korudular/ zafer kazandılar.
2.Onlar, salâtlarında [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmalarında; toplumu aydınlatmaya çalışmalarında] gösterişsiz/ samimi olan kimselerdir.
3.Ve onlar, boş şeylerden yüz çeviren kimselerdir,
4.Ve onlar, zekâtı işleyen/vergiyi veren kimselerdir,
5-7.Ve onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir, –eşleri veya sözleşmelerinin sahip oldukları ayrı, çünkü bundan dolayı kınanamazlar, oysa bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanların ta kendileridir.–
8.Ve onlar, emanetlerine ve antlaşmalarına riâyet eden kimselerdir.
9.Ve onlar, salâtlarını [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını] koruyan kimselerdir.
10,11.İşte onlar, içinde temelli kalacakları Firdevs cennetine son sahip olan son sahiplerin ta kendileridir.(Müminûn/ 1–11)


Elli civarında ayette Allahü Teala “İman edenler ve salihatı işleyenler” ifadesini kullanarak iman ile davranışı [salihatı işlemeyi] bir daha ayrılmayacak şekilde birbirine bağlamıştır. Bu ifadeyle “iman” ve “salihatı işlemek” bir bakıma aynı şey haline gelmektedir. Bundan dolayıdır ki, Maide suresinin 44, 45 ve 47. ayetlerinde Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler “kâfirler”, “zâlimler” ve “fasıklar” olarak değerlendirilmiştir.


Gerçek Müminlerin nitelikleri sayılırken de şu hususlara dikkat çekilmiştir:
2-4.Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen,
O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden,
salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan]
ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır.(Enfal/ 2–4)


111,112.Şüphesiz Allah, tevbe eden, kulluk eden, övgüde bulunan, seyahat eden, Allah’ı birleyen, boyun eğip teslimiyet gösteren, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, kötü olan her şeyden vazgeçiren, Allah’ın hududunu koruyan inananlardan, canlarını ve mallarını şüphesiz cenneti onlara verme karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’ın Tevrât, İncîl ve Kur’ân’daki gerçek bir vaadidir Ve sözünü, Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış-verişle sevinin. Ve işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ve mü’minlere müjde ver! (Tövbe/ 111,112)


10-13.Ey iman etmiş kimseler! Size, sizi can yakıcı bir cezadan kurtaracak, kazançlı bir ticaret göstereyim mi? Allah’a ve O’nun eElçisi’ne inanacaksınız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla çaba harcayacaksınız. İşte bu, eğer bilirseniz, sizin için daha iyidir: Sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki hoş meskenlere girdirir. İşte bu, büyük kurtuluştur. Ve sizin seveceğiniz başka bir şey daha: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih… Ve inananlara müjde ver. (Saff/ 10-13)


24,25.Görmedin mi; hiç düşünmedin mi, Allah nasıl bir örnek verdi? Güzel bir söz, kökü, sabit, dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle/ bilgisiyle her an ürün veren güzel bir ağaç gibidir. Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah, insanlara böyle örnekler verir.
26.Kötü bir söz’ün durumu da, yerden koparılmış, sabit kalma imkânı olmayan kötü bir ağaca benzer.(İbrahim/ 24–26)


Ayrıca Furkan suresinin 63-77. ayetlerinde belirtilen özelliklerin de göz önüne alınması gerekmektedir. Bu özellikler şunlardır:
Yeryüzünde kibirlenmeden yürümek, geceleri secde ve kıyam etmek, duada bulunmak, malı harcarken savurgan ve cimri olmayıp orta yolu tutmak, haksız yere adam öldürmemek, zina etmemek, yalana tanıklık etmemek, boş lâkırdıya kulak asmamak, okunan ayetlere duyarlı olmak.


Bütün bu ayetler imanın amelden bağımsız, soyut bir şey olmadığını göstermektedir. Allah yolunda mücadele, iyiliği emir, kötülükten nehy, salât, oruç, infak, tövbe ve benzeri kulluk görevleri iman ile aynı kefede tartılmaktadır.


Allah insan için iki yol bulunduğunu bildirerek iman edenlerin Allah yolunda, etmeyenlerin ise Tağut yolunda mücadele vereceklerini açıklar. Müminlerle fasıkları bir tutmayacağını bildiren Rabbimiz, imanı yüceltmiş ve onu kalplerimize hoş göstermiş; küfür, fısk ve isyandan ise nefret ettirmiştir.


214.Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hâli size gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara yoksulluklar, sıkıntılar dokundu ve sarsıldılar; hatta elçi ve beraberinde iman edenler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” derlerdi. –Dikkat edin! Gerçekten Allah’ın yardımı pek yakındır.– (Bakara/ 214)


142.Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden, sabredenleri de bildirmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? ( Âl-i Imran/ 142)


16.Sizden çaba harcayanları, Allah’ın Elçisi’nden ve inananların astlarından sırdaş/ can dostu edinmeyenleri Allah ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır.(Tövbe/ 16) 
Ve Yunus/ 62, 63, A’râf/ 156, Bakara/ 103, Maide/ 93, Ankebut/ 2-3, Hucurat/ 14-16.


Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, insanlar kesinlikle “inandık” demekle kurtulamayacaklardır. Çünkü iman aynı zamanda inandığını yaşamaktır da… Yaşanmayan kuru bir imanın ne anlamı ne de önemi vardır. İslâm’dan başka din arayan kimselerden bu dinlerin kabul edilmeyeceğini hatırlatan Rabbimiz, “Biz iman ettik” diyen bedevîlerin imanlarını bile onların yüzlerine çarpmakta ve “Hayır, siz henüz iman etmediniz, iman henüz kalplerinize yerleşmedi” buyurmaktadır. Zira eğer gerçekten iman etmiş olsalardı, Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla mücadele ederlerdi. Rabbimiz o bedevilere “eslemna [teslim olduk, Müslüman olduk]” demeleri gerektiğini öğütlemektedir. Bu öğüt zımnen şu anlama gelmektedir: “Kimlik belgenize Müslüman yazdırmanızda bir sakınca yoktur. Kimliğinizi belirtmek bakımından Mecusî, Hıristiyan, Yahudi, Zerdüşt veya benzer bir dinden olmayıp Medine’deki Müslüman toplumdan olduğunuzu söylüyorsunuz ki, bu doğrudur. Ama size gerçek anlamda mümin denemez.” Gerçek müminlerden olmanın yolu, dinin gerekli gördüğü eylem ve davranışları da yerine getirmekten geçmektedir.


36.Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah’a ve Elçisi’ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır.(Ahzab/ 36)


Kur’an’ın üzerinde durduğu mesele, inandığımız doğruların hayatımızda uygulanmasıdır. İman ile ameli birbirinden ayırıp ayrı ayrı kategoride değerlendirmek Kur’an’a göre uygun değildir. Kur’an bizden inandığımızı bizzat yaşayarak kanıtlamamızı istemektedir. “Mümin şu işleri yapar” denilirken aslında o işleri yapanların ancak iman etmiş sayılacakları ifade edilmiş olmaktadır. Ayetlerde görüldüğü gibi, cennet salt inanmışlara değil, imanla birlikte salih amel işleyenlere; takva sahiplerine, salihlere, muhsinlere, ebrara vaat edilmektedir.


İnandığı hâlde [mazeretsiz] amel işlemeyen insanların kâfir mi, değil mi olduklarını tartışmak yerine, bu tür insanların mümin olup olmadıklarının cevabı araştırılmalıdır. Her ne kadar “amel imandan bir cüzdür” önermesi doğru değilse de, kesinlikle bilinmelidir ki, “amel imanın bir gereğidir, icabıdır, dışa vurumudur.”


Konumuz olan 10. ayetteki “kötülüklerin plânlarını yapanlar” ifadesiyle, peygamberimiz ve beraberindeki müminlere olduğu kadar bugüne de ciddî mesajlar verilmektedir. Kötülük plânları yapmakla nitelenenler, ahireti inkâr edebilmek için temelsiz itirazlar, tutarsız bahaneler üretirler ve insanlara üstünlük kurmak, onlardan çıkar elde etmek için çeşitli plânlar kurarlar. Hâlbuki plan kurmalarına sebep olan heva ve arzuları anlamsız, elde etmek istedikleri ise geçici ve aldatıcı şeylerdir. Böyle oldukları gibi, insana ne güç ne de şeref kazandırırlar. Oysa güç de şeref de Allah’tandır; O’nun yolunda ve O’na kulluktadır.


138,139.Mü’minlerin astlarından, küfre; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeyesapanları yol gösterici, koruyucu yakın edinen şu münâfıklara, şüphesiz, çok acıklı bir azabın kendileri için olduğunu müjdele! Onların yanında şan ve şeref mi arıyorlar? Oysa şan ve şerefin tümü Allah’ındır. (Nisa/ 139)


65.Ve onların sözü seni üzmesin. Kesinlikle hâkimiyet, şan ve şeref bütünüyle Allah’a aittir. O, en iyi işiten, en iyi bilendir.(Yunus/ 65) 


8.Diyorlar ki: “Andolsun, Medîne’ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp çıkaracaktır.” Oysa güç, onur ve üstünlük Allah’ın, O’nun Elçisi’nin ve mü’minlerindir. Ancak münâfıklar bilmiyorlar.Münafikun/ 8)*





*İşte Kuran, Fatır Suresi

Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim