• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

Musa Peygamber





MUSA PEYGAMBER


ÖZET:
Musa Peygamber hakkında en güvenilir bilgiler, Kur’an-ı Kerim’de yer almaktadır. Bu nedenle, Musa Peygamber ve İsrailoğulları ile ilgili ayetlerin kronolojik bir sıra gözetilerek incelenmesi tavsiye edilmektedir. Farklı surelerde yer alan kıssalara ait ayetler düzenli bir şekilde sıralanmış, ardından Musa Peygamber’in yaşadığı döneme ilişkin tarihsel arka plan sunulmuştur. Bu bağlamda, onun Mısır’daki yaşamına dair kapsamlı tarihi ve arkeolojik veriler değerlendirilerek konu bütüncül bir yaklaşımla ele alınmıştır.

Bu çalışmada aktarılan her bilgi, Kur’an-ı Kerim’in binlerce yıl önce bildirdiği gerçeklerin, bilimsel ve akademik araştırmalarla doğrulanan kanıtlarını içermektedir. Musa kıssasında yer alan ayetlerin, modern bilimsel verilerle önemli ölçüde örtüştüğü gözlemlenmektedir. Çalışmanın sonunda yer verilen kaynakların dilimize çevrilmesi, konunun daha iyi anlaşılmasına önemli katkılar sağlayacaktır.

Musa Peygamber’in yaşadığı dönemi tespit etmeye yönelik çeşitli araştırmalar yürütülmüştür. Ancak, bu çalışmaların bir kısmında bütüncül bir yaklaşımın benimsenmemesi ve Mısır kronolojisindeki belirsizlikler nedeniyle, Mısır’dan Çıkış olgusu farklı tarih aralıklarına yerleştirilmiştir. Buna karşın, Musa Peygamber’in 12. Hanedan döneminde yaşamış olduğuna dair detaylı kanıtlar bulunmaktadır. Bu bulgular, hem Kitâb-ı Mukaddes hem de Kur’an-ı Kerim ile doğrudan ilişkilidir. Bu çalışmada, Musa Peygamber’in Mısır’daki izleri takip edilerek, İsrailoğullarının mücadelesi arkeolojik, coğrafi ve tarihsel veriler ışığında bütüncül bir perspektifle ele alınacaktır.

Konu kapsamlı bir şekilde değerlendirildiğinde, sunulan kanıtların göz ardı edilemeyeceği açıktır. Nitekim, Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık 1400 yıl önce aktardığı Musa Peygamber ve İsrailoğulları ile ilgili bilgilerin, tarihsel ve bilimsel gerçekliklerle uyumlu olduğu görülmektedir.



İçindekiler


A- KUR’AN’DA MUSA PEYGAMBER


B- MISIR TARİHİNDE MUSA PEYGAMBER
1. Mısır’da 12. Hanedan Dönemi Nasıl Başladı?
2. Musa’nın Yaşadığı Dönem 12. Hanedanın Sonuna Denk Gelir
3. Mısır Prensi: Musa
4. Mısır’dan Çıkış Döneminde Firavun Kimdir?


C- FAYYUM PROJESİ
1. Fayyum Vahası
2. Fayyum Rezervuarı
3. Fayyum Barajı
4. Bahr Yusuf (Yusuf Kanalı)


Ç- 12. HANEDAN DÖNEMİNDE İSRAİLOĞULLARI
1. Lahun (Kahun) Kasabası
2. Lahun Kasabasında Çok Sayıda Bebek İskeleti Bulundu
3. Kahun Jinekoloji Papirüsü
4. Lahun Kasabası Aniden Terk Edilmiştir
5. İsrailoğullarını Hapseden Duvarlar
6. 12. Hanedan Köle Kayıtları


D- MUSA PEYGAMBERİN KISSASINI DOĞRULAYAN KANITLAR
1. Bilginler
2. Bilginlerin Asası
3. Maat Doktrini
4. Festival
5. Amenemhat III Döneminde İnşa Edilen Anıtsal Yapılar ve Teolojik Yansımaları
5.1. Piramitler: Dahshur’dan Hawara’ya Yapı Malzemesi Değişimi
5.2. Hawara Labirent Kompleksi: Kraliyet Mimarisi ile İnşa Edilen Dinî ve Hukuki Düzen
5.3. Pişmiş Tuğla
5.4. Haman
6. Yerel Yönetim
6.1. Mısır’da Eyalet Sistemi ve Nomarklar
6.2. İleri Gelenler (Mele)
7. Mükemmel Konuşmak
8. Delta Arazileri Firavun’un Şahsi Mülküdür
9. İmanını Gizleyen Mümin
10. Mısır’a Gelen Felaketler
10.1. Büyük Piramit Projeleri Çevre Felaketine Yol Açmıştır.
10.2. Plantasyon Tarım Politikası
10.3. Kuraklık
10.4. Tufan (Bol Yağış)
10.5. Firavun ve Toplumuna Gönderilen Ayetler/Belalar
10.6. Kan
11. Ipuwer Papirüsü
11.1. Ipuwer Kimdir?
11.2. Ipuwer Papirüsündeki Felaketler
12. İsrailoğullarının Mısır’da Yaşadığına Dair Diğer Kanıtlar

E- FİRAVUN VE ORDUSUNUN SUDA BOĞULMASI

1. Fayyum Barajının Su Tutma Kapasitesi
2. El-Lāhūn (Fayyum) Barajı ve Yıllık Nil Taşkını
3. Firavun ve Ordusu Baraj Selinde Boğulmuştur
4. Kamış Denizi’nden Kızıldeniz’e: Kitabı Mukaddes Metinlerinde Tahrifatın İzleri
5. Mısır’dan Çıkış Rotası
6. Yusuf’un Ardından: İsrailoğulları’nın Mısır Yönetiminde Yeniden Konumlanması

F- MEDYEN VE ÇEVRESİ
1. Medyen’in Konumu
2. Milattan Sonra 6. Yüzyıla Kadar Medyen'de Hac ve İlahiyat Eğitimi
3. Medyen’de Hac (İlahiyat Eğitimi)
4. Musa Peygamber Medyen’de Ne Kadar Süre Kaldı?
5. Musa Peygamber’in Medyen Dönemi: Eğitim, Vahiy ve Görev Çağrısının Başlangıcı
6. İki Mescit: Elat ve Kadeş Barnea
7. Sina Dağı (Tur-u Sina)
8. İki Nalınını Çıkarmak
9. İsrailoğullarının On İki Kabileye Ayrılması
10. Manna/Bal/Şifa Suyu ve Bıldırcın

G- İBRANİ ALFABESİ VE TEVRAT’IN YAZILMASI
1. Proto-Ünsüz İbranice (Proto-Consonantal Hebrew - PCH)
2. Mısır Okulları
3. Musa ve Harun Peygamber Dil Bilimcidir
4. İlk Alfabenin Ortaya Çıkışı Amenemhat III Dönemine Denk Gelir
5. Yazı Sahibinin Kimliği
6. Alfabenin Evrimi: İkonik Temsilden Lineer Yazıya Geçiş Süreci

H- ÇIKIŞTAN SONRA ÇÖLDE 40 YIL


İ- GELENEKSEL MISIR TARİHİNDE KRONOLOJİ SORUNU
1. Mısır Kronolojisi
2.Geleneksel Mısır Kronolojisinin Revizyonu: Tarihsel Uyumsuzluklar ve Yorum Farklılıkları
3. Antik Mısır Kayıtlarının Derlenmesindeki Zorluklar




A- KUR’AN’DA MUSA PEYGAMBER

Kur’an-ı Kerim’de en fazla anlatılan peygamberlerden biri Musa’dır. Onun yaşamı, tarihi ve ilahi yönleriyle insanlığa ibret teşkil eden olaylarla şekillenmiştir. Kur’an’ın Musa Peygamber’e geniş yer vermesi, insanların bu kıssalardan ders çıkarmasını ve Allah’ın koruması altına girmesini amaçlayan bir yaklaşımı yansıtmaktadır.

Musa Peygamber’e indirilen vahiy, tarihsel süreçte çeşitli değişikliklere uğramış ve bazı kesimler tarafından tahrif edilerek, Allah’ın ilahi prensiplerinin geniş topluluklara ulaşması engellenmeye çalışılmıştır. Tarih boyunca Musa Peygamber hakkında farklı iddialar ortaya atılmış, çeşitli rivayetler üretilmiştir. Ancak, bu anlatıların önemli bir kısmı Kur’an’ın asli mesajına aykırıdır.

Musa Peygamber’e dair en güvenilir bilgilere yalnızca Kur’an’dan ulaşmak mümkündür. Bu nedenle, İsrailoğulları ve Musa Peygamber ile ilgili ayetleri içeren pasajların titizlikle incelenmesi gerekir. Makale kapsamında, tarihi, arkeolojik, coğrafi ve ilahiyat disiplinlerinin sağladığı bilimsel veriler ışığında Musa Peygamber’in yaşamı bütüncül bir perspektifle ele alınacak ve ilgili kaynaklar analiz edilerek konuya derinlik kazandırılacaktır. Bu nedenle Musa peygamber ve İsrailoğulları ile ilgili ayetleri içeren pasajları inceledikten sonra makalenin okunmasına geçilmesini tavsiye ediyoruz.


Ayetler:

3MÜZZEMMİL 15-19
Şüphesiz Biz, Firavun'a bir elçi gönderdiğimiz gibi, size, üstünüze tanık olan bir elçi gönderdik. Ama Firavun, elçiye isyan etti de Biz de onu korkunç bir tutuşla tutuverdik. Buna rağmen eğer küfrederseniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çeviren o günden nasıl korunacaksınız? Gök bile o günün şiddeti ile parçalanır. O'nun yerine getirmek için verdiği söz gerçekleşmiştir. Şüphesiz ki yukarıda anlatılanlar, Kur'ân bir öğüt vericidir/düşündürücüdür. Onun için, dileyen Rabbine doğru bir yol edinir. (3Müzzemmil 15-19 İşte Kur’an)


37KAMER 41-42
41,42) Şüphesiz Firavun ailesine de uyarıcılar gelmişti. Onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli birinin yakalayışıyla yakalayıverdik. (37Kamer 41-42, İşte Kur’an)


39A’RAF 94-162
94,95Biz hangi kente bir peygamber gönderdiysek, onun halkını kesinlikle yalvarıp yakarsınlar diye yoksulluk ve darlıkla yakaladık. Sonra kötülüğün yerini iyiliğe değiştirdik; sonunda çoğaldılar ve “Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu” dediler. Bunun üzerine onları hemen, onlar hiç farkında değillerken ansızın yakalayıverdik.
96Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve Allah’ın koruması altına girselerdi, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları yapıp durmakta olduklarına karşılık yakalayıverdik.
97-99Acaba o kentlerin halkı, geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmesinden güvende oldular mı? Yoksa o kentlerin halkı, kuşluk vakti anlamsız işlerle uğraşırlarken onlara azabımızın geleceğinden güvende oldular mı? Öyleyse Allah’ın ince plânından güvende oldular mı? Ziyana uğramış topluluktan başkası Allah’ın ince plânından kendini güvende görmez.
100Ve önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris; son sahip olanlara kılavuz olmadı mı, etki yapmadı mı: “Eğer Biz dilersek onları da günahlarından dolayı cezalandırırdık. Biz onların kalplerinin üzerine damga vururuz/mühürleriz de onlar işitmezler.”
101,102İşte o kentler ki, sana onların önemli haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz. Andolsun ki peygamberleri onlara apaçık deliller ile gelmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları şeylere iman etmemiş idiler. İşte kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin kalplerinin üzerine Allah böyle damga basar/ mühürler. Onların çoğunda, sözde durma ilkesini bulmadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış kimseler bulduk.
103Sonra o elçilerin/ o toplumların arkasından Mûsâ’yı alâmetlerimizle/ göstergelerimizle Firavun’a ve ileri gelenlerine gönderdik de onlar, alâmetlere/ göstergelere haksızlık ettiler. Hele bir bak, o bozguncuların âkıbetleri nasıl oldu!
104,105Ve Mûsâ, “Ey Firavun! Ben kesinlikle âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Allah hakkında haktan başkasını söylememek bana bir yükümlülüktür. Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim. Bu nedenle İsrâîloğulları’nı gönder benimle” dedi.
106Firavun, “Eğer bir alâmet/gösterge ile geldiysen, getir hemen onu, tabii eğer doğru kimselerden isen” dedi.
107,108Bunun üzerine Mûsâ, bilgi birikimini ortaya attı, o da birdenbire apaçık bir “silip süpüren” kesiliverdi. Gücünü de sıyırıp açığa koydu; artık gücü, izleyenler için mükemmel, tam kusursuzca idi.
109-112Firavun’un toplumundan ileri gelenler, “Kesinlikle bu çok bilgili büyüleyici, etkin bir bilgindir. O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor” dediler. Firavun, “O hâlde siz ne emredersiniz?” dedi. Onlar: “Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginleri sana getirsinler” dediler.
113,114Ve o çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler Firavun’a geldiler: “Eğer galip gelen/ yenen biz olursak, gerçekten bizim için büyük bir ödül olacak/ olacak mı?” dediler. Firavun, “Evet” dedi, “siz kesinlikle yakınlaştırılmışlardan olacaksınız da.”
115Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler: “Ey Mûsâ! Sen mi tezini ortaya koyacaksın, yoksa tez ortaya atanlar biz mi olalım?” dediler.
116Mûsâ: “Siz tezinizi ortaya atın” dedi. Onlar atınca da insanların gözlerini büyülediler ve onları kendi akıllarınca hizaya getirmek/ adam etmek istediler. Ve büyük bir etkin hüner gösterdiler.
117Biz de Mûsâ’ya, “Sen de birikimini ortaya atıver” diye vahyettik. Bir de ne görsünler, onların uydurup düzdükleri şeyleri süratle yakalayıp yutuyor. 118Böylece hak yerini buldu ve Firavun ve ileri gelenlerin bütün yaptıkları boşa gitti, işe yaramadı.
119Firavun ve ileri gelenler, artık orada mağlup oldular ve küçük düşmüş bir toplum olarak geri döndüler.
120-122Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler ise boyun eğip teslim olmuş kimseler hâlinde bırakıldılar. “Âlemlerin Rabbine; Mûsâ’nın ve Hârûn’un Rabbine iman ettik” dediler.
123-126Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona iman mı ettiniz? Şüphesiz bu, halkını şehirden çıkarmak için, şehirde kurduğunuz gizli bir tuzaktır. Yakında bileceksiniz. Kesinlikle sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi keseceğim, sonra da hepinizi kesinlikle rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım; taş ocaklarında çalıştıracağım; zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim. Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler de dediler ki: “Hiç şüphesiz biz sadece Rabbimize dönenleriz. Senin bizi, yakalayıp cezalandırman da sırf Rabbimizin ayetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır.” –“Ey Rabbimiz! Bize çok çok sabır ver de gevşemeyelim, zaafa düşmeyelim, boyun eğmeyelim. Canımızı da Müslümanlar olarak al!”–
127Firavun toplumundan ileri gelenler de, “Seni ve senin ilâhlarını/ seni ilâh edinmeyi terk etsinler de yeryüzünde kargaşa çıkarsınlar diye mi Mûsâ’yı ve toplumunu serbest bırakacaksın?” dediler. Firavun dedi ki: “Onların oğullarını katledeceğiz; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştireceğiz, kadınlarını utanca boğacağız ve biz onlar üzerinde ezici bir güce sahip kimseleriz.”
128Mûsâ, toplumuna dedi ki: “Allah’ın yardımını isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı yapar. Mutlu son da Allah’ın koruması altına giren kimseler içindir.”
129Mûsâ’nın toplumu dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de eziyet gördük, sen geldikten sonra da.” Mûsâ dedi ki: “Umulur ki, Rabbiniz düşmanlarınızı değişime, yıkıma uğratacak ve sizi yeryüzünde onların yerine geçirecektir. Böylece de sizin nasıl davranacağınıza bakacaktır.”
130Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/ senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık. 131Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, “İşte bu bize aittir” dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler.
132Ve Firavun’un toplumu, “Sen bizi kendisiyle büyülemek için her ne alâmet/ gösterge getirsen de, biz sana inananlar değiliz” dediler.
133Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular.
134Ve ne zaman ki, bu azap üzerlerine çöktü: “Ey Mûsâ! Sana olan ahdi/ verdiği söz nedeniyle bizim için Rabbine dua et, eğer sen bizden bu cezayı kaldırırsan sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve kesinlikle İsrâîloğulları’nı seninle birlikte göndereceğiz” dediler.
135Ne zaman ki, ulaşacakları belli bir süreye kadar onlardan cezayı kaldırdık, derhal sözlerinden cayıveriyorlar.
136Biz de, şüphesiz âyetlerimizi yalanladıkları ve onlardan gâfil olmaları nedeniyle onları cezalandırıp adaleti sağladık. Ve onları bol suda/ nehirde boğduk. 137O zaafa uğratıla gelmiş/ güçsüzleştirilmiş olan toplumu da bereketlendirdiğimiz yerin her tarafına mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrâîloğulları’na olan o pek güzel sözü, sabretmeleri nedeniyle yerine geldi. Biz de Firavun ile toplumunun yapageldikleri sınâî eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerlebir ettik.
138,139Ve İsrâîloğulları’nı bol sudan/ nehirden geçirdik. Derken kendilerine ait putlara tapmakta olan bir topluma rastladılar. Dediler ki: “Ey Mûsâ! Onların nasıl ki tanrıları varsa, sen de bizim için bir tanrı belirle!” Mûsâ dedi ki: “Siz gerçekten câhillik eden bir toplumsunuz. Şu gördüğünüz halkın içinde bulundukları din, yok olmaya mahkûmdur ve bütün yapmakta oldukları da bâtıldır.”
140Mûsâ dedi ki: “O sizi âlemlere fazlalıklı kılmışken, ben size Allah’tan başka ilâh mı arayayım!”
141Hani bir zaman Biz, size azabın kötüsünü yapan; oğullarınızı katleden; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren, kadınlarınızı utanca boğan Firavun ailesinin elinden de sizi kurtarmıştık. Bunda da sizin için Rabbiniz tarafından büyük sınav vardır.
142Ve Mûsâ ile otuz geceye sözleştik ve süreyi bir on gece ile tamamladık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk geceye tamamlandı. Ve Mûsâ, kardeşi Hârûn’a, “Toplumum içinde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yoluna uyma!” dedi.
143Ne zaman ki, Mûsâ, belirlediğimiz vakitte geldi ve Rabbi o’na söz söyledi: Mûsâ, “Ey Rabbim! Göster bana Kendini de nazar edeyim Sana; Seni inceleyeyim, Senin ile ilgili geniş ve derin bilgiye sahip olayım!” dedi.
Rabbi o’na dedi ki: “Beni sen asla göremezsin, velâkin şu dağa nazar et; dağı incele, teori geliştir. Eğer nazariyen (teorin/geniş ve derin bilgin), incelemen dağın mekanına tam oturursa; dağın bulunduğu yerin önünü arkasını, altını üstünü, sağını solunu, içini dışını tam ifade ederse işte o zaman sen beni görürsün.”
Böylece ne zaman ki Rabbi, Musa’nın Dağ gibi sorunları için Musa’yı aydınlattı; Musa’nın dağ gibi sorunlarını yıkıp attı. Mûsâ da dehşete düşüp heyecanla yere kapandı; Rabbine teslimiyet gösterdi. Ayılıp kendine gelince; heyecanı geçince de, “Seni tenzih ederim, Sana döndüm; tevbe ettim ve ben inananların ilkiyim” dedi.
144Allah dedi ki: “Ey Mûsâ! Mesajlarımla ve kelâmımla seni insanlar üzerine seçtim. Şimdi sana verdiğimi al ve kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenlerden ol!”
145Ve Biz o’nun için o levhalarda her şeyden, bir nasihat ve her şey için bir ayrıntı yazdık. “Haydi, bunları kuvvetle al, toplumuna da en güzel şekilde almalarını emret. Yakında size o hak yoldan çıkanların yurdunu göstereceğim. 146Yeryüzünde, bütün âyetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen haksız yere büyüklük taslayan şu kimseleri, âyetlerimizden uzak tutacağım.” –Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil; duyarsız, ilgisiz olan kimseler oluşlarındandır.– 147Âyetlerimizi ve âhiretteki karşılaşmayı yalanlayanların amelleri boşa gitmiştir. Onlar kendi yaptıklarından başka bir şey ile mi cezalandırılırlar?
148Mûsâ’nın toplumu, Mûsâ’dan sonra, kendi toplumunun süs takılarını bir araya getirerek aldatıcı, tuzağa düşürücü sesi olan, aslında hiç işe yaramayan bir ilâh edindiler; büyük bir sermaye oluşturarak ona tapındılar. –Onun kendilerine bir söz söylemezliğini ve bir yol göstermezliğini görmediler mi?– Onu edindiler ve zâlimlerden oldular.
149Ne zaman ki, gözlerinin önüne geldi ve sapıtmış olduklarını gördüler, “Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa, kesinlikle biz büyük zarara uğrayanlardan olacağız” dediler.
150Ve Mûsâ, hoşnut olmadan ve üzüntülü olarak toplumuna döndüğünde, “Bana arkamdan ne kötü bir halef/ nesil oldunuz! Rabbinizin emrini; sizi cezalandırmasını çabuklaştırdınız mı?” dedi. Ve levhaları bıraktı ve kardeşi Hârûn’u kendine çekerek başından tuttu. Hârûn: “Ey anamın oğlu! İnan ki, bu toplum beni güçsüz düşürdü, az daha beni öldüreceklerdi. Onun için bana düşmanları sevindirecek bir şey yapma. Ve beni bu zâlimler toplumu ile bir tutma” dedi.
151Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetinin içine al. Ve Sen merhametlilerin en merhametlisisin.”
152Şüphesiz o altına tapanlara Rablerinden bir hoşnutsuzluk, dünya hayatında bir “aşağılık” erişecektir. İşte Biz, uydurmacıları böyle cezalandırırız da.
–153Kötülükleri işleyip de sonra arkasından dönen o kimseler ve iman edenler için de hiç şüphe yok ki, Rabbin bundan sonra yine de çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.-
154Hoşnutsuzluğu Mûsâ’yı rahat bırakınca da levhaları aldı. Onlardaki yazıda da, ancak Rableri için adam olan kimseler için bir kılavuzluk ve rahmet vardı.
155Ve Mûsâ, belirlediğimiz vakit için toplumuna yetmiş adam seçti. Ne zaman ki, bunları o sarsıntı yakaladı, işte o zaman Mûsâ, “Rabbim!” dedi, “Dileseydin bunları da, beni de daha önce değişime/ yıkıma uğratırdın. Şimdi bizi, içimizdeki o aklı ermezlerin yaptıkları yüzünden değişime/ yıkıma mı uğratacaksın? O, Senin, saflaşmamız için ateşlere atmandan başka bir şey değildir. Sen bu saflaştırma işlerinle dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğine de kılavuzluk edersin. Sen bizim yardımcımız, kılavuzluk eden yakınımızsın. Artık bizi bağışla, merhamet et, Sen bağışlayanların en hayırlısısın. Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de âhirette. Biz gerçekten de Sana döndük.”
156,157Allah diyor ki: “Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah’ın koruması altına girenlere, zekat’ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi verenlere ve âyetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl’de yazılmış bulacakları Anakentli/ Mekkeli Peygamber, o Elçi’ye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, O’na iman eden, O’na kuvvetle saygı gösteren, O’na yardımcı olan ve O’nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
158De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah’ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde kılavuzlandığınız doğru yolu bulmanız için Allah’a ve O’nun sözlerine iman eden, Ümmî; Anakentli; Mekkeli Peygamber olan Elçisi’ne iman edin ve o’na uyun.”
159Mûsâ’nın toplumundan da hakkı gösteren ve hak ile adaleti uygulayan bir liderleri olan bir topluluk vardır.
160Ve Biz onları on iki torun liderleri olan oymak topluluğa ayırdık. Ve toplumu kendisinden su istediği zaman Mûsâ’ya, “Birikimini, o taş kalpli toplumuna uygula diye vahyettik. Hemen o taş kalpli toplumdan on iki toplum/ belde halkı oluşuverdi. Halkın her biri su alacağı yeri iyice öğrendi/ işaretledi. Ve bulutu da üzerlerine gölge yaptık. Onlara kudret helvası ve bal/ bıldırcın indirdik; size rızık olarak ihsan ettiğimiz nimetlerin temizinden yiyiniz! Onlar Bize haksızlık yapmadılar, kendileri kendilerine haksızlık ediyorlardı.
161Ve bir zaman onlara, “Şu kente yerleşin ve oradan dilediğiniz şeyleri yiyin ve “Hitta” [günahlarımızı bağışla]! deyin ve teslim olmuş olarak kapıdan girin. Biz suçlarınızı bağışlayacağız, iyilere arttıracağız” denilmişti.
162Sonra onların içinden bir kısım yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar, sözü, kendilerine söylenenden başka söze değiştirdiler. Biz de yanlış; kendi zararlarına iş yaptıklarından dolayı üzerlerine gökten bir ceza gönderiverdik. (39A’raf 94-162, İşte Kur’an)

 
42FURKAN 35-36
35.Ve andolsun ki Mûsâ’ya Kitab’ı verdik, kardeşi Hârûn’u da o’nunla birlikte yardımcı, destekçi verdik.
36.Sonra da, “Haydi âyetlerimizi yalanlayan o topluma gidin!” dedik. Sonunda da onları parçalayıp yok ettik. (42Furkan 35-36, İşte Kur’an)

44MERYEM 51-53
51Ve Kitap’ta Mûsâ’yı da an/hatırlat. Şüphesiz o arıtılarak saflaştırılmış idi. Ve bir elçi, bir peygamber idi.
52 Ve Biz ona en kutlu aşamanın (elçilik makamının, rütbesinin) kenarından; o henüz elçi değilken seslendik ve onu özel bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık; elçi yaptık. 53Ve rahmetimizden o’na, kardeşi Hârûn’u bir peygamber olarak ihsan eyledik. (44Meryem 51-53, İşte Kur’an)

45TAHA 9-104
9Mûsâ ile ilgili bilgiler kesinlikle sana ulaştı.
10Hani o bir ateşi; israiloğullarının perişan halini düşünmüştü de ehline (ailesine, yakınlarına): “Kesinlikle ben bir ateş; israiloğullarının perişan halini sezdim. Ondan size bir az da olsa kurtuluş yolu, bilgisi getirmem yahut o ateş; israiloğullarının perişanlıktan kurtarmaya yönelik bir kılavuz bulmam için siz beklentide olun!” demişti.
11Sonra ona geldiğinde; bu sıkıntıyı gidermeye karar verdiğinde seslenildi: “Mûsâ! 12Ben, senin Rabbin olan Benim. Hemen yakınlarını ve mallarını burada bırak, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva'dasın/iki kere temizlenmiş bir vadidesin. 13Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; “14Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut]. 15Şüphesiz ki o saat/kıyâmet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim. 16O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendi boş iğreti arzusuna uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma uğrarsın” 14uyarısına kulak ver.
17Ve sağ elindeki nedir ey Mûsâ?
18Mûsâ: “O, benim asamdır, ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve onda benim için başka yararlar da var” dedi.
19Allah: “Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata geç! 24Firavun'a git, şüphesiz o azdı” dedi.
***
20O da onu hemen bıraktı/ yerleşik hayata geçti, bir de ne görürsün! Artık sağ elindeki; kendisine vahyedilen Kitap, koşan bir candır; sosyal hayatın kaynağıdır.
25Mûsâ: “Rabbim! 33Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34ve Seni çok çok anmamız için 25göğsümü aç, 26işimi bana kolaylaştır. 27Dilimden de düğümü çöz 28ki sözümü iyi anlasınlar. 29Ve ehlimden; 30kardeşim Hârûn'u 29benim için bir vezir kıl, 31o'nunla arkamı kuvvetlendir. 32İşimde o'nu bana ortak et. 35Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” 25dedi.
36Allah: “Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.” dedi.
21Allah: “23Sana en büyük alâmetlerimizden/göstergelerimizden göstermemiz için 21tutun ona, korkma! Biz onu ilk yürüyüş yoluna geri çevireceğiz; o işleri yoluna koyacağız, sana sıkıntı verdirmeyeceğiz. 22Diğer bir alâmet; gösterge olmak üzere de gücünü/kanadına ekle, çirkinlik olmadan hiç kusursuz, mükemmelce çıkacaksın” dedi.
***
37Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: “38Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir ölçü; plan üzerine geldin, ey Mûsâ!
41Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim.
***
42Sen ve kardeşin alâmetlerim/ göstergelerim ile gidin ve Beni anmakta gevşeklik etmeyin.
43Her ikiniz gidin Firavun'a. Şüphesiz o azdı. 44Sonra ona öğüt alması ve saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpermesi için yumuşak söz söyleyin.”
45Mûsâ ile Hârûn: “Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden veya azgınlığından korkarız” dediler.
46Allah: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. 47Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır. 48Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi’ deyiniz.” 46dedi
***
49Firavun: “Öyleyse sizin Rabbiniz kimdir ey Mûsâ?” dedi.
50Mûsâ: “Bizim Rabbimiz her şeye varlık ve özelliklerini veren, sonra yol gösterendir” dedi.
51Firavun: “Öyleyse ilk asırların durumu nedir?” dedi.
52Mûsâ: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanlış yapmaz ve unutmaz/terk etmez. 53O, yeryüzünü sizin için bir beşik yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir” 52dedi. –İşte Biz, o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. 54Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! 55Biz sizi yeryüzünden oluşturduk, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.– 56Ve andolsun ki Biz, Firavun'a alâmetlerimizi/göstergelerimizi; hepsini gösterdik de o yalanladı ve dayattı.
57,58Firavun: “Ey Mûsâ! Sen etkili bilginle bizi topraklarımızdan çıkarmak için mi geldin bize? O hâlde biz de senin etkili bilgin gibi bir etkili bilgi ile sana geleceğiz. Şimdi bizimle senin aranda bir buluşma zamanı/yeri belirle ki; bizim ve senin karşı çıkmayacağımız düz ve geniş bir yer olsun” dedi.
59Mûsâ: “Sizinle buluşma zamanı, tören, şenlik günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir” dedi.
***
60Bunun üzerine Firavun sırt çevirdi de düzenlerini-planlarını topladı, sonra geldi.
61Mûsâ onlara dedi ki: “Yazıklar olsun size! Allah'a yalan uydurmayın. Sonra bir azap ile kökünüzü keser. Gerçekten, uyduran zarar etmiştir.”
62Bunun üzerine etkili bilginler aralarında işlerini tartıştılar ve “63,64Bu ikisi kesinlikle etkili bilginlerdir; etkili bilgileriyle sizi topraklarınızdan çıkarmak ve de en iyi örnek yolumuzu yok etmek istiyorlar. Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra sıralar hâlinde gelin. Bugün üstün gelen kesinlikle zafer kazanmıştır” dedikleri şeklindeki fısıldaşmalarını gizli tuttular.
65Etkili bilginler: “Ey Mûsâ! Ya sen ortaya koyacaksın veyahut ilk ortaya koyan kişiler biz olalım” dediler.
66Mûsâ: “Tam tersi, siz ortaya koyun” dedi. Bir de ne görürsün! Onların birikimleri, eski inançları ve tezleri/çer-çöpleri/eften püften bilgileri, yaptıkları sihirden/hünerli gösterimden ötürü gözünde büyüdü.67Bu yüzden Mûsâ, içinde bir korku hissetti.
68,69Biz: “Korkma, şüphesiz sen; en üstün olan sensin: Sen sahibi olduğun birikimi ortaya koy; o, onların yapıp ürettiklerini yutsun dursun. Şüphesiz onların yaptıkları ancak bir göz boyayıcısı hilesidir. Göz boyayıp etkileyen kişi ise, her nereye giderse gitsin zafer kazanamaz, başarılı olamaz” dedik.
***
70Sonunda bütün etkili bilginler, “Mûsâ ile Hârûn'un Rabbine iman ettik” demek sûretiyle boyunlarını uzatıp teslim olmuş durumda bırakıldılar.
71Firavun: “Ben size izin vermezden önce mi o'na iman ettiniz? Şüphesiz o, size etkili bilgi öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi keseceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim. Ve hangimizin azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle bileceksiniz” dedi.

72,73Etkili bilginler: “Bize gelen bu açık kanıtlar ve bizi yoktan yaratana karşı asla seni üstün tutmayız. Ne hüküm vereceksen hadi ver! Sen, ancak bu iğreti dünya hayatına hükmedersin. Şüphesiz biz, hatalarımıza ve bizi etkili bilgiden zorladığın şeye karşı, bizi bağışlasın diye Rabbimize iman ettik. Ve Allah daha hayırlı ve daha kalıcıdır” dediler.
***
77Ve andolsun, Mûsâ'ya “Yetişilmekten korkmayarak ve saygıyla, sevgiyle ürpermeden/ Firavuna minnet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de kendileri için bol suda/nehirde kuru bir yol aç!” diye vahyettik.
78Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de bol sudan/nehirden kendilerini kaplayan şey kaplayıverdi.
79Ve Firavun toplumunu saptırdı ve doğru yolu göstermedi.
***
83Seni toplumundan daha çabuklaştıran nedir ey Mûsâ?
84Mûsâ: “Onlar, benim izim-öğretim üzerinde olanlardır. Ben de Sen hoşnut olasın diye Sana acele ettim Rabbim” dedi.
85Allah: “Şüphesiz işte, Biz senden sonra toplumunu imtihan ettik. Samirî de onları saptırdı” dedi.
86Bunun üzerine Mûsâ hoşnut olmadan ve üzgün olarak hemen toplumuna geri döndü; “Ey toplumum! Rabbiniz size güzel bir vaat ile söz vermedi mi? Şimdi size bu uzun mu geldi, yoksa Rabbinizden size bir hoşnutsuzluk inmesini mi arzu ettiniz de bana olan vaadinizden cayıverdiniz?” dedi.
87Onlar dediler ki: “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Fakat biz o toplumun zînetlerinden birtakım ağırlıklar yüklenmiştik. Sonra onları fırlatıp attık. Sonra da işte böylece Samirî kafamıza soktu.”
88Samirî onlara bir aldatan, tuzağa düşüren cesedi/altını çıkardı da İsrâîloğulları: “İşte bu, sizin ilâhınızdır ve de Mûsâ'nın ilâhıdır. Ama Mûsâ onu terk ediverdi” dediler. –89Peki, onlar görmüyorlar mıydı ki, altın kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara bir zarara ve bir yarara güç yetiremiyordu!–
90Ve andolsun ki Hârûn daha önce onlara: “Ey toplumum! Şüphesiz siz bununla imtihana çekildiniz/dinden çıkıp kendinizi ateşe attınız. Ve şüphesiz sizin Rabbiniz Rahmân'dır [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tır]. Gelin bana uyun ve emrime uyun” demişti. 91Hârûn'un toplumu: “Mûsâ bize dönüp gelinceye kadar, biz ona tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz” dediler.
92,93Mûsâ: “Ey Hârûn! Bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni benim yolumu takip etmekten engelleyen ne oldu? Yoksa benim emrime karşı mı geldin?” dedi.
94Hârûn: “Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı tutma. Şüphesiz ben senin ‘İsrâîloğulları arasında ayrılık çıkardın ve benim sözüme bakmadın’ demenden korktum” dedi.
95Sonra da Mûsâ: “Ey Samirî! Senin bu yaptığın nedir?” dedi.
96Samirî: “Ben onların anlamadıkları bir şeyi anladım da elçinin eserinden bir avuç almıştım, sonra da onu fırlatıp attım. Ve bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi” dedi.
97,98Mûsâ: “Haydi git. Artık senin için hayat boyunca ‘Benimle temas yok’ diye söylemen var. Hem senin için asla karşı çıkamayacağın bir buluşma günü daha var. Bir de kulluk edip durduğun ilâhına bak” dedi. –Elbette Biz onu yakacağız, sonra da kesinlikle onu bol suda kökünden yıkacağız. Sizin ilâhınız, ancak Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. Şüphesiz ki O bilgi yönünden her şeyi kuşatmıştır.–
***
99Biz, sana geçmiş olan şeylerin önemli haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir Öğüt/hatırlatma [Kur’ân] verdik. 100-102Kim Bizim verdiğimiz Öğüt'ten [Kitap'tan/Kur’ân'dan] mesafeli durursa, şüphesiz o, kıyâmet günü; Sûr'a üflendiği gün, sürekli içinde kalacakları bir yük yüklenecektir. Ve kıyâmet günü onlar için bu ne fena bir yüktür! Biz suçluları o gün, gözleri gövermiş olarak toplayacağız. 103Aralarında fısıldaşacaklar: “Siz dünyada sadece ‘on gün’ kaldınız.” –104Biz aralarında ne konuşacaklarını daha iyi biliriz.– Yolca en üstün olan “Siz ancak bir gün kaldınız” diyecektir.– (45Taha, 9-104, İşte Kur’an)


47ŞUARA 10-51, 63, 52-56, 60-66, 57-59, 67-68
10Bir vakit de Rabbin, Mûsâ'ya: “Git o yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma; 11Firavun toplumuna, hâlâ Allah'ın koruması altına girmeyecekler mi?” diye nida etmişti.
12Mûsâ: “Rabbim! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkarım. 13Göğsüm de daralır, dilim konuşmaz, onun için Hârûn'a da elçilik ver. 14Hem onlara ait benim üzerimde bir suç var. Ondan dolayı beni öldürmelerinden korkarım” dedi.
15Allah: “Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Haydi, ikiniz alâmetlerimizle/göstergelerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. 16,17Haydi, ikiniz Firavun'a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrâîloğulları'nı bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin” dedi.
18Firavun: “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? 19Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörlerden birisin de...” dedi.
20-22Mûsâ: “Ben, o işi şaşkınlardan olduğum zaman yaptım. Sizden korkunca da hemen sizden kaçtım. Sonra Rabbim bana yasalar-ilkeler bahşetti ve beni elçilerden biri yaptı. O başıma kaktığın nimet de İsrâîloğulları'nı kendine köle edinmiş olmandır” dedi.
23Firavun: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?” dedi.
24Mûsâ: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir.”
25Firavun, yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi.
26Mûsâ: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi.
27Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir” dedi.
28Mûsâ: “Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir” dedi.
29Firavun: “Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan yaparım” dedi.
30Mûsâ: “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” dedi.
31Firavun: “Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen” dedi.
32Bunun üzerine Mûsâ, birikimini ortaya koyuverdi; bir de bakmışsın ki Mûsâ'nın birikimi, apaçık bir “silip süpüren”dir.
33Gücünü de çekti çıkardı; bir de bakmışsın ki o güç, izleyenlere çok mükemmel, hiç kusursuzdur.
34,35Firavun, yanı başındaki ileri gelenlere: “Şüphesiz bu, kesinlikle çok bilgili bir etkin bilgin! Sizi etkin bilgisiyle topraklarınızdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?” dedi.
36,37İleri gelenler dediler ki: “Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün büyük ve çok etkin bilginleri sana getirsinler.”
38Böylece, etkin bilginler belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
39İnsanlara da, “Siz toplanıyor musunuz?” denildi.
–“40Bizim etkin bilginlere uymamız için, kendilerinin galip gelen kimseler olmaları gerekir!”–
41Etkin bilginler geldiklerinde Firavun'a: “Şâyet biz üstün gelirsek, kesinlikle bize bir ücret var mı?” dediler.
42Firavun: “Evet, o takdirde siz, hiç şüphe yok ki, yakınlardan olacaksınız” dedi.
43Mûsâ onlara, “Ortaya koyun ne koyacaksanız!” dedi.
44Bunun üzerine onlar, birikimlerini, eski inanç ve tezlerini/çer-çöplerini; eften püften bilgilerini ortaya koydular ve “Firavun'un gücü hakkı için şüphesiz elbette bizler galip olanlarız” dediler.
45Sonra Mûsâ birikimini ortaya koydu; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor da yutuyor!
46-48Sonra etkin bilginler boyun eğip teslimiyet gösterenler olarak bırakıldılar:
“Biz, Âlemlerin Rabbine; Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine iman ettik” dediler.
49Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden o'na iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, elbette size sihri öğreten büyüğünüzdür! Peki, yakında bileceksiniz! Andolsun, sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi kestireceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim!”
50,51Etkin bilginler: “Zararı yok, şüphesiz biz Rabbimize dönenleriz. Biz mü’minlerin ilkleri olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz” dediler.
63Sonra Mûsâ'ya: “Vur birikimini o bol suya/nehire!” diye vahyettik. Sonra o bol su/nehir yarıldı/barajlar yapıldı da, her bir parça baraj, ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi.
52Ve Biz, Mûsâ'ya: “Kullarımı geceleyin yola çıkar, şüphesiz siz takip edilenlersiniz” diye vahyettik.
53-56Derken Firavun da şehirlere toplayıcıları gönderdi: “Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz.” 60Sonra Firavun ve adamları güneş doğarken onların ardına düştüler.
61İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı “Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık” dediler.
62Mûsâ: “Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir” dedi.
64Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.
65,66Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk.
57-59Sonunda Biz, Firavun ve toplumunu bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrâîloğulları'nı mirasçı/son sahip yaptık. 67Şüphesiz bunda kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdi. 68Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle en üstün olanın, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir. (47Şuara 10-51, 63, 52-56, 60-66, 57-59, 67-68, İşte Kur’an)


48NEML 4-5, 7-14
4Şüphesiz Biz âhirete inanmayan şu kimselerin işlerini kendilerine süslü gösterdik de onlar şaşırıp kalmışlardır.
5İşte bunlar, azabın kötüsü kendileri için olan kimselerdir ve bunlar, âhirette en çok ziyana uğrayacakların ta kendileridir.
7 Bir zaman Musa ehli için “Ben bir ateş; israiloğullarının perişan halini hissettim. Umarım ki size o sıkıntıdan bir haber getiririm veya ibranilere destek olmanız, onları ateşten kurtarmanız için o sıkıntıdan bir parçacık getiririm” demişti.
8-12 Sonra ona ateşe: sıkıntıya varınca; Bu sıkıntıyı gidermeye karar verdiğinde, sıkıntı içinde olan kişiler; ve sıkıntının dışında olan kişiler bolluklu kılınmıştır. Ve alemlerin rabbi Allah eksikliklerden arınıktır.
Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah'ım!
Ve birikimini ortaya koy!” –Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görüverince, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. -Ey Mûsâ korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda elçiler korkmaz. Ancak, kim yanlış; kendi zararlarına iş yapar, sonra kötülüğün ardında iyiliğe çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.–
Ve koynundaki gücünü devreye sok, dokuz âyet [alâmet/gösterge] içinde Firavun'a ve onun toplumuna hiç kusursuz, mükemmel çıkacaksın. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir toplum olmuşlardır.” diye seslenildi.
13Sonra da âyetlerimiz/alâmetlerimiz/göstergelerimiz onlara parlak bir şekilde gelince, “Bu apaçık bir göz boyama, insan kandırmadır” dediler.
14Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmaları ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!- (48Neml 4-5, 7-14, İşte Kur’an)

49KASAS 1-59
1Tâ/9, Sîn/60, Mîm/40.
2Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.
3Biz, iman edecek bir toplum için Mûsâ ve Firavun'un önemli haberlerinden bir kısmını sana hak ile okuyoruz/takip ettiriyoruz.
4Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi.
5Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.
7Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: “Onu emzir. Eğer o'nun için korkarsan o'nu nehre bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri yapacağız.”
8Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere “buluntu” olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Haman ve bu ikisinin askerleri hata edenler idi.
9Ve Firavun'un kadını: “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu katletmeyin; Musa’yı diğer israiloğulları çocukları gibi niteliksiz; eğitimsiz- öğretimsiz, mesleksiz bırakmayın”, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve onlar, işin farkında olmuyorlar.
10Mûsâ'nın anasının yüreği bomboş sabahladı. –Eğer Biz, inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse o'nu açığa vuracaktı.– 11Ve Mûsâ'nın annesi Mûsâ'nın kız kardeşine, “Onun izini takip et” dedi. O da hemen, onlar farkına varmazken uzaktan o'nu gözetledi.
12Ve Biz daha önce, o'na sütanalarını haram ettik. Bunun üzerine Mûsâ'nın kız kardeşi, “Size, o'nun bakımını sizin adınıza üstlenecek ve o'na öğüt verip eğitecek bir aile göstereyim mi?” dedi.
13Böylelikle Biz o'nu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. –Velâkin onların pek çoğu bilmezler.–
14Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız.
15Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye çalışan iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da hemen ölüverdi. Mûsâ, “Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi.
16Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!” dedi de Allah o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir.
17Mûsâ, “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi.
18Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan yardım istiyor. Mûsâ ona: “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi.
19Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; “Ey Mûsâ! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun” dedi.
20Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.”
21Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim! Beni şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!” dedi.
22Ve Mûsâ Medyen'e doğru yöneldiğinde, “Rabbimin bana yolun doğrusunu göstereceğini umarım” dedi.
23Ve Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan insanlardan bir önderli topluluk buldu. Ve Mûsâ, hayvan sulayanlar kadar güçlü olmayan, hayvanlarını geri çeken iki kadın buldu. Dedi ki: “Hâliniz nedir?” Dediler ki: “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da çok yaşlı bir ihtiyardır.”
24Bunun üzerine Mûsâ, ikisi için hayvanları suladı. Sonra gölgeye çekildi de “Rabbim! Şüphesiz ki ben, iyilikten bana indirdiğin şeye muhtacım” dedi.
25Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek Mûsâ'ya geldi. Dedi ki: “Şüphesiz babam, bizim yerimize sulamanın ücretini karşılamak için seni çağırıyor.” Mûsâ, kızın babasına geldi ve kıssaları ona anlattı. Kızın babası; “Korkma, o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış toplumdan kurtuldun” dedi.
26Onun iki kızından biri; “Babacığım! Onu ücretle tut. Şüphesiz ücretle tutulan kimselerin en iyisi, güçlü ve güvenilir olanıdır” dedi.
27Kızların babası dedi ki: “Hac yapılan sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer ona tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden bulacaksın.”
28Mûsâ, “Bu, seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisinin sonunu gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir [koruyarak, destekleyerek uygulayandır]” dedi.
29Artık Musa süreyi doldurup yakınlarıyla gece yürüyünce peygamberlik aşamasının dışındayken (henüz elçi yapılmamışken) ateşi; İsrailoğulları’nın perişan halini, onları bu halden kurtarmanın zorluğunu sezdi. Yakınlarına “Siz beklentide olun şüphesiz ben, bir ateş; SIKINTI sezdim. Umarım ki size o SIKINTIDAN bir haber getiririm veya İBRANİLERE DESTEK OLMANIZ, ONLARI ATEŞTEN KURTARMANIZ için o SIKINTIDAN bir parçacık getiririm” dedi.
30-32 Sonra ona vardığında; Bu sıkıntıyı gidermeye karar verdiğinde ağaçtan bolluklu bir toprak parçasının içinde (kendisini bekleyen yüzlerce vahyin içinde) peygamberlik yolunun filizinden; ilk, taze vahylerden olmak üzere kendisine seslenildi: “Ey Musa hiç şüphesiz ki Ben, alemlerin rabbi Allah’ın ta Kendisiyim!” Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Yeninden kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır” diye seslenildi.
33,34Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”
35Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız.”

***
36Mûsâ onlara apaçık alâmetlerimiz/göstergelerimiz ile gelince, “Bu, sadece uydurulmuş bir etkili bilgilerdir. Ve biz önceki atalarımızdan bunu işitmemiştik” dediler.
37Mûsâ da dedi ki: “Benim Rabbim, kendi katından kimin doğru yol kılavuzu ile geldiğini ve yurdun sonunun kim için daha iyi olacağını daha iyi bilendir. Şüphesiz ki şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar, kurtuluşa eremezler.”
38Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi.
39Firavun, kendisi ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerine inandılar.
40Biz de onu ve askerlerini yakalayıp o bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. Şimdi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların sonunun nasıl olduğuna bir bak!
41Ve onları, ateşe çağıran önderler yaptık. Kıyâmet günü onlar yardım görmeyecekler de.
42Ve bu dünyada arkalarına dışlanma, Allah'ın rahmetinden yoksun olma taktık. Onlar, kıyâmet gününde de kötülenmiş/uzaklaştırılmış kimselerdendirler.
43Ve andolsun ki Biz, ilk nesilleri değişime/yıkıma uğrattıktan sonra Mûsâ'ya, öğüt alırlar diye, insanlar için apaçık deliller, kılavuz ve rahmet olarak Kitab'ı/Tevrât'ı verdik.
44Ve Mûsâ'ya o emri gerçekleştirdiğimiz sırada sen batı yönünde; Musa’nın yaşadığı coğrafyada değildin. Hazır bulunanlardan, görenlerden de değildin.
45Ama Biz nice nesiller var ettik de, onların ömürleri uzadıkça uzadı. Sen onlara âyetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin; Fakat Biz elçi gönderenleriz.
46,47Ve Biz, seslendiğimiz zaman, tavrın (peygamberlik aşamasının) yanında da değildin (henüz elçi değildin). Tersine senden önce kendilerine uyarıcı/elçi gelmeyen bir toplumu uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir elçi gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik.

48İşte onlara tarafımızdan o hak gelince de, “Mûsâ’ya verilen şeyler; alâmetler; göstergeler gibi ona da verilmeli değil miydi?” dediler. Daha evvel Mûsâ’ya verileni örtbas edip reddetmemişler miydi? “Birbirine sırt veren; destekleyen iki sihir; etkili bilgi” dediler. Ve “Şüphesiz biz hepsini kabul etmeyeceğiz” dediler.
49De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, hemen Allah katından bana ve Mûsâ'ya inen kitaplardan daha çok doğruya kılavuz olan bir kitap getirin de ben de ona uyayım!”
50Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, yalnızca heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık [şaşkın, aşağı] kim olabilir? Kesinlikle Allah şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma yol göstermez.
51Ve andolsun Biz, Söz'ü [vahyi/Kur’ân'ı] öğüt alırlar diye birbiri ardınca yolladık.
52Sözden [vahiyden/Kur’ân'dan] önce kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler; onlar, Söz'e [vahye/Kur’ân'a] de inanırlar.
53Ve onlara o Söz [vahy/Kur’ân] okunduğu zaman onlar, “Biz, ona inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz, ondan önce müslüman olanlardık” dediler.
54İşte onlar; sabrettikleri için onların ödülleri iki kere verilecektir. Ve onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcamada bulunurlar/ başta yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını temin ederler.
55Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan mesafeli dururlar ve “Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler.
56Kesinlikle sen sevdiğini kılavuzlanan doğru yola iletemezsin; ama Allah dilediğine doğru yolu gösterir ve O, kılavuzlanan doğru yolu kabullenecek olanları daha iyi bilir.
57Ve onlar; “Biz seninle beraber doğru yol kılavuzuna uyarsak, yurdumuzdan atılırız” dediler. Biz onları, Kendi katımızdan bir rızık olarak, her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere/Mekke'ye yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.
58Ve Biz, geçimleriyle şımarmış nice kenti değişime/yıkıma uğratmışızdır. İşte, onların yerleri! Kendilerinden sonra pek az oturulmuş olan meskenleri. Ve Biz, vârislerin ta kendisiyiz.
59Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi ana kente göndermedikçe, memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değildir. Zaten Biz, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olmayan memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değiliz. (49Kasas 1-59, İşte Kur’an)


50İSRA 2-8, 101-104
2,3Mûsâ'ya da Kitap verdik ve Benim astlarımdan vekil [tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan bir kişi/ kurum] tanımayınız diye Kitab'ı, İsrâîloğulları –Nûh'la beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar– için bir kılavuz yaptık. Şüphesiz Nûh, şükredici; kendisine verilen nimetlerin karşılığını çokça ödeyen bir kuldu.
4Ve Biz İsrâîloğulları'na Kitap'ta/ yazgıda şunu gerçekleştirdik: “Kesinlikle siz, yeryüzünde iki defa kargaşa çıkaracaksınız/ bozguna uğrayacaksınız ve kesinlikle büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.” 5İşte o ikisinden birincisinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik de onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. Ve o, yerine getirilmesi gereken bir vaat idi. 6Sonra sizi tekrar güçlü kulların üzerine galip kıldık ve size mallarla ve oğullarla yardım ettik. Ve sizi işe yarayanlar açısından daha çok şey sahibi yaptık.
–7Eğer iyilik ettiyseniz, kendinize iyilik etmişsinizdir ve eğer kötülük ettiyseniz o da onun kendisi içindir.– Artık diğer bozguna uğrama zamanı gelince de size kötülük yapmaları, ilk kez girdikleri gibi yine mescide/Beytü'l-Makdis'e girmeleri, ele geçirdikleri yerleri yıkıp bozmaları için üzerinize güçlü kullarımızı tekrar göndereceğiz. 8Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Ve eğer siz döndüyseniz Biz de döndük. Ve Biz cehennemi, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için kuşatıcı bir zindan yaptık.

101Ve andolsun Biz, Mûsâ'ya apaçık dokuz; birçok âyet [alâmet/gösterge] verdik –işte İsrâîloğulları'na soruver–. Hani Mûsâ, kendilerine geldi de Firavun o'na, “Ey Mûsâ! Ben senin büyülenmiş olduğunu kesinlikle biliyorum” demişti.
102Mûsâ dedi ki: “Sen kesinlikle bildin ki, âyetleri, birer ibret olmak üzere, ancak göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ve ben de senin yıkıma uğramışlığına kesinlikle inanıyorum.”
103Bunun üzerine Firavun, Mûsâ'yı ve İsrâîloğulları'nı Mısır'dan sürmek istedi de Biz, onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.
104Ve ondan sonra Biz İsrâîloğulları'na, “Bu topraklara siz yerleşin! Sonra âhirete dair verilen söz geldiği vakit, sizi toplayıp bir araya getireceğiz” dedik. (50İsra 2-3, 101-104, İşte Kur’an)


51YUNUS 75-93
75Sonra bunların arkasından Mûsâ ve Hârûn'u âyetlerimizle/ alâmetlerimizle/ göstergelerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler ve günahkâr bir toplum oldular.
76Kendilerine tarafımızdan gerçek gelince, “Hiç şüphesiz bu, kesinlikle apaçık bir sihirdir” dediler.
77Mûsâ dedi ki: “Siz hak için, o, size gelince, ‘Bu, bir büyülü sözdür?’ mü diyorsunuz? Hâlbuki büyülü söz söyleyenler, umduklarına eremezler.”
78Onlar: “Sen atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin ve yeryüzünde saltanat ikinizin olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmayız” dediler.
79Ve Firavun, “Bana en bilgili, etkili söz söyleyen bilginlerin tümünü getirin!” dedi.
80Sonunda etkili söz söyleyen bilginler gelince, Mûsâ onlara, “Ne atacaksanız atın!” dedi.
81,82Onlar ortaya atınca da Mûsâ, “Sizin getirdiğiniz şey bir göz boyama/ aldatmacadır. Şüphesiz, Allah onun boş ve asılsızlığını ortaya çıkaracaktır. Şüphe yok ki, Allah kargaşacıların işini düzeltmez. Ve Allah, günahkârların hoşuna gitmese de, hakkı, Kendi kelimeleriyle ortaya koyup gerçekleştirir” dedi.
83Sonra Firavun ve adamlarının kendilerini ateşe atacağı korkusundan dolayı Mûsâ'ya kendi toplumundan bir soydan başka kimse iman etmedi. Ve şüphesiz Firavun yeryüzünde çok üstün idi ve o kesinlikle gerçeği eksik gösterenlerdendi.
84Ve Mûsâ, “Ey toplumum! Siz Allah'a iman ettinizse, sadece O'na teslim olan Müslümanlardan oldunuzsa, artık sadece O'na sonucu bırakın!” dedi.
85,86Onlar da, “Biz Allah'a işin sonucunu bıraktık. Ey Rabbimiz! Bizi o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan toplum için ateşlere sürükleme ve bizi rahmetinle kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler toplumundan kurtar!” dediler.
87Ve Biz Mûsâ ile kardeşine, “Toplumunuz için Mısır'da birtakım okullar hazırlayın ve okullarınızı kıble/hedef kılın ve salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun] ve mü’minlere müjde verin!” diye vahyettik.
88Ve Mûsâ: “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun'a ve ileri gelenlerine basit dünya hayatında zînet ve mallar verdin. –Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye– Rabbimiz! Onların mallarını sil-süpür ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi.
89Allah “Her ikinizin de duası kesinlikle kabul olundu. Öyleyse ikiniz doğru yolda devam edin. Ve bilmeyen kişilerin yolunu sakın izlemeyin!” dedi.
90-92Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda suda boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrâîloğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. –Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız. Seni BU SESLENİŞİNLE ÖRNEK VERECEĞİZ. – Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim âyetlerimize/ alâmetlerimize/ göstergelerimize karşı duyarsız/ilgisizdirler.
93Ve andolsun İsrâîloğulları'nı çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onları hoş nimetlerden rızıklandırdık da kendilerine bilgi gelene kadar ihtilâfa düşmediler. Şüphesiz Rabbin, o anlaşmazlığa düştükleri konularda kıyâmet günü aralarında gerçekleştirecektir. (51Yunus 75-93, İşte Kur’an)

52HUD 96-99, 111-110
96,97Andolsun ki Biz Mûsâ'yı da âyetlerimizle ve apaçık bir belge ile Firavun ve ileri gelenlerine elçi yaptık. Ama onlar Firavun'un emrine uydular. Hâlbuki Firavun'un emri aklı çalıştıran/doğruya ulaştıran değildir.
98Firavun kıyâmet günü, toplumunun önüne düşer. –Artık Firavun, toplumunu ateşe götürmüştür. O varılan yer de ne kötü bir yerdir!–
99Ve bu dünyada ve kıyâmet gününde dışlanarak izlendiler. –Verilen bu vergi ne kötü vergidir!–
110Ve andolsun ki Biz Mûsâ'ya Kitab'ı verdik de onda ihtilâfa düşüldü. Eğer Rabbinden daha önce verilmiş bir Söz olmasa idi, elbette bu dünyada hemen cezalandırılırlardı. Ve onlar şüphesiz, Kur’ân'dan kuşkulu bir kesin olmayan, eksik bilgi içindedirler. (52Hud 96-99, 110, İşte Kur’an)

55ENAM 154
154Sonra Biz, Rablerine kavuşacaklarına inansınlar diye iyilik-güzellik üretenlere tamam olarak, her şeyi genişçe açıklamak ve kılavuz ve rahmet olmak üzere Mûsâ'ya Kitab'ı verdik. (55Enam 154, İşte Kur’an)

56SAFFAT 114-122
114,115Ve andolsun ki Biz, Mûsâ ile Hârûn'a da nimetler verdik. Ve o ikisini ve toplumlarını o büyük sıkıntıdan kurtardık.
116Ve Biz, onlara yardım ettik de onlar galip gelenlerin ta kendileri oldular.
117Ve Biz, kendilerine o apaçık gösteren Kitab'ı verdik.
118Ve kendilerini dosdoğru yola kılavuzladık.
119Ve sonrakiler içinde o ikisine bıraktık.
120Selâm olsun, Mûsâ ve Hârûn'a!
121Şüphesiz Biz, iyilik-güzellik üretenleri böyle ödüllendiririz.
122Şüphesiz o ikisi Bizim mü’min kullarımızdandır. (56Saffat 114-122, İşte Kur’an)

60MÜMİN 23-46
23,24Andolsun Mûsâ'yı Firavun'a, Hâmân'a ve Karun'a âyetlerimizle ve açık bir delil ile elçi olarak gönderdik de onlar: “Bu bir sihirbaz, büyük bir yalancıdır” dediler.
25Böylece Mûsâ, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman onlar: “Mûsâ ile birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını katledin; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirin, kadınlarını da utanca boğun” dediler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası da değildir.
26Ve Firavun: “Bırakın beni, öldüreyim Mûsâ'yı, o da Rabbini çağırsın. Şüphesiz ben onun sizin dininizi değiştirmesinden veyahut bu yerde/ ülkemizdeki kargaşayı ortaya çıkarmasından; bozguncu düzenimizi deşifre etmesinden korkuyorum” dedi.
27Mûsâ da: “Şüphesiz ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz'e sığınırım” dedi.
28,29Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir babayiğit adam: “Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki o'nun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, gerçeği eksik gösteren bir yalancı kişiye kılavuz olmaz. Ey toplumum! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün yönetim sizindir. Peki, eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından bizi kim yardım edip kurtarır?” dedi.
Firavun: “Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece size reşitliğin/akıllı olmanın yoluna kılavuzluk ediyorum” dedi.
30-35Yine o iman etmiş olan kimse: “Ey toplumum! Şüphesiz ben, sizin hakkınızda Ahzâb'ın günü benzerinden; Nûh toplumunun, Âd'ın, Semûd'un ve daha sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir haksızlık, yanlışlık istemez. Ey toplumum! Şüphesiz ben, size gelecek o çağrışma-bağrışma/ kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için Allah'tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Ve andolsun ki, bundan önce size Yûsuf delillerle gelmişti. O zaman da o'nun size getirdiği şeylerde kesin olmayan, yetersiz bilgiye sahiptiniz. Sonunda o öldüğünde de, “Bundan sonra Allah, asla elçi göndermez” dediniz. Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah'ın âyetleri/ alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele eden, gerçeği eksik gösteren, şüpheci olan kişileri işte böyle şaşırtır. Bu durum, Allah katında ve iman edenler yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar” dedi.
36,37Ve Firavun: “Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım” dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/ zarara uğratıp acı çekme içindedir.
38-44Yine iman etmiş olan o kimse: “Ey toplumum! Bana uyun ki size akıllı olmanın yoluna kılavuzluk edeyim. Ey toplumum! Bu bayağı hayat ancak geçici bir kazanımdır. Âhiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir. Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve erkek veya kadın, her kim mü’min olarak düzeltmeye yönelik iş işlerse, artık onlar, orada hesapsızca rızıklanmak üzere cennete girerler.” Yine: “Ey toplumum! Bana ne oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa davet ediyorum! Siz, beni, Allah'a inanmamaya ve benim için hakkında hiç bilgi olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi o çok güçlü ve çok bağışlayıcı olan Allah'a davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey, dünya ve âhirette kendisine bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz dönüşümüz Allah'adır. Ve şüphesiz gerçeği eksik gösterenler, cehennem ashâbının ta kendileridir. Artık siz benim, sizin için söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ve ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir” dedi.
45,46Sonra Allah o mü’mini onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun'un yakınlarını ise, azabın kötüsü; ateş kuşattı. Onlar sürekli olarak ateşe arz olunurlar. Kıyâmet kopacağı gün ise: “Firavun'un yakınlarını azabın en şiddetlisine sokun!" (60Mümin 23-46, İşte Kur’an)


63ZUHRUF 46-56
46Ve hiç kuşkusuz Biz, Mûsâ'yı âyetlerimizle/ alâmetlerimizle/ göstergelerimizle Firavun'a ve onun ileri gelenlerine elçi gönderdik de o: “Gerçekten ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti.
47Sonra da Mûsâ âyetlerimizi/ alâmetlerimizi/ göstergelerimizi onlara getirince, onlar hemen âyetlere gülüverdiler.
48Ve Bizim onlara gösterdiğimiz her bir alâmet/ gösterge bir önceki alâmetten/ göstergeden kesinlikle daha büyüktür. Ve onlar dönerler; Allah’ın ilkelerine uygun hareket ederler diye Biz onları azapla yakaladık.
49Onlar da: “Ey büyücü! Sende olan ahdi/ sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et. Şüphesiz biz kesinlikle kılavuzlandığımız doğru yola gireceğiz” dediler.
50Fakat ne zaman ki azabı kendilerinden kaldırdık, o zaman onlar sözlerinden dönüverirler.
51-53Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?” dedi.
54Firavun kendi toplumunu etkisizleştirdi; niteliksizleştirdi de onlar da ona itaat ettiler. Şüphesiz onlar, hak yoldan çıkmış kimseler toplumu idiler.
55,56Sonunda onlar Bizim hoşnut olmadığımız işleri aşırı derecede yaptıkları zaman onları cezalandırarak adaleti sağladık. Sonra da onları topluca suda boğduk. Sonra da onları sonradan gelecekler için selef ve örnek yaptık. (63Zuhruf 46-56, İşte Kur’an)


64DUHAN 17-33
17-21Ve andolsun ki Biz onlardan önce Firavun toplumunu imtihan ettik. Ve onlara çok saygın bir elçi gelmişti: “Allah'ın kullarını bana geri verin. Şüphesiz ben sizin için gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'a karşı üstünlük taslamayın. Şüphesiz ki ben size apaçık bir güç getiriyorum. Ve Şüphesiz ben, beni taşlayarak öldürmenizden benim Rabbime, sizin Rabbinize sığındım. Ve eğer siz bana inanmazsanız hemen yanımdan uzaklaşın.”
22Sonra da Mûsâ: “Şüphesiz ki bunlar, suçlu bir toplumdur” diyerek Rabbine yalvardı.
–“23,24Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz, tedbirli olun. Bol suyu/ nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur.–
25-27Onlar, bahçelerden, pınarlardan, ekinlerden, saygın makamlardan ve içinde safalar sürdükleri nice nimetlerden nicelerini bıraktılar.
28İşte böyle! Biz onları başka başka toplumlara miras bıraktık.
29İşte, gök ve yeryüzü onların üzerine ağlamadı. Onlar, süre tanınanlar da olmadı.
30,31Andolsun ki Biz İsrail oğullarını o horlayıcı azaptan, Firavundan kurtardık. Şüphesiz o, gerçeği eksik gösterenlerden, üstünlük taslayanlardan biriydi.
32Andolsun ki Biz İsrâîloğulları'nı bilerek âlemler üzerine seçkin kılmıştık.
33Biz onlara içinde apaçık bir belâ bulunan alâmetlerden/ göstergelerden de vermiştik. (64Duhan 17-33, İşte Kur’an)

67ZARİYAT 38-40
38,39Mûsâ'da da alâmetler/göstergeler vardır. Bir zaman Biz, o'nu apaçık bir delille Firavun'a gönderdik de Firavun, ordusu, tüm güç kaynakları ile birlikte yüz çevirdi. Ve “Bu, bir sihirbazdır, hatta gizli güçlerce desteklenen/ deli birisidir” dedi.
40Sonra da Biz, onu ve ordularını yakalayıverdik de onları bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. O ise ayıplanan/ kınayan biridir. (67Zariyat 38-40, İşte Kur’an)

69KEHF 60-82

60Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: “Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demişti.
61-Bunun üzerine “iki bilgin kişinin toplandığı yer”e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.-
62Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: “Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi.
63Delikanlı: “Gördün mü/ hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/ sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/ sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti” dedi.
64Mûsâ, “İşte bu, aradığımızdı!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.
65Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.
66Mûsâ ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” dedi.
67,68Âlim ve rahmete mazhar kul: “Şüphesiz sen benimle beraber sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin!” dedi.
69Mûsâ: “İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem” dedi.
70Âlim ve rahmete mazhar kul: “O hâlde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar.”
71Bunun üzerine ikisi yürüdüler; sonunda gemiye bindiklerinde âlim ve rahmete mazhar kul gemide kusurlar oluşturdu. Mûsâ: “İçindekileri suda boğman için mi onu yırttın/kusurlar oluşturdun? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!” dedi.
72Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.
73Mûsâ: “Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!” dedi.
74Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler; âlim ve rahmete mazhar kul onu öldürüverdi. Mûsâ: “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!” dedi.
75Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.
76Mûsâ: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle kovarsan darılmam” dedi.
77Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Âlim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Mûsâ: “İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın” dedi.
78-82Âlim ve rahmete mazhar kul: “İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim:
“Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de bütün güzel, sağlam gemileri gasp edip alan bir kral vardı.
Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü’min kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, anne-babasını azdırmasından ve küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik.
Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, –Rabbinden bir rahmet olmak üzere– Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!" (69Kehf 60-82, İşte Kur’an)

72İBRAHİM 5-8
5Ve andolsun ki Mûsâ'yı, “Toplumunu karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allah'ın günleri ile öğüt ver” diye âyetlerimizle elçi gönderdik. Şüphe yok ki bunda çok sabreden ve kendisine verilen nimetlerin karşılığını çok çok ödeyen herkes için nice alâmetler/göstergeler vardır.
6,7Ve hani Mûsâ toplumuna demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi işkencenin kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren ve kadınlarınızı utanca boğan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte bunda Rabbiniz tarafından, size, çok büyük yıpranarak vereceğiniz bir sınav vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti: “Andolsun ki sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını öderseniz, elbette size artırırım ve eğer iyilikbilmezlik ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.”
8Yine Mûsâ dedi ki: “Eğer siz ve yeryüzündeki kimseler, topluca hepiniz küfrederseniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederseniz/ iyilikbilmezlik ederseniz; iyi biliniz ki Allah kesinlikle çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayandır, övülen, övgüye lâyık bulunandır." (72İbrahim 5-8, İşte Kur’an)

74MÜMİNUN 45-49
45,46Sonra da Mûsâ ve kardeşi Hârûn'u âyetlerimizle/ alâmetlerimizle/ göstergelerimizle ve apaçık bir güç ile Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik/elçi yaptık. Bunun üzerine kendilerinin büyüklüğüne inandılar ve ululuk taslayan bir toplum oldular.
47Sonra da: “Bu ikisinin toplumları bize kulluk ederken biz, bizim benzerimiz olan bu iki beşere inanacak mıyız?” dediler.
48Böylece ikisini yalanladılar da onlar, değişime/ yıkıma uğrayanlardan oldular.
49Ve andolsun Biz, Mûsâ'ya onlar kılavuzlandıkları doğru yola girsinler diye o kitabı verdik. (74Müminun, 45-49, İşte Kur’an)

75SECDE 23-25
23Ve andolsun ki Biz, vaktiyle Mûsâ'ya o kitabı verdik. –şimdi sen, sana vahyolunan kitabın tümüne kavuşmaktan kuşku içinde olma; kitabın tümüne kavuşacaksın.– Ve Biz, onu İsrâîloğulları için bir kılavuz yaptık.
24Ve onlardan, sabrettikleri zaman, Bizim emrimizle kılavuzluk eden önderler yaptık. Ve onlar, Bizim âyetlerimize/alâmetlerimize/göstergelerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı.
25Şüphesiz senin Rabbin; Allah, onların anlaşmazlığa düştükleri şeyler hakkında kıyâmet günü aralarında hükmedecektir. (75Secde 23-25, İşte Kur’an)

81NAZİAT 15-25
15Mûsâ'nın haberi sana geldi mi?
16,17Hani, Rabbi ona iki kez temizlenmiş vadide; (elçilik görevini sürdürürken) seslenmişti: “Firavun'a git! Şüphesiz o azdı.”
18,19Sonra de ki: “Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine kılavuzlayayım da O'na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyasın!”
20Sonra da Mûsâ, Firavun'a o en büyük alâmeti/göstergeyi gösterdi.
21-24Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.
25Allah da, dünya ve âhiret azabıyla yakalayıverdi. (81Naziat 15-25, İşte Kur’an)

85ANKEBUT 39-40
39Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da yıkıma uğrattık. Andolsun ki Mûsâ onlara apaçık deliller ile gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki onlar, öne geçiciler; kaçıp kurtulan kişiler değillerdi.
40İşte hepsini günahları sebebiyle yakaladık: Onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdik, onlardan kimini de suda boğduk. Ve Allah onlara haksızlık etmiyordu velâkin onlar şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı. (85Ankebut 39-40, İşte Kur’an)

87BAKARA 47-61, 63-74, 83-87, 92-93
47Ey İsrâîloğulları! Size verdiğim nimeti ve şüphesiz Benim sizi âlemlere fazlalıklı kıldığımı hatırlayın.
48Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden yardımın, adam kayırmanın kabul edilmediği, kimseden fidyenin/kurtulmalığın alınmadığı ve hiçbir kimsenin yardım olunmadığı güne karşı Allah'ın koruması altına girin.
49Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren, kadınlarınızı utanca boğan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.–
***
50Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu/nehiri sizin için yarıp da sizi kurtarmış, siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını da suda boğmuştuk.
***
51Ve hani Biz Mûsâ'ya kırk geceyi vaat vermiş, sonra da siz, kendi benliğinize haksızlık ederek, o'nun arkasından altını ilâh edinmiştiniz.
52Sonra Biz, sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ödersiniz diye bundan sonra sizi affetmiştik.
53Ve hani Biz, kılavuzlandığınız doğru yolu bulursunuz diye, Mûsâ'ya, o kitabı ve Furkân'ı vermiştik.
54Hani bir zamanlar Mûsâ toplumuna, “Ey toplumum! Şüphesiz siz altına tapmakla kendi kendinize haksızlık ettiniz. Gelin hemen Yaratıcınıza tevbe edin de benliklerinizi değiştirin. Böylesi, Yaratıcınız nezdinde sizin için hayırlıdır” demişti. Sonra da Yaratıcınız tevbenizi kabul etti. Şüphesiz Yaratıcınız, tevbeleri çokça kabul eden, çok tevbe fırsatı verenin, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
***
55Hani bir zamanlar da siz, “Ey Mûsâ! Biz, Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız” demiştiniz de bunun üzerine siz bakıp dururken sizi şiddetli korkudan baygınlık yakalayıvermişti.
56Sonra Biz, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye sizi ölümünüzün ardından dirilttik/zilletten kurtarıp onurlu duruma getirdik.
57Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık ve üzerinize kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. –Ve size verdiğimiz rızıkların hoş olanlarından yiyin.– Onlar, Bize karşı haksızlık etmediler, lâkin onlar şirk koşmak sûretiyle kendi benliklerine haksızlık ediyorlardı.
***
58Ve hani bir zamanlar Biz, “Şu kente girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin. O kapıdan da boyun eğip teslimiyet göstererek; onlara tebâ/uyruk olarak, taşkınlık, yanlış; kendi zararlarına iş yapmadan girin ve “Hıtta [bizi bağışla]!” deyin. Ki size, hatalarınızı bağışlayıverelim, iyilik-güzellik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız” demiş idik.
59Bunun üzerine o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler, sözü, kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle değiştirdiler. Biz de yapmış oldukları hak yoldan çıkış karşılığında o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerin üstüne gökten bir azap indirdik.
***
60Ve hani bir zamanlar Mûsâ, toplumu için su istemişti de, Biz, “Birikimini taş kalpli toplumuna uygula!” demiştik. Bunun üzerine o taş kalpli toplumdan birçok yöne on iki toplum-belde halkı ayrışmıştı. Oluşan her beldenin halkı, kendi su alacağı yeri kesinlikle öğrendi/işaretledi. –Allah'ın rızkından yiyin, için; keyfinize bakın ve bozgunculuk yaparak yeryüzünde taşkınlık etmeyin.–
***
61Ve hani bir zamanlar siz, “Ey Mûsâ! Biz, tek yemeğe asla dayanamayız, artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın” demiştiniz. Mûsâ da size, “O, üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya/ Mısır'a inin, o vakit istediğiniz şeyler sizin olacaktır” demişti. Ve üzerlerine aşağılık ve meskenet damgalandı ve sonunda Allah'tan hoşnutsuzluğa uğradılar. İşte bu, küfretmiş; Allah'ın âyetlerini bilerek reddetmiş olmaları ve peygamberler ile haksız yere savaşmış olmaları nedeniyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri nedeniyledir.
63Hani bir zamanlar Biz, sizden, “Allah'ın koruması altına girmeniz için verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırınızdan çıkarmayın!” diye sağlam bir söz almıştık ve sizin üstününüzü; seçkininiz Mûsâ'yı en kutlu aşamaya (elçilik makamına) yükseltmiştik.
64Bir de siz, bundan sonra yüz çevirdiniz. İşte eğer üzerinizde Allah'ın armağanı ve rahmeti olmasa idi kesinlikle siz zarara uğrayanlardan olmuştunuz.
65Ve siz içinizden sebtte/düşünme gününde sınırları aşan kimseleri de elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara, “Aşağılık-dışlanmış kimseler durumunda maymunlar olun!” dedik.
66Sonra da aşağılık maymunluğu, çağdaşlarına ve sonrakilere müthiş bir ders ve Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için bir nasihat/öğüt yaptık.
***
67Ve hani Mûsâ toplumuna, “Şüphesiz ki Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor” demişti. Onlar, “Sen, bizi alaya mı alıyorsun?” dediler. Mûsâ, “Ben, câhillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım” dedi.
68Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, o sığır her ne ise onu bizim için açığa koysun” dediler. Mûsâ, “Rabbim diyor ki: ‘Şüphesiz o sığır, pek yaşlı değil, pek körpe de değil, ikisi arası; en iyi yardım, hizmet, verim çağındadır.’ Haydi, emrolunduğunuz şeyi yapınız” dedi.
69Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, onun rengi ne ise onu bizim için açığa koysun” dediler. Mûsâ, “Şüphesiz Rabbim diyor ki”: “Şüphesiz o sığır, rengi bakanlara neşe saçan, sarı; sapsarı bir inektir” dedi.
70Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, o, nedir; bizim için açığa koysun, şüphesiz ki o sığır, bize müteşâbih geldi ve biz şüphesiz Allah dilerse kesinlikle kılavuzlandığımız doğru yolu bulmuş kimseleriz” dediler.
71Mûsâ, “Şüphesiz Rabbim diyor ki”: “O sığır, zelil olmayan/çifte koşulmayan, arazi sürmeyen, ekin sulamayan, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır.” Onlar, “İşte tam şimdi gerçeği getirdin” dediler. Sonunda onu boğazladılar. Ama neredeyse yapmayacaklardı.
***
72Ve hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah, saklamış olduğunuzu çıkarandır.
73Sonra Biz, “Öldürülen kişiden gelecek sıkıntı sebebiyle Mûsâ'yı yola çıkarın” dedik. Allah, ölüleri işte böyle diriltir, bitmiş tükenmişlere yol gösterir ve akıllı davranasınız diye size âlametlerini/göstergelerini gösterir.
74Sonra da kalpleriniz katılaştı; işte onlar, taşlar gibidir, hatta daha katıdır. Ve şüphesiz taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır da ondan su çıkar, öyleleri vardır ki Allah'ın saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpertisinden küçülerek değişirler. Allah yaptıklarınızdan habersiz, duyarsız değildir.
83Ve hani Biz, İsrâîloğulları'nın ‘kesin söz’ünü almıştık: “Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana-babaya, yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzelliği söyleyiniz, salâtı ikame ediniz [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturunuz-ayakta tutunuz] ve zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi veriniz.” Sonra çok azınız müstesnâ olmak üzere yüz çevirdiniz. Ve siz mesafeli duran kimselersiniz.
84,85Ve hani Biz, sizin kesin sözünüzü almıştık: “Kanlarınızı dökmeyeceksiniz, kendilerinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.” Sonra siz, tanıklık ederek ikrar verdiniz. Sonra, siz, işte o kimselersiniz; kendi kendinizi öldürüyorsunuz ve sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz. Onların aleyhinde zaman kaybına neden olan şeylerde/ hayırda ağırda almada/ zarar vermede/ kusur oluşturmada ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar size esir olarak gelirlerse de onlar için fidye/kurtarmalık almaya çalışırsınız. Hâlbuki o; onların çıkarılmaları, size harâmlaştırılmıştır. Peki, siz Kitab'ın bir bölümüne inanıp da bir bölümüne inanmıyor musunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvâlıktan başka nedir? Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan bilgisiz, duyarsız değildir.
86İşte onlar, âhiret karşılığında basit dünya yaşamını satın almış kimselerdir. Artık bunlardan azap hafifletilmez, onlar yardım da olunmazlar.
87Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik. Ve o'ndan sonra birbiri ardı sıra elçiler gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'ya da açık açık deliller verdik ve kendisini Allah'ın vahyi ile güçlendirdik. Peki siz, bir elçinin size, nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiği her seferinde büyüklük tasladınız mı?! Sonra da bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürüyorsunuz.
92Ve andolsun ki Mûsâ size açık-seçik kanıtlarla gelmişti. Sonra siz, kendi benliğinize haksızlık eden kimseler olarak arkasından, “altın”ı ilâhlaştırdınız.
93Ve hani Biz sizden, “Size verdiğimiz Kitab'ı kuvvetlice alın ve dinleyin” diye sağlam söz almış ve sizin üstününüzü/ seçkininiz Mûsâ'yı en kutlu aşamaya (elçilik makamına) yükseltmiştik. Demişlerdi ki: “Dinledik ve isyan ettik/iyice sarıldık.” Ve gerçeği bilerek reddetmeleri yüzünden altının ilâhlığı kalplerine içirilmişti. De ki: “Eğer inananlar iseniz, inancınızın size emrettiği şey ne çirkindir!” (87Bakara 47-61, 63-74, 83-87, 92-93, İşte Kur’an)

92NİSA 153-154
153Kitap Ehli, senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Ve kesinlikle onlar Mûsâ'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi de: “Allah'ı bize açıkça göster” demişlerdi. Sonra da haksızlıkları sebebiyle onları bayıltacak derecede aşırı korku sardı. Sonra da kendilerine açık deliller geldiği hâlde altını ilâh edinmişlerdi. Sonra Biz onları bundan dolayı da affettik. Ve Biz, Mûsâ'ya apaçık bir kanıt verdik.
154Ve söz vermeleri ile birlikte üstlerini/ en değerlilerini/Mûsâ'yı en kutlu aşamaya (elçilik makamına) yükselttik. Ve onlara: “O kapıdan boyun eğip teslimiyet göstererek girin” dedik. Yine onlara: “Tefekkür/kulluk gününde sınırları aşmayın” dedik. Ve onlardan çok ağır bir söz aldık. (92Nisa 153-154, İşte Kur’an)

109SAFF 5
5Ve hani Mûsâ, toplumuna: “Ey toplumum! Şüphesiz benim, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçi olduğumu bildiğiniz hâlde, niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti. Ne zaman ki onlar eğrilip saptılar Allah da onların kalplerini eğriltip saptırdı. Ve Allah, hak yoldan çıkmış bir topluma kılavuzluk etmez. (109Saff 5, İşte Kur’an)

112MAİDE 20-26
20,21Ve hani Mûsâ, toplumuna: “Ey toplumum! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani Allah, içinizden peygamberler gönderdi. Sizi de hükümdarlar kıldı. Ve âlemlerden hiçbir kimseye vermediğini size verdi. Ey toplumum! Allah'ın size yazdığı temizlenmiş toprağa girin, geriye dönmeyin, yoksa kayba uğrayanlar olarak dönersiniz” dedi.
22Onlar, “Ey Mûsâ! Şüphesiz orada zorba bir toplum var. Onlar oradan çıkmadıkça da biz oraya asla girmeyiz. Şâyet onlar, oradan çıkarlarsa, şüphesiz biz de artık girenleriz” dediler.
23Korkanlardan/ korkulanlardan Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam dedi ki: “Onların üzerlerine kapıdan girin. İşte, oradan girerseniz şüphesiz siz, galip olanlarsınız. Eğer inanıyorsanız da artık yalnızca Allah'a işin sonucunu havale edin.”
24Mûsâ'nın toplumu: “Ey Mûsâ! Şüphesiz biz, onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz. Artık sen ve Rabbin gidin de savaşın. Şüphesiz biz, burada oturanlarız” dediler.
25Mûsâ: “Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu hak yoldan çıkmışlar toplumunun arasını ayır” dedi.
26Allah dedi ki: “Artık temizlenmiş topraklar onlara kırk sene haram kılınmıştır. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. O nedenle sen, hak yoldan çıkmış o toplum için tasalanma!" (112Maide 20-26, İşte Kur’an)




B- MISIR TARİHİNDE MUSA PEYGAMBER

Musa Peygamber’e ilişkin tarih boyunca çeşitli rivayetler ortaya atılmış, ona atfedilen mucizeler ise farklı kaynaklarda genellikle olağanüstü biçimde aktarılmıştır. Bazı araştırmacılar, Musa’nın tarihsel bir şahsiyet olmadığını, mitolojik bir anlatının kurgusal karakteri olduğunu öne sürmekte ve bu çerçevede onun peygamberlik statüsünü ve ilettiği vahyi reddetmektedir. Bu tür yaklaşımlar, vahiy olgusunun tarihsel ve teolojik çerçevede sağlıklı biçimde incelenmesini zorlaştırmakta; Kur’an-ı Kerim’de yer alan özgün bilgilerin kaynak bağlamında değerlendirilmesini engellemektedir.

Mısır’da, Kitâb-ı Mukaddes bilginleri, tarihçiler, Mısır bilimcileri ve arkeologlar tarafından yürütülen çok sayıda araştırma, İsrailoğulları ve Musa Peygamber’in yaşadığı dönem hakkında farklı görüşler ortaya koymuştur. Bu farklı görüşlerin oluşmasında birkaç temel etken bulunmaktadır.

Birincisi, Musa’nın Mısır’daki kayıtlı isminin uzun süre tespit edilememesi ve tarihsel bağlamda net bir şekilde belirlenememiş olmasıdır. Prens olarak yetiştiği düşünüldüğünde, kendisine Mısır kökenli bir isim verilmiş olması, tarihsel belgelerde 'Musa' adıyla yapılan aramaları bilimsel açıdan yanıltıcı kılmaktadır.

İkincisi, Musa Peygamber ve İsrailoğullarının izlerinin Mısır tarihinde sistematik olarak silinmiş olabileceği düşüncesidir. Zira Musa Peygamber’in mücadelesi Mısır’da belirli bir hanedanlığın çöküşüne yol açmıştır. Bu nedenle, Mısır kaynaklarında bu olayların kasıtlı olarak görmezden gelinmiş olması mümkündür. Ancak buna rağmen, Brooklyn Papirüsü gibi belgeler, Sami kölelerin varlığına dair önemli kanıtlar sunmaktadır.

Üçüncüsü, seküler tarihçiler ve arkeologlar, eski tarihçilerin sunduğu kanıtları genellikle güvenilir bulmamaktadırlar. Bu bilimsel yaklaşımın doğurduğu çeşitlilik nedeniyle, Musa Peygamber ile ilişkilendirilen Mısır’dan Çıkış olayının gerçekleştiği dönem için on dokuz ayrı firavun aday gösterilmiştir.

Mısır tarihi kronolojik olarak henüz tam anlamıyla çözülememiş olup, tarihlemelerde birçok hata ve eksiklik bulunmaktadır. Geleneksel Mısır kronolojisi temel alındığında, Mısır’dan Çıkış genellikle 18. Hanedan dönemine yerleştirilmektedir. Ancak, bu döneme ait Mısır kaynaklarında yıkıcı felaketler, Çıkış olayı veya Mısır ordusunun yok edilmesine dair herhangi bir güçlü delil bulunmamaktadır. Buna karşın, Musa Peygamber hakkında araştırmalar 12. Hanedan kayıtları ışığında incelendiğinde çok sayıda tarihsel ve arkeolojik veri elde edilmektedir.

Kronolojik belirsizlikler, metodolojik farklılıklar ve tarihsel kaynak eksiklikleri, Mısır’dan Çıkış olayı hakkında çeşitli yorumların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu husus “Geleneksel Mısır Tarihinde Kronoloji Sorunu” başlığı altında kapsamlı bir şekilde incelenmiştir.

Bu çalışma, Musa Peygamber’in yaşadığı dönemle ilgili ortaya atılan farklı görüşler arasından Kur’an-ı Kerim ile uyumlu olan 12. Hanedan dönemi yaklaşımını esas alarak, ilgili tarihsel ve arkeolojik kanıtları sunmayı hedeflemektedir. Elde edilen bulgular, tarihsel tutarlılığı yüksek ve açık verilerle ortaya konacaktır.



1- Mısır’da 12. Hanedan Dönemi Nasıl Başladı?

12. hanedanın tarih sahnesine çıkışı dikkat çekicidir:

Antik Mısır'ın Orta Krallık dönemiyle birlikte tarihsel dönüşüm geçirdiği gözlemlenmektedir. Bu dönüşümün belirgin bir örneği, 12. Hanedanın kuruluş sürecidir. Tarihsel kaynaklara göre, XII. Hanedanın kurucusu I. Amenemhat, XI. Hanedan'ın son hükümdarı IV. Mentuhotep'in veziri konumundaydı. İktidar mücadelesi sonucunda IV. Mentuhotep'i tahttan indiren ve büyük olasılıkla ortadan kaldıran Amenemhat, Thebes (Yukarı Mısır) merkezli yönetimi ele geçirmiş ve hem Yukarı hem de Aşağı Mısır’da egemenliğini tesis ederek 12. Hanedan dönemini başlatmıştır. Orta krallığın firavunları İsrailoğullarından hoşlanmadı ve onları tehdit olarak gördüler. Düşmanlarına katılacaklarından korkarak İsrailoğullarını köleliğe zorladılar.”1

Kur’an, Firavunun ve çevresinin İsrailoğullarını tehdit olarak gördüklerini doğrulamaktadır:

5Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim. (Kasas 5-6)

Mısır’da darbe ile yönetimi ele geçiren bu hanedanın son iki erkek firavunun (Senusret III ve Amenemhat III) ortak özellikleri yılgın ve endişeli görünümlü heykellerinin olmasıdır.2 Amenemhat III, tanrı ismini kullanan firavunlardan birisidir. Amenemhat, “Amun önde" anlamına gelir.3 12. Hanedan ile birlikte İsrailoğulları için zor günler başlamıştır.



2- Musa’nın Yaşadığı Dönem 12. Hanedanın Sonuna Denk Gelir

Musa peygamberin, 12.nci Hanedan döneminin sonlarında yaşadığını öneren görüş şu şekildedir:

“Musa; Senusret III ve Amenemhat III’ün eş-hükümdarlığı sırasında, Amenemhat III saltanatının yaklaşık dördüncü yılında doğdu. 46 yıl hüküm süren Amenemhat III, iki piramit ve labirent yaptırdı. Amenemhat III’ün erkek çocuğu yoktu. Kızı Sobeknefru’nun da çocuğu ve tahtın erkek varisi yoktu. Bebek Musa’yı Nil’de bulan prenses Sobeknefru onu sahiplendi. Firavun Amenemhat III, bu bebeği Amenemhat IV ismi ile Mısır’ın müstakbel firavunu olarak yetiştirdi.

Amenemhat IV yeterince büyüdüğünde, 30 yaşındayken Amenemhat’III’ün naipliğinde Mısır’ı 9 yıl yönetti. Ardından Amenemhat IV aniden ortadan kayboldu.”1

Kitâb-ı Mukaddes bilginlerine göre, Firavun’un kızı Sobeknefru, bebek Musa’yı Nil Nehri’nde bulmuş ve onu büyütmüştür. Ancak, Kur’an-ı Kerim’de yer alan Kasas Suresi 9. ayet, Musa’yı nehirden çıkarıp evlat edinen kişinin Firavun’un karısı olduğunu belirtmektedir.

Tarihsel kaynaklar ışığında değerlendirildiğinde, Musa’nın (Amenemhat IV) Firavun’un eşi Hetepti tarafından evlat edinildiğine dair bilgiler mevcuttur. Hetepti’nin kimliği ve siyasi bağlam içindeki rolü ilerleyen bölümlerde daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

9Ve Firavun'un kadını: “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu katletmeyin; Musa’yı diğer israiloğulları çocukları gibi niteliksiz; eğitimsiz- öğretimsiz, mesleksiz bırakmayın”, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve onlar, işin farkında olmuyorlar. (Kasas 9)


3- Mısır Prensi: Musa

Amenemhat III, erkek varisi olmadığı için Amenemhat’IV’ü geleceğin Mısır firavunu olarak yetiştirmiştir.1, 4 Amenemhat IV, 30 yaşındayken 9 yıl süreyle Mısır’ı yönetti.5

Kur’an, Musa’nın sarayda büyüdüğünü tasdik ettiği gibi onun yönetimde bulunduğu çağı da bize bildirir. Kasas suresi 14. ayette geçen eşuddehu(اَشُدَّهُ) sözcüğü; kemale erme, kemal çağı (18-30 yaş arası) anlamına gelmektedir.

14Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız. (Kasas 14)


Mısır’ı dokuz yıl yöneten prensin akıbeti hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Gizemli bir şekilde ortadan kaybolan Amenemhat’ IV’ün ataları bilinmemektedir. Ayrıca, Amenemhat IV’ün mezarı da bulunamamıştır.6 Amenemhat IV, kraliyet ailesi tarafından evlat edinilmiş ve saray ortamında yetiştirilmiştir.4 Mısırlı bir adamı öldürmesi üzerine (Kasas Suresi 15. ayet) kraliyet tarafından ölüm cezasına çarptırılmıştır. Bununla birlikte, Mısır'da firavunlara karşı uygulanan hafızanın lanetlenmesi (damnatio memoriae) yöntemiyle isim ve unvanları sistematik biçimde resmi kayıtlardan silinmiştir.7 Mevcut tarihsel, arkeolojik ve dini bulgular ışığında, bazı araştırmacılar Amenemhat IV’ü Musa Peygamber ile ilişkilendirmektedir.



4- Mısır’dan Çıkış Döneminde Firavun Kimdir?
Nil nehrinde boğulan firavunun Amenemhat III olması kuvvetle muhtemeldir. Bizi bu düşünceye sevk eden tarihi ve arkeolojik verilerin paylaşımına geçebiliriz.

Donovan Courville'in kronolojisini destekleyen David Down ise zulüm firavunu olarak iki firavun önerir. Bunlar sırasıyla "Yusuf’u tanımayan" (Çıkış 1: 8-14) firavun [Senusret III], İsrailoğullarının tüm erkek bebeklerini öldüren (Çıkış 1: 15-22) firavun [Amenemhat III]’dür.2

Firavunun suda boğulmasından sonra 12. Hanedan sona ermiş yerine 13. Hanedan dönemi başlamıştır. Bütüncül bir değerlendirme yapıldığında hem tarihsel veriler hem de Kur’an ayetleri ışığında suda boğulan Firavun’un Amenemhat III olduğu yönünde güçlü argümanlar bulunmaktadır. Konunun anlaşılması için firavun Amenemhat III dönemine yoğunlaşmak istiyoruz. Buradaki bilgilerin aydınlatıcı olacağını düşünüyorum.


C- FAYYUM PROJESİ
Orta Krallık döneminde firavunlar Fayyum bölgesinde baraj ve sulama kanalları yapmak için yoğun çaba göstermiştir. Bu bölümde Fayyum hakkında kısa bir genel değerlendirme sunulacaktır.


1- Fayyum Vahası
12. Hanedan dönemi, Mısır’da sulama ve tarım alanında önemli projelerin gerçekleştirildiği bir dönem olarak öne çıkmaktadır. Firavunlar, Nil Nehri’ni daha verimli kullanmak amacıyla büyük ölçekli sulama sistemleri geliştirmiş ve tarımsal üretimi artırmaya yönelik çeşitli altyapı çalışmaları yapmıştır. Bu çalışmalar Fayyum bölgesinde yoğunlaşmıştır.

Nil vadisinde, Memphis'in 90 kilometre (56 mil) yukarısında, Libya Tepelerinde, tabanı Nil'den çok daha aşağıda olan bu muazzam Fayyum depresyonu geniş bir alanı kapsar. Yaklaşık 80 kilometre (50 mil) uzunluğunda ve 48 kilometre (30 mil) genişliğindeki havza, şimdi Birket Qarûn adı verilen bir göl içeriyor. Dar kayalık bir geçit, depresyonu Nil'in Bahr el Yusuf (Yusuf Kanalı) olarak bilinen batı koluna bağlar.8



2- Fayyum Rezervuarı

Özellikle Fayyum bölgesi, bu dönemde geniş çaplı tarımsal projelerin merkezlerinden biri haline gelmiştir. Amenemhat III döneminde, Birket Qarun adlı su rezervuarının ıslah edilmesi ve Fayyum’daki sulama kanallarının genişletilmesi sayesinde, tarım arazilerinin verimliliği artırılmıştır. Bu projeler, Mısır’ın ekonomik yapısını güçlendirmiş ve Nil taşkınlarının kontrolünü doğrudan mümkün kılmıştır.

Orta Krallık bize Fayyum'un kapsamlı devlet idaresi hidrolojik gelişiminin ilk iyi kanıtını sağlıyor. Amenemhat I, Bahr Yusuf kanalına yoğun tarama projesi düzenledi. Senusret II, Bahr Yusuf'un al-Lahun'daki Fayyum girişinin ağzına bir tür baraj setinin inşasını gerçekleştirdi.

Fayyum'daki bu Orta Krallık mimari kalıntıları, krallığın gücünü ve Fayyum projesine verdiği önemi kanıtlıyor. Rosalie David, Orta krallık şehri Kahun’da, Fayyum'un hidrolik (su) işlerini yapanların barındığını bildiriyor:

12. Hanedanlığın kralları bu alanda çeşitli sulama projeleri geliştirdiler. Kahun da bu konuda önemli bir rol oynayacaktı. Hiç şüphesiz müreffeh ve önemli bir merkez haline geldi ve onu basitçe bir piramit işçi kasabası olarak görmek yanlış olur.9



3- Fayyum Barajı
12. Hanedan döneminde, Mısır’da sulama ve tarım alanında büyük ölçekli projeler hayata geçirilmiştir. Özellikle Lahun (Fayyum) Barajı, bu dönemin en önemli mühendislik başarılarından biri olarak öne çıkmaktadır.

Lahun Barajı, iki ana bentten oluşmaktadır:

- Güney kısmı Gisr El-Bahalawan,
- Kuzey kanadı ise Gisr El-Sheikh Gadallah, diğer adıyla Gisr Gaddala olarak bilinmektedir.

Bu baraj, Fayyum bölgesinde su yönetimini optimize etmek ve tarımsal üretimi artırmak amacıyla inşa edilmiştir. Nil Nehri taşkınlarını kontrol altına alarak sulama sistemlerini verimli hale getirmiştir.

Fayyum, Bahr Yusuf ile Nil'e bağlanan büyük verimli bir depresyondur. Senusret II de dâhil olmak üzere 12. hanedan kralları bölgenin tarım alanlarının sulanması için barajlar inşa ettiler.10

Barajlar görünüşe göre yağışlı mevsimdeki yüzey akışını yakalamak için havzaya giden vadilere inşa edildi. Bu barajlardan biri, bölgede yaklaşık 73 metre (240 fit) genişliğinde bir uçurum olan Wadi Gezzaweh boyunca ilerleyen bir bariyerdi. Baraj, tabanda 44 metre (143 fit) genişliğindeydi ve yaklaşık 11 metre (36 fit) yüksekliğe sahipti. Kile gömülü düzensiz taşlardan oluşan bir alt bölge, bir ara kaya dolgu bölgesi, kireçtaşı blokları ve basamaklar halinde yerleştirilmiş bir üst bölümde kesme taşlardan oluşan kompozit bir sete sahipti.

Bunun gibi eski barajların çoğunda ayrı su savağı yoktu. Taşma sırasında, yamaçtaki basamaklı taş sıralar, akan suyun enerjisini dağıtma ve yapıyı oyulmadan koruma eğilimindeydi. Gezzaweh Vadisi'nin karşısındaki bariyerin ortası bir sel nedeniyle yıkıldı. Barajın kalıntıları hala görülebilmektedir.

Herodot, yaklaşık MÖ 430'da göl hakkında ilk açıklamayı şu şekilde yaptı:

“Göldeki su yerel kaynaklardan elde edilmiyor, çünkü o kısımdaki toprak son derece kuru ve susuz, ancak Nil'den bir kanal ile getiriliyor. Fayyum’un dolması altı ay ve geri akışı da altı ay sürer." Strabo, M.Ö. 20'de şunları yazdı: “Moeris gölü denen, deniz denebilecek kadar büyük ve rengiyle açık denizi andıran dikkat çekici bir gölü vardır.

“Böylece Moeris gölü, büyüklüğü ve derinliği nedeniyle Nil'in taşkınını kontrol edebilmekte, evlerin ve bahçelerin su basmasını önleyebilmektedir. Nehir seviyesi düştüğünde göl, suyu yine her iki ağzındaki bir kanal ile deşarj eder. Her iki uçta da girişi ve çıkışı kontrol etmek için düzenleyiciler var."

Bölgeyi titizlikle inceleyen Sir William Willcocks'a göre:
"Moeris Gölü 1700 milyon metrekarelik bir yüzeye, 50.000 milyon metreküplük bir kapasiteye sahipti. Suyu Nil'e boşaltılıp düşük bir seviyede tutarak 13.000 milyon metreküp su alabilirdi. Çok yüksek bir taşkını orta boyutlara indirebiliyordu. Eğer herhangi bir selde ihtiyatsız veya kötü niyetle açılırsa, Aşağı Mısır'ın büyük bir bölümünü herhangi bir havza sulamasından mahrum bırakabilecek durumdaydı. Çünkü sadece Nil selinin yüzey suları sulama için kullanıyordu."

Bahr el Yusuf, Nil’den yönü değiştirilen sel sularını taşıdı. Doğal suyolları, kanallar ve barajlardan oluşan karmaşık bir sistemin parçasıydı. Bağlantı kanalının 13 kilometre (8 mil) uzunluğunda, 49 metre (160 fit) genişliğinde ve 9 metre (30 fit) derinliğinde olduğu bilinir. Projede yer alan barajlar hem toprak hem de duvar kullanılarak inşa edilmiş olup, suyun akışı kapılar ile kontrol edilmiştir.

Hawara, Labirent piramidi ile düzenleyici barajların Nil sularını yönlendirdiği yerdir. Ana düzenleyiciler, nehir ile göl arasındaki boşluğu kapatan 10 kilometre (6 mil) uzunluğunda iki toprak barajdır. O dönemde Nil, belli ki kanalın girişinin karşısındaki iki kanaldan akıyordu. 20. yüzyılın Lahun'daki Bahr el Yusuf'u, o zamanlar ya Kral Menes zamanında olduğu gibi Nil'in ana kanalıydı ya da Hawara Eglan ve Hawara el Makta'daki iki barajın, Nil akışının büyük bir kısmını yön değiştirecek kadar büyük bir kapasiteye sahipti.

O günlerde Mısır'ın çoğu havza sulaması şeklinde yapılıyordu ve yaşamı için nehrin dağıtım sistemlerine yönlendirilebilecek kadar yüksekte tutulmasına bağlıydı. Nil tehlikeli derecede yüksek olduğunda, taşkınlar kanaldan Moeris Gölü'ne yönlendirildi.10, 11

12. Hanedan firavunları Fayyum Vahasını ihya etmek amacıyla Yusuf Kanalını derinleştirerek oluşan suni gölü rezervuar olarak kullanmışlardır. Bunun yanında göl etrafındaki bataklık alanlar kurutularak tarım arazisi de kazanılmıştır. Tarım arazilerine tekrar su basmaması için setler yapılmıştır.12

Fayyum'da büyük ölçekli tarımsal sömürü Orta Krallık'ta başladı. Orta Krallık döneminde Fayyum için en önemli iki hidro-tarım projesi, Hawara Kanalı'nın derinleştirilmesi ve al-lahun'da bir tür devasa barajın inşasıydı. Sel dönemlerinde Fayyum'a girebilecek su miktarını artırmak için Hawara projesi gerçekleştirildi. ... Hawara Kanalı'nı derinleştirmenin bir başka nedeni de suyun azaldığı mevsimlerde kullanmak için daha fazla suyun depolanması olabilirdi. Bu büyüklükte bir derinleştirme projesi, büyük ölçüde merkezi bir koordinasyon çabasını gösterir. Kanal, bu iki nedenden dolayı veya bunlardan yalnızca biri için derinleştirilmiş olabilir.13, 14


4- Bahr Yusuf (Yusuf Kanalı)
Fayyum bölgesinde doğal bir çöküntü alanı bulunmaktadır. Nil taşkınları, bu çöküntüde bir kanal aracılığıyla biriktirilmiştir. Büyük bir rezervuara su taşıyan bu kanal, Yusuf Peygamber döneminde inşa edildiği için Bahr Yusuf olarak adlandırılmıştır. 12. Hanedanlık döneminde ise kanal daha da derinleştirilmiştir.15

Bahr el Yusuf, Nil’den yönü değiştirilen sel sularını taşıdı. Doğal suyolları, kanallar ve barajlardan oluşan karmaşık bir sistemin parçasıydı. Bağlantı kanalının 13 kilometre (8 mil) uzunluğunda, 49 metre (160 fit) genişliğinde ve 9 metre (30 fit) derinliğindedir.10




Ç- 12. HANEDAN DÖNEMİNDE İSRAİLOĞULLARI
Arkeolojik çalışmalar, İbrani kölelerin 12. Hanedanlık döneminde Lahun kasabasında yaşamış olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu araştırmalardan elde edilen bilgiler, Kur’an’daki Musa peygamber ilgili kıssaları destekler niteliktedir.


1- Lahun (Kahun) Kasabası
Kahun, 12. hanedan Firavunlarının büyük ilgi gösterdiği Fayyum vahasına bakan bölgededir. İngiliz arkeolog ve Mısır bilimci Flinders Petrie, piramit tapınağının kuzey tarafına bitişik olan çölde Kahun kasabasını keşfetti. Kahun, bilinen diğer piramit kasabalarından daha büyüktür. Petrie, bölgede piramit, tapınak, evler, depolar, tuğla duvarlar, çanak-çömlek örnekleri buldu. Piramidi inşa eden işçilerin burada yaşadığını ileri sürmüştür.9

Lahun’da bulunan ayrıntılı bok böcekleri koleksiyonundan, kasabanın Senusret II döneminden Neferhotep I zamanına kadar kullanıldığı tespit edildi.6



2- Lahun Kasabasında Çok Sayıda Bebek İskeleti Bulundu

Dr. Rosalie David, Lahun'da yapılan arkeolojik kazılarla ilgili bir kitap yazdı ve burada Petrie'nin kayda değer keşiflerinden birine yer verdi:

"Kahun'daki pek çok evin zeminin altında muhtemelen giysi ve diğer eşyaları saklamak için kullanılan tahta sandıklar çıkarıldı. Bu sandıkların içinde bebek iskeletleri bulundu. Bazen bir sandıkta iki veya üç tane gömülmüş bebeğe rastlandı. Bu bebekler sadece birkaç aylıktı." Bu olağanüstü yüksek rakam, Firavun'un İsrailli bebeklerin katledilmesini emrettiği olay ile tutarlıdır.6, 16

İsrailoğullarının yaşadığı Tell ed-Daba Kasabasında da çok sayıda bebek iskeletleri bulundu:

Tell ed-Daba ve Kahun'da Semitik köle nüfusunun yüksek olduğu bölgelerdeki mezarlıkların incelenmesinden elde edilen sonuçlar, Kitabı Mukaddes anlatısını desteklemektedir. Tell ed-Daba'daki mezarlarda ölenlerin yüzde 65'inin bebek olduğunu ortaya koyuyor.17


Tell ed-Daba ve Lahun kasabası gibi 12. hanedan köle yerleşim yerlerinde bebek iskeletlerinin bulunması İsrailoğullarına zulüm uyguladığını kanıtlar niteliktedir.18


Lahun kasabasında bebeklerin gömüldüğü sandıkların, İsrailoğulları tarafından yaygın bir şekilde kullanıldığı görülüyor. Kur’an'da, bebek Musa'nın da benzer bir sandığa yerleştirilerek Nil Nehri'ne bırakıldığı belirtilmişti.

37Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: “38Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir ölçü; plan üzerine geldin, ey Mûsâ!
41Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim. (Taha 37-41)


7Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: “Onu emzir. Eğer o'nun için korkarsan o'nu nehre bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri yapacağız.”
8Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere “buluntu” olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Haman ve bu ikisinin askerleri hata edenler idi.
9Ve Firavun'un kadını: “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu katletmeyin; Musa’yı diğer israiloğulları çocukları gibi niteliksiz; eğitimsiz- öğretimsiz, mesleksiz bırakmayın”, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve onlar, işin farkında olmuyorlar.
10Mûsâ'nın anasının yüreği bomboş sabahladı. –Eğer Biz, inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse o'nu açığa vuracaktı.– 11Ve Mûsâ'nın annesi Mûsâ'nın kız kardeşine, “Onun izini takip et” dedi. O da hemen, onlar farkına varmazken uzaktan o'nu gözetledi.
12Ve Biz daha önce, o'na sütanalarını haram ettik. Bunun üzerine Mûsâ'nın kız kardeşi, “Size, o'nun bakımını sizin adınıza üstlenecek ve o'na öğüt verip eğitecek bir aile göstereyim mi?” dedi.
13Böylelikle Biz o'nu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. –Velâkin onların pek çoğu bilmezler.– (Kasas 7-13)

Yaygın inanışa göre, Firavun'un İsrailoğullarının erkeklerini katlettiği düşünülür. Ancak, Firavun'un İsrailoğullarının tüm erkeklerini öldürdüğü iddiası pek olası değildir. Kasas suresinin 7 ve 8. ayetlerinden, Firavun'un İsrailoğullarına zulmettiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, bu ayetlerden İbrani erkeklerin tümünün katledildiği sonucu çıkarılmamalıdır. Kasas suresinin 9. ayetinde, erkeklerin eğitimsiz ve niteliksiz bırakıldıkları belirtiliyor ve öldürülmeleri ifadesinin mecazi olarak yorumlanabileceği görülüyor. Bilindiği üzere, İsrailoğulları Firavun'un büyük inşaat projelerinde çalışmış ve önemli bir işgücü sağlamışlardır.

Bebek iskeletlerine ilişkin arkeolojik bulgular henüz kesin bir sonuca ulaşmamıza imkân vermemektedir. İsrailoğullarının zorlayıcı sosyal ve ekonomik koşullar altında yaşamış olmaları, yüksek bebek ölüm oranlarını açıklamada etkili bir faktör olabilir.


3- Kahun Jinekoloji Papirüsü
Flinders Petrie, 1889 yılının Nisan ayında Kahun kasabasında üç sayfalık Kahun Jinekolojik Papirüsü buldu. Papirüsün üçüncü sayfasının sağ üst köşesinde Amenemhat III’ün adı ve hükümdarlığının 29. yılı olduğu yazılıdır.19, 20

Papirüs, 34 paragraftan oluşur. İlk 17 paragraf, çoğunlukla üreme organlarıyla ilişkili hastalıkların semptomlarını ele almaktadır.

İkinci bölüm 18-35. paragraf arasıdır. Gebe kalma ve doğum kontrolü ve üreme süreci ele alınır. 20-22. paragraf kontraseptif yöntemlerle ilgilidir.

Üçüncü bölüm; bir kadının doğurganlığını ve gebe kalma yeteneğini tahmin etmek, hamileliği teşhis etmek ve bir çocuğun cinsiyetini belirlemek için kullanılan bir dizi testi açıklar. Pek çok benzer test, diğer tıbbi papirüslerde de yer alıyor ve Mısırlıların bu tür tahminlere verdiği önemi gösteriyor.

Dördüncü ve son bölüm iki paragraf içermektedir. Birincisi hamilelik sırasında diş ağrısı tedavisini gösterirken, ikincisi mesane ile vajina arasında idrar kaçırma ile oluşan fistülü tanımlar.21, 22, 23

Papirüs çok yoğun kullanıldığından hasar görmüştür. Arkasına yeni papirüs yapıştırılarak onarılmıştır.19, 24

Kahun kasabası, hamilelik ve doğum için fiziksel tehlikelerle doludur. Pek çok bebek yaşamın ilk birkaç ayında öldü. Doğum öncesi bakım düzeyi ve doğumu çevreleyen koşullar, birçok kadının hayatını kaybetmesine ya da doğumla ilişkili sürekli yaralanmalarına yol açtı.25

Kahun’da kötü yaşam koşulları bulunmaktadır. Ayrıca kasabada yaşayan İsrailoğullarının dinlerinin zorla değiştirildiği de unutulmamalıdır.26

Papirüste kötü muamele gören vakaların varlığı dikkat çekicidir. (Reçete 9) "vajinasında ve aynı zamanda her uzuvda - dayak ağrıları" olarak tanımlanıyor. Stevens, "vajinasındaki ve aynı şekilde her uzvundaki ağrılar; "kötü muamele görmüş biri", olarak tanımlar. Diğer kötü muamele örnekleri 1, 6 ve 16 nolu reçetelerde bulunur. Semptomların kombinasyonunun - genelleşmiş ağrılar, gözlerdeki ağrılar ve bir rahim hastalığı - zührevi hastalığın kanıtı olabileceği öne sürülür.27

Aubert (1989:6), bebek ölümleri, kısa ömür, kıtlık tehdidi, doğumun kendisi gibi riskler göz önüne alındığında, yaşamın kendisinin güvencesiz olduğu bir çağda, "kadınların üreme işlevlerine çok değer verilirdi; tüm cinsel ve fizyolojik işlev bozuklukları topluma tehdit olarak kabul edildi." Bu bağlamda, rahim, hastalıktan ve/veya okült güçlerden kaynaklanan istenmeyen etkilerin potansiyel bir hedefi olarak görülüyordu. Bu amaçla, rahim ve onun korunması, eski Mısır’da kadın doğum ve jinekoloji merkezi bir konumdaydı.28

On ikinci hanedanın jinekolojiye olan ilgisi şu şekilde açıklanabilir: Amenemhat III'ün erkek çocuğu yoktu. Kızlarından birinin genç yaşta ölmesi ve diğer kızı Sobeknefru'nun hiç çocuğunun olmaması, hanedanın sonunu getirecek bir durumdu. Firavunun kendi ailesinden erkek çocuk sahibi olma saplantısı, İsrailoğullarının kadınları üzerinde deneyler yapacak kadar ileri gitmesini ortaya koyuyor. Eski Mısır'da yaygın olan ve kısırlığa da yol açabilen bir hastalık hakkında, Kan başlığı altında bilgi verilecektir.

Bu çaresizlik nedeniyle firavun, bebek Musa’yı evlat edinip Mısır prensi olarak yetiştirmiştir. Firavunun bu krizi çözmek için İsrailoğullarının kadınları üzerinde zorla jinekolojik deneyler yaptırdığı anlaşılmakta. Bu durumun acı verici sonuçlara yol açtığını Kur’an’dan öğreniyoruz. (Bakara 49; A’raf 127, 141; Kasas 4; Mü’min 25)


Bakara 49. Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren, kadınlarınızı utanca boğan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.–

A’raf 127. Firavun toplumundan ileri gelenler de, “Seni ve senin ilâhlarını/ seni ilâh edinmeyi terk etsinler de yeryüzünde kargaşa çıkarsınlar diye mi Mûsâ’yı ve toplumunu serbest bırakacaksın?” dediler. Firavun dedi ki: “Onların oğullarını katledeceğiz; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştireceğiz, kadınlarını utanca boğacağız ve biz onlar üzerinde ezici bir güce sahip kimseleriz.”

A’raf 141. Hani bir zaman Biz, size azabın kötüsünü yapan; oğullarınızı katleden; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren, kadınlarınızı utanca boğan Firavun ailesinin elinden de sizi kurtarmıştık. Bunda da sizin için Rabbiniz tarafından büyük sınav vardır.

Kasas 4. Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi.

Mü’min 25. Böylece Mûsâ, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman onlar: “Mûsâ ile birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını katledin; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirin, kadınlarını da utanca boğun” dediler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası da değildir.


4- Lahun Kasabası Aniden Terk Edilmiştir
Flinders Petrie'nin, bir başka çarpıcı keşfi ise bu kölelerin kasabadan aniden kaybolmasıdır. Rosalie David bu konuda kitabında şunları aktarır:

"Kahun'un sakinlerinin kasabayı terk etmelerinin, dükkânlarda, evlerde aletlerini ve diğer eşyalarını bırakmalarının nedeni, Firavun piramidinin tamamlanmasından kaynaklanmadığı ortadadır."

"Kahun'daki evlerde geride bırakılan günlük kullanım eşyalarının miktarı, çeşitliliği ve türü, gerçekten de ayrılmanın ani ve plansız olduğunu düşündürüyor." Ayrılış, ani ve plansızdı!: "Dört yüz otuz yılın sonuncu günü RAB'bin halkı ordular halinde Mısır'ı terk etti." (Mısır'dan Çıkış 12:41).6, 16


Kur’an da İsrailoğullarının ikamet ettikleri yerleri aniden terk ettikleri bildirilir:

52Ve Biz, Mûsâ'ya: “Kullarımı geceleyin yola çıkar, şüphesiz siz takip edilenlersiniz” diye vahyettik.
53-56Derken Firavun da şehirlere toplayıcıları gönderdi: “Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz.” 60Sonra Firavun ve adamları güneş doğarken onların ardına düştüler.
61İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı “Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık” dediler.
62Mûsâ: “Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir” dedi.
64Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.
65,66Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk. (Şuara 52-66)



5- İsrailoğullarını Hapseden Duvarlar

Kahun (İbranice rahip kelimesiyle aynı isim), çoğunlukla Semitlerin yaşadığı, etrafı çevrili bir kasabaydı. Köleliğin belgeleri bulundu. Muhtemelen korunan ve surlarla çevrili bir köle kasabası olduğunu gösteriyor.9, 29

Kahun’da 100 ev vardı ve kasabasının etrafı kalın tuğla duvarlarla çevriliydi. Sokaklar ve evler düzenli sıralar halindedir. Batıdaki ev blokları tek bir bekçi tarafından kolayca korunabilir. Kasaba birkaç ana alana ayrılmıştır.30

Mısırlılar, Deltanın doğu sınırında yer alan göl ve bataklıkları doğal bir sınır olarak kullandılar. Ayrıca, bu göller ve bataklıklar arasında kalelerin koruduğu kanalları birleştirerek sınırlarını güvence altına aldılar:

Ayrıca, 12. hanedan Firavunları; sınır güvenliği sağlamak ve İsrailoğullarının kaçmamalarını engellemek için ülkenin doğusuna (Sina Yarımadası sınırına) büyük kerpiç duvarlar ördürttü.29, 31


6- 12. Hanedan Köle Kayıtları
12. hanedanın sonlarında İsrailoğullarının köleliğine dair kanıtlar ortaya çıkıyor. 12. hanedanın beşinci kralı Senusret III, deltada Bubastis, Qantir ve Ramses gibi şehirler inşa etti. 12. hanedanlığın ikinci yarısında Kahun ve Gurob köylerinde büyük bir Sami köle nüfusu yaşıyordu. Bir papirüs köle listesinde 77 okunaklı isimden 48'i tipik, çoğu sahibi tarafından atanan Mısırlı isminin yanında "kuzeybatıdan bir Sami grubu" sıralanır. Bu dönemde Mısır'da Semitik kölelerin varlığı, İsrailoğullarına yapılan zulme dair Kitabı Mukaddesteki anlatımla tutarlıdır.32

Senusret III, 12. Hanedanlığın son hükümdarları olan Amenemhat III ve Sobekneferu'nun hükümdarlık dönemine ait köle kayıtları vardır. Bunların bazıları Sobekneferu'dan önce Amenemhat IV (Musa) olarak anılan belirsiz bir figürden bahseder. ... İncil Araştırmaları Derneği'nden Profesör Bryant Wood, Kahun'da yaşayan Semitik kölelerin gerçekten İsrailliler olduğu sonucuna varır.16


Karnak tapınağında bulunan Sobekhetep IV Yazıtının 2. maddesinde insan kaynakları yasası yer alır:

"İnsan sağlama bürosunun mührünü yazınız": Unvan, Lahun'da bulunan Amenemhat III’ün 29. yılına tarihlenen yasal bir belgede yer almaktadır. Unvan sahibi, insanların transferi hakkında bir belge hazırlayan biri olarak görünür.“33

Jürgen von Beckerath, Amenemhat III Mısırını 'totaliter' bir devlet olarak tanımlıyor.34 Mısır krallığında zorla çalıştırma, kölelik sistematik bir şekilde uygulanmıştır.35

Brooklyn Papirüsü

Brooklyn Müzesi'nde sergilenen "Papyrus Brooklyn 35,1446", önemini Mısır’dan Çıkış dönemine ait olmasından alır. Bu papirüs, 12. Hanedan sonu ve 13. Hanedan döneminde Mısır'daki yabancıların varlığına dair kanıtlar sunmaktadır. Ön yüzünde, "Büyük Hapishane/Çalışma Kampı" olarak tanımlanan bir yer ve oradan kaçan 80 kişinin bilgileri yer almaktadır.

Belge, Amenemhat III'ün saltanatından 13. Hanedanlığa kadar uzanıyor. Vezir Ankhu'ya gönderilen bir mektubun ve kraliyet kararnamesinin kopyaları da belgeye dâhil edilmiştir.36, 37

Kur'an'da, Firavun'un İsrailoğullarını köleleştirdiği açıkça ifade edilir:

25) Böylece Mûsâ, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman onlar: “Mûsâ ile birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını katledin; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirin, kadınlarını da utanca boğun” dediler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası da değildir. (Mü’min 25)

49) Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren, kadınlarınızı utanca boğan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.– (Bakara 49)

104,105) Ve Mûsâ, “Ey Firavun! Ben kesinlikle âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Allah hakkında haktan başkasını söylememek bana bir yükümlülüktür. Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim. Bu nedenle İsrâîloğulları’nı gönder benimle” dedi. (A’raf 105)

16,17) Haydi, ikiniz Firavun'a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrâîloğulları'nı bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin” dedi. (Şu’ara 16-17)




D- MUSA PEYGAMBER KISSASINI DOĞRULAYAN KANITLAR

12. Hanedanlıkla ilgili pek çok bilgi, Kur'an ile çok iyi uyum sergiler. Bu bilgileri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:


1- Bilginler
Musa Peygamber ile tartışma içine giren bilginler genellikle büyücü olarak tanımlanır. Ancak bu, doğru bir yakıştırma değildir. Söz konusu kişiler, Firavun'un otoritesini desteklemek ve meşrulaştırmak amacıyla fikirler ve tezler üreten bilge insanlardır. Halk arasındaki algının aksine, onlar sihirbaz ya da büyücü değildir. Firavun’un çevresindeki bu tür bilginlere örnek olarak Ipuwer gösterilebilir.

Ipuwer Papirüsünü kaleme alan Ipuwer, bilgeliğiyle tanınan bir kişidir. Metindeki "depolara ve hazinelere sık sık yapılan atıflar göz önüne alındığında, Ipuwer'in hazine yetkililerinden biri olmasının oldukça doğal olduğu" ifade edilmektedir. Ayrıca, Delta bölgesinden gelerek oradaki hazine eksikliğini rapor ettiği sonucuna varmak mümkündür.38 Ipu-wer, "saygıdeğer Ipu" anlamını taşır. Ipuwer'e ait özel unvan ise, Orta Krallık döneminde bilinen bir unvan olan "Şairlerin Gözetmeni"dir. Bu, bilginlerin yöneticisi olarak da yorumlanabilir.39

Kahun'da bulunan papirüslerden birinde, tapınaktaki festivallere katılan bilginler (şairler) listelenmiştir. Bu papirüste, bilginler dört farklı gruba ayrılmıştır ve her grupta ikişer bilginin ismi yer almaktadır.40


Mısır'da gerçekleşen önemli bir festivalde, bilginler ve Musa peygamber arasında halka açık bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıda çeşitli tezler tartışmaya açıldı ve tartışma sürecinde sihir ya da büyüye başvurulmadı. Bilginler, Firavun'un hükümranlığını savunan tezleri ortaya koyarak, bu görüşlerini görsel sunumlar aracılığıyla desteklediler. Buna karşılık, Musa peygamber ayetleri bilginlere tebliğ etti ve konuyu herkesin rahatça anlayabileceği bir şekilde ifade etti.

Kur'an'da Firavun'un, Musa'ya karşı bilginlerle iş birliği içinde olduğunu öğreniyoruz. Bilginlerin Musa'nın getirdiği gerçeği bildikleri halde halkı yanıltarak Firavunun otoritesini yücelttikleri anlaşılıyor.

113,114) Ve o çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler Firavun’a geldiler: “Eğer galip gelen/ yenen biz olursak, gerçekten bizim için büyük bir ödül olacak/ olacak mı?” dediler. Firavun, “Evet” dedi, “siz kesinlikle yakınlaştırılmışlardan olacaksınız da.” (Araf 113-114)


Toplumun genelini ilgilendiren konularda en doğru karara ulaşabilmek için tez ve antitez bir arada sunulmalı, bireylere tercih hakkı tanınmalıdır. Firavun ve bilginlerin aldığı kararlar ise bireyi ve toplumu görmezden gelmiş, Firavun’un ilahlaştırılmasının önü açılmıştır. Sosyallik ilkesine uygun olarak her iki görüş bir arada değerlendirilip nihai karar halkın seçimine bırakılmalıydı.

Öğretim İlkeleri
Öğretim prensiplerinden sosyallik ilkesi birey ve toplum için çok önemlidir. Örneğin, eğitimin en önemli konularından biri çocukları dengeli olarak sosyalleştirmektir. Sosyallik, çocukların anne-baba, okul yöneticisi ve öğretmenleri, yönetmelikleri, yasaları, tanıması, saygı göstermesi ile gerçekleşir. Çünkü bunlar toplumsal yapının direkleridir. Eğitim öğretim faaliyetlerinde çocuğun kendi kararlarını verebilmesi, kendi kendini yönetmesi, hür kararlar vermenin hazzı ve sorumluluğu da verilmelidir. Sonuçta insanların bilinçlenmesi ve topluma kazandırılması, öğretim ilkelerinden öğretimde sosyallik ilkesi konusuna girmektedir.

Sosyallik (Otoriteye İtaat ve Özgürlük) İlkesi
Ferdin sosyalleşme süreci içerisinde kurallara uyması büyük bir önem taşır. Bu otoriteye itaat olarak tanımlanır. Ancak birey kurallara uyarken kendi kararlarını alabilmesi, yöntemini kendi kendine yapması, hür karar verme sorumluluğunu kazanması istenir. Bu olgu özgürlük olarak tanımlanır. (Öğretim Yöntem ve Teknikleri)

Özetle, bir bireyin kime veya neye inanacaksa bunu kendi özgür iradesiyle seçmesi beklenir. İnsanın dünya ve ahiret hayatında mutlu olması için Allah’ın insanların hayrına gönderdiği ilkelere uyması tavsiye edilir. Kişi, bu ilkeleri kendi yararına olacak şekilde özgürce tercih edebilmelidir.

Musa peygamber Allah’tan aldığı vahiyleri Firavuna, bilginlere ve topluma tebliğ etmiştir. Peygamber, modern öğretim prensiplerinin gereğini yerine getirmiştir. Bilginler ise bunu yapmamış, insanlardan firavuna körü körüne itaat etmeleri için çabalamıştır.

54) Firavun kendi toplumunu etkisizleştirdi; niteliksizleştirdi de onlar da ona itaat ettiler. Şüphesiz onlar, hak yoldan çıkmış kimseler toplumu idiler. (Zuhruf 54)

4) Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi. (Kasas 4)


2- Bilginlerin Asası

Liverpool Müzesi'nde, Mısır Krallığı'nın 12. hanedan dönemine ait bir sihirbaz-bilgin asasına rastlanmaktadır. Bu asa, kobra yılanı şeklinde tasarlanmıştır.41

Tarih boyunca krallar, bilginler ve rahipler, otoritelerini halkın üzerinde göstermek ve pekiştirmek amacıyla asa gibi sembolik araçlara başvurmuşlardır. Asa, gücü ve otoriteyi temsil eden güçlü bir simge olarak öne çıkmıştır. Firavunların büyük taçlar takması ve belirgin makyajlar yapması da bu tür uygulamalara örnek teşkil eder. Nitekim bazı firavun heykellerinde ve hiyerogliflerde, onların ellerinde asa veya sopa tuttuğu açıkça görülür. Bu asanın, halk arasında şifa dağıtabileceğine inanılırdı. Benzer şekilde, günümüzde farklı kıyafetler giyen, dikkat çekici bir üslup benimseyen ve genel ifadeler kullanan astrologlar da bu tür uygulamaların modern bir karşılığı olarak değerlendirilebilir.

İddialarını kabul ettirmek isteyen kişilerin, savlarını desteklemek için çeşitli kanıtlar ve belgeler kullandıkları bilinir. Bununla birlikte etkili bir şekilde fikirlerini dile getirebilmek adına her yöntemi denedikleri de açıktır.

Bilginler de özellikle firavunun otoritesini yüceltecek düşünceler üretmişlerdir. Halkı bu fikirlere ikna ederken yılan motifli asalar kullanmaları dikkat çekici bir detaydır. Çünkü kobra yılanı, Mısır inancında önemli bir yere sahiptir ve koruyucu bir güç olarak kabul edilmiştir. Firavunun dini otoritesini pekiştirmek için bilginlerin görsel malzemelerden faydalandıkları görülmektedir. Günümüzde ise modern eğitimde, bilimsel çalışmalarda ve panel ya da konferans gibi etkinliklerde görsel sunumların kullanılması, konunun daha anlaşılır ve etkili bir şekilde aktarılmasını sağlamaktadır.

Gösteri - Demonstrasyon:
Gösteri, katılımcılar arasında iletişimi güçlendiren ve eğitim ortamlarında, örneğin toplantılar, paneller veya seminerlerde hem görsel hem de işitsel duyuları aktif bir şekilde kullandıran bir tekniktir. Bu yöntemle katılımcılara fiziksel ya da zihinsel beceriler kazandırılırken, öğretmen, eğitmen, usta veya sanatçı, işlem basamaklarını araç-gereçler, maketler, modeller veya diğer materyaller aracılığıyla gösterir. Tarih boyunca bu gösteri teknikleri özellikle Roma ve Yunan şehirlerindeki antik tiyatrolarda sıklıkla kullanılırdı.


Sihr
Kadim lügatlarda (Lisan, Tac, Kamus, Sıhah) “sihir” sözcüğünün kökü olan “shr”nin türevlerinin şu anlamları ifade ettiği açıklanır:

Karnın üst kısmında nefes borusuyla, yemek borusunun yapışık olduğu organ (gırtlak).
Deve, at, katır, eşek gibi hayvanların yağırının (iki omuz arasındaki yağlı yerdeki yaranın) izi. (Yara iyileşince orası beyaz gözükür. Serap olgusu gibi.)
Siyaha baskın olan beyaz (açık gri).
Gecenin sonu, sabahın ilk vakti (seher vakti).

Bu sözcüğün “sihr” formu ise: Zekice, ustaca açıklama yapma, şeytanca düzenbazlık yapma, bir olayı gerçeğinin dışında gösterme.

Bu açıklamaları inceleyip özetlersek,

Sihr, “Bir şeyi, göz boyayarak, el çabukluğu yaparak veya başka taktiklerle gerçeğinden başka bir şekilde göstermek ve algılatmak ve bu yolla aldatmak”tır.

Bazıları, sihirin, cinler ve şeytanların yardımıyla yapıldığını ileri sürseler de herkesin görüp bildiği gibi bu iddia doğru değildir. Bu hünerleri gösterenler, bu işi kendi eğitim ve yetenekleriyle yapmaktadırlar.

Biz, Kur’an’daki (A‘râf/115-119, Tâ-Hâ/65-70) sihirbaz sözcüklerini “Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler” olarak tanıttık.42

70) Sonunda bütün etkili bilginler, “Mûsâ ile Hârûn'un Rabbine iman ettik” demek sûretiyle boyunlarını uzatıp teslim olmuş durumda bırakıldılar. (45Taha 70)


43Mûsâ onlara, “Ortaya koyun ne koyacaksanız!” dedi.

44Bunun üzerine onlar, birikimlerini, eski inanç ve tezlerini/çer-çöplerini; eften püften bilgilerini ortaya koydular ve “Firavun'un gücü hakkı için şüphesiz elbette bizler galip olanlarız” dediler.
45Sonra Mûsâ birikimini ortaya koydu; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor da yutuyor!
46-48Sonra etkin bilginler boyun eğip teslimiyet gösterenler olarak bırakıldılar:
“Biz, Âlemlerin Rabbine; Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine iman ettik” dediler. (47Şuara 43-48)


Yeri gelmişken, Musa peygamberin asasının ne anlama geldiğine de kısaca değinelim. Musa peygamberin asası, Allah’tan aldığı vahiyler ve kendisinin birikimidir. Musa (as), bu vahiy aracılığıyla bilgelerin ortaya koyduğu şeyleri geçersiz kılmıştır:
 
81,82) Onlar ortaya atınca da Mûsâ, “Sizin getirdiğiniz şey bir göz boyama/ aldatmacadır. Şüphesiz, Allah onun boş ve asılsızlığını ortaya çıkaracaktır. Şüphe yok ki, Allah kargaşacıların işini düzeltmez. Ve Allah, günahkârların hoşuna gitmese de, hakkı, Kendi kelimeleriyle ortaya koyup gerçekleştirir” dedi. (51Yunus 81-82)

Aşağıdaki ayetler, Musa peygamberin Firavun'a İslam dinini tebliğ ettiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu olayda sihirden bahsedilmez. Musa ile Firavun arasında geçen olay, bir münazara niteliğini taşımaktadır.

A’raf 104-126
104,105Ve Mûsâ, “Ey Firavun! Ben kesinlikle âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Allah hakkında haktan başkasını söylememek bana bir yükümlülüktür. Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim. Bu nedenle İsrâîloğulları’nı gönder benimle” dedi.
106Firavun, “Eğer bir alâmet/gösterge ile geldiysen, getir hemen onu, tabii eğer doğru kimselerden isen” dedi.
107,108Bunun üzerine Mûsâ, bilgi birikimini ortaya attı, o da birdenbire apaçık bir “silip süpüren” kesiliverdi. Gücünü de sıyırıp açığa koydu; artık gücü, izleyenler için mükemmel, tam kusursuzca idi.
109-112Firavun’un toplumundan ileri gelenler, “Kesinlikle bu çok bilgili büyüleyici, etkin bir bilgindir. O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor” dediler. Firavun, “O hâlde siz ne emredersiniz?” dedi. Onlar: “Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginleri sana getirsinler” dediler.
113,114Ve o çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler Firavun’a geldiler: “Eğer galip gelen/ yenen biz olursak, gerçekten bizim için büyük bir ödül olacak/ olacak mı?” dediler. Firavun, “Evet” dedi, “siz kesinlikle yakınlaştırılmışlardan olacaksınız da.”
115Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler: “Ey Mûsâ! Sen mi tezini ortaya koyacaksın, yoksa tez ortaya atanlar biz mi olalım?” dediler.
116Mûsâ: “Siz tezinizi ortaya atın” dedi. Onlar atınca da insanların gözlerini büyülediler ve onları kendi akıllarınca hizaya getirmek/ adam etmek istediler. Ve büyük bir etkin hüner gösterdiler.
117Biz de Mûsâ’ya, “Sen de birikimini ortaya atıver” diye vahyettik. Bir de ne görsünler, onların uydurup düzdükleri şeyleri süratle yakalayıp yutuyor. 118Böylece hak yerini buldu ve Firavun ve ileri gelenlerin bütün yaptıkları boşa gitti, işe yaramadı.
119Firavun ve ileri gelenler, artık orada mağlup oldular ve küçük düşmüş bir toplum olarak geri döndüler.
120-122Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler ise boyun eğip teslim olmuş kimseler hâlinde bırakıldılar. “Âlemlerin Rabbine; Mûsâ’nın ve Hârûn’un Rabbine iman ettik” dediler.
123-126Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona iman mı ettiniz? Şüphesiz bu, halkını şehirden çıkarmak için, şehirde kurduğunuz gizli bir tuzaktır. Yakında bileceksiniz. Kesinlikle sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi keseceğim, sonra da hepinizi kesinlikle rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım; taş ocaklarında çalıştıracağım; zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim. Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler de dediler ki: “Hiç şüphesiz biz sadece Rabbimize dönenleriz. Senin bizi, yakalayıp cezalandırman da sırf Rabbimizin ayetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır.” –“Ey Rabbimiz! Bize çok çok sabır ver de gevşemeyelim, zaafa düşmeyelim, boyun eğmeyelim. Canımızı da Müslümanlar olarak al!”–


45Taha 49-56
49Firavun: “Öyleyse sizin Rabbiniz kimdir ey Mûsâ?” dedi.
50Mûsâ: “Bizim Rabbimiz her şeye varlık ve özelliklerini veren, sonra yol gösterendir” dedi.
51Firavun: “Öyleyse ilk asırların durumu nedir?” dedi.
52Mûsâ: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanlış yapmaz ve unutmaz/terk etmez. 53O, yeryüzünü sizin için bir beşik yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir” 52dedi. –İşte Biz, o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. 54Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! 55Biz sizi yeryüzünden oluşturduk, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.– 56Ve andolsun ki Biz, Firavun'a alâmetlerimizi/göstergelerimizi; hepsini gösterdik de o yalanladı ve dayattı.


47Şuara 23-30
23Firavun: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?” dedi.
24Mûsâ: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir.”
25Firavun, yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi.
26Mûsâ: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi.
27Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir” dedi.
28Mûsâ: “Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir” dedi.
29Firavun: “Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan yaparım” dedi.
30Mûsâ: “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” dedi.


52HUD 96-97
96,97Andolsun ki Biz Mûsâ'yı da âyetlerimizle ve apaçık bir belge ile Firavun ve ileri gelenlerine elçi yaptık. Ama onlar Firavun'un emrine uydular. Hâlbuki Firavun'un emri aklı çalıştıran/doğruya ulaştıran değildir.

Özetle, Musa Peygamber bilginlerle bir değnek dövüşüne girişmemiştir. Bilakis, onunla bilginler arasında ilkeler ve tezler üzerinden bir tartışma yaşanmıştır. Musa Peygamber, Allah’tan aldığı ayetleri sunmuş, bilginler de bu ayetler karşısında gerçeği idrak etmişlerdir. Bu nedenle bilginler Musa’ya değil, “Musa ile Harun’un Rabbine iman ettik” demişlerdir. Bu ifade, Musa’nın sihir yapmadığını, aksine Allah’tan aldığı mesajları muhataplarına ilettiğini bir kez daha kanıtlamaktadır.



3- Maat Doktrini
Musa peygamber, Firavun ve diğer ileri gelenlere ayetleri ilettiğinde, karşılaştığı en büyük zorluk Firavunun kendini rab ilan etmesi ve bu iddiasını inatla sürdürmesiydi. Bu durumun temelinde, asırlardır Mısır mitolojisinin oluşturduğu "Maat Öğretisi" yatmaktadır.

“Kaos ve karmaşa üzerinden düzen ve uyumu koruyup sürdüren bu doktrin firavunlarının tanrısal meşruiyet kaynağını ifade etmiştir. Mısır'ın erken dönemindeki politik bölünmüşlük ve savaşların ardından sağlanan barış ortamı Set ve Horus olarak iki farklı tanrısal unsur ile nitelenmiştir. Firavunlara huzur ve düzenin sağlanması görevi Horus yetkisiyle sağlanmıştır. Böylece kadim Mısır'da düzensizlik ve kaos korkusu üzerine inşa edilmiş güçlü bir ma’at doktrini söz konusudur. Bu doktrin kurulu düzenleri korurken firavunları düzen ve istikrardan sorumlu tanrısal unsur yani Horus olarak nitelemiştir. Hz. Musa'nın firavun karşısında yüzleştiği en çetin direnç noktası binlerce yıllık mitolojik temel üzerine oturmuş olan bu statükocu yapıdır.”43

Kaos ve düzen arasındaki dengeyi sağlamak amacıyla görevli olan Firavun, Mısır’a sözde düzen getirmeye çalışmaktadır. Firavun, ilah-kral olarak kabul edilen Horus’un yetkisini kullanarak kendi yönetimini meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Ancak, bu hakka aykırı durumu düzeltmek için Allah, peygamberi Musa’yı ayetlerle Firavun’a göndermiştir. Allah, Firavun’un öğüt almasını arzulamıştır. Bu durum, aşağıdaki ayetlerde net bir şekilde ortaya konulmaktadır.


A’raf 130-135
130Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/ senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık. 131Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, “İşte bu bize aittir” dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler.
132Ve Firavun’un toplumu, “Sen bizi kendisiyle büyülemek için her ne alâmet/ gösterge getirsen de, biz sana inananlar değiliz” dediler.
133Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular.
134Ve ne zaman ki, bu azap üzerlerine çöktü: “Ey Mûsâ! Sana olan ahdi/ verdiği söz nedeniyle bizim için Rabbine dua et, eğer sen bizden bu cezayı kaldırırsan sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve kesinlikle İsrâîloğulları’nı seninle birlikte göndereceğiz” dediler.
135Ne zaman ki, ulaşacakları belli bir süreye kadar onlardan cezayı kaldırdık, derhal sözlerinden cayıveriyorlar.


Musa peygamberin yıllarca süren Firavun ve ileri gelenler ile giriştiği mücadelenin en önemli konusu maat öğretisinde düğümleniyor. Ulusal düzeyde yapılan festivalde de Musa peygamberin bilginlerle tartıştığı ana konu tevhit ve maat doktrinidir.


4- Festival
Kur’an’da, Peygamber Musa ile bilginlerin, şenlik günü bir araya geleceği belirtilir. Bu ulusal çapta düzenlenen festivalde yapılan tartışmaya halkın da iştirak ettiği ifade edilir.

109-112) Firavun’un toplumundan ileri gelenler, “Kesinlikle bu çok bilgili büyüleyici, etkin bir bilgindir. O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor” dediler. Firavun, “O hâlde siz ne emredersiniz?” dedi. Onlar: “Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginleri sana getirsinler” dediler. (39A’raf 109-112)

59) Mûsâ: “Sizinle buluşma zamanı, tören, şenlik günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir” dedi. (45Ta Ha 59)

38Böylece, etkin bilginler belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
39İnsanlara da, “Siz toplanıyor musunuz?” denildi. (47Şuara 38-39)

İsrailoğullarının yaşadığı Lahun (Kahun) kasabasında Hathor tapınağı bulunmaktadır. Amenemhat III, Lahun’da düzenli olarak festivaller düzenlemiştir. Firavun’un dinini de temsil eden Hathor kültü, festivalin kutlanma nedenidir. Şenlik ritüelleri hakkında ayrıntılı bilgi Lahun papirüsünde yer almaktadır. Burada çok sayıda tanrı ve tanrıçaya dini ritüel düzenlendiği anlaşılmaktadır. Papirüs, Amenemhat III'ün 35. yılına aittir.

Dini ritiellerin uygulandığı festivalde “Şarhoşluk Bayramı” düzenlendiği tespit edilmiştir. İçecekler sunmak ve tüketmek, şarkı söylemek ve dans etmek çok özel bir amaca hizmet etmek demektir. Bir yandan Hathor'un çok yönlü karakterinin vahşi ve evcilleşmemiş kısmını yatıştırmak ve diğer yandan en uygun atmosferi oluşturmak adına tanrı ve insan arasındaki şehvetli birliktelik için uygulanmıştır.

Firavunun Hathor kültüne göre; yukarıda sayılan eylemler hem Hathor tanrıçasının hem de kutlama yapanlar için olumsuz bir özellik olmayıp aksine eylemler teşvik edilmiştir.
Mısır’a hayat veren yıllık Nil selini getirdiğine inanılan ehlileştirilmemiş tanrıçanın (Hathor) düzenli olarak yatıştırılmasının gerektiğine inanılıyordu. (Taşkının fazla olması toprakların su altında kalmasına neden olurdu. Taşkının az olması durumunda kuraklık yaşanıyordu. Bu nedenle taşkının optimum şartlarda gerçekleşmesi Mısır ülkesi için hayati önem taşıyordu.) Hathor'un gelişinin Nil selini teşvik etmesi beklendiği için festival, yeni yıl kutlamaları şeklinde yerini almıştır.44


Güneş takvimi Nil Taşkınının önceden bilinmesi gibi çok önemli bir avantaj sağladı. Taşkın, Nil çevresindeki tarımı doğrudan şekillendirmektedir. Bu nedenle Mısır takvimi üç mevsimden oluşur. Akhet (taşkın), Peret (ekim) ve Shemu (hasat) Taşkın mevsimi Haziran'dan Eylül'e kadar sürer. Güneş takviminin kullanılmasıyla birlikte üretim planlaması yapılarak, zararsız-ziyansız zirai ekim-dikim yapıldı.45

Eski zamanlardan beri Nil'in taşkını Mısır'da önemli bir doğal döngü olmuştur. Mısırlılar tarafından 15 Ağustos'tan başlayarak iki hafta boyunca Wafaa El-Nil olarak bilinen yıllık tatil olarak kutlanır.46


Festivaller iki ana kategoriye ayrılmıştır: 1- Yerel ve bölgesel festivaller, 2- Ülke çapında gerçekleştirilen festivaller.

Kur’an’da, Musa peygamberin bilginlerle karşılaştığı festivalin ülke genelinde düzenlenen bir etkinlik olduğu belirtilmiştir. Bu önemli festivalin, Nil taşkını sırasında ulusal düzeyde kutlanan yeni yıl şenlikleri olması oldukça muhtemeldir. On ikinci hanedan dönemindeki krallar, Fayyum Barajı ve çevresine büyük önem vermişlerdir. Baraj ve sulama sistemine ciddi yatırımlar yapan Firavunlar için en kritik olay, barajın sel suları ile dolup taştığı taşkın mevsimiydi.

Kur'an'da şenlik günü olarak belirtilen Hathor Festivali'nin düzenli olarak kutlandığı anlaşılmaktadır.47 Her yıl ülke genelinde gerçekleştirilen bu festivaller, firavun için dinî açıdan en önemli ritüeller arasında yer almıştır. Ayrıca, tarihî kaynaklar Amenemhat III'ün yönetiminin 30. yılı onuruna Sed Festivali'ni kutlamalar düzenleyerek gerçekleştirdiğini de ortaya koymaktadır.48, 40




5. Amenemhat III Döneminde İnşa Edilen Anıtsal Yapılar ve Teolojik Yansımaları


5.1. Piramitler: Dahshur’dan Hawara’ya Yapı Malzemesi Değişimi

Amenemhat III tarafından Dashur’da yaptırılan Siyah Piramitin kerpiç iç çekirdek yapısı ortaya çıkarılmıştır. Tarihçi Josephus, İsrail kölelerine piramitleri inşa etme görevinin verildiğini kaydeder.49 Dahshur'da yapılan piramitten başka Hawara’da da piramit yaptırmıştır.50 Bu piramidinin mezar odası kemer tuğla tonozu ile korunur.51

Firavun, Dashur’da kerpiçten yaptığı ilk piramitte yapısal sorunların olması nedeniyle Hawara’da başka bir piramit yaptırmıştır. Çünkü Nil’in alüvyonundan tuğla yapımı ekonomik ve pratik değildir.52

Firavunun, Moeris Gölü'nün çamurunu kullanarak inşa ettiği ikinci piramitle amacına ulaştığını tarihsel kaynaklardan öğreniyoruz.

Labirent'in sonunda şimdiye kadar çamur tuğladan yapılmış en güzel piramit, Amenemhat III’ün yaptırdığıdır. Bu piramidin gerçekten dikkate değer bir özelliği var. Diğer kerpiç piramitlerin aksine, Amenemhat III’ün Hawara’da yaptırdığı piramit 3.800 yıl geçmesine rağmen bozulmadı. Çünkü Khnum'un teknolojisinde bir yenilik vardı.53




5.2. Hawara Labirent Kompleksi: Kraliyet Mimarisi ile İnşa Edilen Dinî ve Hukuki Düzen


Firavun konusu ele alınırken, piramit kompleksi içerisindeki labirent olarak ün yapmış yapı da göz önünde bulundurulmalıdır. Firavun rejiminin dogmatik ve baskıcı inanç sistemleri insanlığın sorunlarının bir kaynağı haline gelmiştir. Bu öğretilerden doğan fikirler yalnızca Mısır sınırları içinde kalmayıp, başka bölgelere de yayılmıştır. Özellikle bu etkiler, antik Girit medeniyetine de taşınmıştır. (Yunan mitolojisinin zenginliğini hatırlamak faydalı olabilir.) Bu bağlamda Amenemhat III’ün labirenti, Minos uygarlığı mitosları üzerindeki etkisi bakımından incelendiğinde, mimari ile mitoloji arasında sembolik bir geçiş alanı oluşturduğu görülmektedir. Dolayısıyla, Firavunun sadece kendi halkını etkilediğini düşünmek yanıltıcı olacaktır.

Araştırmacıların açıklamalarına göre, labirent astral sembolizm içeren ve deneysel bilimden ziyade ezoterik bilgi sistemlerine dayanan öğretilerin pratik edildiği, mitolojiye dayalı unsurların yer aldığı, gizemli bir yapı olarak tanımlanabilir. Bu mekânda farklı, tuhaf yaratık heykellerinin bulunduğu ve Firavunun kendine özgü bir kült oluşturduğu belirtilmektedir.

Mısır mimarisinde en önemli yapılar, kalıplara dökülmüş çimento-beton bloklarından inşa edilmiştir. Bu tür yapılar genellikle Firavun ve ailesinin mezarları ya da tapınak işlevi görürdü. Daha az önemli yapılarda ise kerpiç ve ahşap gibi malzemelere yer verilmiştir. Ayrıca, taş ve beton gibi hammaddelerin sınırlı olması sebebiyle, önemli yapılarda pişmiş tuğla da kullanılmıştır. Örneğin, Amenemhat III’ün Hawara’da inşa ettiği piramit ve labirentin bazı bölümleri pişmiş tuğladan yapılmıştır.

Mısır mimari geleneği içinde, labirentin tek başına bir saray olarak işlev görmesi pek mümkün görülmemektedir. Piramit ve labirenti içeren yapıların bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bu kompleksin idari merkez, mahkeme, tapınak/okul ve morg gibi çok işlevli bir yapı olduğu anlaşılmaktadır.54, 55

Labirentte, birçok ilginç ve sıra dışı yaratıklara ait heykeller keşfedilmiştir. Bunun yanı sıra Amenemhat III’e ait tanrı-kral heykelleri de burada tespit edilmiştir.56

Hawara, günümüz Kahire’sinin yaklaşık 80 km güneyinde, Fayyum bölgesinin güneydoğusunda yer almaktadır. 12. Hanedan döneminin son büyük kralı Amenemhat III, inşa ettirdiği Hawara Piramidi’nin güneyinde geniş bir kült kompleksi yaptırmıştır.

“Labirent yaklaşık 120 metreye 300 metredir. Yaklaşık 1500 yıl sonra, kral Amenemhat III hala bir tanrı olarak kabul ediliyordu. Fayum bölgesi, özellikle Hawara'da ve Klasik Antik Çağ döneminde kült kompleksi kralın adı “Labirent” olarak bilinmeye başlandı. Herodot, Labirentin on iki avlusu olduğunu söyler.”57 Hawara'da inşa edilen Kral Amenemhat III kompleksi, onun saltanatının 15. yılına denk gelmektedir.58

Prof. Spiegelberg, Mısır Labirentini orijinal olarak görür ve Mısır Labirenti'nin kurucusunun Kral Amenemhat III'ün olduğunu söyler. Labirent öğretileri Antik Yunan kültürünü de etkilemiştir. En eski Yunan kültürü ile eski Mısır uygarlığı arasında XII. Hanedan zamanına kadar bağlantı olduğu Dr. Arthur Evans'ın keşifleriyle kesinleşmiştir.59

Kur’ân-ı Kerîm’in ilgili ayetlerinde geçen kule ve pişmiş tuğla unsurları, yalnızca metaforik bir karşı duruş değil, aynı zamanda dönemin mimari pratiklerine işaret eden tarihsel göstergelerdir. Bu bağlamda, arkeolojik verilerle Kur’ân anlatımı arasında oluşan semantik örtüşme, metnin tarihsel mevcudiyetini destekleyici bir nitelik kazanır.”

Kur’an bu konuda şu ayetlerle bizleri bilgilendirmektedir:

38Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. (49Kasas 38)

36,37Ve Firavun: “Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım” dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/ zarara uğratıp acı çekme içindedir. (60Mü’min 36-37)

Kur’ân-ı Kerîm’in Kasas ve Mü’min surelerinde ifade edildiği üzere, Firavun, Allah’ın ayetlerini inkâr etmiş ve Musa Peygamber’i yalancılıkla suçlamıştır. Bu doğrultuda Firavun, kendi iddiasını temellendirmek ve ideolojik karşıtlığını görünür kılmak amacıyla, veziri Hâmân’dan bir kule inşa etmesini talep etmiştir. Böylelikle, kendisine tebliğ edilen İslam dinine karşı alternatif öğretilerini somutlaştırmayı hedeflemiştir.

Firavun’un Haman’a yaptırdığı Labirent’te önemli davalar görülürdü.60 Ayrıca Labirentte ölüm, yaşam ve yeniden dirilme61, 62 ile ilgili öğretilerin uygulanmıştır. Hawara labirenti, ölenin gideceği yerin belirlendiği ve ölümden sonra yargılama eyleminin yapıldığı yerdi.63 Mısır dininde sözde tanrı Firavun’un ölümü, zaferle dirilişi ve geri dönüşü ile birlikte yaşam, ölüm ve hesap günü yargılaması gibi konularda hüküm vereceğine inanılıyordu.64 Firavun bu inancın gereği olarak Allah’ın dinine karşı savaş açmış ve beşerî bir din ortaya atmıştır.



Firavunun Gökyüzüne Yükselme Arzusu

Firavunun göklerin sebeplerine ulaşma arzusunun olduğu Mü’min 36-37 ve Kasas 38. ayetlerinde bildirilmişti.

38) Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. (49Kasas 38)

36,37) Ve Firavun: “Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım” dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/ zarara uğratıp acı çekme içindedir. (60Mü'min 36)


Firavun'un rabliğini ilan etmesi için bir kuleye veya merdivene çıkması fikri, eski Mısır mitolojisinde de bilinmektedir.

Mısır bilimci Sir Flinders Petrie, Religious Life in Ancient Egypt adlı eserinde bu konuya ilişkin olarak şu bilgileri aktarmaktadır:

Gökyüzündeki tanrılara yükselme arzusu, Eski Mısır inanç sisteminde merdiven aracılığıyla yukarı çıkma isteğiyle sembolize edilmiştir. … Sir Flinders Petrie’nin Religious Life in Ancient Egypt adlı eserinde belirttiği üzere, Osiris kültünün Mısır’da yayılmasıyla birlikte, bireylerin Osiris’in hüküm sürdüğü öteki dünya krallığında yer alma arzusu dini bir tema olarak benimsenmiştir. Güneş tanrısı Ra’ya ilişkin inançlarda ise, nihai istek; Ra’nın göksel gemisinde, onun maiyetini oluşturan tanrılar topluluğuna katılmaktır.65, 66

Firavun tarafından inşa ettirilen piramit-labirent kompleksinin alt katmanlarında, toprak yüzeyine doğru yükselen bir rampa yapısı tespit edilmiştir. “Geçit Yolu” olarak adlandırılan bu yaklaşık 300 metrelik tünelin, kompleksin yanından geçen bir su kanalına ulaştığı arkeolojik bulgularla ortaya konmuştur.67


Firavun’un, göklerin sebeplerine ulaşma arzusuyla inşa ettirdiği Labirent yapısının altından yukarıya doğru yükselen geçidi bu amaç doğrultusunda kullanmış olabileceği değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, söz konusu durum Kur’ân-ı Kerîm’in Mü’min Sûresi 36–37. ve Kasas Sûresi 38. ayetlerinde ifade edilmektedir.



5.3. Pişmiş Tuğla

Musa peygamber kıssasına dair anlatımlarda sıklıkla tartışma konusu olan unsurlardan biri de tuğla yapımıyla ilgilidir. Kitâb-ı Mukaddes’in Çıkış kitabında, özellikle 1:14 ve 5:7–8, 14, 16, 18–19. cümlelerinde İbranilerin kerpiç (çamur tuğlası) ürettiklerinden bahsedilmektedir. Buna karşılık Kur’ân-ı Kerîm’in Kasas Sûresi 38. ayetinde ise doğrudan pişmiş tuğla yapımına atıfta bulunulmaktadır. Bu nedenle, Kitabı Mukaddes ile Kur’an arasında bir çelişki olduğu yönünde bazı iddialar ortaya atılmıştır.

Kerpiç, düşük maliyetli ve kolay üretilebilir olması nedeniyle Antik Mısır’da yaygın biçimde yapı malzemesi olarak tercih edilmiştir. Nitekim Firavun’un ilk büyük projelerinden biri olan Dahşur’daki piramit inşaatında kerpiç kullanıldığı bilinmektedir. Ancak söz konusu yapı, inşaat aşamasında yaşanan yapısal sorunlar nedeniyle işlevsel olarak tamamlanamamıştır. Bu tecrübe doğrultusunda, Firavun Amenemhat III’ün daha sonra inşa ettirdiği Hawara Piramidi ve ona bitişik Labirent yapısında daha dayanıklı bir malzeme olan pişmiş tuğlayı tercih ettiği arkeolojik bulgularla kesinleşmiştir.

Tarihsel kaynaklar, İsrailoğullarının Firavun’un çeşitli inşaat projelerinde çalıştırıldıklarını göstermektedir. Söz konusu projelerde sınırlı da olsa taş, kerpiç, pişmiş tuğla ve benzeri yapı malzemeleri kullanılmıştır. Bu bağlamda, İbranilerin Dahşur Piramidi ve diğer bazı yapıların inşasında kerpiç üretiminde görev almış olmaları muhtemeldir. Bu durum, Kitâb-ı Mukaddes’te geçen kerpiç üretimiyle ilgili ifadelerin tarihsel bir dayanağı olduğunu göstermektedir. Aksini ileri sürecek somut bir arkeolojik ya da filolojik veri mevcut değildir.

Ancak burada altı çizilmesi gereken önemli bir husus, Amenemhat III dönemine ait daha geç projeler olan Hawara Piramidi ve Labirent yapılarında pişmiş tuğla kullanımının artık sistematik bir inşa tercihi haline gelmiş olmasıdır. Kur’ân’da yer alan Kasas 38. ve Mü’min 36. ayetlerde, bu yapıların belirli bölümlerinde pişmiş tuğla kullanıldığına atıf yapıldığı anlaşılmaktadır. Böylece, Firavun’un farklı dönemlerde yaptırdığı yapılarda kullanılan malzemelerin karıştırılmasının önüne geçilmektedir.

Bu bağlamda, söz konusu ayetlerde Firavun ve veziri Hâmân’ın Hawara Piramidi ve Labirent içinde gerçekleştirdiği faaliyetlere dikkat çekilmiştir. Zira bu mekânlarda Firavun’un kendi ideolojik din anlayışını şekillendirme süreci başlamıştır. Dolayısıyla ayetlerdeki vurgu, sadece inşa faaliyetlerine değil, aynı zamanda bu yapıların dinsel ve sembolik işlevlerine yöneliktir.

38) Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi.(Kasas 38)

36,37) Ve Firavun: “Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım” dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/ zarara uğratıp acı çekme içindedir. (Mü'min 36)


Kasas Sûresi 38. ayetinde, Firavun’un pişmiş tuğla kullanarak bir kule inşa ettirdiği açıkça ifade edilmektedir. Bu durum, Firavun döneminde pişmiş tuğla kullanımının yaygın olduğuna dair tarihsel ve arkeolojik verilerle de örtüşmektedir. Nitekim Joseph Davidovits ve Frédéric Davidovits’in ortak çalışması The Pyramids: An Enigma Solved adlı eserde, piramit inşasında kullanılan malzemenin büyük oranda pişmiş tuğla olduğunu gösteren bulgulara yer verilmektedir.68, 69, 70 Ek olarak, Hawara piramidinin inşa edildiği bölgenin yakınında, pişmiş tuğla yapımında kullanılan hammaddeye bol miktarda rastlandığı da rapor edilmiştir.68 Bu veriler, yapının planlı bir şekilde pişmiş tuğla kullanılarak inşa edildiğini göstermektedir. Ayrıca, piramit kompleksine ait yeraltı yapılarında ve geçit rampasının bazı bölümlerinde de pişmiş tuğla kullanımı tespit edilmiştir. Özellikle yeraltı odalarında uygulanan pişmiş tuğla kemer yöntemi, Mısır mimarisinde bu malzemenin hem taşıyıcı hem de yapısal açıdan önemsendiğini ortaya koymaktadır.67, 71 Tüm bu bulgular, Kur’ân’da geçen ifade ile arkeolojik veriler arasındaki uyumu desteklemekte; Firavun döneminde pişmiş tuğla kullanımının hem ideolojik hem de mimari düzlemde anlamlı bir tercih olduğunu göstermektedir.

Herodot'un kerpiç piramitlerle ilgili açıklaması (Kitap II, bölüm CXXXVI) konu ile alakalıdır:

“... Kendisinden önce Mısır'da hüküm süren tüm kralları aşmak isteyen bu prens (Amenemhat III), bir taşa kazınmış bu yazıtla bir tuğla piramidini anıt olarak bıraktı: beni taş piramitleriyle kıyaslayarak küçümseme; Gölün dibindeki alüvyondan yapılmış tuğlalardan inşa edildiğim için Jüpiter diğer tanrıların üzerinde olduğu kadar onların üstünden de yüksekteyim..."68


Pişmiş tuğla üretimi, Antik Mısır’da İlk Hanedanlık Dönemi’nden itibaren bilinen ve uygulanan bir teknik olarak kayıt altına alınmıştır. Ayrıca, 12. Hanedan dönemine tarihlenen arkeolojik buluntular arasında, pişmiş tuğla ve çanak-çömlek yapımında kullanılan fırınlara dair kalıntılar da tespit edilmiştir.72

Kur’an hakkında şüphe oluşturmak amacıyla pişmiş tuğla kullanımına dair çeşitli saptırmalar yapılmaktadır. Bazı görüşlerde, Mısır’da pişmiş tuğla üretiminin Musa peygamberden yüzyıllar sonra ortaya çıktığı iddia edilmektedir. Oysa arkeolojik bulgular, Antik Mısır’da pişmiş tuğla teknolojisinin çok daha erken dönemlerden itibaren bilindiğini ve kullanıldığını açıkça ortaya koymaktadır.72

Antik Mısır mimarisinde, özellikle önemli yapılar kalıplara dökülen çimento-beton bloklardan inşa edilmiştir; diğer yapılar ise güneşte kurutulmuş kerpiç malzeme ile oluşturulmaktaydı. 12. Hanedanlık Dönemi’ne kadar, beton üretiminde kullanılan hammaddelerin tükenmesi nedeniyle beton piramitlerin sayısında azalma ve boyutlarında küçülme gözlemlenmiştir. Bu hammadde kıtlığını aşabilmek amacıyla, Amenemhat III dönemi mimarları, devasa piramitlerin çekirdeğini pişmiş tuğla ile inşa etmiş ve dış yüzeylerini kireç taşı ile kaplamıştır.69, 73 Sonuç olarak, 12. Hanedanlık Dönemi’nde pişmiş tuğla üretimi ve kullanımı arkeolojik olarak kesinlik kazanmıştır. Pişmiş tuğlanın inşaatlarda tercih edilmesi, ağırlıklı olarak ekonomik faktörlere dayanmaktadır; yüksek üretim maliyetleri nedeniyle, birçok Firavun bu yöntemi sistematik olarak uygulayamamıştır.


5.4. Haman
Firavun’a yakın bir konumda bulunduğu anlaşılan Hâmân’ın ismi, Kur’ân-ı Kerîm’de toplam altı ayette zikredilmektedir:

5Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.
8Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere “buluntu” olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Haman ve bu ikisinin askerleri hata edenler idi.
38Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. (Kasas 6, 8, 38)


23,24Andolsun Mûsâ'yı Firavun'a, Hâmân'a ve Karun'a âyetlerimizle ve açık bir delil ile elçi olarak gönderdik de onlar: “Bu bir sihirbaz, büyük bir yalancıdır” dediler.
36,37Ve Firavun: “Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım” dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/ zarara uğratıp acı çekme içindedir. (Mü'min 24, 36)

39Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da yıkıma uğrattık. Andolsun ki Mûsâ onlara apaçık deliller ile gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki onlar, öne geçiciler; kaçıp kurtulan kişiler değillerdi. (Ankebut 39)

Muhammed ESED, Kasas 6 ve 38. ayetlerinin açıklamasında şu bilgilere yer verir:

Kasas 6. ayet dipnotu:
Kur’an'da, Firavun'un baş danışmanı olarak muhtelif yerlerde sözü geçen “Hâmân” Tevrat'ta bahsedilen Persli Haman'la karıştırılmamalıdır. (Ester'in Kitabı iii, vd.) Kur’an'da kullanılan “Hâmân” sözcüğü, büyük bir ihtimalle, özel bir isim değil, fakat eski Mısır dininde tanrı Amon'a nisbet edilen yüksek sınıftan rahiplere verilen Hâ-Amen ünvanının Arapça'ya mal olmuş şeklidir. Hz. Musa'nın yaşadığı çağda Mısır'da Amon kültü hâkim olduğuna göre, bu kültü temsil eden en yüksek dereceli rahibin de yönetimde Firavun'dan sonraki ikinci adam olması tabiidir. Kur’an'da bahsi geçen Hâmân'ın gerçekten Amon kültünün başrahibi olduğu görüşünü, Firavun'un bu Hâmân'dan “çıkıp Musa'nın tanrısını görmek için” kendisine “yüksek bir kule” yapmasını istemesi de destekler gözükmektedir. Ayrıca, Hâmân'dan “kule yapıcısı” olarak söz edilmesi, büyük Mısır piramitlerinin dinsel amacına ve başrahibin piramitlerin baş mimarı olarak üstlendiği fonksiyona işaret ediyor olabilir.


Kasas 38. ayet dipnotu:
Yahut: “Musa'nın tanrısına çıkayım”. Ettali‘u fiiline bu anlamlardan hangisi verilirse verilsin, Firavun'un yüksek bir kulenin inşasını istemesi yalnızca Mısır'daki büyük firavun ehramlarından/piramitlerinden birinin inşasına ilişkin bir îma değil, aynı zamanda Hz. Musa'nın ortaya koyduğu, var olan her şeyin mutlak manada üstünde ve ötesinde olan, yaratıcı ve hükmedici olarak her şeyi kuşatan, elinde tutan Tek Tanrı kavramına yöneltilmiş alaycı ve küçümseyici bir îma da taşımaktadır.74


Kur’ân’da geçen Hâmân ile Kitâb-ı Mukaddes’te adı geçen Hâmân, farklı zaman dilimlerinde yaşamış ve ayrı kimliklere sahip iki farklı şahsiyettir. Ancak Kitâb-ı Mukaddes araştırmacıları, genellikle ön yargılı bir yaklaşımla Kur’ân’daki Hâmân anlatımını tarihî hatalı olarak değerlendirirken, Kitâb-ı Mukaddes’in mutlak doğruluğunu savunmaktadırlar. Bu durum, İslam dininin Hâmân meselesi üzerinden eleştirilmesine zemin hazırlamaktadır.75

Hermann Ranke’nin Yeni Krallık Mısır Kişi İsimleri Sözlüğü adlı eserinde, 240. sayfada ve 24 numaralı maddede yer alan “hmn” terimi, “taş ocakları şefi” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlama, Maurice Bucaille’in Moïse et Pharaon adlı çalışmasında gündeme getirilmiş ve Kur’ân’da geçen “Hâmân” isminin bu unvana tekabül ettiği düşüncesi Müslümanlar tarafından kabul görmüştür. Ancak burada iki önemli hususa dikkat çekmek istiyorum:

Birincisi, “Hâmân” terimi şahıs ismi değil, “Tanrı’nın Hizmetkârı”, “peygamber” veya “rahip” anlamlarını taşıyan bir unvandır; Firavun’un tapınak görevlilerine verdiği bir isimlendirmedir. İkincisi, Musa peygamber Orta Krallık döneminde yaşadığı kabul edildiğinden, Hâmân’ın da aynı dönemde aranması gerekmektedir. Oysa Bucaille’in bahsettiği kaynaklar.76 Yeni Krallık dönemi arkeolojik verilerine dayanmaktadır ki bu tarihî kronoloji açısından yanlıştır ve spekülasyonlara yol açmaktadır. Bize göre Kur’an’da bahsedilen Haman Orta Krallıkta yaşamıştır. Makalede yer verilen tüm konularda görüleceği gibi Musa peygamberin Orta Krallık 12. Hanedan döneminde yaşadığını göstermektedir.

Orta Krallık Mısır sözlüğünde “hmn” ve türevleri bulunmaktadır.77 Söz konusu terim [ḥm-nṯr], “Tanrı’nın Hizmetkârı” anlamına gelir ve genellikle “peygamber” veya “rahip” olarak tercüme edilmektedir.78 Eski Krallık’tan itibaren rahipler, inşaat işlerinde de aktif rol almışlardır.79

Kur’ân’da, Musa ve Harun peygamberlerin Firavun’a Allah’ın ayetlerini tebliğ etmelerinden sonra, Firavun’un kendi rabliğini ilan ettiği ve Hâmân’a bir kule (labirent) inşa ettirme emri verdiği belirtilmektedir. Burada vurgulanması gereken husus, Firavun’un kendi dinini oluşturmak için Hâmân’a (rahip/peygamber) bir görev tevdi etmesidir. Hâmân’ın, İslam’ın karşıtı olarak Firavun’a yeni bir dini sistem inşa ettiği hem labirenti yaptırdığı hem de Firavun’un dini ilkeleri ve ritüellerini oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, Kasas sûresi 38. ayet ile Mü’min sûresi 23-24 ve 36-37. ayetlerde açıkça ifade edilmektedir. Haman başlığı altında buraya kadar aktarılan bilgiler Kur’an, tarih ve arkeolojik bilgilerin tam bir uyum içinde olduğunu gösteriyor.

Sonuç olarak, Hâmân ile ilgili Kur’ânî anlatımlar, tarih ve arkeolojik verilerle yüksek oranda uyum içerisindedir ve bu konudaki tartışmalar, doğru kronoloji ve kavramsal ayrımlar dikkate alındığında çözüme kavuşmaktadır.


Piramitleri Kimler Yaptı?
Bazı çevreler, piramitlerin yalnızca profesyonel işçiler tarafından inşa edildiği görüşünü savunmaktadır. Bu yaklaşımın temelinde, Antik Mısır’da köle toplumunun var olmadığına dair bir inancı destekleme gayreti yatmaktadır. Dolayısıyla, İsrailoğullarının ve Musa peygamberin Mısır’da hiç bulunmadığı tezine dayanak oluşturmak istenmektedir.

Eski Krallık döneminde inşa edilen ilk piramitlerin devlet eliyle, bilimsel yöntemler çerçevesinde ve ülke refahını gözeten seferberlik anlayışıyla profesyonel işçiler tarafından yapıldığı bilinmektedir. Örneğin, Yusuf Peygamber zamanında yaşanan yedi yıllık kuraklığa karşı tedbir olarak tahılların depolanması amacıyla Basamak Piramidi inşa edilmiştir. Bu dönemde yapılan piramit, kapsamlı devlet projeleri çerçevesinde gerçekleştirilmiştir (ayrıntılı bilgi için bkz. “Yusuf Peygamberin Büyük Kuraklığa Karşı Aldığı Önlemler”). Eski Krallık dönemi piramitlerin inşasında mevsimsel olarak üçer aylık periyotlarda iş gücü kullanımının yaygınlaştığına dair tarihî kayıtlar mevcuttur.

Öte yandan, Musa peygamberin yaşadığı 12. Hanedanlık döneminde, Firavun yönetimi altında zorla çalıştırılan geniş toplulukların piramit ve diğer anıtsal yapıların inşasında kullanıldığına dair kuvvetli arkeolojik ve tarihî deliller bulunmaktadır.

Bu bağlamda, her iki görüş tarihî bağlamları doğrultusunda geçerlilik arz etmektedir. Eski Krallık 3. Hanedanlık döneminden başlayarak Orta Krallık’a kadar, piramit inşası; merkezi devlet otoritesi gözetiminde, profesyonel işçiler tarafından bilimsel yöntemlerle organize edilen kapsamlı bir proje olarak yürütülmüştür. Orta Krallık döneminde de bu yapı projeleri devlet politikası olarak sürdürülmüştür. Ancak özellikle 12. Hanedanlık döneminde, İsrailoğullarının köleleştirilmesi ve temel insan haklarının ihlal edildiği uygulamaların yaygınlaştığı da tespit edilmiştir.


6. Yerel Yönetim

6.1. Mısır’da Eyalet Sistemi ve Nomarklar

Mısır’ın eyalet sistemine (nome) dayalı idarî yapılanmasının, Eski Krallık 3. Hanedan döneminde, özellikle Firavun Djoser devrinde—yani Yusuf Peygamber’in vezirliğiyle ilişkilendirilen döneme kadar—belgelendiği anlaşılmaktadır.80, 81 Bu dönemde nome sayısının 42 olduğu ve devletin hem merkezi hem de yerel düzeyde teşkilatlanmasını büyük ölçüde tamamladığı bilinmektedir. Başlangıçta merkezi yönetim güçlüyken, zamanla nome valileri (nomarklar) yerel düzeyde önemli bir güç odağı hâline gelmiştir. Bu durum, özellikle I. Ara Dönem'de daha da belirginleşmiş; öyle ki 8. Hanedan Firavunlarının otoritesi, yalnızca sembolik unvanlar ve onursal statüler bahşedebilecek seviyeye gerilemiş, gerçek idarî ve askerî güç ise en güçlü yerel valilerin eline geçmiştir.80, 82

Eski Krallık’ın sonuna gelindiğinde, nome yöneticileri (nomarklar) topraklarını genişletmeye devam etmişlerdir. Bu süreçte hem Yukarı Mısır’da hem de Aşağı Mısır’da yerel beylerin siyasî ve idarî etkisi belirgin ölçüde artmıştır. Taşra eyaletleri (nomoslar), başlangıçta sahip oldukları yarı-özerk statüyü giderek genişletmiş ve fiilî anlamda bağımsız yönetim birimlerine dönüşme eğilimi göstermiştir.83
Güçlenen yerel eyalet yapıları, merkezi otoritenin zayıflamasına neden olmuş; bu durum sonucunda Firavun artık mutlak otoritenin tek temsilcisi olmaktan uzaklaşmıştır.84 Mısır Orta Krallık dönemi, işte bu güç boşluğunun hüküm sürdüğü bir siyasal ortamda başlamıştır. Orta Krallık Firavunları, Eski Krallık’ın "altın çağı" olarak nitelendirilen dönemine yeniden ulaşma hedefiyle merkezi idareyi yeniden yapılandırma yönünde uzun vadeli reform süreçlerine girişmişlerdir.

Bu çerçevede, nomarkların yönetimdeki nüfuzu Orta Krallık boyunca, özellikle 12. Hanedanlığın sonlarına kadar varlığını sürdürmüştür. Ancak Orta Krallık’ın ilerleyen safhalarında, nomarklar görevden alınarak yerlerine doğrudan Firavun otoritesine bağlı kasaba valileri (bir tür belediye başkanı) atanmış ve böylece yerel yönetim anlayışında köklü bir rejim değişikliğine gidilmiştir.85, 86 Bu tasfiye süreci, Sesostris III döneminin son yıllarından başlayarak Amenemhat III’ün hükümranlığı boyunca devam etmiş, böylece merkeziyetçi yönetim modeli kurumsallaştırılmıştır.87



6.2. İleri Gelenler (Mele)

Ayetler:

103Sonra o elçilerin/ o toplumların arkasından Mûsâ’yı alâmetlerimizle/ göstergelerimizle Firavun’a ve ileri gelenlerine gönderdik de onlar, alâmetlere/ göstergelere haksızlık ettiler. Hele bir bak, o bozguncuların âkıbetleri nasıl oldu! (39Araf 103)

109-112Firavun’un toplumundan ileri gelenler, “Kesinlikle bu çok bilgili büyüleyici, etkin bir bilgindir. O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor” dediler. Firavun, “O hâlde siz ne emredersiniz?” dedi. Onlar: “Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginleri sana getirsinler” dediler. (39Araf 109-112)

127Firavun toplumundan ileri gelenler de, “Seni ve senin ilâhlarını/ seni ilâh edinmeyi terk etsinler de yeryüzünde kargaşa çıkarsınlar diye mi Mûsâ’yı ve toplumunu serbest bırakacaksın?” dediler. Firavun dedi ki: “Onların oğullarını katledeceğiz; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştireceğiz, kadınlarını utanca boğacağız ve biz onlar üzerinde ezici bir güce sahip kimseleriz.” (39Araf 127)

34,35Firavun, yanı başındaki ileri gelenlere: “Şüphesiz bu, kesinlikle çok bilgili bir etkin bilgin! Sizi etkin bilgisiyle topraklarınızdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?” dedi. (47Şuara 35)

38Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. (49Kasas 38)

96,97Andolsun ki Biz Mûsâ'yı da âyetlerimizle ve apaçık bir belge ile Firavun ve ileri gelenlerine elçi yaptık. Ama onlar Firavun'un emrine uydular. Hâlbuki Firavun'un emri aklı çalıştıran/doğruya ulaştıran değildir. (52Hud 96-97)

21-24Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi. (81Naziat 23-24)
 
Mısır tarihî sürecinde taşra yöneticileri çeşitli kaynaklarda nomark, vali ya da derebeyi gibi ifadelerle anılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm ise bu yöneticileri genellikle “mele” yani “ileri gelenler” olarak tanımlamaktadır. Bu ifade, dönemin sosyo-politik hiyerarşisini kavramsallaştırmak açısından dikkate değerdir.

III. Senusret döneminde merkezi idareyi güçlendirme hedefiyle, taşra valilerinin yönetimdeki nüfuzunun azaltılması için kurumsal adımlar atılmıştır. Ancak bu dönüşüm, doğrudan ve ani değil, kademeli bir süreç olarak işlemiştir. Zira Amenemhat III döneminin ilk safhalarında dahi valilerin, Firavun üzerinde belirli ölçüde etkili olduğu ve karar alma mekanizmalarında etkin rol oynadığı tarihsel kaynaklardan anlaşılmaktadır. Amenemhat III’ün iktidarının ilerleyen yıllarında ise bu yerel aristokrat sınıf tasfiye edilmiş, yerlerine Firavun’un doğrudan atadığı sadık yöneticiler getirilmiştir. Böylece merkezîleşme süreci tamamlanmıştır.

Kur’an’daki anlatım, bu tarihî süreci oldukça dikkat çekici biçimde yansıtmaktadır. Musa, peygamber olarak Mısır’a dönerek Firavun ve çevresindeki ileri gelenlere Allah’ın ayetlerini tebliğ etmesi, A’râf 103. ayetinde belirtilmiştir. İlk etapta, Firavun’un çevresindeki “mele” sınıfı, Musa’nın çağrısını açıkça reddetmiş ve bu karşı duruş 39A’râf 110, 127 ve 47Şuarâ 35. ayetlerde kaydedilmiştir. Bu ifadeler, dönemin taşra elitlerinin yani nomarkların halen etkin ve Firavun’dan bağımsız karar alabilecek güçte olduklarını teyit etmektedir.


Ancak daha sonraki ayetlerde (örneğin 49Kasas 38; 52Hûd 96–97; 81Nâziât 23–24), Firavun’un rabliğini ilan ettiği ve mutlak bir iktidar kurduğu görülmektedir. Bu durum, Amenemhat III döneminin sonlarına tekabül eden güçlü merkeziyetçi evreyi yansıtmaktadır. Firavun’un bu ilanı, sadece siyasi değil, aynı zamanda teolojik bir dönüşümü de temsil etmektedir: Devletin başı artık yalnızca dünyevî değil, ilahî bir otoriteyi de tekelinde toplamakta, dolayısıyla toplumsal düzenin hem yöneticisi hem de sözde “ilâhî rehberi” olarak konumlanmaktadır.88, 89, 90

"Kur’ân-ı Kerîm dikkatle analiz edildiğinde, Firavun’un başlangıçta karar alma süreçlerinde çevresindeki ileri gelenlerin (mele) etkisi altında olduğu açıkça görülmektedir. Ancak daha sonra nazil olan ayetlerde, Firavun’un yalnızca siyasi bir figür değil, aynı zamanda ilahi bir otorite iddiasıyla hem ileri gelenlere hem de topluma karşı mutlak bir rablik (ilahî egemenlik) iddiasında bulunduğu bildirilmektedir."

Sonuç olarak, Kur’an’da “mele” olarak tanımlanan iki farklı elit grup dikkat çekmektedir:

Bağımsız Güç Odakları (Yerel Yöneticiler): İlk grup, bağımsız güç sahibi olan ve Kur’an’da Musa peygambere karşı açık bir reddiye sergileyen yerel yöneticilerdir. Bu durum özellikle 39A’râf 103, 110, 127 ve 47Şuarâ 35. ayetlerde net bir şekilde yansıtılmaktadır.

Merkezî Otoritenin Sadık Elitleri: İkinci grup ise, Firavun’a sadakatle bağlı, merkezî otoritenin bir parçası hâline gelen ve yine Musa peygamberin mesajını reddeden elit sınıftır. Bu olgu 49Kasas 38, 52Hûd 96-97 ve 81Nâziât 23-24. ayetlerde açıkça ifade edilmiştir.

Bu bağlamda Kur’an’daki anlatımlar ile Mısır tarihindeki merkeziyetçilik süreci, nomarkların tasfiyesi ve Firavun’un teokratik mutlakiyet rejimi arasında dikkat çekici bir paralellik bulunmaktadır. Bu detayların ancak Mısır hiyerogliflerinin çözülmesinden ve arkeolojik verilerin detaylı incelenmesinden sonra anlaşılabilmiş olması, Kur’an’ın tarihsel verilerle uyumlu bir anlatım sunduğunu göstermektedir.



7. Mükemmel Konuşmak
Orta Krallık dönemi, Antik Mısır edebiyatının altın çağı olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde özellikle “yüksek sesle okunmak üzere” kaleme alınan, yapısal ve biçimsel olarak rafine edilmiş metinler—modern terimle ifade edilecek olursa—retorik değer taşıyan eserler yaygınlık kazanmıştır. Bu metinler Mısırlılar tarafından “mükemmel konuşma” (mdw nfr) olarak adlandırılmıştır. Toplum nezdinde söz ustalığı ve düzgün hitabet, entelektüel yetkinliğin ve yönetsel liyakatin vazgeçilmez bir ölçütü haline gelmiştir.91, 92, 93

Bu bağlamda, Zuhruf 51–53. ayetlerinde Firavun’un Musa Peygamber’i retorik (belagat) eksikliği üzerinden eleştirmesi dikkat çekicidir. Firavun, dönemin kültürel normlarına uygun biçimde, hitabet gücünü yetersiz bulduğu bir kişinin hakikat getirme iddiasını küçümseyerek onu itibarsızlaştırmaya çalışmıştır. Kur’an’da Firavun’un bu yaklaşımı, hakikatin özünden ziyade biçimsel niteliklerine odaklanan; içeriği değil, dışsal görünümü önceleyen bir zihniyetin temsili olarak sunulmaktadır. Ayetlerden anlaşıldığı üzere, Musa Peygamber’in ifade yeteneği, İbranice’yi yeterince iyi konuşamaması ya da dilindeki bir fizyolojik bozukluk nedeniyle sınırlıydı.

Ne var ki, Tâhâ 43–44 ve Zuhruf 51–53. ayetlerinde, Allah’ın Musa ve Harun Peygamberlere Firavun’a karşı “yumuşak söz” ile hitap etmelerini emretmesine rağmen, Firavun; kültürel üstünlük anlayışı ve kibri doğrultusunda, kendisine yöneltilen ilahi mesajı küçümsemiş ve azgınlık (tuğyan) hâlinde kalmayı sürdürmüştür.


43Her ikiniz gidin Firavun'a. Şüphesiz o azdı. 44Sonra ona öğüt alması ve saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpermesi için yumuşak söz söyleyin.” (45Taha 43-44)

51-53Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?” dedi. (63Zuhruf 51-53)


Kur’an’da yüksek sesle konuşmak da olumsuz bir iletişim biçimi olarak eleştirilmiştir:

Ve yürüyüşünde mutedil ol, sesinden kıs. Şüphesiz seslerin en anlaşılmazı kesinlikle eşeklerin sesidir”. (57Lokman 19)



8. Delta Arazileri Firavun’un Şahsi Mülküdür
51-53Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?” dedi. (Zuhruf 51)

Ayetten Aşağı Mısır deltasının Firavun’un kendi şahsına ait olduğunu anlıyoruz. Orta Krallıkta valilerin tasfiye edilmesinden sonra onların sahip oldukları araziler Firavun’un mülkiyetine geçtiği bilinmektedir.94, 95 Tarımsal verimliliğiyle öne çıkan Delta, Mısır’ın ekonomik motoru durumundaydı. Firavun’un bu bölgeye özel bir vurgu yaparak “ırmakların altımdan aktığını” belirtmesi hem bu coğrafyanın ekonomik değerini hem de ideolojik bir egemenlik beyanını yansıtır.


9. İmanını Gizleyen Mümin
28,29Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir babayiğit adam: “Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki o'nun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, gerçeği eksik gösteren bir yalancı kişiye kılavuz olmaz. Ey toplumum! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün yönetim sizindir. Peki, eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından bizi kim yardım edip kurtarır?” dedi.
Firavun: “Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece size reşitliğin/akıllı olmanın yoluna kılavuzluk ediyorum” dedi.
30-35Yine o iman etmiş olan kimse: “Ey toplumum! Şüphesiz ben, sizin hakkınızda Ahzâb'ın günü benzerinden; Nûh toplumunun, Âd'ın, Semûd'un ve daha sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir haksızlık, yanlışlık istemez. Ey toplumum! Şüphesiz ben, size gelecek o çağrışma-bağrışma/ kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için Allah'tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Ve andolsun ki, bundan önce size Yûsuf delillerle gelmişti. O zaman da o'nun size getirdiği şeylerde kesin olmayan, yetersiz bilgiye sahiptiniz. Sonunda o öldüğünde de, “Bundan sonra Allah, asla elçi göndermez” dediniz. Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah'ın âyetleri/ alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele eden, gerçeği eksik gösteren, şüpheci olan kişileri işte böyle şaşırtır. Bu durum, Allah katında ve iman edenler yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar” dedi. (60Mümin 28-35)


Bu ayet grubunda, Firavun’un yakınlarından iman etmiş, o güne kadar da imanını gizlemiş mümin bir kişinin Firavun ile Musa’nın (as) mücadelesi anında ortaya çıkarak Firavun ve çevresini uyardığı, çok makul ve mantıklı gerekçeler anlatarak onlara öğütler verdiği, Musa’yı (as) en güzel biçimde savunarak Firavun’dan gelecek sıkıntıları bertaraf etmeye gayret ettiği beyan edilmiştir.

Anlıyoruz ki, Rabbimiz bu aşamada başka bir salih kulunu devreye sokmuştur. Mümin kulun beyanlarından anlaşıldığına göre, bu kul sıradan biri olmayıp ilahiyat konusunda ileri derecede bilgiye ve inanca sahiptir. Dünya ve ahirete dair birçok şey bilmektedir. İyilik ve kötülüğün karşılığının ahirette tastamam alınacağı konusunda son derece bilinçli ve inançlıdır.
Mümin kişinin ağzından nakledilen ifadeler, İslami ilkeleri içeren gayet açık ve beliğ bir hitabe örneğidir.

Firavun’un ehlinden olan bu şahsın kim olduğu açıklanmamıştır. Klasik eserlerde onun Firavun’un amcasının oğlu olduğu, Firavun adına hareket etme yetkisine sahip olduğu ve emniyet müdürlüğü yaptığı, Kıpti bir kimse olduğu, ayrıca Kasas/20’de "Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: "Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim" şeklinde konuşan kişinin de o olduğu yönünde yorumlar mevcuttur. [Mukatil] Bir başka tarihçi [Taberi] bu kişinin adının "Habrek" olduğunu yazar. Bir başka tefsirci [Zemahşeri; Keşşaf; c. 3 s. 424] ise "Sem'ân" ya da "Habib" olduğunu veya kendisine "Harbil" veya "Hazbil" dendiğini söyler. Ne var ki, bu yorumlardan hiçbirisi de kesin bilgiye dayanmamaktadır. Suredeki pasajdan anlaşılacağı üzere, o, Firavun’un ehlinden ve sarayda divan toplantılarına katılan birisidir. Yusuf suresinde "racül" sözcüğünün mutlak "erkek" demek olmayıp "olgun insan" demek olduğunu açıklamıştık. Buradan hareketle, imanını o safhaya kadar gizleyip de Musa’yı savunmak için ortaya çıkan bu kişinin Firavun’un eşi olması mümkündür.96


Musa peygamberin tebliğ sürecinde, Firavun onun öldürülmesini istemiş; bu noktada imanını gizleyen mümin şahıs müdahale ederek onu korumaya çalışmıştır. Bu kişi ortaya çıkarak ona engel olur. İmanını gizleyen bu kişinin sözlerinden (Mü’min 28-35) tevhit ilkelerini çok iyi bilen bir mümin olduğu anlaşılıyor. Mü’min suresi 28. ayette geçen “racülün” sözcüğüne klasik çevirilerde genellikle erkek anlamı verilmektedir. Ancak bu doğru değildir. Racül, olgun insan demektir. İki ayağı üzerinde duran babayiğit anlamındadır. Bu erkek ya da kadın olabilir.97


Kur’an’da yer alan ifadeler ışığında, ilgili kişinin Firavun’un kadını olduğuna dair görüşler mevcuttur. Bu kanaat, Mü’min Suresi 28. ayette geçen “racülün” kelimesinin sözlük anlamı ile de örtüşmektedir. Nitekim bu kavramın detaylı tahlili, “Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar” adlı eserde yer alan ‘racül’ maddesinde ayrıntılı biçimde ele alınmıştır.


Kur’an’da imanını gizleyen mümin hakkındaki anlatılarla paralellik arz eden tarihi veriler, Mısır kaynaklarında da gözlemlenmektedir. Amenemhat III dönemine ait kayıtlar incelendiğinde, Firavun’un iki eşi olduğu görülmektedir: Aat ve Khenemetneferhedjet III. Her iki kadın da Dahshur Piramidi’ne defnedilmiştir. Bunun dışında, Firavun ailesiyle ilişkili olarak Hetepti adlı bir kadın daha öne çıkmaktadır. “Soylu Kadın”, “İki Ülkenin Hanımı” ve “Kral Annesi” unvanlarını taşıyan Hetepti, Amenemhat IV’ün üvey annesi konumundadır. Özellikle ‘İki Ülkenin Hanımı’ unvanı, Orta Krallık döneminde ilk kez bir kadın için kullanılmış olması açısından dikkat çekicidir.98, 99 Sahip olduğu unvanlar, onun siyasi ve toplumsal alanda kayda değer bir nüfuza sahip olduğunu göstermektedir. Firavun ile evli olmasına rağmen, birçok konuda fikir ayrılığı yaşadığı görülmektedir.

Bu bağlamda, Kur’an’da yer alan ve Musa peygamberin Nil Nehri'nde bir sandık içerisinde bulunmasını konu alan anlatının (Kasas 9) Hetepti üzerinden açıklanması mümkündür. Söz konusu kadın, bebek Musa’nın öldürülmesini engellemiş, onun evlatlık alınmasını sağlayarak prens olarak yetiştirilmesinin önünü açmıştır. Bu olay, Musa’nın hayatının ilk kez kurtarılışı olarak değerlendirilebilir. Sonrasında Musa’nın istemeden bir cana kıyması sonucu hakkında ölüm kararı verildiğinde de aynı kadın ona haber ulaştırarak ikinci kez hayatını kurtarmıştır (Kasas 20). Nihayetinde, Musa’nın Firavun ve onun ileri gelenlerine Allah’ın ayetlerini tebliğ ettiği dönemde, Firavun’un onu öldürme yönündeki kararı karşısında bu kez de açık bir muhalefet sergileyerek üçüncü kez hayatını kurtardığı anlaşılmaktadır (Mü’min 26, 28-35).

Söz konusu kadın figürünün, yalnızca Musa’yı himaye eden biri değil, aynı zamanda tevhit inancına sahip olduğu da Mü’min Suresi 28-35. ayetlerde dile getirilen derin tevhit bilgisinden anlaşılmaktadır. Hetepti, taşıdığı yüksek dereceli unvanlar nedeniyle, Firavun’un ve onun yakın çevresinin alacağı kararlara müdahil olabilecek bir siyasi otoriteye sahipti. Bu bağlamda, Kur’an’da yer alan bilgilerle Mısır tarihî kayıtları arasında kayda değer bir uyum olduğu gözlemlenmektedir.


Allah, Firavun’un karısını müminlere örnek göstermiştir:

11Allah, inanan kimselere de Firavun’un kadınını örnek gösterdi. Hani o, “Rabbim! Bana nezdinde cennetin içinde bir ev yap, beni Firavun’dan ve onun işinden kurtar. Ve beni şu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!” demişti. (Tahrim 11)

Tahrim Suresi 11. ayette Firavun’un eşi için “zevc” yerine “imra’e” kelimesinin kullanılması, Kur’an’ın inanç farklılıklarını dil düzeyinde de ayırt ettiğini göstermektedir. Bu bağlamda, Firavun’un inkârcı olması ve eşinin müminliği, onların aynı inanç sistemine mensup olmadıklarını açıkça göstermektedir. Dolayısıyla Kur’an, bu ayrımı dil düzeyinde de yansıtarak, aralarındaki dinî bütünlüğün bulunmadığını ifade etmek üzere 'zevc' yerine 'imra’e' terimini kullanmıştır.

Benzer bir kullanım, Ankebut Suresi 33. ayette de gözlemlenmektedir. Bu ayette, Lut peygamberin karısı da inkarcıların safını seçtiği için onunla aynı imanı paylaşmamakta, bu nedenle ‘zevc’ yerine yine ‘imra’e’ kelimesi kullanılmaktadır. Bu dilsel tercih, eşler arasındaki inanç farklarının semantik düzlemde nasıl temsil edildiğine dair önemli bir göstergedir.

İmra’e’ kelimesinin anlam alanı; eşler arası inanç farklılıkları, iffetsizlik temelli sadakatsizlik, kısırlık, bekârlık ya da dul kalma, eşler arasındaki ilgisizlik ve nihayetinde cehennemlik olmak gibi durumlarla ilişkilendirilmektedir. Buna karşılık, ‘zevc’ kelimesi evlilik bağı ve inanç birliği temelinde tanımlanmaktadır.100

Bu bağlamda Firavun ile Hetepti aynı imanı paylaşmış olsalardı, Kur’an’da aralarındaki ilişki 'zevc' terimiyle ifade edilirdi. Ancak bu durum gerçekleşmediği gibi, Hetepti’nin Amenemhat III ile olan evliliği, inanç birliği temelinde değil, yalnızca sosyal ve politik bir birliktelik olarak değerlendirilmiştir. Nitekim, Hetepti'nin Amenemhat III’ün Medinet Madi tapınağında yanına defnedilmemesi101, aralarındaki ayrışmanın sembolik bir göstergesi olarak okunabilir. Tarihî veriler de Hetepti’nin Firavun’un icraatlarına karşı sürekli muhalif bir tutum içerisinde olduğunu ortaya koymaktadır.102

Sonuç olarak, Kur’an’ın Tahrim Suresi 11. ayetinde geçen 'imra’e' kelimesi aracılığıyla tarihsel ve inançsal ayrımı vurgulaması, Kur’an’ın insan kelamı olamayacağına ve onun Allah'ın kelamı olduğuna işaret eden dikkat çekici bir husustur. Zira bu semantik ayrımın tarihî ve arkeolojik verilerle teyit edilmesi ancak modern dönemde mümkün olmuştur.


10. Mısır’a Gelen Felaketler
Antik Mısır’da yürütülen büyük ölçekli inşaat projelerinin çevresel etkileri tarihsel belgelerle sabittir. Bu projeler, özellikle doğal kaynakların aşırı ve sürdürülemez biçimde tüketilmesine yol açmıştır. Hammadde temininde yaşanan zorluklar, Mısır ekonomisinde ciddi krizlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bağlamda, özellikle XII. Hanedanlık döneminde inşaat faaliyetleri yoğunlaşmış, başta mineral kökenli malzemeler olmak üzere çeşitli hammaddelere olan talep tarihsel zirveye ulaşmıştır.


10.1. Büyük Piramit Projeleri Çevre Felaketine Yol Açmıştır.
Hanedanlıklar boyunca gerçekleştirilen inşaat faaliyetlerinde büyük miktarda odun külüne ihtiyaç duyulmuştur. Bu gereksinim, özellikle silis içeriği yüksek malzeme üretiminde kritik bir rol oynamıştır. Firavun yönetimleri bu ihtiyacı karşılamak adına; ağaç, tahıl kabukları, saman ve saz gibi tarımsal ve doğal kaynakları yakarak gerekli külü üretmeye çalışmıştır. Bazı araştırmalarda, piramit inşasındaki gerilemenin temel nedenlerinden birinin odun kıtlığı olduğu ifade edilmiştir. Özellikle tüm ülke genelinde gerçekleştirilen kireç kalsinasyonu faaliyetleri için gereken yakıtın temini, tarımsal kaynakların aşırı kullanımına yol açmış; bu durum, ekolojik düzlemde ciddi bozulmalara neden olmuş olabilir. Önceki hanedanlık dönemlerinde aşırı taş kullanımının ardından yaşanan hammadde kıtlığı, sonraki dönemlerde inşaatlarda kerpiç tuğla kullanımına geçilmesini zorunlu kılmıştır. Bu dönüşüm, geleneksel firavun mimarisi açısından önemli bir paradigma değişimini temsil etmektedir.103, 104

Piramit inşasında kullanılan taş bloklar, geleneksel anlamda kesme taşlardan değil, yerinde döküm yöntemiyle oluşturulan yüksek kaliteli yeniden yapılandırılmış kireç taşı harcından meydana gelmiştir. Bu bloklar, yaklaşık %90-95 oranında doğal kireçtaşı molozları ve %5-10 oranında jeolojik bağlayıcı (jeopolimer çimento) içeren bir bileşimden oluşmaktadır. Yapılan bazı bilimsel analizler, bu yapı malzemesinin doğal taş görünümünde olmasına karşın, insan eliyle sentezlenmiş ve yerinde şekillendirilmiş bir tür yapay taş olduğunu ortaya koymaktadır.

Hanedanlıklar döneminde ardışık olarak yürütülen piramit inşaatları, jeopolimerik çimento üretiminde kullanılan özgül minerallerin ve metalik bileşenlerin aşırı tüketilmesine yol açmıştır. Bu yoğun kaynak kullanımı sonucunda, bazı stratejik mineral ve maden rezervlerinin tükenmiş olabileceği bildirilmektedir. Bu durum, sonraki dönem mimarisinde hammadde krizinin belirleyici bir etken haline geldiğine işaret etmektedir.105



10.2. Plantasyon Tarım Politikası

12. Hanedanlık döneminde, firavunların büyük ölçekli inşaat projeleri için ihtiyaç duyduğu mineral kaynakların temini amacıyla, göl alanlarının ıslah edilmesiyle elde edilen yeni arazilerde plantasyon tarım modeline geçilmiştir. Bu modelin ilk uygulamaları, Nil Havzası, Delta Bölgesi ve özellikle Fayyum Havzası’nda papirüs bitkisi ekseninde geliştirilmiştir. Papirüsten elde edilen organik ve inorganik bileşenlerin, jeopolimerik bağlayıcıların üretiminde hammadde olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.106, 107


Piramit inşasında kullanılan dökme taş (jeopolimer çimento) teknolojisi, 12. Hanedan’a gelindiğinde hammadde yetersizliği nedeniyle terk edilmiştir.108 Önceki hanedanlık dönemlerinde yaşanan yoğun kaynak tüketimi, bu ileri inşaat teknolojisinin sürdürülebilirliğini ortadan kaldırmıştır. Bu nedenle, I. Amenemhat ve halefleri, temel yapı malzemesi olarak kerpici tercih etmiş; yalnızca mezar odaları sınırlı ölçüde dökme taştan inşa edilmiştir. Bu durum, sert bronz aletlerin varlığına rağmen kerpiç kullanımı tercihinin, malzeme kıtlığından kaynaklandığını göstermektedir.109


Jeopolimerik çimento teknolojisinin doruk noktasına ulaşıp ani bir şekilde terk edilmesi, reaktif mineral rezervlerinin tükenmesine ve buna bağlı olarak kimyasal, çevresel ve tarımsal dengelerde bozulmalara yol açmıştır. Bu teknolojik çöküş, sosyal yapıyı da doğrudan etkilemiştir. Bu bağlamda, taş yapı teknolojisinin kaybının Mısır uygarlığı üzerindeki etkilerini değerlendirmek, günümüzde uzun süreli bir petrol krizinin yaratacağı sosyoekonomik kırılmaları tahayyül etmekle mümkündür.
110


Plantasyon tarımı, uzun yıllar boyunca Mısır’da uygulanmış ve zamanla ekosistem üzerinde ciddi tahribatlara neden olmuştur. Tarımsal üretimin sömürü temelli genişlemesi, çevresel bozulmayı hızlandırmış; firavunların kaynak yönetimindeki sorumsuzlukları, bu tahribatın başlıca müsebbibi olarak görülmektedir. Bu bağlamda, firavun döneminde meydana gelen toplumsal ve doğal afetlerin, doğaya yönelik müdahalelerle bağlantılı olabileceği görüşü, çağdaş bilimsel literatürde de dile getirilmektedir.111


Modern dönemde benzer bir süreç, Amazon Havzası’nda yaşanmaktadır. Ormansal biyoçeşitliliğin tahribi ve endüstriyel ölçekli palmiye plantasyonlarına geçilmesi, büyük ölçekli çevresel krizlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Bu tarihsel paralellik, ekolojik dengeye yapılan müdahalelerin uzun vadede geri döndürülemez sonuçlar doğurabileceğini bir kez daha ortaya koymaktadır.



10.3. Kuraklık
Bilindiği üzere, Eski Mısır’da tarımsal üretim hem Nil Nehri'nin düzenli taşkınlarına hem de bu taşkınların taşıdığı verimli mil çamuruna doğrudan bağlıydı. Nil taşkınlarının yetersiz olması kuraklığa neden olmakta, bu da kıtlık riskini artırmaktaydı. Nitekim On İkinci Hanedanlığın sonlarına doğru bölgede ciddi bir kıtlığın yaşandığı bilinmektedir.112

Kuraklık, Eski Krallık döneminde kuzey Mısır’ı etkisi altına almış; devamında, Orta Krallık döneminde güney Mısır’a da sirayet etmiştir.113 Orta Krallık dönemi, MÖ 2000 ile 1600 yılları arasına tarihlenmektedir. MÖ 1500 yılı civarında ise, küresel ölçekte eski uygarlıkların çoğunda ciddi bir gerileme yaşanmıştır. Bu dönemde birçok antik toplum, nehir vadileri boyunca sürdürülebilir yaşam koşullarını sağlayamaz hâle gelmiştir. Zira giderek kuruyan iklim koşulları, sınırlı tarımsal üretime yol açmış ve ekilebilir alanların daralmasına neden olmuştur. Azalan yağış rejimiyle birlikte tarımsal verimlilik düşmüş; bu durum, söz konusu medeniyetlerin ekonomik ve sosyal yapısını derinden etkilemiştir.114, 115

A’raf 130. ayette Mısırlıların kuraklık-kıtlıkla denendiği bildirilmişti.



10.4. Tufan (Bol Yağış)
A‘râf Suresi 133. ayette, Firavun ve ailesine tufan ayetinin gönderildiği bildirilmektedir.

Tarihsel bağlamda, Eski Mısır’da Nil Nehri’nin yıllık taşkın seviyesi, toplumsal yaşamı ve tarımsal üretimi doğrudan etkilemiştir. Nil’in taşkın seviyesinin düşük olması, kuraklığa ve buna bağlı olarak tarımsal ürün kayıplarına yol açarken; taşkın seviyesinin aşırı yükselmesi hâlinde ise ekili alanların sular altında kalması nedeniyle üretim gerçekleştirilememekteydi. Her iki durumda da kıtlık riski gündeme gelmekteydi. Bu nedenle Firavunlar, taşkınların yıkıcı etkilerinden korunmak ve tarıma elverişli yeni araziler kazanmak amacıyla Fayyum bölgesinde baraj inşa etme yoluna gitmişlerdir.116

Bu tarihsel olgu, Kur’an’da A‘râf Suresi 130. ve 133. ayetlerde geçen ‘seneler süren kuraklık ve ürün kaybı’ ile ‘tufan’ (aşırı yağış/su baskını) ifadeleriyle örtüşmektedir.


Mısır tarihi incelendiğinde, konumuz olan Orta Krallık döneminin sonlarına doğru —özellikle Firavun Amenemhat III devrinde— Nil Nehri’nin su seviyesinin olağanüstü yüksek olduğu bilinmektedir.117

Kur’an’da tufan ayetinin gönderilmiş olması, bu yüksek su seviyesinin olağanüstü ve uyarı niteliğindeki doğasını ima etmektedir. Ancak Amenemhat III ve dönemin diğer 12. Hanedan firavunları, bu doğal uyarıyı dikkate almak yerine, göl alanlarından toprak kazanma amacıyla büyük ölçekli bentler ve sulama kanalları inşa ederek suyu kontrol altına alma yönünde bir strateji benimsemişlerdir. Bu çabalar, doğal kaynakların ve iş gücünün uzun yıllar boyunca yoğun biçimde seferber edilmesine yol açmıştır. Özellikle Amenemhat III’ün Fayyum projesine yönelik saplantılı yaklaşımı, insanın doğa ile giriştiği mücadele bağlamında değerlendirilmekte; nihayetinde bu müdahalenin yıkıcı sonuçlarının tüm Mısır toplumunu etkilediği anlaşılmaktadır.118


130Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/ senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık. 131Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, “İşte bu bize aittir” dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler.
132Ve Firavun’un toplumu, “Sen bizi kendisiyle büyülemek için her ne alâmet/ gösterge getirsen de, biz sana inananlar değiliz” dediler.
133Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. (A’raf 130-133)



10.5. Firavun ve Toplumuna Gönderilen Ayetler/Belalar

Yukarıda belirtilen hususlar, despot yöneticilerin kendi ihtirasları doğrultusunda doğal kaynakları sömürerek tüketmelerinin yol açtığı sonuçları ortaya koymaktadır. Firavun’un, ekolojik dengeyi bozarak doğal çevreyi yaşanmaz hâle getirmesi bu bağlamda açıklanabilir. Heva ve heveslerinin peşinden sürüklenen bireyler, yaşanabilir bir dünyanın cehenneme dönüşmesini umursamamakta; doğayı sistematik biçimde tahrip etmektedir. Doğal kaynakları, bitki örtüsü ve çevresi tahrip edilen toplumlar zamanla çöküş sürecine girerler.

Eski Mısır toplumunun karşı karşıya kaldığı büyük felaketlerin, asırlar önce Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği görülmektedir. Modern bilim ise bu tür çevresel ve toplumsal yıkımları ancak yakın dönemde tespit edebilmiştir. Kur’an’da vurgulanan temel mesaj, Musa peygamberin vahiy aracılığıyla Firavun’a bir uyarı iletmiş olmasıdır. Firavun’dan talep edilenler; İsrailoğullarına uygulanan zulmün sonlandırılması ve rablik iddiasından vazgeçilmesidir. Firavun’un bu rablik iddiası hem bireysel hem toplumsal hem de çevresel düzeyde yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Bu kibirli tutumun neticesinde ortaya çıkan çevresel felaketler, ardı ardına ülkenin üzerine çökmüştür.

Bu çevresel felaketler, ilahi yasalara uygun olarak toplumsal fiillerin doğal sonuçları olarak ortaya çıkmıştır. Sınırlı bitki örtüsü ve kıt doğal kaynaklara sahip bir ülkede bu rezervlerin yaklaşık iki yüzyıl içinde tüketilmesi, çekirge istilası, haşere artışı ve kıtlık gibi çevresel çöküş belirtilerini beraberinde getirmiştir. Kur’an’daki ilgili ayetler, bu felaketlerin Allah’ın evrene koyduğu yasalar çerçevesinde, gerekli şartların oluşması hâlinde kaçınılmaz olarak gerçekleştiğini beyan etmektedir. Dolayısıyla bu ayetlerde bildirilen musibetler, herhangi bir keyfi cezalandırmanın değil; Firavun ve toplumunun bilinçli olarak yürüttüğü yıkımın doğal ve hak edilmiş sonuçlarıdır.

Kur’an ayetlerinde, bu tür felaketlerin Firavun toplumuna belirli aralıklarla ve birbirleriyle bağlantılı şekilde gönderildiği ifade edilmektedir. Bu durum, Firavunlar döneminde yıllarca süren çevresel sömürünün doğanın dengesini ciddi biçimde sarstığını göstermektedir. Neticede, insan eliyle gerçekleştirilen tahribatın sonuçları dönüp faili olan toplumu vurmuştur.


41İnsanlar dönerler; Allah’ın ilkelerine uygun hareket ederler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı. (Rum 41)

Bu ayette Rabbimiz, yaptıkları yanlışlar yüzünden insanlara hatalarının bir kısmının cezasını tattırmak için yeryüzünde kargaşa; bozulmalar oluştuğunu bildirerek onlardan akıllarını başlarına almaları, yaptıkları işlerle karada ve denizde fesat çıkarmamalarını/doğadaki dengeyi bozmamalarını emretmektedir. İleride bu mesaj farklı bir üslup ile de gelecektir.

72Şüphesiz Biz, emaneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya/gizlemeye, tanımaz hale getirme, gözden düşürmeye yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden, tanınmaz hale getirilmesinden korktular. Ve onu insan taşıdı/ gizledi, tanınmaz hale getirdi, gözden düşürdü [ona ihanet etti]. Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir. [Ahzab/72]

168Ve onları yeryüzünde birçok önderli toplumlara ayırdık. Onlardan bir kısmı düzgün kimselerdi, bir kısmı da bundan aşağı idi. Ve Biz, onları dönsünler; Allah’ın ilkelerine göre hareket etsinler diye iyiliklerle ve kötülüklerle sınama yaptık. [A’raf/168]

Burada konu edilen fesat, doğal dengenin bozulmasıdır. Yani mevsimlerin bozulması, yağışların azalması veya çoğalması, bitkilerin verimsizleşmesi, suların kirlenmesi, buna bağlı olarak suda yaşayan canlıların yok olması, atmosferin bozulması, ozon tabakasının zayıflaması ve delinmesi, buna bağlı olarak yüksek radyasyonun neden olduğu kanser ve benzeri hastalıkların çoğalması; tüm bunların sonucunda da yeryüzünde sıkıntılı bir hayatın meydana gelmesidir.

Bilinen bir gerçek ki; hazza dayalı bir üretim ve tüketim perspektifi yüzünden insanoğlu kontrolsüz bir teknolojik gelişmeyle doğadaki dengeyi hızla bozmaktadır. Bunun sonucu olarak içilecek temiz su kaynakları, solunacak temiz hava ve yenilecek doğal ve sağlıklı yiyecek temini her geçen gün biraz daha zorlaşmaktadır. Bu zorlukların oluşturduğu biyolojik ve psikolojik komplikasyonların insan sağlığını ciddi olarak tehdit ettiği bilimsel çalışmalarla da teyit edilmiştir. Bugün bu tehlikeli sürecin tüm devletlerce de algılandığı gerçek olmakla beraber, olumsuz sonuçlarının giderilmesi konusundaki uluslararası irade henüz yeterince güçlü değildir.

BM şemsiyesi altında yapılan ve Kloro Floro Karbon gazlarının atmosfere salınımı konusunda sınırlamalar getiren Kyoto Protokolü ancak 2005 yılında imzalanabilmiştir. Bu ve benzer antlaşmalarla çevrenin insan ve diğer canlıların sağlığına yeniden uygun hale getirilmesi çabalarına ağırlık verilmeli ve Allah’ın doğaya koyduğu ekolojik denge yeniden sağlanmalıdır. Aksi halde insanlık daha büyük felaketlerle karşılaşacak ve bu felaketler tadımlık olmayacaktır.

Ekolojik denge ve bu dengenin korunmasına yönelik son zamanlarda bir hayli bilimsel çalışma yapılmakta ve birtakım tedbirler alınmaktadır. Okurların bu konuyu detaylı olarak bilimsel verilerden okumasını ve takip etmesini öneriyoruz.119

Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre, Eski Mısır toplumuna gönderilen felaketler; kuraklık ve kıtlık, tufan, çekirge istilası, haşere artışı, kurbağa istilası ve kan hastalığı şeklinde tezahür etmiştir.




Çekirge, Haşere, Kurbağa ve Kan
130Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/ senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık. 131Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, “İşte bu bize aittir” dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler.
132Ve Firavun’un toplumu, “Sen bizi kendisiyle büyülemek için her ne alâmet/ gösterge getirsen de, biz sana inananlar değiliz” dediler.
133Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. (A’raf 130-133)

Ürün yetersizliği, yalnızca kuraklık kaynaklı olmayıp, çekirge istilası gibi biyotik felaketlerin sonucu olarak da ortaya çıkabilir. Nitekim çekirge istilalarının Afrika kıtasında tarihsel olarak yaygın olduğu bilinmektedir.

Mısır’ı istila eden haşere türlerinin kendiliğinden ortaya çıkmadıkları göz önünde bulundurulmalıdır. Bu tür ekolojik dengesizlikler, çoğunlukla insan faaliyetleriyle çevresel sistemin bozulmasına bağlı olarak gelişmektedir. Çöl alanlarını tarıma elverişli vahalara dönüştürme çabaları, eğer doğa ile uyum içerisinde gerçekleştirilmezse, ekosistem bu müdahalelere tepki vermektedir. Firavunlar döneminde gerçekleştirilen sulama amaçlı baraj ve kanal inşaları, çöl ortamına durgun su rezervuarlarının taşınmasına neden olmuştur. Bu durgun sular, A’râf Suresi 133. ayette zikredilen haşere, kurbağa ve parazit türlerinin, özellikle salyangoz gibi ara konakçılar yoluyla hızla çoğalmasına elverişli bir biyotop meydana getirmiştir. Bu durum, doğaya karşı geliştirilen müdahalelerin çevresel karşılığının kaçınılmaz olduğunu göstermektedir.

Firavunun rablik iddiasında bulunduğu bilinmektedir. Eski Mısır’da devlet otoritesinin temeli olan Ma’at doktrini,120 firavunun evrendeki düzeni (kozmik, sosyal ve doğal dengeyi) sürdürme sorumluluğunu içeriyordu. Ancak toplumun maruz kaldığı felaketler, bu rablik iddiasının ve “Mısır’ın koruyucusu” unvanının geçersizliğini ortaya koymuştur. Firavunun acizliği hem kendi iktidarına hem de halkına yönelik bir dizi yıkım ile açıkça teşhir edilmiştir.

Kur’an’da bildirildiği üzere, Firavun ve Mısır toplumuna ibret almaları amacıyla belirli aralıklarla bir dizi ayet gönderilmiştir: Seneler süren kuraklık ve kıtlık, tufan, çekirgeler, haşereler, kurbağalar ve kan parazit hastalığı. Bu olaylar, yalnızca dini bir uyarı niteliği taşımamakta, aynı zamanda tarihsel süreçte iz bırakan çevresel ve sosyal yıkımları da yansıtmaktadır. Amenemhat III dönemine tarihlenen “Khakheperreseneb’in Ağıtları” (The Words of Khakheperraseneb) adlı metin, Mısır’ın büyük bir felaket yaşadığını; halkın acı ve yas içerisinde olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır.115, 121 Benzer şekilde, yine 12. Hanedanlık dönemine tarihlendirilen Ipuwer Papirüsü, ülkede büyük bir toplumsal çözülme ve çevresel yıkım yaşandığını belgelemektedir.

Her ne kadar bazı Mısırbilimciler, Amenemhat III dönemini yalnızca ekonomik refah bağlamında değerlendirme eğiliminde olsalar da “Khakheperreseneb’in Ağıtları” adlı metindeki ‘Ulusal Sıkıntı’ (national distress) ifadesini yalnızca sembolik ya da mecazi bir anlatım olarak yorumlamak, tarihi, arkeolojik ve çevresel verilerle örtüşmemektedir. Bu metinler, yaşanmış çevresel felaketlerin edebi bir yansıması olmaktan çok, doğrudan gözleme dayanan tarihi kayıtlar niteliğindedir.

Çıkış olayının yaşandığı dönemin Amenemhat III dönemine denk düştüğü dikkate alındığında, bu uzun iktidar sürecinde Nil taşkınlarının hem yetersiz (kuraklık) hem de aşırı (tufan) seviyelerde gerçekleştiği, dolayısıyla kıtlık ve ürün yetersizliğine yol açtığı tespit edilmektedir.115, 122


Mısır’da yaşanan felaketlerden biri olan "kan" olgusunun, diğerlerinden farklı özellikler taşıması nedeniyle ayrı bir başlık altında ele alınması uygun olacaktır.



10.6. Kan
A’râf Suresi 133. ayette geçen “kan” ifadesi genellikle Nil Nehri’nin kirlenmesi ve nehrin kırmızı renge bürünmesi biçiminde açıklanmıştır. Bu yorumlar, alglerin aşırı çoğalmasına bağlı olarak pigment salınımının suya kırmızı bir renk verdiği iddiasına dayanmakta ve nehirdeki kirlilik nedeniyle balık ölümlerinin gerçekleştiği, suyun içilemez hale geldiği öne sürülmektedir. Ancak bu yorumların temel dayanağını Kitâb-ı Mukaddes oluşturmaktadır. Kur’an’da ise “kan”la ilgili bu şekilde bir anlatım bulunmamaktadır.

Söz konusu ayette geçen “kan gönderdik” ifadesi, farklı bir gerçekliğe işaret ediyor olabilir. Eski Mısır’da yaygın olarak görülen paraziter kökenli bazı hastalıkların izleri, özellikle 12. Hanedan’a ait bazı mumyalarda tespit edilmiştir. Bu bağlamda ayetin dikkat çektiği husus, söz konusu kan paraziti ve bu parazitin neden olduğu hastalık olabilir. Dolayısıyla “kan” olgusunun, Nil Nehri’nin renginin değişmesiyle ilişkili olduğu yönündeki yorumlar, Kur’an metninin doğrudan içeriğiyle bağdaşmamaktadır.

Ayet, Mısır toplumunun bu musibetle sınandığını ve bu durumdan ibret almaları gerektiğini bildirir. İlgili hastalığın ciddi sağlık sorunlarına yol açtığı anlaşılmaktadır. Nitekim Firavun hanedanında görülen kısırlık sorununun da bu paraziter hastalıkla ilişkili olabileceği değerlendirilmektedir. Lahun bölgesindeki hekimlerin bu hastalıkla mücadelede yoğun çaba sarf ettikleri ancak başarılı olamadıkları bilinmektedir.

Schistosomiasis (bilhassa Schistosoma spp. enfeksiyonları), Eski Mısır’da yaygın görülen kronik sağlık sorunlarının başında gelmekteydi. Birçok mumyada Schistosoma antijenlerine rastlanmıştır. 12. Hanedan’a mensup yüksek statülü iki kardeşe ait mumyalarda yapılan moleküler analizler neticesinde Schistosoma türlerinin varlığı doğrulanmıştır. PCR yöntemiyle yapılan DNA analizleri sonucunda; Nekht-Ankh’ın karaciğer dokularında Schistosoma haematobium, Khnum-Nakht’ın bağırsak dokularında ise Schistosoma mansoni türleri tespit edilmiştir. Literatürde Schistosoma haematobium enfeksiyonlarının kısırlığa yol açtığı bildirilmektedir.123, 124, 125, 126

Bu parazitin başlıca klinik belirtisi hematüri (idrarda kan) olarak tanımlanır. Nitekim Napolyon’un Mısır Seferi sırasında Fransız askerlerinin Mısır’ı “âdet gören erkeklerin ülkesi” olarak tanımlamış olmaları, halk arasında yaygın hematüri gözlemine işaret etmektedir. Ayrıca hastalarda hematokezya (kanlı dışkılama) ve hemoptizi (kanlı öksürük) gibi diğer semptomlar da görülebilir.127



Durgun Su Kaynakları
Fayyum çöküntüsünün suni bir göle dönüştürülmesi sonucunda bölgenin ekosistemi köklü biçimde değişime uğramıştır. Daha önce çöl niteliğinde olan bu alana, sucul habitatların oluşmasıyla birlikte çeşitli su canlıları yerleşmiştir. Göl ve sulama kanalları gibi durgun su kütleleri, bu tür canlılar için cazip yaşam alanları hâline gelmiştir. Bu bölgeler, farklı boyutlarda pek çok haşere ve organizmaya barınak sağlamıştır. Özellikle Schistosoma parazitinin ara konakçısı olan salyangozların sayısındaki artış, parazitin biyolojik döngüsünü desteklemiş ve yayılmasını hızlandırmıştır. Söz konusu salyangoz türleri, yalnızca gölet, rezervuar ve kanal gibi akış hızı düşük sularda hayatta kalabilmektedir. Bu nedenle, bu tür durgun sularda salyangozlar ve diğer haşerelerin popülasyonlarında belirgin bir artış gözlemlenmiştir. Ayrıca suyun altında biriken silt ve akış hızının düşüklüğü, küçük sucul organizmalar için uygun mikrohabitatlar oluşturmaktadır.

Mısır’da Schistosoma parazitinin yaygınlaşmasına modern dönemde de tanıklık edilmiştir. Örneğin Aswan Barajı inşaatı sırasında, 1965-1967 yılları arasında Nil Nehri’nin akışının durdurulması neticesinde, Schistosoma parazitine bağlı hastalıklarda artış kaydedilmiştir.128, 129

Buna ek olarak, Nil’in içme suyu kaynaklarında rastlanan Dracunculus medinensis adlı parazitik organizma, başka bir enfeksiyon kaynağı olmuştur. Bitler ise, dermatit, ateş ve çeşitli salgın hastalıklara neden olmuş; sıçanlar bu hastalıkların yayılmasında etkili olmuş ve kontrol altına alınması gereken bir tehdit olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Kahun yerleşiminde, bu erken döneme ait bir fare kapanı gün yüzüne çıkarılmıştır.130

Bu bağlamda, A’râf Suresi 133. ayette zikredilen "haşerelerin ve kanın gönderilmesi" ifadesi, Allah’ın ayetlerine ve uyarılarına sırt çeviren Mısır toplumunun, kendi eylemlerinin sonuçlarını felaket olarak tecrübe ettiğini göstermektedir.

Bu havzada yer alan sulama kanalları, bahçeler, göller, Fayyum Barajı ve Hawara’da inşa edilen piramit, bölgedeki yerleşim ve faaliyetlerin merkezini oluşturmaktadır. Çölü vahaya dönüştürme arzusu taşıyan Firavunlar, bu girişimleriyle aslında doğanın dengesine müdahale etmiş ve neticede yaşanabilir çevreyi büyük ölçüde tahrip ederek, bir bakıma yeryüzünü cehenneme çevirmişlerdir.




11. Ipuwer Papirüsü
Ipuwer Papirüsü, günümüzde Hollanda'nın Leiden kentinde bulunan Rijksmuseum van Oudheden'de (Leiden Müzesi) muhafaza edilmektedir. Belge, Mısır’a gelen felaketleri ve bazı araştırmacılara göre “Mısır’dan Çıkış” (Exodus) olaylarıyla olası paralellikler taşıyan anlatılar içermektedir.


11.1. Ipuwer Kimdir?
“Ipuwer” ismi, Eski, Orta ve Yeni Krallık dönemlerine ait belgelerde geçmekte olup, “Ipu-wer” ifadesi “saygıdeğer Ipu” anlamına gelmektedir (Enmarch 2008, p. 29; Mathieu 2012). Seküler yaklaşıma sahip bazı Mısırbilimciler, Ipuwer Papirüsü'nün "Mısır’dan Çıkış" anlatısıyla ilişkili olmadığını savunmaktadır. Ancak, filolojik ve paleografik veriler, söz konusu metnin 12. Hanedanlık dönemine (Orta Krallık) tarihlendiğini ortaya koymuştur.

Ipuwer’e atfedilen “Şairlerin Gözetmeni” unvanı, Orta Krallık döneminde belgelenmiş seçkin bir entelektüel makamdır (Stefanovic ve Satzinger 2014, page 28-33). Bu tür unvanlar, genellikle saray çevresinde görev yapan yüksek statülü bilginleri tanımlamak için kullanılmıştır. Tarihsel bağlamda, bu unvana sahip şahıslar arasında 3. Hanedan’ın meşhur veziri Imhotep gibi önemli simalar da yer almaktadır.

Metnin yazarı, belgede geçen “Her Şeyin Efendisi” ifadesiyle tanımlanan otoriteye yönelik cesur ve doğrudan bir hitapta bulunacak kadar yüksek bir toplumsal ve entelektüel konuma sahiptir.39 Ipuwer, metinde ülkeyi etkisi altına alan felaketlerin sorumluluğunu açık bir biçimde krala yüklemektedir. Ancak, kralın hangi uygulamaları ya da politikaları nedeniyle bu durumların meydana geldiği konusunda ayrıntılı bir açıklama sunmamaktadır.131

Papirüste, Ipuwer’in, ülkenin karşı karşıya kaldığı felaketleri cesur bir dille bir otoriteye—metinde adı açıkça geçmeyen ancak “Her Şeyin Efendisi” olarak tanımlanan—bir kişiye yönelttiği eleştiriler üzerinden dile getirdiği görülmektedir. Metindeki eksik satırlar nedeniyle söz konusu şahsiyetin kimliği tam olarak belirgin olmasa da içeriksel bağlamdan yola çıkılarak bu kişinin Firavun olduğu düşünülmektedir. Bu çıkarım, Kur’an’daki anlatımlarla da örtüşmektedir. Kur’an’a göre Firavun, açıkça rablik iddiasında bulunmuştur (49Kasas 38; 52Hud 96–97; 81Naziat 23–24).

Ipuwer Papirüsü, Mısır’da büyük çaplı toplumsal çöküş, doğal afetler ve yönetimsel krizlerin yaşandığı bir dönemi yansıtmaktadır. Papirüste anlatılanlar, toplumun çöküşüne tanıklık eden bir gözlemcinin ifadeleri olarak değerlendirilmekte; yazarı, otoriteyi doğrudan suçlamakta fakat spesifik olarak neyin yanlış yapıldığını ayrıntılı şekilde belirtmemektedir. Yine de metnin dili ve içeriği, otoritenin (muhtemelen Firavun’un) uygulamalarına yönelik dolaylı ama kuvvetli bir eleştiri barındırmaktadır.

Ipuwer’e atfedilen “Şairlerin Gözetmeni” unvanı, bazı araştırmacılar tarafından daha geniş bir anlam çerçevesinde “Bilginlerin Bakanı” şeklinde de yorumlanmaktadır. Bu bağlamda, söz konusu şahsiyetin, Musa peygamberle münazara eden ve onunla entelektüel/sözlü mücadeleye giren saray bilginlerinin lideri olabileceği ihtimali gündeme gelmektedir. Kur’an'da aktarıldığı üzere, bu bilginler yapılan tartışma sonrasında hakikati kabul etmiş ve “Âlemlerin Rabbine iman ettiklerini” açıkça beyan etmişlerdir (A’râf 120–122; Tâhâ 70; Şuarâ 46–48).

Sonuç olarak, Ipuwer Papirüsü, Mısır toplumunun karşılaştığı derin krizleri kayda geçiren nadir metinlerden biridir. Metnin dili, sadece tarihsel bir anlatı değil; aynı zamanda bir dönemin ruhunu, entelektüel tavrını ve iktidara karşı geliştirilen eleştiriyi yansıtan önemli bir edebi ve tarihsel kaynaktır.



11.2. Ipuwer Papirüsündeki Felaketler
Ipuwer Papirüsü’nün bütüncül bir okumaya tabi tutulması halinde, Mısır’da yaşanan derin bir toplumsal, ekonomik ve çevresel çöküşün tasvir edildiği açıkça görülmektedir. Metin, halkın temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hâle geldiğini, özellikle içme suyu bulma konusunda çaresizlik yaşandığını ortaya koymaktadır. … Sosyal yapı altüst olmuş, mülk sahibi elit sınıf güç ve servetini yitirirken, alt sınıflar beklenmedik biçimde güç kazanmıştır. Tarımsal üretim durmuş, topraklar çoraklaşmış, ağaçlar yok olmuş ve kıtlık baş göstermiştir. Ölümler artmış, cesetlerin uygun şekilde defnedilemediği, hatta su kaynaklarına atıldığı belirtilmiştir.

Toplumsal düzenin çöküşü sadece ekonomik göstergelerle sınırlı kalmamış, aynı zamanda siyasal otoritenin dağılmasıyla kendini göstermiştir. Merkezi yönetim işlevsizleşmiş, yollar güvensiz hâle gelmiş, yolcular yağmalanmış ve öldürülmüştür. Kırsal kesimdeki çiftçilerin bile savunma amacıyla silah taşımak zorunda kaldığı anlaşılmaktadır. Enmarch (2008), bu kaotik durumu “altüst olmuş bir dünya” (A World Upturned) başlığıyla ifade etmekte ve kavramsallaştırmaktadır. Ne var ki Enmarch, Ipuwer Papirüsü’nün Exodus (Mısır’dan Çıkış) anlatısıyla bağlantısını kabul etmemektedir.

Bu bağlamda Ipuwer’ın anlattığı toplumsal çöküş, Tevrat’ta yer alan “on bela”nın tarihsel izdüşümlerini aramak açısından dikkate değer bir zemin sunmaktadır. Tablo 1, Ipuwer Papirüsü’ndeki belirli ifadelerin Tevrat metinleriyle olan benzerliğini ortaya koymaktadır. Bu tablo aracılığıyla papirüste yer alan olayların tarihsel bağlamı, hem kutsal metinler arası karşılaştırmalı bir yaklaşımla hem de dönemsel verilerle daha sağlam biçimde konumlandırılabilmektedir. Ayrıca, geleneksel İncil kronolojisi ile arkeolojik/hanedanlık temelli tarih çizelgeleri arasındaki farklılıklara dikkat çekilmekte ve 6. ile 12. Hanedanlıklar arasındaki olası kronolojik kesişmelere işaret edilmektedir.

Tablo 1'de Ipuwer Papyrus'ta Kitabı mukaddes anlatısına paralel olan bazı ayrıntıları listeliyoruz.

Tablo 1. Ipuwer Papyrus'tan gelen ifadeler ile Kitabı Mukaddes'deki ifadelerin karşılaştırılması. Sol sütundaki alıntılar ve sayfa numaraları Lichtheim (1973) çevirisinden alınmıştır.

"Ipuwer Papirüsü'nde tasvir edilen felaketlerin, Kur’an’daki bazı ayetlerde yer alan anlatımlarla benzerlik gösterdiği görülmektedir. Bu paralelliklerden hareketle, ilgili Kur’an ayetleri, karşılaştırmalı analiz amacıyla oluşturulan tablonun son sütununa dahil edilmiştir."



Ipuwer PapirusüKitabı MukaddesKur’an
1. Her yerde kan var… bakın nehir kan (s. 151)1.Musa'yla Harun RAB'bin buyurduğu gibi yaptılar. Harun firavunla görevlilerinin gözü önünde değneğini kaldırıp ırmağın sularına vurdu. Bütün sular kana dönüştü. (Çıkış 7:20).Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. (Araf 133)
2. … bir… suya susamışlık (s. 151)2. Mısırlılar içecek su bulmak için ırmak kıyısını kazmaya koyuldular. Çünkü ırmağın suyunu içemiyorlardı. (Çıkış 7:24).Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. (Araf 133)
3. Bak, ağaçlar kesildi, dalları sıyrılır (s. 153).Dolu Mısır'da insandan hayvana dek kırdaki her şeyi, bütün bitkileri mahvetti, bütün ağaçları kırdı. (Çıkış 9:25).Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. (Araf 133)
4. Bakın, tahıl her tarafta eksik (s. 155)Keten ve arpa mahvolmuştu; çünkü arpa başak vermiş, keten çiçek açmıştı. (Çıkış 9:31)Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/ senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık.(Araf 130)
5. Kuşlar ne meyve ne de bitki bulur. (s. 154)Toprağın üzerini öyle kapladılar ki, ülke kapkara kesildi. Bütün bitkileri, dolunun zarar vermediği ağaçlarda kalan meyvelerin hepsini yediler. Mısır'ın hiçbir yerinde, ne ağaçlarda, ne de kırdaki bitkilerde yeşillik kalmadı. (Çıkış 10:15).Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/ senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık.(Araf 130)

Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. (Araf 133)
6. İnleme, ağıtlarla karışmış olarak ülkenin her yerindedir (s. 152)O gece firavunla görevlileri ve bütün Mısırlılar uyandı. Büyük feryat koptu. Çünkü ölüsü olmayan ev yoktu. (Çıkış 12:30).Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, “İşte bu bize aittir” dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler. (Araf 131)
7. Pek çok ölü nehre gömüldü, ırmak mezar, mezar dere oldu (s. 151)

… ve kardeşini yere koyan her yerdedir (s. 152).
 O sırada Mısırlılar RAB'bin yok ettiği ilk doğan çocuklarını gömüyorlardı; RAB onların ilahlarını yargılamıştı. (Çölde Sayım 33:4)Sonra da Biz, onu ve ordularını yakalayıverdik de onları bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. O ise ayıplanan/ kınayan biridir. (Zariyat 40)
8. Her şey mahvoldu! (s. 152)Görevlileri firavuna, “Ne zamana dek bu adam bize tuzak kuracak?” dediler, “Bırak gitsinler, Tanrıları RAB'be tapsınlar. Mısır harap oldu, hâlâ anlamıyor musun?” (Çıkış 10:7).Sonunda Biz, Firavun ve toplumunu bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrâîloğulları'nı mirasçı/son sahip yaptık. (Şuara 57-59)







"Ipuwer Papirüsü, İncil'de yer alan On Bela anlatısıyla örtüşen kaotik bir Mısır tasvirine yer vermekte ve bu yönüyle Exodus’un tarihselliğine dair İncil dışı önemli kanıtlar sunmaktadır. Tablo 1’de, el yazması ile Kitabı Mukaddes anlatısı arasındaki doğrudan benzerliklere dikkat çekilmiştir. Bu anlatıların doğru şekilde tarihsel bağlama oturtulabilmesi için, geleneksel kronolojiler ile Kitabı Mukaddes’in zaman çizelgeleri arasındaki uyumsuzlukların farkında olunması ve Mısır'ın 6. ile 12. Hanedanları arasındaki eşleşmenin dikkate alınması gerekmektedir.132

Ipuwer Papirüsü'nde tasvir edilen felaket ve çöküş temaları, Orta Krallık dönemine ait diğer edebi metinlerde de sıklıkla karşılaşılan ortak bir motif olup, söz konusu dönemin toplumsal ve siyasi krizlerine işaret etmektedir.133


Ipuwer Papirüsü'nde tasvir edilen felaketlerin, yalnızca Tevrat ile değil, aynı zamanda Kur’an’daki anlatımlarla da paralellik gösterdiği dikkate değerdir. Bu paralelliklerden biri de papirüste geçen ve vebadan ölen çok sayıda kişinin gömülmeyip suya atıldığına dair ifadedir. Söz konusu anlatının, Kur’an-ı Kerim’in Zâriyât Suresi 40. ayetinde zikredilen “barajın yıkılması sonucu suda boğulma” olayına gönderme yaptığını değerlendiriyoruz. Papirüste geçen “Pek çok ölü nehre gömüldü, ırmak mezar, mezar dere oldu” ifadesi, bu afetin boyutlarını dramatik bir dille yansıtmaktadır. Bu konu, ayrıca “E- Firavun ve Ordusunun Suda Boğulması” başlığı altında detaylandırılacaktır.




12. İsrailoğullarının Mısır’da Yaşadığına Dair Diğer Kanıtlar

İsrailoğullarının 12. Hanedanlık döneminde Mısır’da zulme maruz kaldıklarına işaret eden bir dizi tarihsel ve arkeolojik kanıt bulunmaktadır. Söz konusu hanedanlık döneminde yaklaşık iki yüzyıllık bir süreçte yedi adet piramit inşa edilmiştir. Ancak, 13. Hanedanlık döneminde Mısır’dan büyük ölçekli bir köle nüfusunun çıkışı kaydedilmiş ve bu olayın ardından piramit inşasına son verilmiştir.

Bir diğer kitlesel nüfus hareketi ise İkinci Ara Dönem’in sonunda, 18. Hanedanlığı kuracak olan Ahmose hanedanının öncülüğünde gerçekleşen isyan sırasında yaşanmış ve bu süreçte Hiksoslar Mısır’dan çıkarılmıştır. Hiksoslar, Mısır’ı yönetmiş olan bir grup olup, etnik ve tarihsel olarak İsrailoğullarıyla karıştırılmamalıdır.

Bu veriler ışığında, 13. Hanedanlık döneminde yaşanan kitlesel köle göçünün, İsrailoğullarının Mısır’dan Çıkışı (Exodus) olarak değerlendirilmesi en makul çıkarım olarak öne çıkmaktadır. Musa’nın Amenemhat IV ile özdeşleştirilmesi, Çıkış sırasında hüküm süren firavunun Amenemhat III olduğu ve Musa’nın üvey annesinin Hetepti olduğu varsayıldığında, Kur’an ayetleri ile tarihsel kayıtlar arasında tutarlı ve bütünlüklü bir uyum gözlemlenmektedir.

Aşağıdaki arkeolojik bulgular ve yazılı kaynaklar hem Kitabı Mukaddes anlatısını desteklemekte hem de İsrailoğullarının Mısır’daki varlığına ilişkin doğrudan ya da dolaylı kanıtlar sunmaktadır:

Merneptah Stelası
Avaris’te ortaya çıkarılan Mittelsaal tipi ev
Soleb Tapınağı'nda yer alan "YHWH" yazıtı
Berlin Kaide Taşı Yazıtı
Sami kökenli yüksek görevliye ait saray, mezar ve heykel buluntuları
Eriha (Jericho) surlarının yıkımına dair arkeolojik veriler.




E- FİRAVUN VE ORDUSUNUN SUDA BOĞULMASI

Firavun ve ordusunun suda yok edilmesi, kutsal metinlerde yer alan dramatik bir olaydır. Yaygın kanaatin aksine, bu hadisenin Kızıldeniz'de değil, Nil Nehri havzasında meydana geldiği yönünde güçlü göstergeler bulunmaktadır. Bu bölümde, söz konusu olayın Nil Nehri ile ilişkili olduğu yönündeki değerlendirmelere ve delillere yer verilecektir.



1. Fayyum Barajının Su Tutma Kapasitesi
Bölgeyi ayrıntılı biçimde inceleyen mühendis Sir William Willcocks’un raporuna göre, antik dönemde “Moeris Gölü” olarak bilinen su kütlesi yaklaşık 1.700 milyon metrekarelik bir yüzey alanına ve 50 milyar metreküplük toplam kapasiteye sahipti. Gölde su seviyesi kontrollü şekilde düşük tutulduğunda, 13 milyar metreküp ek su hacmi depolanabiliyordu. Bu kapasite, olağanüstü boyutlara ulaşan taşkınların etkilerini önemli ölçüde azaltabilme yeteneğine sahipti. Ancak, söz konusu baraj herhangi bir taşkın sırasında ihmalkâr veya kasıtlı şekilde açıldığında, Aşağı Mısır’ın geniş alanlarını sulama suyundan mahrum bırakabilecek stratejik bir risk teşkil ediyordu. Zira dönemin tarımsal sulama sistemleri yalnızca Nil Nehri'nin taşkın dönemlerinde yüzey akış sularına bağımlıydı."134



2. El-Lāhūn (Fayyum) Barajı ve Yıllık Nil Taşkını
El-Lāhūn'da yer alan antik baraj yapısı ve onun işlevselliği, modern öncesi dönemde Fayyūm havzasına su temininde belirleyici unsur olarak öne çıkmaktadır. Barajın mimari yapısı, klasik bir kapak sisteminden ziyade, yüksek su akışlarını düzenleyebilecek esnek ve müdahaleye açık bir hidrolik sistem şeklindeydi. Modern dönemdeki daha geçirgen yapının aksine, 19. yüzyılın sonlarına kadar El-Lāhūn barajı, gerektiğinde açılıp kapanabilen ve böylece devasa su kütlelerini yönlendirebilen bir deniz duvarı gibi işlev görmekteydi.

El-Lāhūn'daki baraj veya barajın tam işlevselliği, modern dönem öncesi Fayyūm'a su temini hakkındaki argümanların anahtarıdır. Daha geçirgen modern yapı, kapılarından ve depresyona doğru sürekli bir su akışını düzenlerken, 19. yüzyılın sonlarından önce baraj, ihtiyaç duyulduğunda açılıp kapanabilen büyük bir deniz duvarı gibi işlev görüyordu.

Bu yapının işlevine ilişkin en erken teknik tasvirlerden biri, Martin tarafından "Baḥr Yusuf kanalının sularını tutan bir dayk-bent" olarak tanımlanmıştır. Ortaçağ İslam coğrafyacıları da bu tanımı destekler. El-Mas‘ūdī (ö. 956), suyun barajdan geçişine olanak tanıyan açıklık sistemlerinden bahsederken; el-Mukaddasī (ö. 985), taşkın seviyesi yeterli olduğunda suyun baraj üzerinden doğrudan aşıp teknelerin geçmesine olanak verdiğini kaydetmektedir. Suyun fazla gelmesi durumunda, barajın temelinde yer alan boru sistemleri aracılığıyla bu suyun tahliye edilmesi sağlanıyordu.

Abū Ishāq (1301), barajda biri güneyde, diğeri kuzeyde olmak üzere iki ana açıklık bulunduğunu belirtir. Güneydeki açıklık, tekne geçişine elverişli boyutlara sahipti. Benzer şekilde el-Nābulusī, sel sularının zirve yaptığı dönemlerde teknelerin açıklıklardan geçebildiğini ve bu taşkın anlarında, açıklığın doğrudan üstünden geçmenin getirdiği yapısal riskleri azaltma amacıyla kontrollü geçişlerin tercih edildiğini vurgular.

Nil sularının çekilmeye başlamasıyla birlikte, bu açıklıkların kapatılması hayati bir işlem hâline geliyordu. Bu işlem, "qiṭ‘a" adı verilen ve saman ile paçavraların sarıldığı büyük bir palmiye kütüğünün açıklığa yerleştirilmesiyle gerçekleştirilirdi. Kütük, halatlarla kontrol edilerek dikkatlice açıklığa çekilir, ardından üzerine toprak ve kil yığılarak yapının geçirimsizliği sağlanırdı. Nihayetinde baraj, insanlar tarafından yaya olarak geçilebilecek kadar sağlam bir set hâline getirilirdi.

El-Lāhūn’un kanalı, yılın geri kalanında Nil’in suyunu alabilecek kadar düşük kotta değildi. Dolayısıyla, Nil taşkınlarının zirvesinde Fayyūm depresyonuna giren suyun dikkatle korunması ve yıl boyunca kullanıma hazır hâle getirilmesi, yerel halkın kolektif mühendislik ve organizasyon becerileriyle mümkündü. Zamanında yapılamayan müdahaleler veya yetersiz yalıtım uygulamaları, taşkın esnasında telafisi mümkün olmayan su kayıplarına neden olurdu.

Sonuç olarak, modern öncesi Fayyūm, dönemsel olarak açılıp kapatılabilen büyük bir su havzası gibi işlev görmüştür. El-Lāhūn barajı bu sistemin merkezinde yer almış; yalnızca çevreyi suyla doldurmaktan öte, sulama kanalları vasıtasıyla suyun dağıtımını ve stratejik rezervuarlarda depolanmasını sağlayarak, ekonomik ve tarımsal sürdürülebilirliği mümkün kılmıştır.135

Antik Fayyūm barajı, tarihsel hidrolik mühendisliğin öncül örneklerinden biri olarak değerlendirilebilir. Yapısal işlevi ve kullanım amacı göz önüne alındığında, bu barajın taşkın akımını geçici olarak depolayan ve çıkış debisini kontrol altında tutarak taşkın etkisini sönümleyen sistemlerin erken bir prototipi olduğu anlaşılmaktadır.

Bu bağlamda, El-Lāhūn barajı, hidrolojik rejimi düzenleme ve su baskınlarını kontrol altına alma amacıyla inşa edilmiş bir sel kapanı (flood detention dam) niteliği taşımaktadır. Stratejik konumlandırması ve geçici depolama kabiliyeti, barajın yalnızca tarımsal sulama açısından değil, aynı zamanda taşkın risk yönetimi açısından da ileri mühendislik tasarımı içerdiğini göstermektedir.


3. Firavun ve Ordusu Baraj Selinde Boğulmuştur

Fayyum barajının işleyişi göz önüne alındığında, Musa peygamberin ilahi buyruk doğrultusunda bu yapının stratejik zayıflığını kullanarak barajı kontrollü şekilde yıkıma uğrattığı ve bunun sonucunda Firavun ve ordusunun taşkın selinde boğulduğu anlaşılmaktadır.

Bu bağlamda Kur’an’daki ilgili ayetlerde geçen ifadeler de bu doğal felaketin ilahi bir müdahale sonucu gerçekleştiğini işaret eder niteliktedir. Aşağıda bazı ayetlere yer verilmiştir:


63Sonra Mûsâ'ya: “Vur birikimini o bol suya/nehire!” diye vahyettik. Sonra o bol su/nehir yarıldı/barajlar yapıldı da, her bir parça baraj, ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi. (47Şuara 63)

40Sonra da Biz, onu ve ordularını yakalayıverdik de onları bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. O ise ayıplanan/ kınayan biridir. (67Zariyat 40)

23,24–“Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz, tedbirli olun. Bol suyu/ nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur.- (64Duhan 23-24)

40Biz de onu ve askerlerini yakalayıp o bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. Şimdi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların sonunun nasıl olduğuna bir bak! (49Kasas 40)


Duhan Suresi’nin 24. ayetinde geçen “bol suyu/nehri çok hızlı bırak” ifadesi, barajın patlatılmasına işaret etmektedir. Kasas Suresi’nin 40. ve Zariyat Suresi’nin 40. ayetlerinde yer alan “fırlatıp atıverdik” ifadesi ise baraj selinin önündeki sürüklenmeyi açıklamaktadır. Ayrıca, Şuara Suresi’nin 63. ayetinde birden fazla barajın bulunduğuna atıfta bulunulmaktadır. Barajların patlatılması sonucunda domino taşlarının devrilmesi misali peş peşe yıkılan barajların oluşturduğu sel dalgasına kapılan Firavun ve ordusunun boğulduğu belirtilmektedir. Bu durumu destekleyen teknik veriler de mevcuttur.

Önceki bölümlerde Fayyum Barajı’nın kompozit yapısından dolayı su tutma ve bırakma işlemlerinin görevliler tarafından büyük bir titizlikle yürütülmesi gerektiği vurgulanmıştı. Barajın kolaylıkla tahrip edilmesi halinde milyonlarca metreküp suyun yüksek basıncı ile Firavun ve ordusunun sele kapılarak boğulması kaçınılmazdır. Bu görüş, Kur’an metninin özüne tamamen uygundur.

Bakara Suresi’nin 50. ayetinde ise şu ifade yer almaktadır:

50Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu/nehiri sizin için yarıp da sizi kurtarmış, siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını da suda boğmuştuk. (Bakara 50)

Bu ayet, Firavun ve yakınlarının boğulma sürecinde İsrailoğullarının olan biteni yakından izlediğini bildirmektedir. Bu olay ancak Nil Nehri’nde gerçekleşmiş olabilir; zira Kızıldeniz’in en dar noktası 13 kilometre olup, en geniş yeri ise yaklaşık 180 kilometredir ve bu mesafeden karşı kıyıya bakılarak olup bitenler net şekilde görülemez. Dolayısıyla Bakara Suresi 50. ayeti, olay yerinin Nil Nehri olduğunu başka bir açıdan doğrulamaktadır.

Firavun’un Nil Nehri’nde boğulması olayı, muhtemelen Ipuwer Papirüsü’nde de dile getirilmiştir. Papirüs’ün 7 numaralı maddesinde “Pek çok ölü nehre gömüldü, ırmak mezar, mezar dere oldu” ifadesi yer almakta olup, bu ifade Mısır’a yaşatılan en büyük felaketlerden biri olan baraj seli ve boğulma olayını açıklar niteliktedir. Mısırlıların yaşadığı bu travma, Ipuwer Papirüsü aracılığıyla tarih sahnesine yansımıştır.

Fayyum Barajı, hem su rezervuarı hem de sel kapanı olarak işlev görmüştür. Bu bağlamda, baraj istenildiğinde kolaylıkla boşaltılabilir veya patlatılabilir durumdadır. Böyle bir durumda milyonlarca metreküp su, Aşağı Mısır bölgesini hızla ve etkili şekilde su basabilir.


Firavun ve ordusunun baraj seli ile boğulması, Kur’ân’ın başka ayetlerinde de açıklanmaktadır:

136Biz de, şüphesiz âyetlerimizi yalanladıkları ve onlardan gâfil olmaları nedeniyle onları cezalandırıp adaleti sağladık. Ve onları bol suda/ nehirde boğduk. (39A’raf 136)

78Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de bol sudan/nehirden kendilerini kaplayan şey kaplayıverdi. (45Taha 78)

103Bunun üzerine Firavun, Mûsâ'yı ve İsrâîloğulları'nı Mısır'dan sürmek istedi de Biz, onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk. (50İsra 103)

90Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda suda boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrâîloğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. (51Yunus 90)

55,56Sonunda onlar Bizim hoşnut olmadığımız işleri aşırı derecede yaptıkları zaman onları cezalandırarak adaleti sağladık. Sonra da onları topluca suda boğduk. Sonra da onları sonradan gelecekler için selef ve örnek yaptık. (63Zuhruf 55-56)


Ayetlerde Firavun ve ordusunun barajların patlatılması sonucu meydana gelen selde boğulmasını açıkça destekleyen başka deliller de mevcuttur. Arkeolog Flinders Petrie, Firavun Amenemhat III’e ait Fayyum-Biahmu bölgesindeki heykel kalıntılarını incelemiş ve göl seviyesinin üzerindeki kaidelerin dibinde siyah göl çamuru katmanına rastlamıştır. Bu çamur tabakasının, ancak baraj setinin ani patlaması sonucunda oluşabileceğini ifade etmiştir. Biz de bu durumu, baraj setinin patlamasının somut bir kanıtı olarak değerlendirmekteyiz. Ayrıca, göl seviyesinin üzerinde yer alan devasa heykellerin yıkılmış olması da bu görüşü desteklemektedir.117, 136

Firavun Amenemhat III döneminde Nil taşkınlarının olağanüstü yüksek seviyelerde gerçekleştiği, Semna yazıtlarında belgelenmiştir.117 Nil’in bu yüksek seviyelerinde barajın patlatılması sonucu Firavun’un suda boğulduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

Eski Mısır inancına göre, ölen kişinin mezarının bulunması zorunluydu; bu nedenle Firavunlar için büyük mezar yapıları inşa edilmiştir. Ancak Firavun’a isyan edenlerin mezarı olmamış, ölüleri Nil Nehri’ne atılmıştır.137 İlginçtir ki, Allah’a isyan eden Firavun ve ordusunun ölümü de Nil taşkınlarında boğularak gerçekleşmiştir.

Musa peygamber, Allah’ın emriyle Firavun ve ordusunu Nil taşkınlarında boğmak için önceden hazırlık yapmıştır. Mısır’ın ekili alanlarında, özellikle sulama kanallarından çıkan topraklar hendeklerin her iki yanına yığılarak yükseltilmiş yollar ve patikalar oluşturulmuştur. Bu yapılar, taşkın sırasında su baskınından koruma sağlamış ve bu yolları kullananlara yüksek ve güvenli bir görüş açısı sunmuştur.138 Böylece, Firavun ve ordusu baraj selinde boğulurken, Musa peygamber bu yol ağı sayesinde İsrailoğullarını güvenli bir biçimde Nil Nehri’nin karşı kıyısına geçirmiştir.


Bu durum Kur’an’da şu şekilde açıklanmıştır:

77Ve andolsun, Mûsâ'ya “Yetişilmekten korkmayarak ve saygıyla, sevgiyle ürpermeden/ Firavuna minnet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de kendileri için bol suda/nehirde kuru bir yol aç!” diye vahyettik. (45Taha 77)




4. Kamış Denizi’nden Kızıldeniz’e: Kitabı Mukaddes Metinlerinde Tahrifatın İzleri

Firavun ve ordusu Nil Nehri’nde boğulmuş olmalarına rağmen Kızıldeniz’de boğulma inancının ortaya çıkmasının temel sebebi, İbranice “Yam Suf” ifadesinin kasıtlı olarak yanlış çevrilmesidir. Aslında “Yam Suf” terimi “Kamış Denizi” (Reed Sea) anlamına gelmekteyken, Yeni Ahit’in Yunanca çevirisinin İngilizce tercümelerinde bilinçli şekilde “Reed Sea” yerine “Red Sea” yani “Kızıldeniz” ifadesi kullanılmıştır. Bu tahrifat, ruhban sınıfının metin üzerindeki manipülasyonunun bir sonucu olup, günümüzde akademik çevreler tarafından açıkça ortaya konmuştur.

Rahipler, deniz mucizesini bilinçli olarak zihinlere yerleştirmek amacıyla İbranice “Yam Suf” ifadesini “Reed Sea” (Kamış Denizi) yerine “Red Sea” (Kızıldeniz) olarak çevirmişlerdir.139 Bu çeviri tahrifatının kökleri, Yeni Ahit’in Yunanca çevirisi olan Septuagint’e kadar uzanmaktadır. İncil uzmanı Profesör Tom Meyer’e göre, Musa peygamber Yahudi halkını Kızıldeniz’e asla götürmemiştir; onun geçtiği su kütlesi tamamen farklıdır ve “Saz-Kamış Denizi”dir. Septuagint’in, M.Ö. üçüncü yüzyılda Firavun Ptolemy Philadelphus II döneminde yaptırıldığı ve İbranice “Suph Denizi” ifadesinin yanlışlıkla “Saz Denizi” yerine “Kızıldeniz” olarak çevrildiği akademik literatürde kabul görmektedir.

Çevirilerde yapılan tahrifatın çok eskilere, Yeni Ahit’in Yunanca çevirisine dayandığı bilinmektedir:
Profesör Tom Meyer, kutsal metinlerin tarihi çeviri süreçlerine dair yaptığı çalışmalarda, Musa’nın Yahudi halkını hiçbir zaman Kızıldeniz’e götürmediğini belirtmektedir. “İncil Hafızı” olarak da bilinen Meyer’e göre, Musa’nın önderliğinde gerçekleşen geçiş, Kızıldeniz değil, İbranice kaynaklarda “Yam Suf” olarak adlandırılan, “Kamış” ya da “Saz Denizi” olarak tanımlanan farklı bir su kütlesi üzerinden olmuştur. Meyer, bu görüşünü hem dilbilimsel çözümlemelere hem de erken dönem kutsal metin çevirilerinde yapılan anlam kaymalarına dayandırmaktadır.

Profesör Tom Meyer, İbranice İncil’in bilinen en eski Yunanca çevirisi olan Septuagint’in İngilizceye aktarımı sırasında anlam kaymasına uğradığını ifade etmektedir. M.Ö. üçüncü yüzyılda Firavun Ptolemy Philadelphus II’nin talimatıyla gerçekleştirilen bu çeviri çalışmasında, İbranice metinlerde geçen “Yam Suph” (Kamış/Saz Denizi) ifadesi, Yunanca'ya “Erythra Thalassa” yani “Kızıldeniz” olarak aktarılmıştır.140, 141, 142

Bu çeviri tercihi, daha sonraki dönemlerde yapılan İngilizce çevirilere de yansımış ve “Reed Sea” yerine “Red Sea” kullanımının yerleşmesine neden olmuştur. Meyer’e göre bu durum, metin üzerinde bilinçli bir yönlendirme ya da anlam kayması olarak değerlendirilebilir.



5. Mısır’dan Çıkış Rotası
Firavun’un boğulma olayı gerçekleştikten sonra İsrailoğullarının doğrudan Sina Yarımadası’na geçemedikleri, mevcut coğrafi ve askeri engeller nedeniyle belirli rotalar izlemek zorunda kaldıkları, ilgili uzmanlık literatüründe sıkça vurgulanmaktadır. Mısır’ın doğu sınırı; kerpiç surlar,9 doğal bataklıklar, göller ve büyük sulama kanalları143 gibi fiziksel bariyerlerle çevriliydi. Ayrıca stratejik bölgelerde konuşlanmış sınır kaleleri144 mevcuttu. Bu koşullar nedeniyle, İsrailoğulları sınır birliklerine yakalanmamak amacıyla alternatif ve gizli güzergâhları tercih etmiş olmalıdır.

On İkinci Hanedan döneminde, Mısır yönetimi, Suriye-Filistin eksenindeki ticaret yollarını güvence altına almak için “Horus’un Yolları”145 olarak bilinen güzergâhları Akdeniz kıyısına paralel şekilde inşa ettirmiştir. Bu yollar, aynı zamanda askeri hareketliliği kontrol etmekteydi. Dolayısıyla Musa peygamberin, İsrailoğullarını Mısır’dan çıkarırken doğrudan Filistin yönüne ilerlemesi hem stratejik hem de güvenlik açısından uygun değildi.

Çıkış güzergâhına dair literatürde farklı görüşler ileri sürülmüş olmakla birlikte, doğu sınırındaki yoğun güvenlik önlemleri dikkate alındığında, birçok akademisyen tarafından önerilen güneydoğu yönündeki rota daha makul ve tutarlıdır.146 Kur’an’da geçen şu ayetler de bu görüşü destekler niteliktedir:

23,24–“Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz, tedbirli olun. Bol suyu/ nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur.– (Duhan 23-24)

Yaygın kanaat, Firavun ve ordusunun yok edilmesinin hemen ardından İsrailoğullarının Mısır’ı hızla terk ettikleri yönündedir. Ancak bu anlatıya alternatif olarak, Firavun’un ölümünün ardından Mısır'da bir iktidar boşluğu doğduğu ve yönetimin el değiştirdiği ileri sürülebilir. Bu çerçevede, On İkinci Hanedan’ın sona erdiği ve Musa peygamberin soyundan gelenlerin öncülüğünde On Üçüncü Hanedan’ın tesis edildiği; böylelikle Mısır yönetiminin geçici bir süre İsrailoğullarına geçtiği değerlendirilebilir.

Duhan Suresi’nin 23 ve 24. ayetlerinde anlatılanlar, Firavun ve ordusunun ortadan kaldırılmasına yönelik stratejik bir kararın ifadesi olarak okunabilir. Kanaatimizce, bu olay sonrasında İsrailoğulları Mısır’ı aceleyle terk etmemiş; Musa peygamberin önderliğinde, planlı ve güvenli bir geçiş süreciyle bölgeden ayrılmışlardır. Bu yaklaşım, tarihsel-siyasi bağlamda Mısır’daki dönüşüm dinamiklerini daha açıklayıcı bir çerçevede ele alma imkânı sunmaktadır.



6. Yusuf’un Ardından: İsrailoğulları’nın Mısır Yönetiminde Yeniden Konumlanması
Kur’ân’da, Firavun’un suda boğulmasının ardından İsrailoğullarının Mısır yönetimine mirasçı kılındığı açıkça ifade edilmektedir.

136Biz de, şüphesiz âyetlerimizi yalanladıkları ve onlardan gâfil olmaları nedeniyle onları cezalandırıp adaleti sağladık. Ve onları bol suda/ nehirde boğduk. 137O zaafa uğratıla gelmiş/ güçsüzleştirilmiş olan toplumu da bereketlendirdiğimiz yerin her tarafına mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrâîloğulları’na olan o pek güzel sözü, sabretmeleri nedeniyle yerine geldi. Biz de Firavun ile toplumunun yapageldikleri sınâî eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerlebir ettik. (39Araf 136-137)

57-59Sonunda Biz, Firavun ve toplumunu bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrâîloğulları'nı mirasçı/son sahip yaptık. 67Şüphesiz bunda kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdi. 68Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle en üstün olanın, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir. (47Şuara 57,58,59,67,68)

5Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim. (49Kasas 5-6)

17-21Ve andolsun ki Biz onlardan önce Firavun toplumunu imtihan ettik. Ve onlara çok saygın bir elçi gelmişti: “Allah'ın kullarını bana geri verin. Şüphesiz ben sizin için gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'a karşı üstünlük taslamayın. Şüphesiz ki ben size apaçık bir güç getiriyorum. Ve Şüphesiz ben, beni taşlayarak öldürmenizden benim Rabbime, sizin Rabbinize sığındım. Ve eğer siz bana inanmazsanız hemen yanımdan uzaklaşın.”
22Sonra da Mûsâ: “Şüphesiz ki bunlar, suçlu bir toplumdur” diyerek Rabbine yalvardı.
23,24–“Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz, tedbirli olun. Bol suyu/ nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur.–
25-27Onlar, bahçelerden, pınarlardan, ekinlerden, saygın makamlardan ve içinde safalar sürdükleri nice nimetlerden nicelerini bıraktılar.
28İşte böyle! Biz onları başka başka toplumlara miras bıraktık. (64Duhan 17-28)

Bu ayetlerde, Rabbimizin İsrailoğullarına yönelik ilahi bir takdirin bulunduğu ve onların, Firavun’un ölümünün ardından Mısır'daki yönetime “miras yoluyla” getirildikleri açıkça beyan edilmektedir. Metinlerde geçen “mirasçı” kavramı, tesadüfi bir kullanım olmayıp, egemenlik ve siyasi idarenin meşru devri anlamına gelecek biçimde kullanılmıştır. Buradan hareketle, Kur’an’da bildirilen bu tarihsel kırılmanın, Mısır kronolojisi açısından nasıl gerçekleştiği sorusu önem kazanmaktadır.

Bilindiği üzere Musa Peygamber, Mısır sarayında bir prens olarak yetişmiştir.101, 102 Firavun’un suda boğulmasıyla birlikte, arkasında meşru bir varis kalmadığından, XII. Hanedan fiilen sona ermiştir. Hetepti’nin soyundan gelen bir hattın krallığı devraldığı, kaynaklarda yer almaktadır.99 Bu bağlamda XIII. Hanedanın, Hetepti’nin üvey oğlu olan Musa-Amenemhat IV’ün oğulları ve torunlarının soyundan geldiği anlaşılmaktadır.147 Bu hanedanın ilk iki hükümdarı olan Sekhemrekhutawy-Amenemhat Sobekhotep ve Sekhemkara-Amenemhat Sonbef’in, Amenemhat IV’ün oğulları olduğu yönündeki tarihsel bulgular,148, 149, 150 bu olguyu desteklemektedir.

Musa Peygamber’in soyundan gelen bu hükümdarlar vasıtasıyla, İsrailoğullarının bir bölümünün Mısır idaresinde rol aldığı görülmektedir. Döneme ait arkeolojik ve yazılı kaynaklar, XIII. Hanedan döneminde çok sayıda “yabancının” — muhtemelen İsrailoğullarının — yönetim kadrolarına dahil edildiğini göstermektedir.151, 152, 153 Bu döneme dair en dikkat çekici hususlardan biri, verasetin ön planda olmasıdır. Söz konusu hanedanın ilk iki hükümdarının soyadlarıyla anılmaları, Mısır tarihinde bir ilktir ve hanedanın meşruiyetini, önceki hanedanla olan bağ üzerinden kurmaya çalıştıklarını göstermektedir. Bu durum, Kur’ân’da geçen “mirasçı” ifadesiyle birebir örtüşmektedir.

Ayrıca Kur’an’da Firavun’un eşi korunurken Firavun’un cezalandırıldığı bildirilmiştir:

45,46Sonra Allah o mü’mini onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun'un yakınlarını ise, azabın kötüsü; ateş kuşattı. Onlar sürekli olarak ateşe arz olunurlar. Kıyâmet kopacağı gün ise: “Firavun'un yakınlarını azabın en şiddetlisine sokun!" (60Mümin 23-46)

Tarihsel kayıtlar da Kur’an’ın bu mesajlarını desteklemektedir.
XIII. Hanedan’ın iktidara bir isyan veya gasp yoluyla değil, Hetepti soyunun veraset zinciri aracılığıyla geçtiği anlaşılmaktadır.147 Bu yeni hanedan, XII. Hanedan’ın ideolojik ve kültürel çizgisini sürdürmemiş, ondan belirgin şekilde ayrılmıştır.154
Burada akla gelen temel sorulardan biri şudur: Firavun’un adı neden Musa Peygamber’in çocukları tarafından soyadı olarak kullanılmıştır? Bu uygulamanın amacı, yeni hanedan üyelerinin kraliyet soyundan geldiklerini vurgulayarak, kuzeydeki rakip XIV. Hanedan ile doğrudan bir iktidar çatışmasına girmeksizin meşruiyetlerini pekiştirmek olabilir. Bu strateji, siyasi istikrarın sağlanması adına pragmatik bir tercih olarak değerlendirilebilir.148

XIII. Hanedan, dış ilişkiler açısından da etkinliğini sürdürmüş; kuzeydeki XIV. Hanedan’ın varlığına rağmen, komşu devletler nezdinde Mısır’ın meşru temsilcisi olarak tanınmıştır.112






F- MEDYEN VE ÇEVRESİ

Musa'nın Mısır'da bir adamı öldürmesinin ardından hayatının tehlikeye girmesi üzerine Medyen bölgesine sığındığı, Kur’ânî anlatımlarda açıkça belirtilmiştir. Bu dönemde Musa’nın Medyen’de evlendiği ve uzun yıllar boyunca hac ve ilahiyat temelli bir eğitim sürecinden geçtiği ifade edilmektedir. Söz konusu süreç, Musa’nın peygamberlik öncesi hazırlık dönemi olarak değerlendirilebilir.

Musa peygamberin yaşadığı zaman dilimi, tarihsel bağlamda “Geç Tunç Çağı” olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle, peygamberlik öncesi dönemde Medyen ve çevresinin sosyo-politik, kültürel ve dini yapısının incelenmesi; Musa’nın fikrî ve manevi gelişiminin anlaşılması açısından büyük önem arz etmektedir.



1. Medyen’in Konumu
Antik Medyen şehrinin coğrafi konumu, Suudi Arabistan’ın kuzeybatısında yer alan El-Bed‘ (Al Bad‘/Muġlā) vahası ile yüksek derecede doğrulukla özdeşleştirilebilmektedir. Bu yerleşim, Akabe Körfezi’nin yaklaşık 110 kilometre güneyinde konumlanmakta olup, bölgenin tarihî topografyasıyla uyumlu arkeolojik bulgular bu tespiti desteklemektedir.155



2. Milattan Sonra 6. Yüzyıla Kadar Medyen'de Hac ve İlahiyat Eğitimi
Medyen bölgesinde yürütülen hac/yüksek düzeydeki ilahiyat eğitiminin, Milattan Sonra 6. yüzyıla kadar sürdüğü, çeşitli tarihsel ve filolojik veriler temelinde bilim camiasında genel kabul görmektedir.

Antik Medyen bölgesinde kadim dönemlerden itibaren sürdürülen ve “hac” şeklinde ifade edilen yüksek düzeyde ilahiyat eğitimi pratiğinin, Milattan Sonra 6. yüzyıla kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. Zaman içinde bu uygulamanın özgün yapısının bozulduğu ve esas işlevinden saptığı görülmektedir. Yahudi ve Hristiyan geleneklerinde, özgün hac kavramı yerini sembolik ziyaret ve ritüellere bırakmış; özellikle "Mısır'dan Çıkış" (Exodus) anlatısına atfen yapılan anma ziyaretleri bu dönüşümün önemli bir göstergesi olmuştur. Söz konusu ritüel pratikler, Muhammed (as)’ın yaşadığı döneme kadar belirli bir süreklilik içinde varlığını sürdürmüştür.156 Bu bağlamda, Medyen bölgesinde uzun yüzyıllar boyunca hac ve ilahiyat eğitimi etrafında şekillenmiş güçlü bir entelektüel ve dinsel kültür ortamının egemen olduğu görülmektedir.157, 158

İslam peygamberi Muhammed’in (yaklaşık M.S. 570–632) yaşadığı dönemden itibaren İslam’ın kurumsallaşma süreci (özellikle hicretin gerçekleştiği 622 yılıyla birlikte) yeni bir dini paradigmanın şekillendiği bir zaman dilimidir. Bu dönemde Sina Dağı’nın Medyen yakınlarında konumlandırılmasına yönelik geleneksel anlayış da sürdürülmeye devam etmiştir. Nitekim erken İslam kaynaklarında (örneğin İbn İshâk), Medyen bölgesinden “Aayd b. Hârise” gibi şahıslar zikredilmiş ve yaklaşık M.S. 700 dolaylarında bu kutsal güzergâh üzerinde faaliyet gösteren bazı Hristiyan keşiş ve zahitlerden bahsedilmiştir159, 160, 161 Bu bilgiler, Medyen’in uzun süreli bir dini cazibe merkezi olarak varlığını sürdürdüğüne işaret etmektedir.




3. Medyen’de Hac (İlahiyat Eğitimi)
Kasas Suresi’nin 27. ayeti, Medyen bölgesinin Musa Peygamber’in hayatında önemli bir durak olduğunu ve burada 8 ila 10 yıllık bir dönem boyunca ilahiyat eğitimi niteliği taşıyan bir süreç geçirdiğini ima etmektedir. Bu bağlamda, Medyen’in yalnızca tarihsel değil, aynı zamanda teolojik açıdan da özel bir statüye sahip olduğu söylenebilir. Nitekim ilgili dönem itibarıyla Medyen çevresinin "haram" (dokunulmaz/kutsal) belde niteliği taşıdığına ilişkin veriler bulunmaktadır. Bu özellik, Mekke’nin belirlenmiş harem sınırlarıyla tanımlanmış dokunulmaz alanına benzerlik göstermektedir.

Kuzeybatı Arabistan’da, antik ticaret yollarının kesişim noktasında yer alan Medyen, bu stratejik konumuyla da Mekke’ye benzetilmektedir. Medyen’de hac veya yüksek düzeyde ilahiyat eğitimi niteliğinde faaliyetlerin varlığına dair Kur’an dışı kaynaklarda da çeşitli atıflar mevcuttur.

Bazı araştırmacılar, Medyen’in klasik anlamda bir ülke değil, ortak kültürel ve dini değerler etrafında örgütlenmiş kabileler konfederasyonu olduğunu ileri sürmektedir. Bu perspektife göre Medyen, içinde dokunulmaz kabul edilen mescitlerin yer aldığı, çeşitli konuların tartışıldığı ve kutsal toplantıların gerçekleştirildiği bir tür konfederal yapı olarak değerlendirilebilir.

"Midyan" terimi, bir Arap kabilesinin adı olmaktan ziyade, "Yehuda" örneğinde olduğu gibi, mezhepsel/kültürel birlikteliği ifade eden kolektif bir isim olarak kabul edilmektedir.162 Antik çağlarda hukuki ve dini kurumların birbirinden ayrışmamış olması, bu tür yapılar için belirleyici olmuştur.

Modern akademik literatürde de bu görüş yankı bulmaktadır. Örneğin George Mendenhall, Midyanlıların Sami kökenli olmayan bir konfederasyon olduğunu öne sürerken; William Dumbrell de benzer bir yaklaşımı sürdürmüştür. Bu çerçevede Haupt’un önerisinin geçerliliği artmaktadır: Midyan, belirli sınırlarla tanımlanmış bir siyasi varlıktan ziyade, Geç Tunç Çağı’na ait geniş bir coğrafyada dağınık halde bulunan, amorf bir kültürel-dini birlik olarak anlaşılmalıdır. …”163




4. Musa Peygamber Medyen’de Ne Kadar Süre Kaldı?

Kitâb-ı Mukaddes bilginleri, Musa Peygamber’in, bir Mısırlıyı öldürdükten sonra Medyen’e sığındığını ve burada kırk yıl boyunca yaşadığını ileri sürmektedirler. Kur’an-ı Kerim de Musa’nın Medyen’e hicret ettiğini ve burada bir süre ikamet ettiğini teyit eder. Bu bağlamda, Musa'nın Medyen’de geçirdiği süreye ilişkin en açık referans Kasas Suresi 28/27. ayette yer almaktadır:

27Kızların babası dedi ki: “Hac yapılan sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer ona tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden bulacaksın.” (Kasas 27)

Bu ayette geçen ve klasik Arapçada çoğul bir form olan "hıcac" kelimesi, geleneksel meal ve tefsirlerde “yıl” olarak çevrilmiş olsa da kelimenin semantik yapısı ve tarihi bağlamı dikkate alındığında bu çeviri eksik ve bağlamsal olarak sorunlu olabilir. "Hıcac" kelimesi, doğrudan "hac dönemleri" veya "yüksek dini/ilahî eğitim periyotları" anlamına gelmektedir. Bu bağlamda, ayette zikredilen “sekiz hıcac” ifadesi, sekiz yıl değil, sekiz kez tekrarlanan yüksek seviyeli dini eğitim dönemini işaret etmektedir. Özetle ayette Musa peygamberin 8 veya 10 kez üst düzey ilahiyat eğitimine tabi tutulacağı açıklanır.164, 165


Bu doğrultuda, Kasas 27. ayetindeki "hıcac" ibaresi üzerinden şu çıkarımlar yapılabilir:

Yılda bir kez hac/eğitim organizasyonu yapıldığı varsayılırsa, Musa Peygamber’in Medyen’de kaldığı süre 8 ila 10 yıl arasında değişmiş olabilir.

Yılda birden fazla kez (örneğin iki, üç ya da dört kez) hac/eğitim dönemi düzenlendiği varsayılırsa, söz konusu 8-10 dönemlik eğitim daha kısa bir sürede tamamlanmış olabilir. Bu durumda Musa’nın Medyen’deki ikameti 2 ila 5 yıla kadar düşebilir.

Eğer hac/eğitim organizasyonları iki yılda bir yapılmışsa, 8-10 dönemlik ilahiyat eğitimi 16 ila 20 yıllık daha uzun bir zaman aralığında gerçekleşmiş olabilir. Bu, Musa Peygamber’in Medyen’de uzun süreli ve derinlikli bir teolojik hazırlık süreci geçirdiğine işaret eder.

Bu bağlamda, Kur’an’daki ifade süreyi belirlemekten ziyade, alınan eğitimin kalitesine ve hac dönemlerinin sayısına odaklanmaktadır. Hicac kelimesinin çoğul haliyle kullanılması, birden çok tekrar edilen döneme gönderme yapmaktadır.

Hac ve eğitim organizasyonlarının iki yılda bir gerçekleştirilmiş olabileceği görüşü, yalnızca İslami metinlerle sınırlı kalmayıp, tarihsel antropoloji ve antik siyasal organizasyon yapılarına dair kanıtlarla da desteklenmektedir. Özellikle Arkaik Yunanistan döneminde (M.Ö. 8. yüzyıl) var olan konfederatif yapılar, örneğin Amfiktyonia birlikleri, yılda bir kez değil, iki yılda bir toplanmaktaydı.166 Bu tarihsel örnek, Medyen’deki hac-ilahiyat eğitim organizasyonlarının benzer biçimde periyodik ve kolektif işleyişini çağrıştırmaktadır.

Dolayısıyla, Medyen’deki dini ve siyasi yapıların iki yılda bir düzenlenen hac ve eğitim dönemleri çerçevesinde organize edilmiş olması, Musa Peygamber’in Medyen’deki eğitim süresinin 16 ila 20 yıl arasında olabileceği ihtimalini güçlendirmekte, aynı zamanda antik dönemde bölgesel konfederasyonların işleyiş mekanizmalarına dair önemli bir tarihsel kanıt sunmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’deki ilgili ayetin temel vurgusu, eğitimin takvimsel süresi değil, bireylerin takva sahibi olmalarını sağlayacak ilkelerin öğretildiği, dini ve sosyal boyutlarıyla entegre olmuş bir sistem içerisinde Musa Peygamber’in yetiştirilmesidir. Dolayısıyla, eğitim sürecinin niteliği, Musa Peygamber’in peygamberlik misyonuna etkin ve kapsamlı bir hazırlık yapması açısından stratejik önem taşımaktadır.

Kasas Suresi 27. ayetteki “8 veya 10 hac dönemi” ifadesi, Musa Peygamber’in sayısal değil, niteliksel bir eğitim sürecinden geçtiğini göstermektedir. Bu süreç, Medyen’in o dönemde bir tür ilahiyat akademisi ve dokunulmaz mescit olarak işlev gördüğü tezini desteklemektedir. Eğitim periyotlarının sıklığına bağlı olarak, Medyen’deki ikamet süresi farklı senaryolarla 2 ila 20 yıl arasında değişebilir.

Sonuç olarak, Kur’an’daki bu ayetin temel mesajı, eğitimin yıl bazında süresi değil, yüksek ilahiyat eğitimine tabi tutulma olgusudur.




5. Musa Peygamber’in Medyen Dönemi: Eğitim, Vahiy ve Görev Çağrısının Başlangıcı
Prens Musa, Mısırlı bir adam öldürdükten sonra Medyen’e kaçmak zorunda kalmıştır. Orada evlenir ve bir süre orada kalır. Yaptığı sözleşme gereği Medyen’de hac-ilahiyat eğitimi almıştır. Konu hakkında Kur’an’da şu ayetlerde bilgi verilmiştir.


Ayetler:

15Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye çalışan iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da hemen ölüverdi. Mûsâ, “Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi.
16Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!” dedi de Allah o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir.
17Mûsâ, “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi.
18Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan yardım istiyor. Mûsâ ona: “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi.
19Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; “Ey Mûsâ! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun” dedi.
20Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.”
21Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim! Beni şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!” dedi.
22Ve Mûsâ Medyen'e doğru yöneldiğinde, “Rabbimin bana yolun doğrusunu göstereceğini umarım” dedi.
23Ve Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan insanlardan bir önderli topluluk buldu. Ve Mûsâ, hayvan sulayanlar kadar güçlü olmayan, hayvanlarını geri çeken iki kadın buldu. Dedi ki: “Hâliniz nedir?” Dediler ki: “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da çok yaşlı bir ihtiyardır.”
24Bunun üzerine Mûsâ, ikisi için hayvanları suladı. Sonra gölgeye çekildi de “Rabbim! Şüphesiz ki ben, iyilikten bana indirdiğin şeye muhtacım” dedi.
25Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek Mûsâ'ya geldi. Dedi ki: “Şüphesiz babam, bizim yerimize sulamanın ücretini karşılamak için seni çağırıyor.” Mûsâ, kızın babasına geldi ve kıssaları ona anlattı. Kızın babası; “Korkma, o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış toplumdan kurtuldun” dedi.
26Onun iki kızından biri; “Babacığım! Onu ücretle tut. Şüphesiz ücretle tutulan kimselerin en iyisi, güçlü ve güvenilir olanıdır” dedi.
27Kızların babası dedi ki: “Hac yapılan sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer ona tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden bulacaksın.”
28Mûsâ, “Bu, seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisinin sonunu gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir [koruyarak, destekleyerek uygulayandır]” dedi. (Kasas 15-28)


Musa, henüz peygamberlik görevi almadan önce Medyen’de geçici bir sözleşmeye dayalı olarak ikamet etmiş ve bu süreci tamamladıktan sonra ailesiyle birlikte bölgeden ayrılmıştır. Kur’an-ı Kerim’in Kasas Suresi 29. ayetinde yer alan bilgiye göre, yolculuk sırasında zihnine düşen "ateş" İsrailoğulları'nın içinde bulunduğu perişan halini ve bu durumdan kurtarmanın zorluğunu sezdi. Bu sorunu çözmeye karar verdiğinde onun peygamberlikle görevlendirildiği Kasas Suresi 30. ayette bildirilir. Böylece Musa’ya verilen görevler yalnızca dini tebliğle sınırlı kalmamış, aynı zamanda Firavun’un tiranlığını sona erdirmek ve İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkarmak gibi köklü dönüşümleri kapsayan bir misyona dönüşmüştür.

Daha önce istemeden bir cana kıymış olan Musa’nın, yeniden benzer bir eylemin gerekliliğiyle karşı karşıya kalması, onun içsel bir bunalıma sürüklendiğini gösterir. Bu durum, Kehf Suresi 61. ayet bağlamında değerlendirildiğinde, Musa’nın ilahi adalet ve vicdani sorumluluğu arasındaki gerilimi anlamaya çalıştığı görülmektedir.

Kehf Suresi’nde anlatılan kıssada, Musa’ya Allah’a karşı savaş açanların ve bozgunculuk yapanların cezalandırılmasının zorunluluğu öğretilir. Bu bağlamda, Firavun’un ortadan kaldırılmasına yönelik görev, artık Musa peygamber için ilahi adaletin bir gereği olarak meşru bir müdahale biçimi haline gelir.



6. İki Mescit: Elat ve Kadeş Barnea
Kur’an-ı Kerim’in Kehf Suresi 60–82. ayetlerinde geçen kıssa, Musa Peygamber’in zihinsel buhran yaşadığı bir döneme işaret eder. Konunun daha iyi anlaşılması için kıssadaki müteşabih sözcüklerin ilgili dipnottan incelenmesinde yarar vardır.167 Bu kıssa, Musa'nın İsrailoğulları'nı Mısır'dan kurtarma niyetiyle harekete geçtiği ancak yöntem konusunda kararsızlık yaşadığı kritik bir geçiş evresini temsil eder. Ayetlerin derinlikli bir yorumuyla anlaşıldığı üzere, Musa Peygamber bu çıkmazdan kurtulabilmek için bilgi arayışına girer ve bu arayış onu, dönemin kutsal ve entelektüel merkezleri olan iki önemli mescide yönlendirir.

Kur’an’da geçen “iki denizin birleştiği yer” (mecmaʿ al-bahreyn) ifadesi, mecazen bilgi, hukuk ve eğitimin kesiştiği bir zihinsel/toplumsal mekânı imler. Bu çerçevede, Musa Peygamber’in söz konusu buhranı çözme arayışında, o dönemde bilinen iki önemli mescit ve bu merkezlerdeki bilgin kişilerden yardım aldığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Kur’ânî anlatı ile tarihsel-topoğrafik bilgiler örtüştürüldüğünde, Medyen havzası çevresinde yer alan Elat ve Kadeş Barnea, söz konusu mescit ve eğitim merkezleri olarak öne çıkmaktadır. Bu iki merkez, dini ve hukuki bilginin verildiği, hukuki kararların alındığı ve alınan kararların uygulandığı kolektif yapılar olarak işlev görmüştür. Dönemin bilgeliğinin, hukuki otoritesinin ve teolojik derinliğinin temsil edildiği çok işlevli yapılar olarak değerlendirilmelidir. Elat ve Kadeş Barnea, dönemin kültürel kodlarına göre hem teolojik eğitimlerin verildiği hem de konfederatif yapıdaki topluluklar arası anlaşmazlıkların çözümlendiği amfiktyonik nitelikteki merkezler olarak işlev görmüştür. Bu bağlamda, söz konusu mescitlerin ve bilginlerin dini ritüellerin yürütüldüğü figürler olmadığı, bölgesel karar mekanizmaları ve yüksek dini-hukuki otoriteler olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla Musa Peygamber’in bu merkezlere yönelimi, bireysel bir arayıştan ibaret değildir. Aksine bu yönelim, bir İslam dininin içsel kodlarını çözümleme, ilahi misyonunun entelektüel ve stratejik temelini oluşturma sürecinin parçasıdır. Bu yönüyle süreç, klasik vahiy anlatısının ötesine geçerek; tarihsel, kültürel ve teolojik kodların iç içe geçtiği bir “hazırlık dönemi” olarak yeniden yorumlanmalıdır.
Söz konusu Elat ve Kadeş Barnea mescitleri hakkındaki şu açıklamalar bulunmaktadır.
Midyan terimi, geleneksel anlamda bir etnik grup ya da kabileyi ifade etmekten çok, mezhepsel birlik, kült federasyonu veya ritüel konfederasyon anlamında kolektif bir yapıyı tanımlar. Bu çerçevede, Midyan isminin tıpkı Jehuda gibi belirli bir coğrafi yahut etnik sınırlamadan ziyade, ilahi hukuk (din) ve kolektif ritüel yaşamla iç içe geçmiş sosyokültürel bir konfederatif düzenlemeyi temsil ettiği görülmektedir. Antik Yakın Doğu'da din ile hukuk arasında sıkı bir ilişki olduğu dikkate alındığında, Midyan kavramı “hukuki-dini otorite alanı” olarak da okunabilir.

Midyan bir Arap kabilesinin adı olmayıp, tıpkı Jehuda gibi bilinen mezhep, yani toplu kült birliği anlamına gelen kolektif bir isimdir. Antik çağda hukuk ve din yakından bağlantılıydı. Kadeş’in (Barnea) kutsal pınarı da bu adı taşıyordu. ‘Mé-meriba, yargı suyu’ veya 'En-mispat, yargı pınarı' denirdi. Aslen Sümerce olan Din, Arapça'da sadece mahkeme, yargı değil, aynı zamanda kült, din anlamına da gelir; böylece Midian pekâlâ dini topluluk anlamına gelebilir ve Köhén Midian: dini topluluğun (Yahveh) rahibi Midian, Jöhüdä'nın eski (yarı Arapça) adıdır. Başkenti 'Akaba Körfezi'ndeki Elat olan Edomite Sina amfisine atıfta bulunuyordu.162 Bazı bilim adamları, "Midian" adının coğrafi yerlere veya belirli bir kabileye değil, ancak ibadet amacıyla kolektif olarak bir araya getirilmiş bir kabileler konfederasyonuna veya "birliğine" atıfta bulunduğunu öne sürdüler. Paul Haupt ilk olarak 1909'da bu öneriyi yaptı, Midian'ı bir "kült kolektifi" (Almanca: Kultgenossenschaft) ya da "bir kutsal alanın çevresindeki farklı kabilelerin birliği (Almanca: Bund)" anlamına gelen bir amfiktiyon olarak tanımladı. Akabe Körfezi'nin kuzey ucundaki Elat, ilk mescidin yeri olarak önerildi ve ikinci bir kutsal alan Kadeş'te (Kadesh Barnea) bulunuyordu.

Daha sonraki yazarlar, belirlenen kutsal alan yerlerini sorguladılar, ancak bir Midianite birliği tezini desteklediler. George Mendenhall, Midyanlıların Sami olmayan bir konfederasyon grubu olduğunu öne sürdü ve William Dumbrell de aynı durumu sürdürdü:

Haupt'un önerisinin kabul edilmesi gerektiğine ve Midian'ın bir ülkeyi tasvir etmekten çok, Geç Tunç Çağı'na ait, geniş bir coğrafi alana sahip amorf bir birlik için genel bir terim olduğuna inanıyoruz. …”163

Amfilik (Amphictyony - vakıf, birlik, federasyon veya kooperatif anlamına gelir.), bir kutsal alanın çevresindeki farklı kabilelerin bir antlaşmasını ifade eder. Tıpkı küçük Delphi kasabasının en üst kısmındaki büyük Apollon tapınağının (Phocis manzarasının güneybatı kesiminde parnassus'un güney tarafında 700 m yükseklikte yer alır.) büyük Hellenik Amfilik'in ortak merkezini oluşturduğu gibi, Elat yakınlarındaki Sina Dağı, insanların ortak bayram kutlamaları için toplandığı (Pythian agonlarına karşılık gelen) Midian'ın antlaşma tapınağıydı. (Mısırdan Çıkış: 3, 18; 10, 9. 26; 34, 23; 23, 14. 17; Yasanın Tekrarı: 16, 16)

Pylåiseh-delphisehe Amfiktyony, Mali Körfezi'ndeki Delphi'nin kuzeybatısındaki Thermopyla'daki (yani kaplıcaların kapısı) Demeter Tapınağı'ndaki iki yıllık toplantıdan birini düzenledi. Aynı şekilde, Midian kült topluluğu, Yunan Amfiktyonlarında olduğu gibi anlaşmazlıkların çözüldüğü ve kötü davranışların cezalandırıldığı Elat'ın kuzeybatısındaki ikinci bir tapınağa sahipti. Yahuda'nın Tevrat'ı Sina'da verildi, tıpkı Yunanistan'da yasaların ve dini geleneklerin Delfi kahinlerine danışılmadan uygulanmaması gibi.166

Kadeş Barnea, günümüzde Sina Yarımadası’nda yer alan Negev Çölü sınırları içerisinde konumlanmaktadır. Kitâb-ı Mukaddes kaynaklarına göre Kadeş Barnea, Zin Çölü’nde yer alan kayalık bir bölgede bulunmaktadır. Söz konusu yerleşim, Kitâb-ı Mukaddes’te önemli bir yer işgal etmekte olup, özellikle hukukî uygulamaların icra edildiği bir merkez olarak öne çıkmaktadır. Kadeş Barnea’da hac mevsimleri ve bayram dönemleri gibi belirli zaman dilimlerinde yargılamaların yapılabilmesine imkân tanıyan toplumsal bir düzen mevcuttu. Bu nedenle bölge, "yargı pınarı" olarak ün kazanmıştır.

Kadeş Barnea’daki uygulamalar, yapısal ve işlevsel açıdan Mekke’deki hukukî-toplumsal pratiklerle benzerlik arz etmektedir.168 Öte yandan Medyen, Mekke’den daha geniş bir kabile koalisyonunun oluşturduğu bir kült merkezi niteliği taşımaktadır. Medyen ve çevresi, tarihsel süreçte eğitsel faaliyetlerin sürdürüldüğü bir merkez olarak uzun süredir bilinmektedir.169



İki Denizin Birleştiği/İki Bilgin Kişinin Toplandığı Yer

Akademik literatürde, Kadeş-Barnea ve Elat gibi mescitlerinde yalnızca ibadethane değil, aynı zamanda toplumun karar alma ve değer üretme süreçlerinin merkezleri olarak tanımlanır. Dolayısıyla bu mescitlerin, anlaşmazlıkların çözülmesi, sosyal normların belirlenmesi ve eğitim gibi işlevleri de içerdiği kabul edilmelidir. Bu durum, Kehf Suresi’nde geçen “iki denizin birleştiği yer” ifadesinin “iki bilgin kişinin buluştuğu yer” olarak yorumlanmasını hem semantik hem de sosyolojik açıdan anlamlı kılmaktadır.

Kehf Suresi 60-82. ayet ise, Musa’nın bu kez Medyen’den farklı bir mekânda, doğrudan bilgi arayışına yöneldiği bir dönemi betimlemektedir. Ayette Musa’nın ve yardımcısının “kaya”ya (الصخرة es-sahra) sığındıkları bildirilir. Arapça’da “sahra” kelimesi büyük kaya anlamına gelmekle birlikte, belirli bir coğrafi alanla özdeşleşmiş özel bir yer adı olarak da kullanılmıştır. Belirli bir el takısıyla geldiği için (es-) bu taşın sıradan bir kaya değil, bölge halkı tarafından tanınan, sembolik değeri olan bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, olayların gerçekleştiği bu mekânın, Musa’nın teolojik dönüşüm yaşadığı bir bilgi kaynağı olduğu yorumlanabilir.

Kehf Suresinde Musa peygamberin yargı uygulamalarının gerçekleştirildiği yere alim kul ile gittiğini, âlim kulun yargı kararlarının uygulayıcısı olduğunu açıklar:


Ayetler:
60Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: “Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demişti.
61-Bunun üzerine “iki bilgin kişinin toplandığı yer”e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.-
62Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: “Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi.
63Delikanlı: “Gördün mü/ hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/ sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/ sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti” dedi.
64Mûsâ, “İşte bu, aradığımızdı!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.
65Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.
66Mûsâ ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” dedi.
67,68Âlim ve rahmete mazhar kul: “Şüphesiz sen benimle beraber sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin!” dedi.
69Mûsâ: “İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem” dedi.
70Âlim ve rahmete mazhar kul: “O hâlde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar.”
71Bunun üzerine ikisi yürüdüler; sonunda gemiye bindiklerinde âlim ve rahmete mazhar kul gemide kusurlar oluşturdu. Mûsâ: “İçindekileri suda boğman için mi onu yırttın/kusurlar oluşturdun? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!” dedi.
72Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.
73Mûsâ: “Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!” dedi.
74Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler; âlim ve rahmete mazhar kul onu öldürüverdi. Mûsâ: “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!” dedi.
75Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.
76Mûsâ: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle kovarsan darılmam” dedi.
77Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Âlim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Mûsâ: “İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın” dedi.
78-82Âlim ve rahmete mazhar kul: “İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim:
“Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de bütün güzel, sağlam gemileri gasp edip alan bir kral vardı.
Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü’min kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, anne-babasını azdırmasından ve küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik.
Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, –Rabbinden bir rahmet olmak üzere– Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!" (69Kehf 60-82, İşte Kur’an)


Musa Peygamber, âlim kuldan aldığı dersler aracılığıyla karşılaştığı sorunlara yönelik çözümler geliştirmiştir. Geminin kusurlu gösterilmesi örneği, İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkış hazırlıklarını kamufle etmek amacıyla, faaliyetlerinin kusurlu ve zayıf olarak sunulmasının gerekliliğine işaret etmektedir. Bu strateji sayesinde Firavun, İsrailoğulları’ndan şüphelenmemiştir. Esaret dönemi boyunca, Mısır’da eğitim merkezleri kurulmuş, vahiy bilgisi bu yapılar aracılığıyla aktarılmış; ayrıca salât (maddi ve manevi destek) kurumları oluşturulmuştur. Toplumsal bilinç düzeyini artırmalarına rağmen, faaliyetlerini kusurlu göstermekte ısrarcı olmuşlardır.

Gencin öldürülmesi olayı, Musa Peygamber’e, Allah’a karşı savaş açanların öldürülmelerinin gerekliliğini öğretmiştir. Bu bağlamda, Allah’a karşı savaş ilan eden Firavun’un ortadan kaldırılması, ilahi irade doğrultusunda zorunlu hale gelmiştir. Bu, Allah tarafından kesinleştirilmiş bir hüküm olarak kabul edilmiştir.

Maide Suresi’nde, Allah’a ve Elçisi’ne karşı savaş açanların akıbeti açık bir biçimde belirtilmiştir:
33,34Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri/ eğitime öğretime tabi tutup dönmelerinin sağlanması veya kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmaları yahut sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkilerinin kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. (112Maide/33)

İki yetimin hazineye ancak reşit olduklarında erişebilmeleri örneği üzerinden, İsrailoğulları'nın sermaye biriktirme ihtiyacını kavradıkları anlaşılmaktadır. Bu ekonomik birikim, Mısır’dan çıkış sonrasında ihtiyaçlarını karşılamalarına imkân tanımış; bağımsız bir topluluk olarak varlıklarını sürdürebilmelerinin önünü açmıştır. Zira ekonomik güç ve sermaye, bağımsız bir devletin inşasında asli şartlar arasında yer almaktadır.

Sonuç olarak, Kehf Suresi’nde yer alan bu üç kıssa, Musa Peygamber’in tarihsel sorunlarına yönelik doğrudan çözüm sağlayan dersler içermektedir.





7. Sina Dağı (Tur-u Sina)
Meryem Suresi’nin 52. ayetinde geçen “ṭûr” (الطُّور) kelimesi, meallerde çoğunlukla "dağ" anlamında tercüme edilmiştir. Bu yorum doğrultusunda, Mûsâ peygambere vahyin Sina Dağı’nda (Ṭûr-u Sînâ) verildiği sonucu çıkarılmıştır. Ancak bu yerleşik anlayış, kelimenin etimolojik ve kavramsal tahlili yapıldığında hatalı olduğu görülecektir:

51Ve Kitap'ta Mûsâ'yı da an/hatırlat. Şüphesiz o arıtılarak saflaştırılmış idi. Ve bir elçi, bir peygamber idi.
52 Ve Biz ona en kutlu aşamanın (elçilik makamının) kenarından; o henüz elçi değilken seslendik ve onu özel bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık; elçi yaptık. 53Ve rahmetimizden o'na, kardeşi Hârûn'u bir peygamber olarak ihsan eyledik. (Meryem 51-53)

Meryem/52 de geçen "ط و ر tvr" ifadesi, klasik anlayışta "طُور tûr" diye okunduğundan "dağ" olarak anlamlandırılmıştır. Kastedilen dağın da Filistin’deki Tûr Dağı olduğu; genel kabul görmüştür.

Ayetteki "ايمن eymen" sözcüğü de "جانب cânib" söcüğü ile birlikte değerlendirilerek "Ona Tûr Dağının sağ tarafından seslendik" anlamı elde edilmiştir. Sonuçta Musa ile ilgili ayetlerdeki tüm "ر و ط tvr"ler; "Tûr Dağı" olarak anlaşılmış ve Musa ile Tûr Dağı birbirinden ayrılmaz olmuştur. Yani Musa’ya yapılan ilk vahiy ve sonraki vahiylerin çoğunun; Medyen ile Mısır arasındaki Tûr Dağı’nda gerçekleştiği kabul edilmiştir.



TÛR – TAVR
Tüm lügatlerde "طور tûr" sözcüğü, "üzerinde ağaç olan dağ" anlamındadır. Ne var ki Medyen ile Mısır arasındaki Tûr Dağı’nda hiç ağaç yoktur.

Ayetteki "طور tvr" sözcüğü, "hal, aşama" anlamına gelen "طَوْرُ tavr" şeklinde de okunabilir ve "ايمن eymen" sözcüğü de "طَور tavr" sözcüğünün sıfatı olur. Sıfat tamlaması olarak "الطور الأيمن et-tavri'l-eymen" de "en kutlu aşama" anlamına gelir. Bu hal, bu aşama, elçilik makamının, elçilik rütbesinin mecaz yoluyla güzel bir şekilde nitelenmesidir.

Ayetteki sözcük, "طور tûr" diye okunur; "ايمن eymen" sözcüğü de "طور tûr" sözcüğünün sıfatı yapılırsa "en kutlu dağ" anlamı oluşur. Sıfat tamlamasıyla yapılan bu niteleme ile de elçilik makamının, elçilik rütbesinin mecaz yoluyla güzel bir anlatımı gerçekleşir.[1] Bu anlatım, Ta Ha/12, Naziat/16’daki "الوادى المقدس mukaddes vadi" ve Kasas/30’daki "الوادى الأيمن el vadi'l-eymen" ifadesinin peygamberlik makamını nitelediği durumlarda da görülmektedir.

Yukarıda açıklananlara göre; Musa’ya "Tûr Dağı’nda vahyedildi" anlayışının yanlışlığı; kendini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca bu kabulleniş "Vahiy, Musa’ya dağda mı geldi; yoksa vadide mi geldi?" sorununu da karşımıza çıkarmaktadır.

Kur’an’da yalın olarak geçen "طور t v r" sözcükleri "طَوْر tavr" veya طُور tûr olarak okunmasında bir engel bulunmamaktadır. Her iki kıraat de kutlu peygamberlik makamını, rütbesini ifade eder. Mü’minun/20 ve Tin/2’de geçen "طور t v r" tûr diye okunmalıdır. Mü’minun/20’de "وَ شَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ tûri seynâe… ", ve Tin/2’dek "وَ طُورِ سينينَ tûri siniyne" ifadeleri, sıfat tamlaması olarak; "ağaçlıklı, güzel, mübarek, üzerinde ağaçlar olan dağ" anlamındadır. Bu nitelik, "Güney Doğu Toros Dağları’nı[2] ifade etmekte olup bunların Musa ile herhangi bir ilgisi yoktur. Ayrıntılı bilgi Tîn Suresi’nde verilmiştir.

Ayetteki "جانب cânib" sözcüğü ile "الطور الأيمن et-tavri'l-eymen/et-tûri'l-eymen" ifadelerinden oluşan tamlamadan da "en kutlu aşamanın kenarından/ en kutlu dağın kenarından (yani henüz elçi olmadan)" anlamı ortaya çıkar. Bu ayet, Musa’nın henüz elçi olmadan kendisine yapılan ilk vahiyden söz etmekte ve bununla kendisinin elçiliğe atandığını beyan etmektedir. İlk vahiy ile Mekkeli Muhammed’in elçi yapılış anının anlatıldığı; Necm/1-18 ve İsra/1’deki ifade de bunun gibidir. Bu ayetlerdeki anlatımın aynısını Kasas/29,30’da da görmekteyiz.

Tin ve Mü’minun surelerinde geçen “Tûr” sözcüleri Dağ anlamında olup bunlar ile kastedilmiş olan, ağacı bol dağlardır, ormanlık alandır. Açıkçası GÜNEY DOĞU TOROS DAĞLARIDIR. BUGÜN “SİNA DAĞI” OLARAK ADLANDIRILAN DAĞ DEĞİLDİR.

[1] Yerli yabancı literatürde Dağ simgesi kültürel anlamda "İnsanoğlu için ağır, yorucu, zor olabilecek işleri niteler.

[2] TOROS, Anadolu’da Ege denizi kıyılarından – Karia’dan başlayarak- Van Gölü’nün güneyine, dünyada ise Asya’nın doğu sahiline kadar uzanan dağ sisteminin adıdır ve uzandığı yönlere göre isimler alır. Antik yerbilimci Eratosten’in (M.Ö. 274-194) Coğrafya adlı eserinde Toros ismi ilk defa bir sıradağ adı olarak kullanılmıştır. Bilindiği gibi çok eskiden beri "BOĞA" anlamına gelen Toros isminin, bir sıradağa verilen Toros ismi ile nasıl bir bağlantısı olduğunu öncelikle bu ismin kökenine inip onu incelemekle başlayalım: Alman Coğrafyacı Heinrich Kiepert’in "Eski Coğrafya Ders Kitabı" isimli eserinde Toros adının kökünün Sami dil ailesinin bir üyesi olan eski Arameik dilinden olduğu ve "TÛR" kelimesinden oluştuğu belirtilmiştir ve ne dikkat çekicidir ki TÛR kelimesi hem Boğa hem de Dağ anlamına gelmektedir. Kiepert’e göre Tür kelimesi Anadolu yoluyla Eski Yunanca’ya geçmiş ve bu dile göre uyarlanarak Toros biçimini kazanmıştır. (TOROS İSMİNİN KÖKENİ – CEM KÜNCÜ).170

Tahlilde de görüldüğü gibi ayette tur kelimesi “en kutlu aşamanın (elçilik makamının) kenarı; henüz elçi değilken” anlamında kullanılmıştır.


Galat-ı Meşhur Bir Konu: Tur Dağı veya Sina Dağı
Mûsâ peygamberin Tûr Dağı’nda (Sina Dağı) vahiy aldığı yönündeki kanaat, literatürde oldukça yaygın olmakla birlikte, bu anlayış doğru değildir. Bu yanlış kanaatin kökeni, “ṭûr” ve “ṭavr” kelimelerinin etimolojik ve bağlamsal tahlilinde ortaya konulmuştur. Ancak bu hatalı kullanım, klasik ve modern metinlerde hâlen doğru kabul edilerek sürdürülmektedir.

Tarafımızca alıntı yapılan kaynaklarda da bu yerleşik anlayışa rastlanmakta olup, kavramsal karışıklığın önüne geçilmesi adına, metinlerde geçen “Tûr Dağı” ve “Sina Dağı” ifadelerinin Mûsâ (as)’nın peygamber olarak atandığını ve genel anlamda vahiy aldığını kabul ettiğimizi belirtiriz. Bununla birlikte, Kur’an perspektifinden değerlendirildiğinde, bu adlarla anılan spesifik bir dağın varlığından söz edilmemektedir. İlgili ayetlerde ise Mûsâ (as)’nın peygamberlik makamına atandığı açıklanmaktadır.



8. İki Nalınını Çıkarmak
Musa peygamberin ilk vahiy alışını açıklayan ayetlerden birisi de Ta Ha Suresi 12. ayettir.

11Sonra ona geldiğinde; bu sıkıntıyı gidermeye karar verdiğinde seslenildi: “Mûsâ! 12Ben, senin Rabbin olan Benim. Hemen yakınlarını ve mallarını burada bırak, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva'dasın/iki kere temizlenmiş bir vadidesin. 13Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; “14Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut]. 15Şüphesiz ki o saat/kıyâmet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim. 16O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendi boş iğreti arzusuna uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma uğrarsın” 14uyarısına kulak ver.(Ta Ha 12)

“Ayaktaki nalınların çıkarılması” ifadesi, kadim kültürel bağlamda genellikle kişinin akrabaları ve maddi varlıklarıyla ilişkisini kesmesi, yani bu unsurlardan feragat etmesi anlamında yorumlanagelmiştir.171 Medyen’de ilmi eğitimini tamamlayan Mûsâ’nın dönüş yolunda vahiy alarak peygamberlikle görevlendirilmesi sürecinde, Kur’an’da yer alan ilk emirlerden biri olarak bu ifadeye yer verilmektedir. Söz konusu emir, Mûsâ’nın akrabalık bağlarını ve malvarlığını terk etmesi gerektiğine işaret etmekte ve onun yeni misyonuna, yani peygamberlik görevine odaklanmasını temin etmeyi amaçlamaktadır.



9. İsrailoğullarının On İki Kabileye Ayrılması

Ayetler
160Ve Biz onları on iki torun liderleri olan oymak topluluğa ayırdık. Ve toplumu kendisinden su istediği zaman Mûsâ’ya, “Birikimini, o taş kalpli toplumuna uygula diye vahyettik. Hemen o taş kalpli toplumdan on iki toplum/ belde halkı oluşuverdi. Halkın her biri su alacağı yeri iyice öğrendi/ işaretledi. Ve bulutu da üzerlerine gölge yaptık. Onlara kudret helvası ve bal/ bıldırcın indirdik; size rızık olarak ihsan ettiğimiz nimetlerin temizinden yiyiniz! Onlar Bize haksızlık yapmadılar, kendileri kendilerine haksızlık ediyorlardı.(A’raf 160)

60Ve hani bir zamanlar Mûsâ, toplumu için su istemişti de, Biz, “Birikimini taş kalpli toplumuna uygula!” demiştik. Bunun üzerine o taş kalpli toplumdan birçok yöne on iki toplum-belde halkı ayrışmıştı. Oluşan her beldenin halkı, kendi su alacağı yeri kesinlikle öğrendi/işaretledi. –Allah'ın rızkından yiyin, için; keyfinize bakın ve bozgunculuk yaparak yeryüzünde taşkınlık etmeyin.–(Bakara 60)


İsrailoğullarının, Mısır’dan çıkış sürecinin ardından on iki kabileye (aşirete) ayrılarak, her birinin belirli bir bölgeye yerleştirilmesi suretiyle İsrail ve Yehuda Krallıklarını (Birleşik Monarşi) teşkil ettikleri bilinmektedir. Bu yerleşim modeli, Bakara Suresi’nin 60. ve A’râf Suresi’nin 160. ayetlerinde, her kabilenin kendi su kaynağına yönlendirilerek ayrı noktalara yerleştirildiği bilgisiyle teyit edilmektedir.

Bu yapı, akrabalık ve soy bağı esasına göre şekillenen on iki aşiretlik düzenin, belirli ilkeler doğrultusunda planlı bir yerleşim düzeni oluşturduğunu göstermektedir.172 Bu bağlamda, söz konusu düzenin, çağdaş şehir planlama ilkelerinin erken örneklerinden biri olarak değerlendirilmesi mümkündür. Nitekim bu model, Rabbimizin insanların yerleşim düzenine dair esasları binlerce yıl öncesinden öğrettiğini ortaya koymaktadır. Günümüzde şehirlerin plansız şekilde inşa edilmesinden kaynaklanan sosyo-ekonomik ve çevresel sorunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu tarihsel yerleşim modelinin dikkat çekici bir örnek teşkil ettiği görülmektedir.




10. Manna/Bal/Şifa Suyu ve Bıldırcın
80Ey İsrâîloğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Musa aranızda değilken; içinizde elçi yok iken size söz verdik üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. (Ta Ha Suresi 80)

160Ve Biz onları on iki torun liderleri olan oymak topluluğa ayırdık. Ve toplumu kendisinden su istediği zaman Mûsâ’ya, “Birikimini, o taş kalpli toplumuna uygula diye vahyettik. Hemen o taş kalpli toplumdan on iki toplum/ belde halkı oluşuverdi. Halkın her biri su alacağı yeri iyice öğrendi/ işaretledi. Ve bulutu da üzerlerine gölge yaptık. Onlara kudret helvası ve bal/ bıldırcın indirdik; size rızık olarak ihsan ettiğimiz nimetlerin temizinden yiyiniz! Onlar Bize haksızlık yapmadılar, kendileri kendilerine haksızlık ediyorlardı. (A’raf 160)

57Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık ve üzerinize kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. –Ve size verdiğimiz rızıkların hoş olanlarından yiyin.– Onlar, Bize karşı haksızlık etmediler, lâkin onlar şirk koşmak sûretiyle kendi benliklerine haksızlık ediyorlardı.(Bakara 57)


Ayetlerden yüzbinlerce insanın sırf manna ve bal ile beslendiği açıklanmıyor. Ayetlerde, Allah’ın kendisine sığınan kullarına insanları hayran bırakan en ufak nimetle bile mükâfatlandıracağı bildirilir. Kimsenin aklına gelmeyecek kadar nimet çeşitliliği sunduğu ifade edilir. Ayrıca yerleşik düzene geçinceye kadar gıda çeşitliliğinin sağlanmasının hayati önem taşıdığı ayetlerden anlaşılıyor.

Tâ-Hâ Suresi'nin 80. ayetinde, “manna” (kudret helvası) nimetinin İsrailoğullarına bahşedildiği ifade edilmektedir. Bu olgu, Kitâb-ı Mukaddes’te de “manna” şeklinde yer almakta ve her iki metinde ortak bir anlatı çerçevesinde yer bulmaktadır.173

Manna, uzun yıllardır bilimsel ve teolojik literatürde ilgi uyandıran bir konu olmuştur. Bazı araştırmacılar, “manna”nın biyolojik temelli bir olgu olduğunu ve Sina Yarımadası ile Suudi Arabistan'da yaygın olarak bulunan ılgın bitkisini emen unlu bit türlerinin salgıladığı tatlı maddeyle ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir.174, 175 Bu çerçevede “manna”, fizikötesi bir mucizeden ziyade doğal bir süreç sonucu oluşan bir madde olarak değerlendirilmiştir.

İlgili kutsal metinlerde “manna”nın İsrailoğullarının temel besin kaynağı olduğuna dair doğrudan bir ifade bulunmamaktadır. Aksine, bu maddenin çölde geçen süre zarfında Allah’ın sunduğu birçok nimetten yalnızca biri olduğu anlaşılmaktadır. İsrailoğullarının sahip oldukları hayvan varlığının korunması amacıyla düşük kalorili bir diyet benimsedikleri ve bu yaklaşım sayesinde mevcut hayvansal kaynakların daha uzun süre tüketilebildiği çeşitli çalışmalarda dile getirilmiştir.176

Unlu bitin yaşam döngüsünün sıcaklıkla sınırlı olduğu, dolayısıyla manna üretiminin yalnızca yılın belirli dönemlerinde (özellikle mayıs-haziran aylarında) gerçekleşebildiği belirlenmiştir.177 Bu durum, manna’nın sürekli ve yıl boyu temin edilebilen bir kaynak olmadığını göstermektedir. Ayrıca bu tür kabuklu bitlerin özellikle Tamarix gallica bitkisi üzerinde yoğun zarara yol açtığı, bilimsel verilerle tespit edilmiştir.178


Bununla birlikte Kur’ânî anlatı, manna benzeri doğal bileşiklerin kimyasal, biyolojik ve biyokimyasal yönlerinin araştırılmasına yönelik dikkate değer bir mesaj da barındırmaktadır. Kabuklu bitlerden salınan ballı maddeler yalnızca bitkiler üzerinde değil, aynı zamanda toprak ve insan sağlığı üzerinde de etkili olabilecek bir biyolojik çevrimi temsil etmektedir. Bu kapsamda, modern bilimsel araştırmalar manna üretimiyle bağlantılı olarak fumajin oluşumu, bitki-hayvan etkileşimi ve ekosistem dinamikleri üzerine yoğunlaşmıştır.





G- İBRANİ ALFABESİ VE TEVRAT’IN YAZILMASI


Alfabenin Doğuşu

Geç Tunç Çağı'nda Mısır coğrafyasında ortaya çıkan ilk alfabe, yazılı iletişim tarihinde dönüm noktası teşkil etmiştir. Bu bağlamda, hiyeroglif temelli sembolik yazı sistemlerinin yerini alan fonetik temelli alfabeler, bilgi aktarımında daha erişilebilir ve işlevsel bir yapı sunmuştur. Mısırlılar hiyeroglif yazıyı geliştirip kullanmalarına karşın, alfabetik sistemin mucidi değildirler. Arkeolojik ve filolojik veriler, Musa ve Harun peygamberin Mısır’da ikamet ettikleri dönemde eğitim kurumları vasıtasıyla alfabe geliştirme faaliyetlerinde bulunduklarına işaret etmektedir.


Öncelikle vurgulamak gerekir ki, Mısır hiyeroglif sistemi bir alfabe değildir. Hiyeroglif yazı, her biri belirli bir sesi, nesneyi ya da kavramı temsil eden yüzlerce sembolden oluşur179 ve bu nedenle sınırlı bir toplumsal okuryazarlık oranına neden olmuştur. Bu karmaşık yapı, yazının yalnızca saray çevresi ve seçkin sınıflar tarafından kullanılmasına yol açmış, geniş halk kitlelerinin bilgiye erişimini engellemiştir.




1. Proto-Ünsüz İbranice (Proto-Consonantal Hebrew - PCH)
Hiyeroglif sistem, sınırlı anlatım kapasitesi ve sembol sayısının artmasıyla (734 sembole kadar ulaştığı bilinmektedir) yazılı iletişim açısından ciddi yetersizlikler göstermiştir. Bu nedenle daha basit ve sistematik bir yazı sistemine duyulan ihtiyaç, alfabenin doğuşunu zorunlu kılmıştır. Nitekim vahiy mesajlarının geniş kitlelere aktarılabilir olması ve sonraki kuşaklara sağlıklı bir biçimde ulaştırılabilmesi, yazının fonetik esaslı ve öğrenimi kolay bir sistemle kayda geçirilmesini gerektirmiştir. Bu amaçla, Musa ve Harun peygamberin Mısır hiyerogliflerinden bazı sembolleri seçerek, o sembollerin temsil ettiği nesnelerin ilk seslerini esas alıp ünsüz harfler biçiminde yeniden yapılandırdıkları anlaşılmaktadır. Bu yaklaşım, alfabenin fonetik temelli bir sisteme dönüşümünün ilk örneklerinden biri olarak değerlendirilmektedir.

Sözlü iletişim, yazılı kültürle kıyaslandığında daha hızlı değişime açık olup, dilsel süreklilik ve bilgi aktarımı açısından sınırlıdır. Bu nedenle kutsal mesajların yalnızca sözlü kültüre dayanarak aktarılması, anlam kaymaları ve tarihsel kırılmalar açısından risk taşımaktadır. Dolayısıyla, yazılı sistemin tesisi, ilahi mesajların sağlıklı biçimde muhafaza edilmesi açısından zorunlu hale gelmiştir.

... Konuşma dili, sözlü iletişimde kullanılan dil türüdür. Standart yazı dili için yukarıda sayılan özellikleri taşıyan bir konuşma dilinden de söz edilebilir. Ancak bunun sınırları yazı dili kadar kesin değildir ve yazı diline göre daha hızlı değişir. Öyle ki zamanla yazı diliyle sözlü dil arasında bir uçurum oluşabilir.181

Alfabenin icadı, esasen ihtiyaçtan doğan bir gelişimdir. Mısır coğrafyası, bu icadın gerçekleşmesi için gerekli kültürel ve teknik altyapıyı sağlamıştır. Nitekim Mısırbilimci Alan Henderson Gardiner de bu noktada Mısır’ı, İbranîler için bir “okul” olarak değerlendirmektedir.182


Kur’an-ı Kerim, Musa ve Harun peygamberin Mısır’da eğitim kurumları kurduklarına dikkat çeker:

87Ve Biz Mûsâ ile kardeşine, “Toplumunuz için Mısır'da birtakım okullar hazırlayın ve okullarınızı kıble/hedef kılın ve salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun] ve mü’minlere müjde verin!” diye vahyettik.(Yunus 87)


Bu ayet, Musa ve Harun peygambere, dini eğitim yapılarının kurulması, toplumun örgütlenmesi ve vahyin yazılı kültüre geçirilmesi yönünde açık bir talimat verildiğini göstermektedir. Bu bağlamda, tevhid dininin sistematik biçimde yayılması ve korunması adına yazılı kültürün inşası öncelikli hedef haline gelmiştir.


Kur’an’da Alak Suresi’nin ilk beş ayeti de yazı ve bilginin kayda geçirilmesinin önemini vurgulamaktadır:

1-2Oluşturan; insanı embriyondan oluşturan Rabbinin adına öğren-öğret!
3-5Öğren -öğret!
Senin Rabbin ise kendilerini üstün biri sayan o kişilerden daha üstün olandır. Senin Rabbin ki kalemle öğretti. O, insana bilmediğini öğretti. (Alak 1-5)


"Bu ayetler ışığında, yazı kültürü yalnızca vahyin kayıt altına alınmasıyla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda bireysel bilinçlenmenin ve toplumsal örgütlenmenin kurumsallaşması adına, devletleşme sürecine yönelik hedef ve stratejilerin belirlenmesinde temel bir araç olarak değerlendirilmiştir. Bu kapsamda, Mısır’da teşkil edilen eğitim kurumları hem İslam öğretimin hem de yönetimsel vizyonun inşasında kritik işlevler üstlenmiştir." Arkeolojik bulgular, Musa peygamber dönemine ait eğitim ve yazı faaliyetlerinin en az beş farklı merkezde yürütüldüğünü ortaya koymaktadır. Bu merkezler:


Wadi el-Hôl:183 Yazıtlar ve edebî metinlerle tanınan önemli bir vadinin adıdır.

Serabit el-Khadim ve Wadi Nasb: Sina Yarımadası’nda bulunan maden bölgeleri olup, çok sayıda Orta Krallık dönemine ait yazıt burada tespit edilmiştir.

Lahun ve Tell el-Daba (Avaris):184 İbranîlerin yoğun biçimde yaşadıkları yerleşim alanlarıdır.

Bu okullar hem yazının kurumsallaşması hem de alfabenin sistematik biçimde geliştirilmesi açısından kritik rol oynamıştır. Bahsi geçen bölgelerde elde edilen epigrafik veriler, alfabenin Mısır’da doğrudan İbranî öncülüğünde geliştiği tezini güçlendirmektedir.



2. Mısır Okulları

Wadi el Hol Yazıtları:
Wadi el-Hol, Yukarı Mısır'da Luksor ile Hou arasında stratejik bir konumda yer alan ve antik dönemde önemli bir çöl geçidi olarak işlev gören bir merkezdir. Arkeolojik veriler, bölgedeki yazıtların Hanedan Öncesi dönemden erken İslamî döneme kadar uzanan geniş bir kronolojik yelpazede gelişim gösterdiğini ortaya koymaktadır.185 Nitekim, bugün “proto-alfabetik” sistemin en erken örnekleri arasında kabul edilen İbrani kökenli yazıların, ilk kez Wadi el-Hol bölgesinde tespit edildiği bilinmektedir.

Bu bağlamda, burada keşfedilen yazıtların, özellikle 12. Hanedanlık dönemine tarihlenen hiyeroglif örnekleriyle belirgin benzerlikler taşıdığı görülmektedir. Alfabenin oluşum sürecinde, Mısır yazı sisteminden seçilen sembollerin sadeleştirilerek ses temelli bir simgeler dizisine dönüştürülmesinde, bu döneme ait yazı örneklerinin doğrudan etkili olduğu anlaşılmaktadır. Wadi el-Hol’deki yazıtlar, fonetik temsile dayalı yazı sisteminin şekillenmesinde geçiş dönemi niteliği taşımaktadır.

Wadi el-Hol’ün yalnızca bir geçit noktası veya karakol alanı değil, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan canlı bir merkez olduğu açıktır. Bölge, ticaret kervanlarının uğrak noktası olmasının yanı sıra, dönemin seçkin figürlerinin dinlenme, kültürel etkileşim ve sanatsal faaliyetlerde bulundukları bir merkez olarak işlev görmüştür. Amenemhat III döneminde sanat ve edebiyatın altın çağını yaşaması, bu bölgenin entelektüel faaliyetler için tercih edilmesini açıklamaktadır. Özellikle tanrıça Hathor’a adanmış tapınaklar, müzikal ikonografiler ve ritüel yazıtları, Wadi el-Hol’ün aynı zamanda bir kutsal kült merkezi olduğunu belgelemektedir.

Söz konusu arkeolojik ve epigrafik veriler ışığında, alfabe çalışmalarının yazıt üretiminin yoğunlaştığı, sanatsal ve entelektüel dinamizmin yüksek olduğu bölgelerde başlatılmış olması dikkat çekicidir. Wadi el-Hol bu bağlamda, yalnızca bir yazı geliştirme merkezi değil, aynı zamanda dönemin “kültürel başkentlerinden” biri olarak işlev görmüştür.186, 187

Musa peygamberin yaşamının, Mısır Orta Krallığı’nın entelektüel yoğunluk kazandığı bu döneme denk gelmesi hem yazı sisteminin tesisi hem de vahyin kayıt altına alınması sürecinde böyle bir kültürel ortamdan azami düzeyde yararlanıldığını düşündürmektedir. Nitekim, Wadi el-Hol’de kayalara işlenen yazıtlar arasında; kişisel isimlerden sosyal ilişkilere, edebi metinlerden dini tasvirlere kadar geniş bir yelpazeye yayılmış içerikler gözlemlenmektedir.188, 189, 190, 191

Sonuç olarak, Wadi el-Hol, yalnızca alfabenin şekillendiği bir coğrafya değil; aynı zamanda bir yazı kültürünün, dini bilginin ve yönetsel aklın temellendirildiği bir kurumsal eğitim ortamı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yönüyle, Musa ve Harun peygamberlerin öncülüğünde oluşturulan Mısır okullarının temel yapıtaşlarından biri olduğu değerlendirilmektedir.




3. Musa ve Harun Peygamber Dil Bilimcidir
Musa ve Harun peygamberler, yalnızca birer elçi değil, aynı zamanda dilsel dönüşümün mimarları olarak da değerlendirilmelidir. Kur’an-ı Kerim’de yer alan ayetlerden anlaşıldığı üzere, bu iki kardeş peygamber farklı dillerde ileri düzey yetkinliğe sahiptir. Musa peygamber Mısır dilini (özellikle hiyeroglif ve hiyeratik yazı sistemlerini), Harun peygamber ise İbraniceyi açık, düzgün ve etkili biçimde konuşma becerisiyle ön plana çıkmaktadır. Bu dilsel donanım, insanlık tarihinin ilk fonetik alfabesinin oluşturulmasında merkezi bir rol oynamıştır.192


Kur’an’da Musa peygambere ilişkin olarak:

Mûsâ yiğitlik çağına girip olgunlaştığında, Biz ona hikmet (yasa) ve bilgi verdik…” (Kasas 14) ifadeleriyle onun bilgi temelli bir eğitime tabi tutulduğu açıkça belirtilmektedir. Yine:

Kardeşim Hârûn’u da benimle gönder; çünkü o, dil bakımından benden daha açık ve etkilidir…” (Kasas 34) şeklindeki beyan, Harun’un dilsel yeterliliğini teyit eden bir başka güçlü referanstır. Allah Teâlâ’nın: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç oluşturacağız…” (Kasas 35) buyruğu, bu iki peygamberin yalnızca tebliğ değil, aynı zamanda dil ve yazı kurumsallaşmasını da üstlenecek bir ekip ruhuyla hareket ettiklerini göstermektedir.

14Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız. (Kasas 14)

33,34Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”
35Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız.” (Kasas 33-35)

18Firavun: “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? 19Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörlerden birisin de...” dedi. (Şuara 18)

25Mûsâ: “Rabbim! 33Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34ve Seni çok çok anmamız için 25göğsümü aç, 26işimi bana kolaylaştır. 27Dilimden de düğümü çöz 28ki sözümü iyi anlasınlar. 29Ve ehlimden; 30kardeşim Hârûn'u 29benim için bir vezir kıl, 31o'nunla arkamı kuvvetlendir. 32İşimde o'nu bana ortak et. 35Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” 25dedi.(Taha 25-35)


Yunus Suresi 87. ayet, alfabenin kurumsal bağlamda geliştirildiğini açıkça işaret etmektedir:

Mûsâ ile kardeşine, ‘Toplumunuz için Mısır’da birtakım okullar hazırlayın; bu okullarınızı kıble/hedef kılın; salâtı ikame edin…’” (Yunus 87)

87Ve Biz Mûsâ ile kardeşine, “Toplumunuz için Mısır'da birtakım okullar hazırlayın ve okullarınızı kıble/hedef kılın ve salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun] ve mü’minlere müjde verin!” diye vahyettik.(Yunus 87)


Bu ifade, söz konusu yapıların yalnızca ibadet mekânları değil, aynı zamanda bilgi üretimi, dil eğitimi ve yazının standartlaştırılması gibi çok boyutlu işlevler üstlendiğini göstermektedir. Alfabenin oluşturulması, Tevrat’ın yazıya geçirilmesinde vazgeçilmez bir ön koşuldu. Ancak mevcut Mısır hiyeroglif yazı sistemi gerek karmaşıklığı gerekse sembol sayısının fazlalığı nedeniyle bu işlevi yerine getirmede yetersizdi. Hiyerogliflerin binlerce simgeye dayalı yapısı, hızlı yazım, yaygın okuryazarlık ve net iletişim için elverişli değildi.

Bu noktada, Amenemhat III dönemine ait hiyeroglifler model alınarak ses temelli, sade ve öğretilebilir bir alfabe geliştirilmiştir. Musa peygamberin bu hiyeroglifleri bildiği ve hatta prens Amenemhat IV kimliğiyle doğrudan bu kültürel ortamda yetiştiği göz önünde bulundurulursa, alfabe üretim sürecinde oynadığı yapıcı rol daha da netleşmektedir.

Oluşturulan bu ilk fonetik alfabe, sembollerin soyut kavramlar yerine doğrudan sesleri temsil ettiği bir sistemle hem teolojik metinlerin kayda geçirilmesini hem de yazılı iletişimin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Alfabe, sadece Tevrat’ın kayıt altına alınmasını mümkün kılmakla kalmamış, aynı zamanda tarihsel olarak Fenike, Arami, Yunan, Latin, Arap, Süryani ve Mezopotamya alfabelerine de prototip oluşturmuştur. Çin ve Japonya gibi doğu logografik sistemler dışta bırakıldığında, bu prototipin insanlık tarihindeki yazı sistemlerinin çoğuna kaynaklık ettiği açıktır.

Bazı çevrelerde ilk alfabetik yazı sisteminin İbranice olamayacağı yönündeki tepkiler, tarihsel gerçekliğe değil, dogmatik önyargılara dayanmaktadır. Oysa arkeolojik, epigrafik ve dilbilimsel veriler, Musa ve Harun peygamberlerin önderliğinde gerçekleştirilen bu dil reformunun tarihsel temellere dayandığını göstermektedir. Bu reform, sadece semavi mesajların aktarımını değil, aynı zamanda dilbilimin evrimini de derinden etkilemiştir.




4. İlk Alfabenin Ortaya Çıkışı Amenemhat III Dönemine Denk Gelir
İlk fonetik alfabenin icadı, tarihsel bağlamda yalnızca yazılı iletişimde değil, aynı zamanda kültürel, dini ve yönetimsel dönüşümlerde de bir kırılma noktası teşkil etmiştir. Bu kırılmanın başlangıç noktası olarak Mısır Orta Krallık Dönemi'nde hüküm süren Firavun Amenemhat III dönemi öne çıkmaktadır. Söz konusu dönem hem saray aydınlarının hem de dış kültürel etkilerin iç içe geçtiği bir bilişsel iklim sunar. Bu bağlamda Musa Peygamber’in sarayda yetişmiş olması ve yönetsel deneyim kazanmış bir figür olarak bu iklim içinde aktif rol üstlenmesi son derece anlamlıdır.



İbranice Temelli Alfabenin Doğuşu ve İlk Yazıtlar
Araştırmacı Dr. Douglas Petrovich’in öncülüğünde yürütülen çalışmalar, Mısır’da geç Tunç Çağı’na tarihlenen 16 adet yazıtın içerik analizine dayalı olarak, bu yazıtlardaki kelimelerin İbranice Kitabı Mukaddes'te yer alan sözcüklerle örtüştüğünü ortaya koymuştur. Bu durum, söz konusu yazıların yazıldığı dilin ön-İbranice olduğunu kuvvetle desteklemektedir.

Petrovich’in tespitine göre, bu yazı sistemi Mısır hiyerogliflerinden türetilmiş 22 karaktere dayalıdır. Bu karakterler akrofonik prensiplerle (her bir sembolün, temsil ettiği kelimenin baş harfini ses olarak temsil etmesi) oluşturulmuş ve İbranice söz varlığında karşılığı olan ses birimlerine indirgenmiştir. Bu yaklaşım, alfabenin temelini oluşturan ses esaslı yapıyı (fonetik sistem) ortaya koyar.

Petrovich’in ifadesiyle:
“Mısır'da üst düzey eğitim almış, İbranice konuşan en az bir veya iki kişi, yüzlerce sembolden yalnızca 22 tanesini seçerek bir alfabe sistemi oluşturmuştur. Bu, dil bilimi açısından devrim niteliğindedir.”192

Bu yeni yazı sistemi, geleneksel hiyerogliflerin aksine yüzlerce işaretin ezberlenmesini gerektirmemekteydi. Alfabenin öğrenimi saatlerle sınırlıydı ve okuma-yazma süreci büyük oranda sadeleştirilmişti. Bu da onu yalnızca din adamları ve saray görevlileri değil, tüccarlar, askerler ve halk sınıfları tarafından da erişilebilir kıldı.193

Yazının bu sadeleştirilmiş yapısı, kutsal metinlerin (örneğin Tevrat) geniş kitlelere aktarımını da mümkün hale getirmiştir. Mısırlı yazıcılar ömür boyu süren bir eğitimle klasik hiyeroglif sistemini öğrenirken, yeni alfabe sisteminin birkaç günde öğrenilebilmesi ciddi bir toplumsal dönüşüm başlatmıştır.194

Petrovich, Amenemhat III dönemine tarihlenen dört yazıtın (Sina 353, 349, 357, 361) hem dilsel hem de epigrafik açıdan aynı elden çıktığını belirtir. Bunlar, kronolojik olarak Amenemhat III’ün 18. ile 29. yılları arasına tarihlenmektedir. Yazıtların gelişmişliği, yazı stilindeki olgunlaşma ve içerik analizi; Musa peygamberin bu sürecin merkezinde yer aldığını gösterir niteliktedir.195, 196


Dört yazıtın Firavun Amenemhat III'ün zamanına ait olduğu bilinen yazıdan daha gelişmiş ve dolayısıyla daha genç olduğunu ortaya çıkaran göreli bir tarihleme sistemi oluşturabildik.
...
Yazıtların kendileri ile ilgili olarak: 353, 349, 357 ve 361'in çekirdek yazısının analizi (daha sonra eklenen ek yazının aksine), hepsi için ortak bir editör olduğunu ve tek bir elin dördünden iki veya üçünü yazdığını gösterir.
...
Bu dört yazıtın pekâlâ İncil'deki Musa'nın ve onun yakın çevresinin eseri olabileceğini öne sürüyorum.197

12. Hanedanlığın sonları ile 13. Hanedanlığın başlarına tarihlenen Wadi el-Hol yazıtları da bu fonetik yazının kullanım sahasının yalnızca Sina Yarımadası ile sınırlı kalmadığını, yukarı Nil havzasına kadar yayıldığını göstermektedir.198, 199, 200 Bu durum, alfabenin sistematik ve kurumsal bir dil reformu olarak kullanıldığını ve Musa Peygamber’in önderliğinde şekillendiğini destekleyen güçlü arkeolojik bir zemindir.

Petrovich kitabında, Kitabı Mukaddes’te çok sayıda geçen İbranice sözcük tanımlamıştır. Konunun anlaşılması için bunlardan iki tanesini paylaşmak istiyoruz:

Örnek 1:
Sina 377 yazıtı: İçerisindeki “ôpeh” (אֹפֶה – fırıncı) kelimesi, Tekvin/Yaratılış 40:5 ile birebir örtüşmektedir. Bu, dilsel süreklilik açısından önemli bir ipucudur.
5 Firavunun sakisiyle fırıncısı tutsak oldukları zindanda aynı gece birer düş gördüler. Düşleri farklı anlamlar taşıyordu.(Yaratılış 40:5)
...
Son olarak, Sina 377, Joseph'in tanıdığı Mısırlı fırıncı (Yaratılış 40:16) için kullanılan aynı İbranice kelimeyi, âpâh "fırıncıyı" doğrular; bu kelime WeH 1'de de tasdik edilmiştir.201


WeH 2 yazıtı: İçerdiği dört kelime (kuşatan, çarpık, ızdırap, Allah) sırasıyla Habakkuk 1:4, Vaiz 1:15, Yeşaya 51:23 ve Kitabı Mukaddes’teki Tanrı ismi “El” ile örtüşmektedir. Bu da söz konusu yazıtların semantik olarak Kitabı Mukaddes metinleriyle doğrudan ilişkili olduğunu gösterir.

Örnek 2

Aşağıdaki çeviri WeH 2 yazıtı için önerilmiştir:
1. kelime; kuşatan, Habakkuk 1:4’de geçer.
2. kelime; çarpık, Vaiz 1:15’de geçer.
3. kelime; ızdırap, Yeşaya 51:23’de geçer.
4. kelime; êl – Allah,202



Tercüme edilen en eski İbrani yazıtlar şunlardır:

Bu bilinen en eski İbranice harf Amenemhat III'ün 18. yılındaki yazısını iki yıl sonra (Amenemhat III'ün 20. yılı) en eski tamamen İbranice yazıt (Sina 377) izledi. Daha sonra bu kralın hükümdarlığının 26. yılında WeH 1 ve 2'yi yazıldı ve son olarak da 29. yılında LBO yazıldı.203


Günümüzde kimi araştırmacılar, bu ilk fonetik alfabenin "Kenanî" (Proto-Sinaitik ya da Proto-Kenanî) olduğunu iddia ederek Petrovich’in İbranice vurgusunu görmezden gelme eğilimindedir. Ancak bu alfabenin ön-ünsüz (abjad) yapısı itibarıyla Fenike, Arami, İbranice ve Arap alfabelerine temel teşkil ettiği bilimsel camiada genel kabul görmektedir. Dolayısıyla, bu sistemin İbraniceye özgü olmadığı iddiası, onu İbranice kökenli bir öncül prototip olarak değerlendirme imkânını ortadan kaldırmamaktadır.


Harun Peygamber, Musa Peygambere Yardımcı Atandı
Ayetler:
35Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Hârûn'u da o'nunla birlikte yardımcı, destekçi verdik. (42Furkan 35)

52 Ve Biz ona en kutlu aşamanın (elçilik makamının) kenarından; o henüz elçi değilken seslendik ve onu özel bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık; elçi yaptık. 53Ve rahmetimizden o'na, kardeşi Hârûn'u bir peygamber olarak ihsan eyledik. (44Meryem 53)

25Mûsâ: “Rabbim! 33Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34ve Seni çok çok anmamız için 25göğsümü aç, 26işimi bana kolaylaştır. 27Dilimden de düğümü çöz 28ki sözümü iyi anlasınlar. 29Ve ehlimden; 30kardeşim Hârûn'u 29benim için bir vezir kıl, 31o'nunla arkamı kuvvetlendir. 32İşimde o'nu bana ortak et. 35Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” 25dedi. (45Taha 25-35)

42Sen ve kardeşin alâmetlerim/ göstergelerim ile gidin ve Beni anmakta gevşeklik etmeyin. (45Taha 42)

33,34Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”
35Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız." (49Kasas 33-35)

87Ve Biz Mûsâ ile kardeşine, “Toplumunuz için Mısır'da birtakım okullar hazırlayın ve okullarınızı kıble/hedef kılın ve salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun] ve mü’minlere müjde verin!” diye vahyettik. (51Yunus 87)

45,46Sonra da Mûsâ ve kardeşi Hârûn'u âyetlerimizle/ alâmetlerimizle/ göstergelerimizle ve apaçık bir güç ile Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik/elçi yaptık. Bunun üzerine kendilerinin büyüklüğüne inandılar ve ululuk taslayan bir toplum oldular. (74Mü’minun 45)


Sinai 357A yazıtındaki "kardeşim destekliyor" ifadesi, Musa ile Harun’un birlikte yürüttüğü ilahi misyonun erken bir epigrafi yansıması olarak değerlendirilebilir. Kur’an’daki ilgili ayetlerle birebir örtüşmesi, yazıtların yalnızca tarihî değil, vahiy bağlamında da güçlü bir delil niteliği taşıdığını göstermektedir. Bu yazıt, Musa peygamberin yazı diliyle yürüttüğü dinî-tebliğsel faaliyetlerin somut bir izi olarak, tarihsel ve teolojik arşivde benzersiz bir yere sahiptir.

Bu bağlamda, Sina 357A yazıtında geçtiği belirlenen “kardeşim destekliyor” ifadesi, yalnızca bir bireysel duygusal beyan değil; dönemin dini, sosyal ve kültürel yapısını belgeleyen tarihsel bir ifade olarak karşımıza çıkar. Yazıttaki bu ifade, özellikle şu üç düzlemde önem arz eder:

Teolojik Yansıma:
“Kardeşim destekliyor” ifadesi, Kur’an’da geçen destek temasıyla birebir örtüşür. Bu durum, yazıtı kaleme alan kişi ya da kişilerin Harun’un rolüne dair derin bir farkındalık taşıdıklarını, hatta bu desteğin maddi olarak gözlemlenebilecek bir sürece (örneğin dil reformu veya tebliğ faaliyetleri) yansıdığını gösterir.

Yazıtın Kimliği Açısından Kanıt:
Bu ifade, yazıtı yazan kişinin yalnız olmadığını, bir kardeş figürüyle desteklendiğini ve bu desteğin kurumsal nitelikte olduğunu göstermektedir. Bu noktada, yazıtın arkasındaki öznenin Musa peygamber olduğuna dair güçlü bir bağlam oluşur. Harun’un adı geçmese dahi, onun işlevinin yazıtta açıkça görünmesi, yazının ilahi görev sahibi kardeş peygamberlere ait olduğunu düşündürür.

Kurumsal Faaliyetlere İşaret:
“Kardeşim destekliyor” ifadesi, bu alfabenin ortaya çıkış sürecinin bireysel bir faaliyet olmadığını, arkasında en az iki kişilik organize bir yapı olduğunu gösterir. Bu yapı, Kur’an’da tarif edilen Mısır’daki evlerin eğitim merkezi olarak kullanılması (Yunus 87) ile uyumlu olduğunu gösterir.

Bu eşleşme, semavi metinlerin içerdiği olayların yalnızca efsanevi değil, tarihsel ve fiziksel izlere sahip olabileceğine dair güçlü bir emaredir. Kur’an’daki “kardeşiyle destekledik” vurgusu, Sinai 357A’daki “kardeşim destekliyor” ifadesiyle yankı bulur. Böylece yazılı tarih, kutsal metinle kesişir; teolojik anlatım, epigrafik delille birleşir.204



5. Yazı Sahibinin Kimliği

Çıkış öncesi dönemde, maden ocaklarında çalıştırılan köleler tarafından yazıldığı değerlendirilen bu yazıtlar tarihsel bağlam açısından son derece önemlidir. Söz konusu yazıtların metinsel bütünlüğü üzerinde yapılan analizler, metinlerin editörünün tek bir kişi olduğunu ve bu kişinin Musa peygamber olabileceğini düşündürmektedir. Bazı araştırmacılar ise, bu yazıtların Musa peygamberin doğrudan kendisi tarafından değil, onun yakın çevresindeki kişiler tarafından kaleme alındığı yönünde görüş bildirmektedirler.205




6. Alfabenin Evrimi: İkonik Temsilden Lineer Yazıya Geçiş Süreci
Alfabenin icadı ve olgunlaşma süreci, zamana yayılan çok aşamalı bir evrimsel gelişim göstermiştir.206 Bu süreç, ikon temelli hiyeroglif sistemlerinden daha sade ve işlevsel olan doğrusal (lineer) yazıya geçiş şeklinde gerçekleşmiştir. Başlangıçta, hiyeroglif ikonların boyutları küçültülmüş ve bu ikonlar basitleştirilerek yeni grafiksel simgeler, yani harfler oluşturulmuştur. Oluşturulan bu mini ikonlardan meydana gelen harfler yan yana getirilerek temel (kök) sözcükler türetilmiş, bu kök sözcüklerden de türev kelimeler elde edilmiştir.

Söz konusu yapı, kök temelli dil sistemlerinin temelini oluşturan ön-İbrani alfabesini doğurmuş ve bu sistem, sonraki alfabelerin gelişimine zemin hazırlamıştır. Dilsel anlamda her kelime, zihinsel bir düşüncenin somut bir yansımasıdır. Bu bağlamda yazı, düşüncenin dışavurum biçimi olarak değerlendirilir. Okuma sırasında, beyindeki görsel işlemlemeyle ilgili nöral bölgeler, kelimelere ait şekilsel uyaranları algılayarak aktive olur; bu da yazılı iletişimin bilişsel temellerine ışık tutar.

Harfler, hiyeroglif ikonların boyutu küçültülerek yeni ikon halinde oluşturulmuştur. Bu mini ikonlardan oluşan harfler yan yana birleştirilerek ana kök sözcükler bulunmuştur. Ana köklerden de yardımcı kökler türetilmiştir. Bu şekilde elde edilen harfler sayesinde çok sayıda sözcük kombinasyonu kolaylıkla yapılabilir oldu. Bu kök kelime sistemine dayalı ön-İbrani alfabesi diğer alfabelerin gelişmesinin önünü açtı.

Dilde ifade edilen her kelime bir düşüncenin yansımasıdır. Düşünceler yazıya bu şekilde aktarılmaktadır. Yazı okunduğunda beynin görme ile ilgili bölgesindeki nöronlar kelimeye ait şekil enerjilerini alır ve uyarılırlar.207


Bağımsız devlet olmanın en önemli şartlarından birisi dil ve alfabedir. Tarihte okuma yazma bilmeyen insanlara uzun süre zulüm uygulanmıştır:

Bin yıldan fazla bir süredir kurumsal devletler ve seçkinler, okuma yazma bilmeyen insanları kültürel ve dini törenlere bağımsız katılımdan men etmişti. Ve şimdi, yüzlerce yıldır, garip, basitleştirilmiş yazı, bu çevrelerde kişisel, güçlü, etkileyici ve hatta belki de büyülü bir araç olarak canlı tutuldu.208

Musa Peygamber’in “On Emir”i yazdığı tabletin taştan yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bu çıkarım, kendisinin daha önce yazıya aktardığı Sina 353, 349, 357 ve 361 numaralı yazıtların taş üzerine kazındığının anlaşılmasıyla desteklenmektedir. Mısır kültürel geleneğinde yazıların uzun ömürlü olması hedeflendiğinden, metinler çoğunlukla taş materyaller üzerine işlenmiş, bu nedenle dayanıklı ve kalıcı yazıtlar ortaya konmuştur. Bu tür yazıtlar kimi zaman “stel” olarak adlandırılmaktadır. Özellikle Serabit el-Khadim bölgesinde yer alan bazı yazıtların stel formunda hazırlandığı bilinmektedir. Bu bağlamda, Musa’nın da benzer bir geleneği takip ederek On Emir’i taş tabletler üzerine kaydetmiş olması tarihsel ve arkeolojik bağlamda tutarlıdır.

Musa peygamber, Allah’tan aldığı vahiyleri levhaya yazdığı A’raf Suresinde bildirilir.

145Ve Biz o'nun için o levhalarda her şeyden, bir nasihat ve her şey için bir ayrıntı yazdık. “Haydi, bunları kuvvetle al, toplumuna da en güzel şekilde almalarını emret. Yakında size o hak yoldan çıkanların yurdunu göstereceğim. 146Yeryüzünde, bütün âyetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen haksız yere büyüklük taslayan şu kimseleri, âyetlerimizden uzak tutacağım.” –Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil; duyarsız, ilgisiz olan kimseler oluşlarındandır.– 147Âyetlerimizi ve âhiretteki karşılaşmayı yalanlayanların amelleri boşa gitmiştir. Onlar kendi yaptıklarından başka bir şey ile mi cezalandırılırlar? (A’raf 145)


150Ve Mûsâ, hoşnut olmadan ve üzüntülü olarak toplumuna döndüğünde, “Bana arkamdan ne kötü bir halef/ nesil oldunuz! Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız mı?” dedi. Ve levhaları bıraktı ve kardeşi Hârûn'u kendine çekerek başından tuttu. Hârûn: “Ey anamın oğlu! İnan ki, bu toplum beni güçsüz düşürdü, az daha beni öldüreceklerdi. Onun için bana düşmanları sevindirecek bir şey yapma. Ve beni bu zâlimler toplumu ile bir tutma” dedi. (A’raf 150)


154 Hoşnutsuzluğu Mûsâ'yı rahat bırakınca da levhaları aldı. Onlardaki yazıda da, ancak Rableri için adam olan kimseler için bir kılavuzluk ve rahmet vardı. (A’raf 154)








H- ÇIKIŞTAN SONRA ÇÖLDE 40 YIL

İsrailoğulları'nın Mısır'dan çıkışlarının ardından yerleşik düzene geçinceye dek bir süre çölde göçebe yaşam sürdükleri bilinmektedir. Bu sürece ilişkin önemli bir arkeolojik kanıt, M.Ö. 1400 yılına tarihlenen ve Mısır’ın Soleb kentinde keşfedilen bir yazıttır. Söz konusu yazıtta “Yahve’nin Şaşuları” (Yahweh of the Šasu) ifadesi yer almakta olup, burada geçen “Şaşu” terimi göçebe topluluklara atıfta bulunmaktadır. Yazıt, bu grubu Edom’un çöl bölgesine —bugünkü Ürdün topraklarına— yerleştirmektedir. Bu veri hem kronolojik hem de coğrafi açıdan Tevrat’ta aktarılan İsrailoğulları’nın 40 yıl süren çöl yaşamı ile dikkat çekici bir örtüşme arz etmektedir.209






İ- GELENEKSEL MISIR TARİHİNDE KRONOLOJİ SORUNU

Mevcut Mısır kronolojisinde ciddi yapısal sorunlar bulunmaktadır. Bu sorunlar temel olarak iki ana nedenden kaynaklanmaktadır. İlk olarak, tarih belirleme süreçlerinde önemli hatalar yapılmıştır. Arkeologlar ve tarihçiler, antik döneme ilişkin olayları kronolojik olarak sıralama çabalarında çoğunlukla çeşitli tahmin ve varsayımlara dayalı yöntemler kullanmışlardır. Özellikle arkeolojik katmanlarda baskın olarak bulunan çanak çömlek türleri gibi materyal kültür unsurları, buluntu katmanlarının tarihlendirilmesinde başlıca araçlardan biri olmuştur. Ancak bu gibi yöntemlerin dayandığı varsayımlar her zaman geçerli olmayabilir. Sonuç olarak, bazı buluntuların 1000 ila 2000 yıl arasında değişen hatalı tarihlere yerleştirildiği vakalar belgelenmiştir.


İkinci sorun ise geleneksel Mısır kronolojisinin kendisidir. Bu kronoloji, büyük ölçüde belirli hanedanlara ait varsayımsal tarih aralıklarına dayanmakta olup, bu yöntemle oluşturulan tarihsel çerçeve genellikle diğer antik uygarlıkların kronolojileriyle örtüşmemektedir. Özellikle Mısır ve İsrail tarihleri arasında ciddi zaman uyumsuzlukları söz konusudur. Bu tür kronolojik uyuşmazlıklar tarihsel olayların yeniden değerlendirilmesini gerektirmiş ve zaman içerisinde birçok araştırmacı, geleneksel Mısır tarihini revize etmeye yönelmiştir.210, 211



1. Mısır Kronolojisi
Mısır tarihi, MÖ 3. yüzyılda yaşamış olan Mısırlı tarihçi ve rahip Manetho tarafından kaleme alınmıştır. Ancak Manetho’nun çalışması günümüze eksik ve parçalı bir biçimde ulaşabilmiştir. Manetho, mevcut bilgiler doğrultusunda firavunları otuz ayrı hanedan altında sınıflandırmıştır. Ancak bu hanedanların kronolojik dizilişi ardışık bir şekilde ilerlememekte; bazı hanedanlar eş zamanlı olarak varlık göstermektedir.



2. Geleneksel Mısır Kronolojisinin Revizyonu: Tarihsel Uyumsuzluklar ve Yorum Farklılıkları
İsrail ve Mısır tarihinin doğru şekilde ilişkilendirilmesi, farklı kültürel kayıtların birbirini tamamlamasına olanak sağlayarak eskiçağ tarihine dair daha tutarlı bir yapı kurulmasına katkı sunacaktır. Özellikle Mısır, İsrail ve Mezopotamya’ya ait tarihsel belgelerin bir arada değerlendirilmesi, mevcut kronolojik boşlukların giderilmesinde etkili olacaktır.

• Mevcut arkeolojik ve metinsel veriler, Mısır hanedanlarının bazı durumlarda üst üste gelmiş olabileceğini ve geleneksel tarihlemenin sanılandan daha az eski olabileceğini göstermektedir.

• II. Hanedanlığın III. Hanedanlık ile çağdaş olduğu düşünülmektedir. Bu bağlamda, geleneksel olarak tanımlanan “Birinci Ara Dönem”in gerçekte var olmadığı ve bu döneme atfedilen karanlık yılların, “İkinci Ara Dönem”in karanlık yıllarıyla karıştırıldığı ileri sürülmektedir.

• VII.–X. Hanedanlıklar ile XV.–XVI. Hanedanlıklar arasında benzerlikler söz konusudur. XVII. Hanedanlık ise XVI. Hanedanlık ile eş zamanlı olarak değerlendirilmelidir.

• V. ve VI. Hanedanlıkların, XI. ve XII. Hanedanlıklarla aynı zaman diliminde varlık göstermiş olduğu anlaşılmaktadır.

• Bu bağlamda, Mısır tarihinin, geleneksel olarak kabul edilen Konvansiyonel Kronoloji’de öne sürüldüğü gibi (MÖ 3000–MÖ 5000) kadar eskiye dayanmadığı ileri sürülmektedir.

• İlk Mısır hanedanının MÖ 2100 civarında başladığı; Büyük Tufan’ın ise MÖ 2300–2400 yılları arasında gerçekleştiği varsayılmaktadır.

• Mısır’dan Çıkış’ın, MÖ 1445 tarihinde, XII. Hanedanlığın sona ermesini takiben gerçekleştiği öne sürülmektedir.

• XII. Hanedanlıktan önceki geleneksel Mısır kronolojisinin oldukça spekülatif olduğu ve büyük ölçüde yaklaşık tahminlere dayandığı ifade edilmektedir.

• Hanedanlıkların bu “Modern Sıralaması”, hem İncil anlatılarıyla hem de Mezopotamya kronolojik kayıtlarıyla örtüşmektedir.

• Bu alternatif sıralama, Yûsuf ile Imhotep’in aynı kişi olduğu yönündeki iddiayı reddeden yaklaşımlara karşı geliştirilmiş bir karşı yanıt niteliğindedir.210, 211

• VI. Hanedanlığın XII. Hanedanlıkla çağdaş olduğuna ve sözde Birinci ile İkinci Ara Dönemlerin özünde aynı döneme işaret ettiğine dair ilave kanıtlar da bulunmaktadır.212, 132, 213



3. Antik Mısır Kayıtlarının Derlenmesindeki Zorluklar
Mısır, Çıkış (Exodus) olayının yaşandığı dönemde büyük insan ve kaynak kayıplarına uğramıştır. Bu bağlamda, Yusuf ve ailesinin Mısır’daki yaklaşık 400 yıllık ikametleri süresince gerçekleştirdikleri katkıların kasıtlı olarak unutturulmak istenmiş olması muhtemeldir. Bu durum, İbranilerin Mısır’daki tarihsel izlerine dair bilgi edinmenin neden bu kadar güç olduğunu kısmen açıklamaktadır.210

Bu tür tarihsel silinmeye yönelik uygulamalara Mısır tarihinde başka örnekler de mevcuttur. Örneğin, Firavun Akhenaton’un çok tanrılı din anlayışını terk ederek tek tanrılı bir dini benimsemesi, ölümünün ardından düşman ilan edilmesine yol açmış ve bu nedenle ardılı tarafından tüm icraatları sistematik olarak silinmiştir.214 Benzer şekilde, Firavun Thutmose III’ün iktidara gelişiyle birlikte selefi Hatshepsut’un kayıtlarını bilinçli olarak yok ettiği bilinmektedir.215


Amenemhat IV'ün, Musa Peygamber ile özdeşleştirildiği bazı yaklaşımlarda, bu şahsın Mısırlı bir adamı öldürmesi nedeniyle (Kur’an, Kasas 15) ölüm cezasına çarptırıldığı ve bu bağlamda “hafızanın lanetlemesi” (damnatio memoriae) uygulamasına tabi tutulduğu ileri sürülmektedir. Neticede, Amenemhat IV’ün isim ve unvanları heykellerden ve kraliyet yazıtlarından sistematik biçimde silinmiştir.7

Mısır kronolojisine dair en önemli kaynaklardan biri olan Torino Kral Listesi, araştırmacılar açısından yüksek değere sahiptir. Bununla birlikte, bu listede çeşitli yazman hataları, eksiklikler, yanlış sıralamalar ve kronolojik boşluklar yer almaktadır. Söz konusu sorunlar, “The Political Situation in Egypt during the Second Intermediate Period c. 1800–1550” adlı çalışmada ayrıntılı şekilde analiz edilmiştir.216

Mısır tarihi hakkında elde edilen verilerin önemli bir kısmı, genellikle “anıt yazıtları” veya “anıt dikilitaşları” (stelae) olarak tanımlanan kaynaklardan derlenmiştir. Ancak bu tür metinler çoğunlukla hükümdarın meşruiyetini yüceltme amacı taşıdığı için objektif bilgi sunma iddiasında değildir.217

Anıt stelleri, hükümdarlar tarafından çoğunlukla tanrısal iradeyi yerine getirdiklerini göstermek amacıyla dikilmiştir. Bu yazıtlar öznel nitelik taşımalarına rağmen, dönemin siyasi ve sosyal yapısına dair değerli bilgiler sunmaktadır.218


Mısır ile Hititler arasında gerçekleşen Kadeş Savaşı, net bir galibin belirlenemediği bir çatışma olarak tarih sahnesine geçmiştir. Ancak Mısır kaynaklarında bu savaş, Firavun’un zaferi olarak yüceltilmiş ve resmi tarihe bu şekilde yansıtılmıştır.219

Tarihsel bilgiye ulaşmanın önündeki bir diğer engel, birçok belgenin savaşlar, istilalar, doğal afetler ve zamanla meydana gelen erozyon sonucu tahrip edilmiş veya tamamen kaybolmuş olmasıdır.
Mısır kayıtları genellikle taş yüzeylere hiyeroglif biçiminde işlenmiştir. Ancak bu yazım biçimi belirli sınırlamalar içerir. Hiyerogliflerin anlamlandırılması için sembollerin “kod” niteliği taşıyan yapısının çözümlenmesi gerekir. Ayrıca, hiyerogliflerde telaffuz biçimi Yunanca veya İngilizcedeki gibi gösterilmediği gibi, olayların kesin tarihlerini veren zaman damgaları da yer almamaktadır. Bu nedenlerle, hiyerogliflerin yorumlanması büyük ölçüde uzmanlık gerektirir ve bu alan zamanla bilgi kaybına uğramıştır.
Mısır tarihinde Musa Peygamber’in ismine rastlanmamasının en önemli nedenlerinden biri, Çıkış olayıyla birlikte yaşanan sistemsel çöküştür. Mısırlıların, Musa’yı ve İsrailoğullarını (köle sınıfını) bu çöküşten sorumlu tutmaları nedeniyle, söz konusu olayların resmi kayıtlara yansıtılmamış olması kuvvetle muhtemeldir. Bu denli büyük bir olayın tarihsel belgelerde yer almaması, yalnızca böyle bir yaklaşım ile açıklanabilir.



Geleneksel Mısır Kronolojisi
TarihMısırİsrail
M.Ö. 3000Menes (İlk Hanedan güçlü mezopotamya etkisi gösterir)
Djoser ve Imhotep (İmhotep Djoser'ın rüyasını yorumlar,
kıtlık krizi çözüldü)
M.Ö. 2000 
İlk Ara Dönem İbrahim (mezopotamyadan Joseph
(Mısır'daki kıtlık krizini çözer)



 
Revize Kronoloji (Sweeney 1997)
TarihMısırİsrailMezopotamya
MÖ + 1300Erken BadarianUbeyd
MÖ 1300Catestrofik YıkımCatestrofik YıkımCatestrofik Yıkım
MÖ 1200Geç Bedarian ve GerzeanKhirbet KerakJamdat Nasr
MÖ 1100-1000Yıkım BölümüYıkım BölümüYıkım Bölümü
MÖ 1000Menes (Erken Hanedan)İbrahimErken Hanedan
MÖ 900Djoser ve İmhotepYusuf (Joseph)
MÖ 800Yıkım BölümüYıkım BölümüYıkım Bölümü
MÖ 800Piramit ÇağıHâkimler ÇağıAkkad Çağı
MÖ 700Hyksos dönemiSaulSargon I




  
Modern Kronoloji (Ashton & Down 2006)
TarihMısırİsrail
MÖ 2080Menes (İlk Hanedan)İbrahim
MÖ 1900Djoser (3. Hanedan) + İmhotepYusuf
MÖ 1531Amenemhat III (6. Firavun 12. Hanedan)Musa
MÖ 1445Neferhotep I (13. Hanedan)Çıkış (Musa)
MÖ 1405-1018Hyksos (15. ve 16. Hanedan)Joshua - Saul
MÖ 1018Amenhotep I ve Thutmosis I (18. Hanedan)Davud
MÖ 950Hatshepsut (18. Hanedan), (Sebe Melikesi)Süleyman
MÖ 929Thutmosis III (18. Hanedan)Jereboam
  

  
Modern kronolojiyi temel alan bu yaklaşım, İsrail ve Mısır arkeolojik kayıtlarının kronolojik olarak eşleştirilmesini mümkün kılarak tarihsel çelişkilerin ortadan kaldırılmasına katkı sağlar. Bu doğrultuda İbrahim’in, Menes’in çağdaşı olduğu; Yusuf’un ise Imhotep ve Djoser döneminde yaşadığı yönünde güçlü arkeolojik ve tarihsel göstergeler mevcuttur.

Ashton ve Down tarafından geliştirilen modern kronoloji dikkatle incelendiğinde, tarihsel tutarsızlıkların büyük ölçüde giderildiği görülmektedir. Geleneksel Mısır kronolojisini yeniden değerlendiren bazı tarihçiler ve arkeologlar, kronolojik düzeni, Yusuf Peygamber’in yaşadığı döneme — Djoser ve Imhotep’in çağına — dayandırarak revize etmiştir. Bu yaklaşımda, Yusuf’un Mısır tarihindeki belirgin etkileri, kronolojik sistemin mihenk taşı olarak kabul edilmektedir.



Sonuç ve Genel Değerlendirme
Kur’anı Kerim’de kıssaların yer almasının nedeni olarak insanların bundan ibret almaları istenir. Böylece Allah, insanların barış içinde mutlu yaşamalarını arzu etmektedir. Kur’an kıssalarının genel özelliği olarak her zaman ve her yerde sorunların çözümü için yol gösterici özelliği vardır. Kıssalar masal yahut olmuş bitmiş olay değildir. Her insanın ya da toplumun sürekli yaşayabilecekleri genel olaylardır. Kıssalardaki ilkeler her toplumda sorunların çözümü için kolaylıkla uygulanabilir. Bu nedenle Musa peygamber kıssası üzerinden açıklanan ayetlerin her zaman her toplum için yol gösterici özelliği vardır.

Bu çalışmanın temel amacı, Musa Peygamber’in biyografik detaylarından ziyade, onun ve İsrailoğullarının karşılaştıkları dağ gibi zorlukları Allah’ın ilkeleri doğrultusunda nasıl aştıklarını ortaya koymaktır. Ayrıca Musa kıssası üzerinden açıklanan ayetlerin Kur’an dışı veriler ışığında yeniden değerlendirilmesiyle ile birlikte Kur’an’ın hak bir kitap olduğunu bu bakış açısından okuyucuya göstermektir.

Bu bağlamda, Musa Peygamber’e ilişkin Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan ayetler ile Kur’ân dışı tarihî, coğrafî, arkeolojik ve antropolojik veriler eşgüdümlü olarak ele alınmış, özellikle Batılı bilim insanları tarafından yürütülen uzun soluklu ve disiplinler arası akademik çalışmaların bulguları titizlikle analiz edilmiştir. Elde edilen veriler, Kur’ân’da aktarılan anlatımlarla yüksek düzeyde örtüşmekte olup, bu uyum Kur’ân’ın hak bir kitap olduğuna dair önemli bir gösterge olarak değerlendirilmelidir.

Kur’ân-ı Kerîm, Musa kıssası üzerinden yalnızca tarihsel bir panorama sunmakla kalmamakta; aynı zamanda evrensel ahlaki ilkeler, toplumsal adalet, bireysel sorumluluk ve ilahi irade karşısındaki insan duruşuna dair derinlikli mesajlar vermektedir. Bu yönüyle Kur’ân, zamanlar üstü bir hitap gücüne sahip olup, her çağın insanına evrensel değerler çerçevesinde yol gösterici olmaya devam etmektedir. Bu mesajların doğru, anlaşılır ve evrensel bir dille insanlığa ulaştırılması, Müslüman bireylerin asli sorumluluklarından biridir.

Şunu da vurgulamak gerekir ki, bu çalışma Musa Peygamber kıssasına dair tüm yönleri kapsayan nihai bir araştırma niteliğinde değildir. Doğası gereği sınırlı ve geliştirilmeye açık olan bu metin, ilgili alanda yapılacak daha kapsamlı ve derinlikli araştırmalar için ön açıcı bir zemin sunmayı amaçlamaktadır. Özellikle arkeolojik ve tarihsel alanlarda sürdürülen yeni nesil çalışmaların, Musa Peygamber’in yaşadığı döneme ilişkin daha fazla kanıtı gün yüzüne çıkaracağına dair inancımız tamdır.

Kusursuzluk âlemlerin Rabbi Allah’a aittir.




13.01.2021
Hakan KAYILI
Son güncelleme tarihi: 22.05.2025












Kaynaklar

1- https://josephandisraelinegypt.wordpress.com/tag/Amenemhet-iv/
02.01.2024 tarihli erişim.

2- The Bible and Egypt, p. 143

3-https://www.hermitagemuseum.org/wps/portal/hermitage/digital-collection/06.+Sculpture/83612/?lng=
02.01.2024 tarihli erişim.

4- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, pp. 16-17

5- https://en.wikipedia.org/wiki/Amenemhat_IV
29.04.2025 tarihli erişim.

6-https://pharaohoppressionmosesisraelegyptdynasty.wordpress.com/tag/kahun/
02.01.2024 tarihli erişim.

7- Bana göre Amenemhat’ın kraliyet dışı kökenine ilişkin en güçlü kanıtlardan biri, Kraliçe Sobekneferu’nun ismini sistematik biçimde yalnızca Amenemhat III ile ilişkilendirmesi; buna karşın, Amenemhat IV ile hiçbir şekilde ilişkilendirmemiş olmasıdır. Bu durum, bazı araştırmacıların, kraliçenin doğrudan selefine karşı bilinçli bir “damnatio memoriae” (hafıza silme) uyguladığı yönünde bir hipotez geliştirmelerine zemin hazırlamıştır. (s. 16)

Bu heykellerden ilki (A 1), tahrif edilme girişimine rağmen, göğüs bölgesine kazınmış bir yazıtı muhafaza etmektedir. Yazıt üzerinde, silinme teşebbüsüne rağmen, “sꜣ Rˁ” unvanı ile birlikte Amenemhat IV’ün tahta çıkış adının yer aldığı, “Mꜣˁ-ḥrw-Rˁ” ibaresini çevreleyen kartuş açıkça okunabilmektedir. (s. 60)
(7- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 16, 60)

8- Robert B. Jansen, Dams and public safety (Water resources technical publication), p. 4

9- The evolution of irrigation in Egypt's Fayoum Oasis: State, village and conveyance loss, p. 114

10- Robert B. Jansen, Dams and public safety (Water resources technical publication), pp. 3-6

11- The evolution of irrigation in Egypt's Fayoum Oasis: State, village and conveyance loss, p. 116

12- The evolution of irrigation in Egypt's Fayoum Oasis: State, village and conveyance loss, pp. 117-120, 128

13- The evolution of irrigation in Egypt's Fayoum Oasis: State, village and conveyance loss, p. 115

14- The evolution of irrigation in Egypt's Fayoum Oasis: State, village and conveyance loss, p. 128

15- The Bible and Egypt, p. 154

16- Searching for Moses by David Down, pp. 53-57

17- Rohl, Pharaohs and Kings: A Biblical Quest, p. 271

18- Royal Executions: Evidence bearing on the Subject of Sanctioned Killing in the Middle Kingdom, Kerry M. Muhlestein, pp. 15-16

19- The Kahun Gynaecological Papyrus: ancient Egyptian medicine, Lesley Smith

20- https://afrolegends.com/2018/07/09/african-ancient-medicine-the-kahun-gynecological-papyrus/
02.01.2024 tarihli erişim.

21- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID

22- The Gynecological Papyrus Kahun, Helena Trindade Lopes and Ronaldo G. Gurgel Pereira

23-https://www.ucl.ac.uk/museums-static/digitalegypt/med/birthpapyrus.html
02.01.2024 tarihli erişim.

24- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 124

25- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 126

26- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 137

27- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, pp. 126-127

28- Ancient Egyptian health related to women: obstetrics and gynaecology, Bouwer, Debra Susan p. 33

29- The Bible and Egypt, p. 60, 162

30- The Pyramid Builders Of Ancient Egypt A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 59, 106

31-Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition James K. Hoffmeier, pp. 184-185, 224

32- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 92

33- The People of the Cobra Province in Egypt: A Local History, 4500 to 1500 BC, Wolfram Grajetzki, p. 176

34- The People of the Cobra Province in Egypt: A Local History, 4500 to 1500 BC, Wolfram Grajetzki, p. 198

35- Zorla Çalıştırma (Forced Labor)
Eski Krallık döneminin sonlarına doğru, zorla çalıştırmanın en uç biçimi olan kölelik kurumsallaşmış bir uygulama hâline gelmiştir. Orta Krallık süresince ise köle nüfusunun büyük bölümünü yabancı kökenli bireyler oluşturmuştur. Bu kişiler çoğunlukla askerî seferler sonucunda ele geçirilen savaş esirleri olup, Mısırlı bireylere mülk statüsünde tahsis edilmişlerdir. Örneğin, çiftçi Hekanakht'ın karısına Yakındoğu menşeli köleler verdiği belgelenmiştir. Bununla birlikte, çok sayıda yabancı köle tapınaklara ve sınır kalelerine zorunlu hizmet amacıyla yönlendirilmiş ve ağır koşullar altında çalıştırılmıştır.
(35- The Oxford Encyclopedia of Ancient Egypt. Oxford University Press. 2001)

36- https://en.wikipedia.org/wiki/Papyrus_Brooklyn_35.1446
02.01.2024 tarihli erişim.

37- On İkinci ve On Üçüncü Hanedanlar döneminde yazılmış iki dizi belgeyi içeren bu papirüs, Geç Orta Krallık dönemindeki Mısır uygarlığının sosyal, ekonomik, yasal ve siyasi yönleriyle ilgili olması nedeniyle birçok açıdan son derece önemlidir.
Papirüsün rektosu, muhtemelen Thebes'teki, Amenemhat III’ün 31. yılına tarihlenen zamanında, birkaç tarih formüllerinden ve paleografinin gösterdiği gibi korunmuş “Büyük Hapishane” sabıka kaydının bir bölümünü içeriyor. Raporda, angarya görevlerinde bulundukları yerlerden kaçan ve böylece kaçak hale gelen, çoğu köylü olan, biri kadın olmak üzere seksen kişi listeleniyor Olaya karışan kişiler yeniden yakalanmış ve “Büyük Hapishaneye” gönderilmişti ve papirüs, çeşitli davalarının nasıl çözüldüğünün kayıtlarını içeriyor. Çeşitli (çalışma kamplarından ya da hapishaneden firar zamanları) ilgili yasalara atıfta bulunan ve Orta Krallık Mısır'da kodlanmış bir yasanın varlığının açık kanıtları gibi görünen belirli ifadeler büyük ilgi çekicidir.
Papirüsün rektosunda ayrıca ana metnin çeşitli sütunları arasında bırakılan boşluklara yazılmış üç ekleme yer almaktadır. Ekleme A, ana metin gibi, muhtemelen Amenemhat III zamanından kaynaklanmaktadır. Görünüşe göre, kaçakların zorla çalıştırmadan geri alınmasıyla ilgilenen bir bölge memurunun mektubu. O kadar kötü korunmuş ki, ondan fazla bir şey toplanamıyor.
(37- A Papyrus of the Late Middle Kingdom In the Brooklyn Museum by William C. Hayes)

38- http://www.henryzecher.com/papyrus_ipuwer.htm
02.01.2024 tarihli erişim.

39- The Ipuwer Papyrus and the Exodus, p. 2

40- Kahun’da ele geçen papirüs belgelerinde, çeşitli dini bayram ve ritüellere dair kayıtlar yer almaktadır. Bu belgelerden birinde, Sokar Bayramı, Khoiak Festivali ve hükümranlık süren firavunun adına düzenlenen törenleri kapsayan bir dizi festivale atıfta bulunulmaktadır. Ayrıca, muhtemelen taşkın döneminde su altında kalan bir barajın kesilmesiyle bağlantılı olduğu düşünülen bir “Nil’i Alma” festivalinden de söz edilmektedir.
Tablo 3’te ise, “Herakleopolis Hanımefendisi Hathor’un Kürek Festivali” olarak tanımlanan ve büyük olasılıkla tanrıçanın Kahun’daki tapınağını ziyaret etmesini anımsatan ya da bu ziyareti kutsayan bir ritüelin kaydı yer almaktadır.
(40- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 134)

41- Ashton and Down, ref. 5, p. 98

42- Hakkı YILMAZ, Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, s. 555

43-Hz. Musa’nın Yüzleştiği Statüko Kadim Mısır’ın Ma’at Doktrini, Hakan OLGUN

44- The World of Middle Kingdom Egypt (2000-1550 BC), p. xi, 126, 129, 130, 133

45- https://tr.wikipedia.org/wiki/Nil#Nil_ta%C5%9Fk%C4%B1nlar%C4%B1
02.01.2024 tarihli erişim.

46- https://en.wikipedia.org/wiki/Flooding_of_the_Nile
02.01.2024 tarihli erişim.

47- The World of Middle Kingdom Egypt (2000-1550 BC), p.135

48- Studies in the Twelfth Egyptian Dynasty: I-II, p. 6

49- https://answersingenesis.org/archaeology/ancient-egypt/the-pyramids-of-ancient-egypt/
02.01.2024 tarihli erişim.

50- https://www.britannica.com/biography/Amenemhet-III
02.01.2024 tarihli erişim.

51- A cognitive approach to the topography of the 12 th dynasty pyramids, Giulio Magli

52- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 169

53- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 281

54- The Egyptian Labyrinth, Alan B. Lloyd, pp. 85, 93-95

55- Pharoah's Gateway To Eternity Uphill, p. 153

56- New Light on the Egyptian Labyrinth: Evidence from a Survey at Hawara, Inge Uytterhoeven and Ingrid Blom-Boe, p. 115

57- A Virtual Exploration of the Lost Labyrinth Developing a Reconstructive Model of Hawara Labyrinth Pyramid Complex, Narushige Shiode, Wolfram Grajetzki, p. 6

58- An examination of groundwater within the Hawara Pyramid, Egypt, p. 2
59- The Two Labyrinths, H. R. Hall, p. 320

60-The Idea of the Labyrinth From Classical Antiquity Through the Middle Ages, p. 23

61- The astral labyrinth at Knossos, Alexander MacGillivray, p. 330

62- Her şeyden önce, Labirent, gizemlerin en büyüğü olan Yaşam ve Ölüm ile ilgili faaliyetlerin merkeziydi. Orada insanlar ölümü yenmek ve yaşamı yenilemek için bildikleri her yolu denediler. Labirent, öbür dünyadaki yaşamı korunsun diye ölü kral tanrıyı korudu ve gizledi. Orada yaşayan kral-tanrı, ölü atalarının ölümsüz yaşamlarıyla ilişki kurarak kendi canlılığını yenilemeye ve güçlendirmeye gitti. Labirent, insanların en güçlü duygularının merkeziydi - en yoğun ifade biçimleri orada sevinç, korku ve kederdi. Bu duygular belirli kanallara yönlendirilerek ritüel ve en eski sanat formlarını -sadece müzik ve dans değil, aynı zamanda heykel ve resim de- ürettiler. Labirent, mezar ve tapınak olarak, o günlerde dini ve hayat veren bir öneme sahip olan tüm sanat ve edebiyatın gelişimini destekledi.
(62- The Labyrinth: Further Studies in the Relation between Myth and Ritual in the Ancient World, S. H. Hooke, p. 42)

63- The Idea of the Labyrinth From Classical Antiquity Through the Middle Ages, p. 35

64- The Labyrinth Further Studies in the Relation between Myth and Ritual, p. 24

65- W. M. Flinders Petrie, Religious life in ancient Egypt, 1924, pp. 208-209

66- Tanrıların önünde duran Firavun otoritesini gösterir. Gökyüzüne çıkabilmeleri için onlara bir merdiven yapmalarını emreder. Ona itaat etmezlerse ne yiyecekleri ne de sunuları olacaktır. Ancak kral bir önlem alır. Konuşan kişi olarak kendisi değil, ilahi güçtür: "Bunu size söyleyen ben değilim, tanrılar, konuşan Sihirdir". Firavun tırmanışını tamamladığında, ayaklarındaki sihir "Gök titriyor", "yer önümde titriyor, çünkü ben bir sihirbazım, sihire sahibim" diyor. Aynı zamanda, tanrıları tahtlarına yerleştiren, böylece kozmosun onun kadimiyetini tanıdığını kanıtlayan kişidir.

(66- C. Jacq, Egyptian Magic, 1985, p. 1)

67- GEÇİT YOLU
Gösterildiği gibi, Hawara'daki piramit koridoruna ana yaklaşım doğudan ziyade güneydendi ve bu nedenle yönlendirme olmasa bile normal bir piramit ilerleme şemasını takip etti. Eğim daha sonra Vadi Tapınağı'nın arkasından kademeli olarak yükselir ve kuzeyindeki dış çevre duvarına ulaşırdı.
Amenemhat III'ün Dahshur piramidinin planını takiben, bu rampa, dış tuğla duvarları arasında 35 arşın (18.31m, de Morgan yaklaşık 18.55m verdi) olacaktı. Bu, 8.55 m genişliğinde, her biri 5 m'lik iki tuğla döşeli yan şeritle çevrili, yine her biri 1.15 m'lik dış tuğla duvarlarla çevrili, toplam genişliği yaklaşık 20.58 m veya yaklaşık 40 arşın olan merkezi bir taş döşemeli bölümden oluşuyordu. Böyle merkezi bir taş döşemeli yolun genişliği, her biri yaklaşık 1.50 m kalınlığındaki yan duvarları dahil olmak üzere yaklaşık 8 m genişliğinde olan I. Senusret'in piramit yolundaki yükselen taş koridorun genişliğine çok yakındı. Bu nedenle, Dahshur'daki taş döşeli alan, rahiplerin tapınaklarda hizmet ederken kullanacağı asıl geçidi desteklemiş olabilir.
Hawara'daki büyük platformun, piramidin yaklaşık 500 arşın (261 m) güneyinde bir noktaya ulaşılana kadar oldukça düzgün bir yüksekliğe sahip olduğu zaten kanıtlanmıştır. Bu nedenle, üst platform büyük platformdan yaklaşık 3 m veya muhtemelen 6 arşın daha yüksekte durduğundan, platformu kesen geçit için eğiminin çok büyük olması gerekmez. Gösterileceği gibi, Vadi Tapınağı'nın konumu net olmasa da Dahshur'daki gibi, kendi yokuşunun tepesindeki büyük platformun üzerinde durmuş olma olasılığı çok yüksektir. Durum böyleyse, diğer Amenemhat örneğiyle aynı büyüklükte, yani 72 m uzunluğunda olduğunu ve piramidin yaklaşık 255-6 m güneyinde Hawara'daki alanda Petrie tarafından işaretlenen tuğla duvarın, Amenemhat'ın konumunu işaret ettiğini varsayarız. Güney cephesi ise, geçidin yaklaşık uzunluğu için aşağıdaki rakamlar hesaplanabilir. Piramit muhafaza genişliği için yaklaşık 255-6m-72m-48 1/2m, 135m verir. Piramidin tapınağının avlusundan önce uzanan 24 m uzunluğunda bir girişi varsa, bu rakamın 11 lm'ye düşürülmesi gerekir. Dolayısıyla bu toplamlar 45'te 1 veya 39'da 1'lik eğim açıları verir. Platformun bir bütün olarak güneye doğru hafifçe eğimli olması veya farklı yüksekliklerde farklı bina sıraları için bir şekilde teraslanmış olması mümkündür. Ancak bu alternatifler Lepsius ve Petrie tarafından verilen gerçeklere uymuyor ve Dahshur'da Amenemhat'ın ikinci piramidi için kullanılan sistem düşünüldüğünde daha az olası görünüyor.
(67- Pharoah's Gateway To Eternity Uphill, p. 119)

68- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 284

69- Spencer, Mısır’daki kapsamlı tuğla mimarisi araştırmalarının sonunda şu sonucu ortaya koymaktadır: Yanmış tuğlanın Antik Mısır’da her dönemde bilindiği, ancak kullanımı yalnızca dayanıklılık açısından kerpiçe göre belirgin bir avantaj sağladığında tercih edildiği anlaşılmalıdır. Yanmış tuğla kullanımının önündeki en önemli engel faktörlerinden biri, ateşleme için gerekli yakıtın temin edilme zorluğu ve buna bağlı maliyet unsuru olarak değerlendirilebilir.
(69- A. J. Spencer, Brick Architecture in Ancient Egypt, 1979, p. 141)

70- Yanmış tuğlanın bilinçli kullanımının bilinen en eski örneği, Orta Krallık Dönemi'nde (gözlemlenmektedir Nubia'daki kalelerde 11. ve 12. Hanedanları kapsayan); bu kaleler, 30 x 30 x 5 cm boyutlarında zemin döşemesinde kullanılmak üzere inşa edilmiştir.
(70- https://www.islamic-awareness.org/quran/contrad/external/burntbrick)
02.01.2024 tarihli erişim.

71- Petrie, anıtın yapısına ilişkin gözlemlerinde, piramidin tuğla ve kum çekirdeğinin altında yer alan kayanın mezar odasına doğru eğim kazandığını; bunun muhtemelen inşaat öncesinde sitenin özgün topoğrafyasını işaret ettiğini belirtmiştir. Büyük odanın mezar çukurunu çevreleyen tuğla duvar, piramit çekirdeğinde bulunan ve tuğlaların sabitlenmeden doğrudan kum yataklarına yerleştirildiği yapının aksine, çamurlu çimento harcıyla sağlamlaştırılmıştır. Bahsi geçen tuğla oda, kuzey-güney doğrultusunda yaklaşık 22 metre, doğu-batı doğrultusunda ise 17 metre ölçülerindedir (bkz. Pl. 9). Duvar kalınlığı belirtilmemekle birlikte, Petrie’nin alt yapıdaki detaylı kazısında duvar içinde açılan bir tünel mevcuttur. İçinde yer alan kaya çukurunun boyutları ise kuzey-güneyde yaklaşık 18 metre, doğu-batıda ise 13,5 metre olarak tespit edilmiştir.
Petrie, tuğla duvarı “cüce duvar” olarak adlandırmış ve bu tasarımın, Birinci Hanedan dönemine ait mezar çukurları ve tuğla odaları ile büyük benzerlikler gösterdiğini vurgulamıştır. Tuğla duvarın içindeki kaya tabanı, mezar çukuruna açılan batı yönüne doğru hafif bir eğim sergilemektedir. Mezar odasının çatı levhalarında bulunan tuğla kemer, üzerindeki piramit kütlesinin ağır yükünü taşıma işlevini görmüştür. Petrie’nin raporunun başka bir bölümünde ise, burada bulunan kayanın “yalnızca sertleşmiş kum” olduğu ve bu nedenle kolayca işlenebileceği ifade edilmiştir.
Öte yandan, mezar boşluğuna erişim sağlayan geçitlere ait hendekler, mezar çukuru ile eşzamanlı olarak bu kayadan oyulmuştur. Petrie, kazı sırasında yeraltı “labirentinin” orijinal girişine zıt taraftan girmiş ve bu durumun planın kısmen sıra dışı olmasına neden olduğunu belirtmiştir.
(71- Pharoah's Gateway To Eternity Uphill, p. 130)

72- Delineation of Egyptian mud bricks using magnetic gradiometer techniques, p. 490

73- http://www.tarihpedia.com/misir_piramitler_Amenemhat3/
02.01.2024 tarihli erişim.

74- Kur’an Mesajı Meal Tefsir, Muhammed ESED, Kasas 6. ve 38. ayet açıklamaları

75- Hâmân ismi, Ahd-i Atîk’in Ester kitabında İran Kralı Ahaşveroş’un (İbrânîce’de Ahasuerus, Latince’de Assuerus, Grekçe’de Xerxès) veziri olarak geçmektedir. Metne göre Hâmân, imparatorluk sınırları içinde yaşayan tüm Yahudilerin yok edilmesini planlamış ve bu amaç doğrultusunda kraldan izin almıştır. Ancak Yahudi kökenli kraliçe Ester’in kritik müdahalesi sonucu, Yahudilerin yerine düşmanları katledilmiş; vezir Hâmân ise oğullarıyla birlikte asılarak cezalandırılmıştır (Ester, 7:10; 9:7-10).
(75- https://islamansiklopedisi.org.tr/haman)
09.01.2024 tarihli erişim.

76- Ranke, Hermann. Die Ägyptischen Personennamen, Bd. 1: Verzeichnis der Namen. Glückstadt: J.J. Augustin, 1935, Band 1, seite 240

77- Paul Dickson’in Dictionary of Middle Egyptian in Gardiner Classification Order, p. 187

78- Ritüel Ekibin Organizasyonu
Seçkin firavun döneminin sosyal yapısıyla paralellik arz eden birçok alanda olduğu gibi, dini hiyerarşi içerisinde de günümüzde genel olarak “rahip” olarak çevrilen oldukça çeşitli ve karmaşık unvanlar mevcuttu. Ancak bu unvanların sahiplerinin yerine getirdiği işlevler, söz konusu terimlerin modern çağrışımlarıyla her zaman örtüşmeyebilir. Uzun biyografik yazıtlar, başarılı bir meslek yaşamı boyunca bireylerin ardışık biçimde birçok rahiplik unvanı elde edebildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu unvanların tamamının gerektirdiği sorumlulukların aynı anda yerine getirilmediği açıktır; buna karşın unvanların birikimi önemli ölçüde maddi kazanım sağlayabilmekteydi. Bununla birlikte, her tapınağa bağlı sürekli ve tam zamanlı bir rahiplik yapısının mevcut olmadığı, bu tür bir sistemin özellikle Yeni Krallık öncesinde oldukça istisnai olduğu vurgulanmalıdır. Bunun yerine, rahiplik rolleri çoğunlukla yarı zamanlı olarak ifa edilmekte ve bu kişiler yılın geri kalanında Mısır toplumunun diğer kesimleriyle bütünleşmiş bir yaşam sürdürmekteydi.
En yaygın rahiplik unvanı, kelime anlamıyla “Tanrı’nın Hizmetkârı” olan ḥm-nṯr’dir; bu unvan modern literatürde sıklıkla “peygamber” ya da daha genel biçimiyle “rahip” olarak çevrilmektedir. Bu unvana sahip bireyler, farklı tanrıların kültlerinde ve çoğu zaman birden fazla tapınakta –ki bunlar aynı şehirde ya da bölgede olmayabilir– hizmet etmekteydiler. Bu unvan, yalnızca tanrılarla değil, firavun heykelleriyle ilişkili ritüel faaliyetleri de kapsamaktadır. Diğer önemli rahiplik kategorisi ise wʿb (saf olan) unvanına sahip olanlardır. Özellikle Karnak’taki arkeolojik ve yazılı kanıtlar, bu grubun törensel imgelerle bağlantılı faaliyetlerde bulunduğunu göstermektedir (Kruchten 1989: 251–254). Wʿb-rahipleri, ḥm-nṯr'lere kıyasla daha alt seviyede kabul edilse de, bazı kültlerde özgül ritüel görevleri ifa etmekteydiler. Bu bağlamda, özellikle öfkeli tanrıçaların teskin edilmesi ritüeliyle yakından bağlantılı olan tanrıça Sekhmet’in wʿb-rahiplerinin, tıbbi papirüslerdeki anlatımlara dayanacak olursak, tıp alanında önemli roller üstlendikleri düşünülmektedir (Von Känel 1980).
(78- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 256)

79- Eski Krallık döneminden itibaren, rahiplerin tapınak inşaat süreçlerine doğrudan katılım sağladıklarına dair çok sayıda arkeolojik ve epigrafik kanıt mevcuttur. Bu katılım, mevcut yapılarda gerçekleştirilen küçük ölçekli tadilatlardan, bazı binaların yıkılarak yerlerine yenilerinin inşa edilmesine kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır (bkz. Strudwick 2005: 271–272; Frood 2007: 77–81). Söz konusu faaliyetlerde yalnızca hiyerarşik olarak en üst düzeyde yer alan rahipler değil, daha alt kademelerdeki görevliler de aktif roller üstlenmiştir. Örneğin, M.Ö. 4. yüzyıla tarihlenen Athribis örneğinde, “Baş Kapıcı” ve “(Kutsal) Şahinin Baş Koruyucusu” unvanlarına sahip Djedhor’un, kapsamlı bir inşa programının sorumluluğunu üstlendiği anlaşılmaktadır (Jelinkova-Reymond 1956: 104–108).
Bu tür bireylerin rolleri yalnızca uygulamaya dönük proje yönetimiyle sınırlı olmayıp, bazı durumlarda tapınakların mimari tasarımı gibi daha yaratıcı ve stratejik işlevleri de içermiş olabilir. Tapınak inşaatlarını tamamlayan temel atma ritüelleri ise teorik olarak firavuna ait bir ayrıcalık olarak kabul edilse de, pratikte bu törenler çok çeşitli idarî ve dinî aktörler—özellikle yüksek rütbeli rahipler ve memurlar—tarafından icra edilmekteydi (bkz. Cumming 1984: 39–40).
(79- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, pp. 269-270)

80- https://en.wikipedia.org/wiki/Nomarch
09.01.2024 tarihli erişim.

81- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 327

82- Grajetzki'nin bir kez daha belirttiği şeyi gözlemlemek ilginçtir: “Hem erken Orta Krallık hem de İkinci Ara Dönem, merkezi hükümetin kendi gücünden endişe duyduğu zamanlar olmuş gibi görünüyor. [.] Her iki dönemde de kralın ülkeyi yönetebilmesi için yerel yöneticilerin yardım ve desteğine ihtiyacı vardı.
(82- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 37)

83- I. Ara Dönem’den Orta Krallığa (M.Ö. 2200-1950): Mısır Devleti’nde “Yayılmacı” İdeolojinin Oluşumu ve Aşağı Nübye’ye Uygulanış, s. 695

84- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 87

85- Historical and Archaeological Aspects of Egyptian Funerary Culture, p. 35

86- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 327

87- Nomarş ailelerin etkisizleştirilmesi, merkezi otoritenin kraliyet tarafından yeniden tesis edilmesine olanak sağlamış ve bunun sonucunda hükümet üzerinde doğrudan denetim ile görece istikrarlı bir dönem ortaya çıkmıştır. Bu durumun, III. Sesostris’in hükümdarlığının son evresi ile III. Amenemhat’ın yaklaşık kırk beş yıl süren tüm saltanatını karakterize ettiği söylenebilir.
(87- The Fail of the Middle Kingdom, p. 111)

88- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 278

89- Dolayısıyla söz konusu çatışmaların, artık geleneksel anlamda "Birleşme Savaşı" ile özdeşleştirilmesi mümkün görünmemektedir. Bu durum, Birleşme'nin askeri bir zafer sonucunda gerçekleştiğine dair doğrudan kanıtların mevcut olmadığı anlamına gelir. Her ne kadar askeri çatışma olasılığı tamamen dışlanamazsa da Teb merkezli siyasi baskının Herakleopolitan Krallığı üzerinde giderek artan bir etki yarattığı ve bu bağlamda Orta Mısır’daki nomarşik elitin sadakatlerini gönüllü olarak değiştirmiş olabileceği ihtimali göz ardı edilmemelidir. Eğer süreç bu şekilde gelişmişse, Theban kontrolünün tesisi bir fetihten ziyade bir darbe niteliği taşıyor olabilir. Bu senaryo, Theban yönetiminin daha önce ele geçirdiği bölgelerde nomarşik sistemi ortadan kaldırma yönünde bir politika izlediği hâlde, Orta Mısır’da nomarşların neden iktidarda kalmaya devam ettiğini de açıklayabilir.
(89- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 88)

90- Ekonomik zorluk şüphemiz doğruysa, dönemin önemli idari yeniliklerinde rol oynadıkları düşünülebilir. Senwosret III altında, beni Hasan'ın nomarch ailesinin önde gelen bir üyesinin konuta terfi ettirildiğini ve bu sıralarda bölgedeki nomarch mezarlarının yapımını durdurduğunu gördük. Aynı fenomen başka yerlerde de gözlemlenebilir, ancak nomarşal ihtişamına sahip bazı taşra mezarları hala Amenemhet III altında inşa edilmiş olsa da en dikkate değer örnekler Qaw el-Kebir'deki devasa mezarlardır. Bununla birlikte, saltanat süresince, nomarşi burada da nihayet sona erdi (Willems 2008: 184–9). Bunun yerine, saraya bağlı resmi büroların devlet işleriyle görevlendirildiği yeni bir sistem geliştirildi. Yeni sistemin işleyişini anlamak ne yazık ki zor. Kaynaklarımızın orantısız bir miktarı Illahun kasabasından geliyor. Şüphesiz önemli bir kasaba yani bir piramit şehri ancak taç tarafından yapay olarak yaratılmış bir yerleşim sınıfının birden fazla temsilcisi var. Buna ek olarak, kraliyet sarayının ya da Theban bölgesindeki angarya işçileri için bir tür çalışma kampı olan sözde "Büyük Olan'ın Muhafazası"nın (x nrt wr) yönetimiyle ilgili birkaç geç dönem Orta Krallık papirüsü vardır. Quirke 1990). Bu kaynaklardan bazıları zaten On İkinci Hanedan'dan sonraya tarihlenmektedir, ancak bunlar Illahun papirüsü ile aynı idari sistemi yansıtmaktadır. Ne yazık ki, kraliyet sarayı, çeşitli "bürolar" ve yerel yönetim arasındaki karşılıklı ilişkiler belirsizliğini koruyor. Yerel düzeyde güç, genellikle HA ty- aimy - rHmw - nTr gibi unvanları birleştiren insanların elindeymiş gibi görünüyor. Bu kombinasyon, çok daha önce "nomarch" çevrelerinde meydana geldi, ancak nomarch mezarlıklarının devasa mezarlarıyla ortadan kaybolması, statülerinin değiştiğini gösteriyor. Unvanların isimleri var olmaya devam etse de bir bütün olarak unvanlardan herhangi bir yetkilinin sorumlu olup olmadığı açık değildir. Bununla birlikte, Mısır'ın güney kesiminde Thebes çevresinde yoğunlaşan bir unvan kümesi için bir atama olan tprsy, "Güneyin Başı" gibi daha büyük bölgesel alt bölümler vardı. Bu gelişmenin bir sonucu olarak Thebes, Itj-tawy'nin bir tür güneydeki muadili haline geldi. Düzinelerce yeni unvan ortaya çıktı ve arkeolojik kayıtlarda bok böceklerinde güçlü bir artış var, bu da ekonomik işlemler üzerinde idari kontrolün artan önemini gösteriyor (Quirke 2004).
Nomarşların tutulması, en azından Orta Mısır'ın büyük bir bölümünde cenaze kültüründeki büyük değişikliklerle el ele gitti. Onikinci Hanedanlığın ortalarında, kökleri Birinci Ara Dönem'in cenaze törenlerine dayanan Tabut Metinleri ve mezar toplulukları toplumun en yüksek katmanları için geçerliliğini korudu. Nomarch'ların ortadan kaybolmasıyla, bu gereçler aniden neredeyse tamamen ortadan kayboldu. Baskın eğilim artık cenaze ekipmanlarını basitleştirmek. Ayrıca, ilahi dünyanın mitolojik kavramlarına dayanan tamamen sembolik öğelere çok daha az vurgu yapılır. Bunun yerine, hayvan ve bitki modellerinin iyi bilinen, büyüleyici betimlemeleri gibi yeni nesneler ortaya çıkıyor (Bourriau 1991: 11–16). Bu fenomenin teolojik açıklamalarının doğru olması pek muhtemel değildir ve belki de ölülerin ara sıra hayatları boyunca çevrelerinde bulunan değerli lüks nesneleri yanlarında götürmüş olmaları daha olasıdır. Bu aynı zamanda oyun tahtalarının ve güzelce süslenmiş kozmetik eşyaların ve doğum ve çocuk bakımıyla ilgili ev büyüsü ritüellerinde kullanılmış gibi görünen sihirli fildişi gibi nesnelerin varlığını da açıklayabilir.
(90- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 96-97)

91- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 668

92- Bu sosyal bağlam, eski Mısır yazılarının bazı dikkate değer üslup özelliklerini açıklamaktadır. Günlük konuşmadan uzaklaştırılmasının yanı sıra, yazılar genellikle bilinçli olarak entelektüeldi ve Mısır dilinin özellikle zengin olduğu sesteş sözcükler ve eşsesliler aracılığıyla kelime oyunlarından bol miktarda yararlanılıyordu. (Shakespeare'in kelime oyunlarına olan düşkünlüğünü karşılaştırın.) Mecaz ve deyimler gibi epigramatik ve atasözleri içeren ifadeler de yaygındır. Pek çok eserde hiciv açıkça görülse de metinler nadiren açıkça komiktir. Her şeyden önce, yazılı sözün dili (daha önce belirttiğimiz gibi, yüksek sesle okunmak üzere oluşturulmuştu) elit ideal olan 'mükemmel konuşma'ya uymayı amaçlıyordu: konuşmacının ve eğitimli dinleyici kişinin becerisini ve bilgeliğini yansıtan kelimelerdir.
(92- Writings from Ancient Egypt Toby Wilkinson, p. 17)

93- Diğer birçok antik ve modern kültürde olduğu gibi eski Mısır'da da ilahiler ve dualar arasında net bir ayrım yoktu. Ancak burada ilahi olarak yer alan metinlerin tamamı belirli özellikleri paylaşmaktadır. Hepsi yüksek sesle okunmak üzere bestelendi. Stilleri açık bir şekilde ezbere dayalıdır ve izleyicinin dikkatini çekmek için tekrarlama ve ölçü gibi araçları kullanır. Genel olarak dini yazılara ve özel olarak ilahilere yakışır şekilde, genellikle çok formülseldirler ve hepsi, yerel dilden çok uzak olan (sevgi dolu olanlardan dehşet verici olanlara kadar uzanan) yükseltilmiş bir dil ve imgeler içerir. Dil aynı zamanda eski Mısır yazılarının özel bir özelliği olan metafor açısından da zengindir.
(93- Writings from Ancient Egypt Toby Wilkinson, p. 100)

94- Kralların, Nom'larm etkinliklerini kırarak kendilerine bağlanmasından sonra bunların yararlandıkları arazide Krallık yönetimine geçmiştir. Krallık yönetimine geçen bu arazi aşar karşılığı çiftçilere tahsis edilmiştir.
(94- Eski Mısır'da Toprak Mülkiyeti ve Kadastro Hizmeti, Hüseyin Öksüz, s. 42)

95- Ancak İncil, toprağın Mısır halkına iade edildiğine dair hiçbir işaret vermez. "Arazilerin düzgün bir şekilde restore edilmediğine ve bu beşinci bölümün sadece Sesostris [12. Hanedan firavunu] zamanına kadar haraç olarak ayrıldığına dair kanıtlar var."
(95- http://samuraisinting.blogspot.com/2011/09/joseph-in-egypt_24.html)
10.01.2024 tarihli erişim.

96- Tebyinü’l Kur’an, Mü’min Suresi

97- RACÜL
الرّجلRACÜL "Racül" sözcüğü genelde "erkek [kadının karşıtı]" anlamında kullanıldığı için bazı ayetlerde yanlış anlamalara sebep olmaktadır. Dolayısıyla sözcük hem Arap dilindeki hem de Kur'an'daki kullanımı dikkate alınarak tahlil edilmelidir. Arapçada " الرّجلracül", "insan nev'inden erkek" demek olup "kadın"ın karşıtıdır. "Çocukluk dönemini geçince, ihtilam olmaya başlayınca, delikanlı olunca racül olur" da denilmiştir. [(Lisanü'l-Arab; c: 4, s: 84, Tacü'l-Arus; c: 14, s: 263)] Dil kitaplarındaki tahlillere bakıldığında, sözcüğün "ayak" anlamına gelen "ricıl" sözcüğü gibi "rcl" kökünden türediği, bu kökten türeyen sözcüklerin de esas anlamları itibariyle "ayak" anlamı ekseninde oluştukları görülür. Mesela "rical" sözcüğü "ayakları ile yürüyen" anlamından gelişmiştir. "Racül" sözcüğünün çoğulu olan " رجالrical" sözcüğü ile, "رجِلr ricıl" sözcüğünün türevlerinden olan ve "yaya yürümek, piyade" anlamında kullanılan " رجالrical" sözcükleri aynı olup sözcüğün hangi anlama geldiği ancak cümle içindeki kullanımından ayırt edilmektedir. Mesela Bakara/239 ve Hacc/27'de bu sözcük "yaya" anlamında kullanılmıştır. Bu geniş anlamdaki kullanımıyla sözcük, erkek-kadın ayırımı içermeksizin insan türüne verilmiş bir sıfat konumundadır. Daha sonraları anlam daralması olmuş ve sözcük daha çok insanın "erkek" cinsi için kullanılır olmuştur. Allame İbnü'l-Menzur'un tespitlerine göre, Ebu Zeyyad el-Kilabi " فتهايج الرّجلان fetehâyece'r-racülâni [iki racül birbirini kandırdı]" derken, "iki racül" ile kendini ve eşini kastediyordu. [(Lisanü'l Arab; c: 4, s: 83)] Bu tespit aslında "racül" sözcüğünün erkek ve kadın için kullanıldığını göstermektedir. Zebidi de Tacü'l-Arus'ta, Muhkem'de "racl" sözcüğünün "olgunluk ve sertlik" ifade eden bir sıfat olduğundan, " رجل ابوه رجلracülün ebûhü racülün [erkek oğlu erkek]" deyimlerinden bahsedildiğini nakleder. [(Tacü'l-Arus; c:14, s: 263)] Buradan da, insana "racül" denmesinin onun olgunluğundan, çetinliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu yönüyle de "racül" sözcüğü, kadın erkek ayırımı içermeksizin "olgun insan" anlamındadır. Benzer şekilde Türkçede de "erkek" sözcüğü, olgunluğun, çetinliğin, yiğitliğin, mertliğin ifadesi olarak, kadın-erkek ayırımı içermeksizin, her iki cins için de "sözünde duran, güç durumlarda arkadaşlarından ayrılmayan, olgun" anlamında kullanılır. Mesela "Erkeklik sende kalsın!" ifadesindeki "erkeklik" sözcüğünün cinsiyetle alakası olmadığı gibi, "Erkek kızmış vesselam!" ifadesi de oldukça yaygın bir kullanımdır. KUR'AN'DA "RACÜL" Kur'an'da " ر ج لrcl" kökünden türemiş sözcük sayısı 73 olup bunların 18 tanesi tekil, tesniye ve çoğul olmak üzere "ayak" anlamındaki "ricıl" kalıbındandır [Bakara/239, Hacc/27, Sad/42, Nur/24, 31, 45, A'raf/124, 195, Maide/6, 33, 66, En'am/65, Ta Ha/71, Şuara/49, Ankebut/55, Ya Sin/65, Mümtehıne/12, İsra/64]. "Erkek" anlamındaki "racül" sözcükleri Kur'an'da nekre [belirtisiz] ve marife [belirli] olmak üzere iki şekilde kullanılmıştır. Marife olarak kullanılanları ve bu sözcüğün karşıt cinsi ile birlikte kullanılanları, açıkça kadın cinsinin karşıtı olan "erkek" anlamındadır [Bakara/282, Nisa/1, 12, 32, 34, 85, 98, 176, A'raf/81, Fetih/25]. Nekre olanların tümü ise mutlak anlamda "olgun insan, adam" anlamında kullanılmıştır [A'raf/46, 48, 63, 69, 155, Yunus/2, Hud/78, Müminun/25, 38, Kasas/20, Ahzab/4, 23, 40, Sebe/7, 43, Ya Sin/20, Zümer/29, Mümin/ 28, Zühruf/31, En'am/9, İsra/47, Kehf/28, 32, Furkan/8, Maide/23, Nahl/43, 76, Yusuf/109, Nur/37, Cinn/6, Sad/62, Tövbe/108]. Bunlardan birkaçı aşağıdadır: (A'râf/46, 48, 49, Nur/37, Ahzab/4, 23) Bu örneklerdeki "racül, rical" sözcüklerinin "erkek, erkekler" olarak çevrilmesi sorun oluşturacağından, kesinlikle uygun değildir. Bize göre bu sözcükler "olgun kişi, kişiler, kimse, kimseler, adam, adamlar" olarak çevrilmelidir. Konumuz olan ayete dönülecek olursa, bize göre bu ifade ile kendilerine vahyedilen elçilerin mutlaka erkek oldukları değil, yeryüzünde yaşayanlardan oldukları açıklanmakta ve müşriklerin "beşerden elçi olmaz, elçi melek olmalı" şeklindeki düşünceleri reddedilmektedir. Nitekim bu husus başka ayetlerde çok açık ifadelerle belirtilmiştir: Furkan/20, Enbiya/8, 9. "Kadın elçi olmaz" hükmü verenlerin, bu iddialarına, Rabbimizin Kur'an'da bizi haberdar ettiği elçiler arasında kadın elçi bulunmamasını gerekçe göstermeleri bize göre yeterli değildir. Çünkü Rabbimiz, gönderdiği elçilerin sayısını ve tümünün kimliğini bize bildirmemiştir: Nisa/163-165, Mümin/78. Bu durumda, Rabbimizin bize bildirmediği elçiler arasında kadın elçilerin olması da mümkündür.
(97- Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, Hakkı YILMAZ, s. 464)

98- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 15

99- https://en.wikipedia.org/wiki/Hetepti_(king%27s_mother)
10.01.2024 tarihli erişim.

100- Kur’an’da ‘İmrae’ ve ‘Zevc’ Kelimelerinin Anlam Alanı, Zülfikar Durmuş

101-Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 16

102- Firavun ve kızları Sobekneferu bir tarafta Hetepti ve Amenemhat IV ise karşı tarafta yer almışlardır. Firavun ve Kral Annesi Hetepti birbirlerinin tam tersi görüşlere sahiptir. Bu Mısır tarihinde çok açık şekilde belgelenmiştir.
Bu bölümün amacı, On İkinci Hanedanlığın son bölümünde kraliyet ailesi üyeleri arasındaki bağların doğasını araştırmaktır. Bu dönemin başkahramanları Amenemhat III, Neferuptah, Sobekneferu, Hetepti ve Amenemhat IV'tür. Bu bireyler için kanıtların gücü değişir. Neferuptah ve Sobekneferu neredeyse kesinlikle Amenemhat III'ün kızlarıydı ve önemli figürler oldukları kesindir; Sobekneferu tahta bile çıktı. Tersine, Hetepti'nin varlığı, kendisine mwt nsw, kralın annesi denildiği ve Amenemhat IV'ün tarafında temsil edildiği tek bir belge tarafından doğrulanmıştır.

Amenemhat IV ile On İkinci Hanedan 2'nin kraliyet ailesi arasındaki olası bağlar hakkında çok az şey bilinmektedir. Amenemhat IV, Neferuptah ve Sobekneferu'nun birbirleriyle akraba olup olmadığı hala bir spekülasyon meselesidir: isimleri hiçbir zaman aynı belgede birlikte görünmez. Ancak, ayrı ayrı, her isim genellikle ailesinin yalnızca kadınlardan oluştuğu ve bir "erkek varis"ten bahsedilmediği görünen Amenemhat III ile ilişkilendirilir. Bu bağlamda, R. Leprohon, kraliyet ailesi üyeleri arasındaki aile bağlarının belirlenmesindeki bu netlik eksikliğinin hanedanlığın birkaç kralı tarafından paylaşılan bir özellik gibi göründüğünü bildirmiştir: Amenemhat III ile selefinin ailesi arasındaki ilişkiler hakkında da hiçbir şey bilinmemektedir, annesinin adını da bilmiyoruz ve Senwsret III'ün soyundan gelenlerin listesi yalnızca kızları içermektedir. Ancak kadın figürlerinin açıklanmasına yönelik bu belirgin tercih henüz tatmin edici bir açıklama bulamamıştır ve On İkinci Hanedan'ın diğer hükümdarlarının mirasçılarından açıkça bahsetmiş olması, geleneği bir gerekçe olarak dışlıyor gibi görünmektedir. (sayfa 5)

Özellikle Ryholt tarafından desteklenen ikinci hipoteze göre, doğrudan bir varis eksikliğini telafi etmek için Amenemhat III, yerine güvenilir, daha yaşlı bir adam seçer ve Neferuptah ile evlenerek konumunu meşrulaştırırdı; Neferuptah, ölümünden sonra Sobekneferu tarafından değiştirilmeyecekti. Amenemhat III öldüğünde, belirlenen halef yine de tahta çıkacaktı; ancak bu iktidar transferi ancak Amenemhat IV'ü destekleyen hizip ile Amenemhat III'ün meşru soyundan gelen Sobekneferu'nun lehine olan hizip arasındaki halefiyet mücadelesinden sonra gerçekleşecekti. Bu çatışmanın ilk aşaması, ilk hizbin zaferiyle sonuçlanan, dolaylı olarak Amenemhat IV'ün adını taşıyan önemli binaların olmamasıyla desteklenmektedir; çünkü ekonomik kaynaklarının çoğu, halefiyet mücadelesini finanse etmek için kullanılmış olmalıdır. Amenemhat IV'ün ölümüyle mücadele yeniden başlamış olurdu ve Sobekneferu, halefinin yerine Amenemhat III'ün meşru soyundan gelenleri tahta geri getirmeye çalışan bir darbenin lideri olurdu. Bu bağlamda, bazı akademisyenler On İkinci ve On Üçüncü hanedanlar arasında bir anlaşmazlık olduğuna inanmazlar, ancak ikincisinin yalnızca Amenemhat IV'ün ölümünden sonra meydana gelen Amenemhat IV'ün oğulları ile Sobekneferu arasındaki anlaşmazlığın sonucu olduğuna inanırlar. Bu teoriye göre, kraliçe Amenemhat IV'ün soyundan gelenleri tahttan indirmiş ve kraliçenin ölümünden sonra geri dönmüş, böylece bir öncekiyle süreklilik içinde On Üçüncü Hanedanı başlatmıştır. Dahası, Sobekneferu'nun adının hiçbir zaman selefinin adıyla ilişkilendirilmemiş olması, Amenemhat IV'e zarar vermek için bir tür damnatio memoriae hipotezini desteklemektedir.(Sayfa 19-20)
(102- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 5, 19-20)

103- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 268, 283

104- https://www.livescience.com/1554-surprising-truth-great-pyramids-built.html
02.01.2024 tarihli erişim.

105- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 75, 268

106- Bağlantılarla kuvvetli bir şekilde sıkıştırılmış kamış saplarını temsil eden bu sütunların başlıkları, Khnum'un aglomerasyon süreci için gerekli olan iki simya ürününü işaret ediyor olabilir. Bu ürünler natron (kostik soda) ve sodyum silikattı (bkz. Ek I, Simya Buluşları). Yanmış kamışın külleri çok yüksek miktarda (ağırlıkça yüzde 70 ila 75) reaktif silika SiO2 içerir. Natron gölleri sazlarla kaplıydı ve natron bu bitkileri ince tabakalar halinde kapladı. Natron hasadı için, kamış sapları toplandı ve tıpkı Khnum Tapınağı'nın sütunlarında bulunan demetlerin taş görüntüleri gibi demetler halinde sıkıldı.
(106- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 313)

107- Ocaklarda ekmek yapımından elde edilen muazzam miktarlarda kireç külü, uzun yıllar boyunca otomatik olarak taş yapımı için toplanacaktı.
(107- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 156)

108- The Pyramid Builders Of Ancient Egypt A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 25

109- La Nouvelle Histoire des Pyramides Why the pharaohs built the Pyramids with fake stones, Joseph Davidovits

110- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 271

111- https://www.livescience.com/58638-science-of-the-10-plagues.html
02.01.2024 tarihli erişim.

112- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 104

113- Recent Publications on the Environmental History of Egypt, Nicolas Michel, p. 3

114- Holocene Climate Variability and Cultural Changes at River Nile and Its Saharan Surroundings, Johanna Yletyinen, p. 33

115- Famine and Feast in Ancient Egypt, Ellen Morris

116- Climate and the History of Egypt The Middle Kingdom, p. 235

117- Climate and the History of Egypt The Middle Kingdom, p. 257, 261

118- Böylece, güçlü ve muktedir Kral III. Amenemhat'in liderliğindeki Mısırlılar, aşırı yüksek su baskınlarına normal bir durum olarak alıştıktan ve belki de daha yüksek arazilerde tarım yapılabileceği için nüfusları arttıktan sonra, bu olayların sona ermesi pek olası görünmüyor. Aşırı yüksek seller hem nüfusta hem de yeni seviyelerin en iyi şekilde kullanılması için sulama işlerinin yeniden düzenlenmesinde yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar bir yoksulluk dönemini beraberinde getirmelidir. Ayrıca, ortalama sel seviyesindeki bu düşüşün hükümetin istikrarını baltalayan siyasi faktörlerle birleştiğini, aynı zamanda tacın görünürdeki zayıflığının yeni koşullara uyum sağlamayı yavaşlattığını, bir kısır döngü oluşturduğunu ve olması gerekenden daha karanlık bir dönem, yalnızca iklim değişikliklerinden kaynaklanıyor.
(118- Climate and the History of Egypt The Middle Kingdom, p. 262)

119- İşte Kur’an – Rum Suresi 41. ayet

120- Ma’at Doktrini
Musa peygamber firavun ile karşılaştığında mücadele etmesi gereken en temel sorun, kadim Mısır mitolojisinin ürettiği ma’at doktrini olmuştur. Kaos ve karmaşa karşısından düzen ve uyumu koruyup sürdüren bu doktrin firavunlarının tanrısal meşruiyet kaynağını ifade etmiştir. Mısır’ın erken dönemindeki politik bölünmüşlük ve savaşların ardından sağlanan barış ortamı Set ve Horus olarak iki farklı tanrısal unsur ile nitelenmiştir. Bütün Mısır firavunları ma’at’ı tesis etmek, gerçekleştirmek, sürdürmek ve korumakla görevlidirler. Firavunların yönetim başarısı buna bağlıdır. Düzen ve istikrarı kurup sürdürme göreviyle sorumlu olan firavun, sosyal düzen ve adaleti sağlayıp emniyet altına aldığında ma’at’ı gerçekleştirmiş olmaktadır. Firavunlara huzur ve düzenin sağlanması görevi Horus yetkisiyle sağlanmıştır. Böylece kadim Mısır’da düzensizlik ve kaos korkusu üzerine inşa edilmiş güçlü bir ma’at doktrini söz konusudur. Bu doktrin kurulu düzenleri korurken firavunları düzen ve istikrardan sorumlu tanrısal unsur yani Horus olarak nitelemiştir. Musa peygamberin firavun karşısında yüzleştiği en çetin direnç noktası binlerce yıllık mitolojik temel üzerine oturmuş olan bu statükocu yapıdır.
(120- Hz. Musa’nın Yüzleştiği Statüko: Kadim Mısır’ın Ma’at Doktrini, Hakan OLGUN)

121- Writings from Ancient Egypt, Toby Wilkinson, p. 192

122- Climate and the History of Egypt The Middle Kingdom, p. 233, 254

123- Nile River, Impact on Human Health in Egypt from Pharaohs Until Now, pp 248-250

124- Molecular Confirmation of Schistosoma and Family Relationship in two Ancient Egyptian Mummies,

125- Primary infertility associated with schitosoma mansoni: a case report from the Jos plateau, north central Nigeria

126- Şistozomiyaz - Schistosomiasis
Şistozomiyaz; şistozomiazis veya bilharyaz olarak adlandırılan, insanlarda görülen, Schistosoma (Şistozoma) cinsinden parazitlerin enfestasyonudur (istilasıdır). Bilharyaz (veya bilharzya, bilharzyoz) ismi 1851'de ilk (üriner) şistozomiyazı tanımlayan Theodor Bilharz'dan gelir. Bu hastalık; salyangoz ateşi, salyangoz humması, Katayama ateşi ve Katayama humması olarak da bilinir. Schistosoma (Şistozoma) türündeki asalak solucanların neden olduğu bir hastalıktır. İdrar yolu veya bağırsakları etkileyebilir. Belirtiler arasında karın ağrısı, ishal, kanlı dışkı veya kanlı idrar bulunur. Hastalığa uzun bir süre önce yakalanmış kişilerde karaciğer hasarı, böbrek yetmezliği, kısırlık veya mesane kanseri görülebilir. Çocuklarda yavaş büyümeye ve öğrenme güçlüğüne neden olabilir.

Yaklaşık 10–15 mm uzunluğundaki bu asalaklar, "kelebek" adıyla tanınan yaprak solucanları Schistosoma cinsindendir. Eskiden bu cinsin Latince adı Buhar zia olduğu için, hastalık bilharziyoz adıyla da bilinir.

Schistosoma (Şistozoma) cinsindeki yaprak solucanlarının 20 kadar türü vardır; bunlardan beşi, insanın çeşitli dokularına yerleşerek şistozomiyaz hastalığına yol açar. Bu asalaklar, insan ya da sığır gibi bir son konağın vücuduna yerleşmeden önce, tatlı sularda yaşayan bazı karından-bacaklı yumuşakçaları ara konak olarak kullanır ve gelişmesinin bir bölümünü bu konağın vücudunda tamamlar. Larva evresindeyken insana bulaşan solucanlar erişkin duruma geldiğinde toplardamarlara yerleşir ve yumurtalarını kana bırakır. Kan dolaşımıyla çeşitli dokulara taşınan bu yumurtalar sonunda idrar ve dışkıyla vücuttan dışan atılarak sulara karışır. Suda çatlayan yumurtalardan miracidium denen minicik larvalar çıkar. Titrek kirpikleriyle suda serbestçe yüzen bu larvalar, bir yumuşakçanın - örneğin bir tatlı su salyangozunun - içine girer ve gelişmesini burada sürdürerek bu kez serkarya denen başka bir larva evresine dönüşür.

Artık bu ara konağa gereksinimi kalmayan serkaryalar salyangozdan ayrılarak yeniden suda yüzmeye başlar. Asalak larvalarıyla kirlenmiş sularda yüzen ya da çıplak ayakla yürüyen insanların derisinden içeri giren serkaryalar önce kan damarlarına geçer, oradan karaciğere giderek olgunlaşır ve gene kan dolaşımıyla vücudun çeşitli yerlerine ulaşarak hastalık belirtilerine yol açar. Böylece asalağın yaşam çevrimi tamamlanmış olur.
(126- https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eistozomiyaz)
20.01.2024 tarihli erişim.

127- Diet, Disease and Death at Dakhleh: A Histological Examination of Ten Mummies from the Kellis 1 Cemetery in the Dakhleh Oasis, Egypt, p. 293

128- Epidemiology of Schistosomiasis in Egypt: Travel through Time: Review, Rashida M R Barakat, p. 429

129- Hesham Abd-El Monsef, Scot E. Smith, Kamal Srogy Darwish, Impacts of the Aswan High Dam After 50 Years, p. 1878

130- Encyclopedia of Ancient Egypt (Facts on File Library of World History), Margaret R. Bunson, p. 231

131- The Dark Ages in Ancient History. I. The First Dark Age in Egypt, Barbara Bell, p. 23

132- The Ipuwer Papyrus and the Exodus

133- Orta krallık kayıtlarında da pek çok paralellik vardır. Örneğin, 1294-1296'daki şiddetli kuraklıkta, Cyrenaica'dan otuz ila elli bin Libyalı'nın, sel felaketinin başarısızlığından hemen önce Nil Vadisi'ne göç ettiği tahmin edilmektedir (al-Maqrīzī 1994, 43; Sabra 2000, 141-42). İster Birinci Ara Dönemde ister Geç Tunç Çağı'nın sonunda veya günümüzde meydana gelsin, zor zamanlarda göçte yaşanan dramatik artışlar, yabancı düşmanı bir tepkiyle ve liderlerin bu tür sızmalarla mücadele etme ve önleyici tedbirler koyma vaatleriyle sonuçlanma eğilimindedir. Bu nedenle, Her Şeyin Efendisi'nin korunmuş birkaç ifadesinden birinin, bu açıdan daha iyisini yapma taahhüdünü içermesi önemlidir (Ipuwer 14.12–15.3). Merikare'nin babası bu konudaki başarılarını gururla sıralarken, Neferty de Amenemhat I'in bu tür sızmaları durduracağını kehanet ediyor (Simpson 2003, 161–62, 220; Morris 2017)
(133- Writing Trauma: Ipuwer and the Curation of Cultural Memory, Ellen Morris, p. 236)

134- Dams and Public Safety, A Water Resources Technical Publication, Robert B. Jansen, p. 5

135- Watering the Desert: Environment, Irrigation, and Society in the Premodern Fayyūm, Egypt, pp. 79-82

136- Bir an için Amenemhat III'ün Biahmu'daki dev heykeline dönelim. Modern zamanlara sadece üslerinin parçaları hayatta kaldı. Bunlar Petrie tarafından incelendi ve Petrie III. Amenemhat döneminde meydana gelen aşırı yüksek sellerle bağlantılı olarak iki ilgi çekici noktaya dikkat çekti. Petrie (1889:56), temellerin etrafındaki temelin "zemin, içinden düzensiz kaba kum katmanlarının geçtiği siyah çamurdan oluştuğunu; kumun doğal olduğunu ve o kadar kaba ve temiz olduğunu, setin patlamayla gelmiş olması gerektiğini" kaydetti. Fayum'un girişindeki barajlar, bir su kütlesinin önünü süpürmesine ve beraberinde çöl toprağı getirmesine izin veriyordu." Ayrıca Petrie, hasar gören eserlerin onarılmasından söz eden bir yazıt parçası da buldu.
(136- Climate and the History of Egypt The Middle Kingdom, p. 255)

137- Climate and the History of Egypt The Middle Kingdom, p. 259

138- Yol Ağı
Etkili bir yol ağı, Mısır tarihinin çok erken dönemlerinde Nil vadisinde gelişti ve sulama sistemiyle yan yana büyüdü. Sulama kanallarından çıkarılan toprak hendeğin her iki yanına konularak bentler oluşturulmuş, üstüne patika ve yollar yapılmıştır. Bu yükseltilmiş yollar, su baskını sırasında bile sudan korudu. Yolları kullananlara mükemmel görüş sağladı. Bu da onları yolcular için daha güvenli hale getirdi. "Yol" için kullanılan hiyeroglif, aşağıdaki hendekte büyüyen papirüs ile bir set gösteriyor.
Nehir vadisinden çöl yolları, yol ağından ayrıldı. Güzergahların çoğu, şu anda vadiler olarak bilinen, altındaki zemin genellikle sağlam, düz ve büyük engellerden arınmış kuru açık vadiler boyunca ilerliyordu. Nehrin doğu kıyısında, Arap dağlarındaki madenlere ve taş ocaklarına ve Kızıldeniz'e giden yollar vardı ve bu yolların, Eski Mısır tarihinin tüm dönemlerine ait duvar yazıları yol kenarındaki kayaları kapladığı için iyi yolculuk edildiğini biliyoruz. Düzenli aralıklarla açılan kuyular insan ve hayvanlar için su sağlıyordu. Diğer rotalar Nubia'daki madenlerden altın, Sina'dan turkuaz ve Punt ve Koptos'tan ürün taşıyordu.
(138- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 381)

139- Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition Revised Edition, James K. Hoffmeier, p. 200

140-https://www.express.co.uk/news/weird/1279803/Bible-wrong-mistranslation-Greek-Hebrew-Exodus-Red-Sea-Yam-Suph
21.01.2024 tarihli erişim.

141- İşleri daha da karmaşık hale getirmek için, biraz çözülmesi gereken kafa karıştırıcı bir çeviri sorunu da var. İbranice İncil'de deniz geçişinin yerini tanımlamak için kullanılan özel ifade Yam Suph'tur. İbranice Yam kelimesi "deniz" anlamına gelse de bu durumda Suph'un anlamı o kadar açık değildir. Ancak bilim adamları, bunun kesinlikle “kırmızı” anlamına gelmediği konusunda hemfikirler.1 Bu doğru! Hemen hemen her modern İngilizce İncil'de “Kızıl Deniz” olarak tercüme edilen İbranice Yam Suph ifadesi doğru değildir. Peki, bu hatalı çeviri Mukaddes Kitaplarımıza nasıl girdi? Cevap, esasen Yunan coğrafi yanılgılarından kaynaklanmaktadır. Açıklamama izin verin. MÖ üçüncü yüzyılda, Septuagint olarak bilinen Eski Ahit'in Yunanca çevirisi yapıldı. Tercümanlar İbranice Yam Suph tabirine geldiklerinde “Kızıldeniz” anlamına gelen Yunanca Erythra Thalassa tabirini kullandılar. Niye? Çünkü Yunan dünyasının çok güneyde, Arap Yarımadası'nın altında Hint Okyanusu'na ve hatta Basra Körfezi'ne kadar uzanan uçsuz bucaksız deniz için kullandığı isim buydu.2 (22 ve 23. sayfalardaki Harita 4 ve 5'e bakın.) “Kızıldeniz” aslında çok uzak güneydeki o uzak denizi ifade etmek için kullanılan her şeyi kapsayan bir terim. Yine de daha da karmaşıklaşıyor. Bu dönemin Yunan coğrafyacıları, bugün Sina Yarımadası olarak bilinen kara parçası hakkında aslında netliğe sahip değillerdi. Klasik Greko-Romen coğrafyacılar, Süveyş Körfezi ile Akabe Körfezi'ni Arabistan Körfezi adını verdikleri tek bir körfezde birleştirmiş görünüyorlar. O zaman Yunan dünya anlayışında, batıda sadece Mısır ve doğuda Arap Yarımadası vardı. Bugün Sina Yarımadası olarak adlandırılan toprak parçası o kadar belirsizdi ki neredeyse yokmuş gibiydi. (Ekteki Herodot'a Göre Dünya Haritası ve Strabon'a Göre Dünya'ya bakın.) Bütün bunların sonucu, Septuagint'in tercümanlarının İsrail'in güneyindeki bir denizden (yam) söz etmeye başladıklarında, Kızıldeniz'den söz etmeleri gerektiğini varsaydılar, çünkü bu bölge, Kızıldeniz'de bildikleri tek denizdi. Böylece, kelimenin tam anlamıyla bir çeviri kullanmak yerine, kendi yorumlarını eklediler ve günlerinin kusurlu Yunan coğrafi yanılgılarını İncil'e aktardılar. İşte devasa hata kartopu işte burada başladı. Altı yüz yıl sonra, Jerome'un Latince Vulgate çevirisi, aynı zamanda “Kızıl Deniz” anlamına gelen Mare Rubrum kelimelerini kullandı. Gerisi dedikleri gibi tarihtir. Vulgate'in sonraki İnciller üzerinde çok geniş kapsamlı bir etkisi olduğu için, bu hatalı çeviri şimdi Batı geleneğinde tamamen yerleşik hale geldi.
SAZ DENİZİ VEYA SINIR DENİZİ?
Peki, doğru çeviri nedir? Bir deniz geçişini desteklemek için Sina'nın batı tarafında, gelenekçiler Suph'un "sazlara" atıfta bulunan Mısırlı bir ödünç kelime olduğunu savunuyorlar.3 Bu nedenle Yam Suph'un aslında "Kamış Deniz" olarak tercüme edilmesi gerektiğini savunuyorlar.4 Süveyş Körfezi'nin kuzeyindeki göl ve bataklıklarda sazlık yaygın olduğundan, burası deniz geçişinin gerçekleştiği yere yerleşir. Ya da argüman böyle gider.5 Bu görüş, Kamış Denizi Hipotezi olarak bilinir.6 Akademik dünyada bu, açık ara ortak görüş haline geldi. Hatta o kadar ki, aksi görüşler çoğu zaman alayla karşılanmaktadır. Buna rağmen, bu tercümeye şiddetle karşı çıkan bazı âlimler vardır.7 DePauw Üniversitesi'nde dinsel çalışmalar fahri profesörü Bernard F. Batto şöyle diyor: “Popülerliğine rağmen, bu Kamış Denizi hipotezi gerçekten de çürük kanıtlara dayanıyor. Bu kanıtların gözden geçirilmesi ve yeni düşünceler, hipotezin nihayet dinlenmeye bırakılması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.”8 Çok kapsamlı çalışması The Lost Sea of the Exodus'un9 yazarı Glen Fritz, haklı olarak, Reed Sea Hipotezi'nin “İncil coğrafyası değil, dilsel varsayımlar”dan başka bir şey üzerine inşa edilmediğinden bahseder. "Sonun Denizi".11 Fritz'in işaret ettiği gibi, Mukaddes Kitabın Suph kelimesini veya onun türevlerinden birini kullandığı toplam 116 zamandan sadece dört tanesini sazlara veya bir tür bitkiye bağladığı iddia edilebilir. 12 Alternatif olarak, sözcük seksen yedi kez "son", "durdurma", "yok olma", "yerine getirme", "tüketme", "engelleyici kısım" veya benzeri anlamlarda kullanılır. 13 Bu görüşe göre Yam Suph, vaat edilen toprakların en güney ucundaki denizdir. 14 Alternatif olarak şöyledir: “Güneyde, hemen hemen hiç kimsenin sınırını bilmediği, pek bilinmeyen uzak deniz. Karanın sonundaki denizdi.” 15 Göreceğimiz gibi, bu görüş Kutsal Yazıların tutarlı tanıklığıyla mükemmel bir şekilde sentezlenir. İbranice Yam Suph ifadesini, bugün Akabe Körfezi olarak bilinen su kütlesine atıfta bulunmak için anladığımızda, Kutsal Yazılarda sürekli olarak İsrail'in güneydoğu sınırına atıfta bulunmak için kullanılan aynı su kütlesi, o zaman birikmiş pusların çoğu ve kafa karışıklığı basitçe ortadan kalkar.
İlk olarak çöl rahipleri arasında ortaya çıkmış gibi görünen bir inanç, sonunda Roma İmparatoru Justinian tarafından doğrulandı. Yüzyıllar geçtikçe bu gelenek daha da kireçlendi. Bütün bunları birleştiren şey, Septuagint'in bölgenin coğrafyasıyla ilgili klasik Yunan yanılgılarıyla bulaşmasıydı. Bu, Yam Suph'un Kızıldeniz olarak hatalı çevirisini üretti. İronik olarak, daha sonra bu hatalı çeviriyi düzeltmeye çalışan bilim adamları, aynı derecede olası olmayan “Reed Sea” çevirisini ürettiler. Bütün bu karışık kargaşanın bir sonucu olarak, bugün modern bilim adamlarının çoğu, mucizevi deniz geçişinin, Süveyş Körfezi'nin kuzeyinde, Sina Yarımadası'nın batı tarafında gerçekleştiği varsayımından yola çıkarak çalıştılar. Çoğu ortalama Hristiyan'ın, Rab'bin denizi tam olarak nerede ayırdığını ve İsrailoğullarının nereden geçtiğini tam olarak anlamaya çalışırken bir şekilde kaybolması şaşırtıcı değildir. Göreceğimiz gibi, bu konuyu uzun süredir çevreleyen karışıklığa rağmen, Kutsal Yazılara döndüğümüzde, deniz geçişinin Akabe Körfezi'nden geçtiği çok açık bir durum ortaya çıkıyor.
(141- Mount Sinai in Arabia, Joel Richardson, p. 20)

142- Bu gözlemler ışığında, Yam adı verilen su kütlesinin ve Mısır'dan çıkış anlatılarında, Sayılar 33: 8'den 10'a ve diğer yerlerde Eski Ahit, göller hattına (özellikle Acı Göller) atıfta bulunabilir. Mısır'ın Sina ile sınırı ve Kızıldeniz'in kuzey sınırındadır.
(142- Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition Revised Edition, James K. Hoffmeier, p. 209)

143- Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition Revised Edition, James K. Hoffmeier, p. 167

144-Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition Revised Edition, James K. Hoffmeier, p. 180

145- Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition Revised Edition, James K. Hoffmeier, p. 184

146- Özetlemek gerekirse, İncil, İsraillileri Tumilat Vadisi'nin doğu ucundaki Tjeku bölgesine güneydoğu yönünde ilerleyen Avaris / Pi-Ramesses bölgesi Raamses'ten ayrıldığını tasvir eder. Bu Wadi'nin sonunda Timsah Gölü ve yaklaşık yirmi kilometre güneyinde Acı Göllerin en kuzeyi bulunur. Benim hipotezim, Timsah Gölü ve Acı Göller bölgesinin çevresinde bir yerde Etham, Pi-hahiroth, Migdol ve Baal-zephon yer isimleriyle birlikte bir sonraki konu olan "Sazlık Denizi"nin bulunduğu yerdir.
(146- Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition Revised Edition, James K. Hoffmeier, p. 191)

147- Bazı akademisyenler 12 On İkinci ve On Üçüncü Hanedanlıklar arasında gerçek bir ayrılığa inanmazlar, ancak bu sonuncusu, IV. Amenemhat'ın oğulları Sobekhotep ve Sonbef 13 ile Sobekneferu arasındaki veraset konusundaki anlaşmazlığın sonucuydu. Ryholt ve Dodson 14 dahil olmak üzere "veraset mücadelesi" görüşünün bazı destekçileri, Sobekneferu'nun kraliyet ailesindeki yerinin onun tahta çıkışını açıklamak için yeterli olmadığına, zira Amenemhat IV'ün kendi yerine geçecek kendi çocuklarına sahip olduğuna inanıyor. Kraliçe böylece miras beklentilerini boşa çıkarmış olacaktı, ancak IV. Amenemhat'ın torunları onun ölümünden sonra geri dönecek ve bir öncekinin devamı olarak On Üçüncü Hanedan'ı başlatacaktı. Benzer şekilde N. Grimal, Amenemhat III'ün hükümdarlığından sonra bir kadının tahta geçmesiyle ve hükümet döneminin şiddetli bir şekilde sona ermesiyle sonuçlanan bir kriz olduğunu öne sürüyor. Ancak yazar devam ediyor, tüm bunlar doğrulanamaz çünkü İkinci Ara Dönem'i başlatan On Üçüncü Hanedan ya doğrudan soy yoluyla ya da evlilik yoluyla yasal olarak On İkinci Hanedan'dan türemiş gibi görünmektedir15. F. Cimmino da hemen hemen aynı görüşü paylaşıyor, ancak herhangi bir ayaklanma belirtisi veya travmatik olaya dair hiçbir kanıt olmadığını ekliyor 16.
On Üçüncü Hanedanlığın başlangıcından itibaren, meşruiyet teorisiyle çelişmeksizin, hükümdarlar arasındaki aile bağlarının zayıfladığı ve bazen tamamen ortadan kalktığı konusunda şüphe yoktur. Aynı zamanda, kraliyet gücünü güçlendirmek için bazıları daha önce tartışılmış olan başka mekanizmalar da etkinleştirildi: propaganda kullanımı, belirli unvan veya lakapların kullanılması, belirli bayramların kutlanması vb. Amenemhat III, Amenemhat IV, Sobekneferu ve On Üçüncü Hanedan arasındaki ilişkinin doğası belirsizliğini koruyor. Bununla birlikte, yeni bir hanedanın yükselişinin iktidardaki bir değişimden kaynaklanmış olması ve veraset mekanizmasındaki bir şeyin düzgün çalışmaması muhtemeldir.
Bir kez daha modern çalışmalara ilk yardımın kral listelerinin analizi olduğunu belirtmek isteriz. Daha önce de söylediğimiz gibi, Abydos listesi Sobekneferu'yu atlıyor ve açık propaganda amaçlarıyla Amenemhat IV'ten doğrudan Ahmosis'e gidiyor19. Yalnızca Karnak listesi ve Torino Kanonu, On Üçüncü Hanedan ve İkinci Ara Dönem hükümdarlarının isimlerini taşıyor, ancak ne yazık ki her ikisi de yorum konusunda zor sorunlar sunuyor. Genellikle kralların isimlerini (ve bazen praenominaları) kronolojik sırayla ve hükümdarlık sürelerinin uzunluğunu gösteren Torino Kanonu için bazı açıklamalara ihtiyaç vardır. Metin boşluklarla, özellikle de saltanat sürelerine ilişkin kayıtlarda transkripsiyon hataları ve eksikliklerle doludur. Bu yanlışlıkların çoğu, başlı başına oldukça karmaşık bir dönem olan On Üçüncü Hanedanlık döneminde arttı. Kesin olan şey, On İkinci ve On Üçüncü Hanedanlar arasındaki şu formülle açık bir ayrım vardır: “Yukarı ve Aşağı Mısır kralı Sehotep-ib-ra'nın ardından gelen krallar, yaşam, refah ve sağlık” (nswyt) […]-sA […nswt-]bity […s.Ht]p-ib-ra anx, wDA, snb) 20.
(147- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 100)

148- Onomastik çalışmalar, Ryholt'un On Üçüncü Hanedanlık krallarının adlarında soy ve baba adı belirtme yolları üzerine yaptığı çalışmalarla birlikte, onun veraset mücadelesi ve IV. Amenemhat'ın oğulları tarafından On Üçüncü Hanedanlığın başladığı tezini destekleyecektir. Çift (veya üçlü) kraliyet adlarına ilişkin yorumunda, her kralın ve babasının ad sırası, Orta Krallık F(sA)N'ye özgü gramer formunu yansıtır: Ryholt bunları soysal olarak adlandırır isim. Son olarak, On Üçüncü Hanedanlığın ilk krallarının tipik bir özelliği, Ameny- Inyotef - Amenemhat biçimindeki en az iki ismin birlikteliğinden doğan çok uzun ve alışılmadık kompozisyondur. Böyle bir yapı, kralın adının önünde babasının ve bazı durumlarda büyükbabasının adının yer aldığı şeklinde yorumlanmıştır. Soyadı (filiative nomina) kullanma kriterleri, On Üçüncü Hanedanlığın ilk iki kralı Sekhemrekhutawy -Amenemhat-Sobekhotep ve Sekhemkara -Amenemhat- Sonbef, Amenemhat IV'ün oğulları olduğu belirlendi. Tersine, isimleri bu şekilde yazılmayan krallar Ryholt tarafından gaspçı olarak kabul edilir. Bu tür isimlerin amacı, yeni hanedanın kraliyet krallarının soyunu ifade etmek ve böylece Delta'ya yerleşmiş rakip bir hanedana karşı onların hüküm sürme haklarını talep etmek olabilirdi.
(148- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 101)

149- Kraliyet Ailesi
13. Hanedanlık, yalnızca soyağacının yeniden inşası açısından değil, aynı zamanda kraliyet mirası açısından da pek çok sorun sunuyor. Temel kaynak, kraliyet isimleri, verasetler ve saltanat sürelerinin Ramesside derlemesi olan Torino Kanonu'dur; ancak analiz, hayatta kalan papirüs kopyasının ağır hasar görmüş durumu nedeniyle engellenmektedir. Her ne kadar bilgimiz çağdaş anıtlarla artırılabilse de ortaya atılan çeşitli yeniden inşalarda, hanedanın daha anlaşılmaz bazı kısımları hakkında gerçek bir fikir birliğine varılamayan birçok boşluk ve belirsizlik mevcut.
13. Hanedanlığın bazı krallarının unvanlarının bir özelliği uzunlukları ve formülasyonlarıdır; buna iyi bir örnek 'Ameny-Inyotef-Amen-emhat*'tır. Artık bu tür 'isimlerin' aslında kralın adının yanı sıra babasının ve bu gibi durumlarda büyükbabasının adını da içerdiği kabul ediliyor. Dolayısıyla burada şunu okumalıyız: Amenemhat (VI), (oğlu) Inyotef, ([torunu]oğlu) Ameny (= Amenemhat V)'; bu tür bir düzenleme ‘filiative nomen' (soy adı) olarak bilinir ve bu nedenle hanedanın anlaşılmaz olduğu bilinen soyağacının yeniden inşasında çok önemli bir yardım sağlar.83 Öte yandan, böyle bir isim biçimine sahip olmayan herhangi bir kralın, kraliyet soyundan yoksun olduğu ve dolayısıyla bir 'gaspçı' olarak yargılanması gerektiği yönündeki bir başka öneri, konuyu kesinlikle çok fazla uzatmaktadır.84
Unvan kriterlerini kullanan hanedanın ilk iki kralı I. Sobkhotep ve Sonbef (sırasıyla 'Amenemhat-Sobkhotep' ve 'Amenemhat-Sonbef'), muhtemelen sondan bir önceki hükümdarı Amenemhat IV'ün oğulları olarak kabul edilecektir. 12. Hanedan. Amenemhat IV'ün asil olmayan bir kökene sahip olduğu yönündeki öneriyi (bkz. yukarıda, s. 95) destekleyen bir gerçek de Tarlaların Gözetmeni Ankhu A'nın daha önce unvansız olan annesinin 12. yüzyılın sonlarında aniden Kral'ın Kız Kardeşi haline gelmesidir. Hanedanlığı, kraliyet kardeşinin daha önce Kral'ın Oğlu olmadığını öne sürüyor.
Nerikare'nin ilişkileri - ne de adı - hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Benzer şekilde Nebnuni ve lufeni'nin adları da onların ilişkileri hakkında hiçbir ipucu vermiyor. Bununla birlikte, 'Ameny-Qemau' kalıbı, Qemau'nun V. Amenemhat'ın oğlu olduğunu öne sürerken, Sihomedjhiryotef'in ismine 'Qemau'nun eklenmesi, Sihomedjhiryotef'in kendisinden önceki dört hükümdarlığı yönetmiş gibi görünen Qemau'nun çocuğu olduğunu gösteriyor. Bunların arasında, yukarıda bahsedilen kartuşu 'Ameny-Inyotef-Amenemhat' tarafından muhtemelen hüküm sürmeyen bir Inyotef tarafından Amenemhat V'in torunu olduğu ilan edilen Amenemhat VI'nın saltanatı düşmüş gibi görünüyor.
Hakkında soy bilgisine sahip olduğumuz bir sonraki kral, Torino Kanonunda babasının adı halktan biri olan Nen?[...] olarak anılan II. Sobkhotep'tir. Ancak halefi Reniseneb, isim arabasına bakılırsa Amenemhat VI'nın oğlu gibi görünüyor.
(149- The Complete Royal Families of Ancient Egypt, p. 102)

150- Sobkhotep I ve Sonbef
On Üçüncü Hanedanlığın ilk iki kralı, Sobkhotep I ve Sonbef, her ikisi de soyadı (filiative nomina) kullanarak Amenemhet adlı bir kralın oğulları olduklarını iddia etti. Amenemhet III'ün öldüğü sırada yaşayan hiçbir oğlu olmadığına inanmak için nedenler olduğundan (aşağıya bakınız), babaları Amenemhet IV olarak tanımlanabilir. Buna göre kardeş olacaklardı.
Amenemhet IV:
Ölümünden kısa bir süre önce Amenemhet III, Amenemhet IV'ü kendisine ait ortak vekil olarak seçti. Amenemhet IV, Amenemhet III'ün oğlu gibi görünmüyor. Amenemhet IV'ün Medinet Madi tapınağındaki sahnelerinde, bir Kralın Annesi Hotepti (tam başlık dizesi: iryt-p't hnwt-ßwy mwt-nsw hnmt-nfr-hdt) tasvir edilmiştir.718 IV. Amenemhet'in kabartmalarındaki varlığı açıkça onun annesi olduğuna işaret etmektedir. Önemli olan, kraliçe unvanını taşımamasıdır; bunun anlamı, Amenemhet IV'ün kraliyet kökenli olmadığıdır. Bu tür bir başka gösterge, Amenemhet III'ün kızı gibi görünen Nofrusobk'un kendisini defalarca bu kralla ilişkilendirmesi, ancak Amenemhet IV'ü görmezden gelmesi gerçeğiyle sağlanmaktadır.
Amenemhet III'ün kendi oğlu olmayan bir adamı vekil olarak seçmesi, onun yaşayan hiçbir oğlu olmadığını gösteriyor. Amenemhet III'ün en büyük kızı Nofruptah'a bahşettiği alışılmadık derecede yüksek statünün nedeni, bilinen hiçbir oğlu ve bir oğlunun olmaması olabilir. Durumu, adının genellikle bir kartuş içine alınması ve ardından ‘nhti dt sıfatının gelmesi gerçeğinde yansıtılmaktadır. Her iki özellik de bu dönemde aksi takdirde kralın ayrıcalıklarıydı (ikincisi ‘nh(w) dt biçimindedir), ve ayrıca kraliçenin ayrıcalığı olan wrt-i3mt ve wrt-hst sıfatlarında. Bu, Valloggia'nın Nofruptah'ın Amenemhet IV'ün eşi olduğunu öne sürmesine yol açtı.719 Bununla birlikte, Matzker'in işaret ettiği gibi,720 Nofruptah'a hiçbir zaman kraliçe (hmt-nsw) unvanı verilmemiştir, cenazesinde bile.721 Bu nedenle Nofruptah'ın aslında hiçbir zaman kraliçe olmadığı açıktır. Bununla birlikte, kraliçe lakapları, Amenemhet III'ün, muhtemelen kendi kanının tahtta kalması için Nofruptah'ı halefinin gelecek kraliçesi olarak işaretlediğini öne sürebilir.
(150- The Political Situation in Egypt during the Second Intermediate Period c. 1800-1550 B.C., p. 209)

151- Son zamanlarda, yine kralların isimleri ve ilk isimlerinin onomastik analizinden yola çıkarak, kraliyet ailesi üyeleri arasındaki ilişkileri tanımlamak için başka yöntemler formüle edildi. Belli bir düzenlilik derecesi, On Üçüncü Hanedanlığın, üyeleri aynı adı taşıyan üç makro gruba, yani Amenemhat, Neferhotep ve Sobekhotep58 olarak sınıflandırılmasına olanak tanır. İlk grup hem onomastik yapının hem de diğer arkeolojik değerlendirmelerin önerdiği gibi, On Üçüncü Hanedanlığın ilk kısmına aittir: "On Üçüncü Hanedanlığın tanınmış piramitlerinin çoğunluğunun muhtemelen bu krallar grubuna ait olduğu belirtilmelidir" 59, çünkü özellikle yapı olarak Onikinci Hanedan'dakilere çok benziyorlar. Sobekhotep I'den 60 Sehotepibra'ya kadar altı kralın yer aldığı ilk grubun, önceki hanedanın yöneticileriyle bir tür ilişkiye sahip olması muhtemeldir. On Üçüncü Hanedan'ın ilk krallarının IV. Amenemhat'tan geldiği varsaymasak da Sobekneferu'nun kısa saltanatının ardından tahtın, kısa süreliğine hüküm sürebilecek hem akrabalar hem de yabancılar olmak üzere daha geniş bir insan grubunun erişimine açıldığı iddia edilebilir. Bu durumlarda, çift isimlerin kullanılmasının, yeni hükümdarların paralel bir hanedanla ilişkili olmaktan ziyade, tahttaki varlıklarını mutlak anlamda meşrulaştırmak için önceki hanedanı hatırlama isteklerini ortaya koyduğu sonucuna varmak daha makul olabilir.
(151- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 103)

152- The Complete Royal Families of Ancient Egypt, p. 105

153- On Üçüncü Hanedanlık döneminde yayılmış gibi görünen - ancak ilk kez formüle edilmemiş - sözcükler veya unvanlarla doğrulanmış olabilir. Bunlardan biri, kraliyet soyundan olmayan bir kralın dünyevi babasını ifade eden “tanrı'nın Babası”dır (it ntr). Bir başka ilginç örnek, Amenemhat isminin On Üçüncü Hanedan'ın sekiz kralı tarafından kullanılmasıdır; bunlardan altısı onu çift ismin bir parçası olarak kullanmıştır. Bu orijinal seçimin önemine ilişkin olası hipotezlerin ötesinde, şüphesiz önceki hanedana ait büyük krallara gönderme yapmaktadır.

On Üçüncü Hanedanlık döneminde, muhtemelen aile bağları ile kraliyet ailesiyle bağlantısı olmayan birçok soylu iktidara geldi, bu nedenle bu adamlar için ortak bir köken olup olmadığı konusunda spekülasyon yapmak yerinde olacaktır. Başka bir deyişle, "hükümetin hangi dallarının, kendi aile üyelerinin yönetici olmasına izin vererek, krallığın gücünün kaybından kâr elde etmiş olabileceğini belirlemek için bu adamların geçmişlerini araştırmak ilginçtir". Eski kraliyet dışı rollerden gelen kralların soyunun izini sürmenin mümkün olduğu vakalar analiz edildiğinde, onların ana menşe alanlarının askeri, vezirlik, saymanlık gibi işler olduğu ve kraliyet kökenli olmayan kralların daha önceki bir dönemden geldiğine dair hiçbir kanıt olmadığı ortaya çıkıyor.
(153- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 21)

154- Sonuç olarak III. Amenemhat ile IV. Amenemhat'ın hükümdarlıkları arasındaki kurumsal süreklilik, kült ve geleneklerdeki benzer bir sürekliliğe, yani kısaca kültürel bir sürekliliğe tekabül etmiyor gibi görünüyor. Sobekneferu'da olacakların aksine - hâlâ yeni kralın iktidarı ele geçirmesinden önceki bir geçiş aşamasına ait olan Medinet Madi tapınağı hariç - IV. Amenemhat'ın onu kesmeye yönelik güçlü bir arzusu var gibi görünüyor. Amenemhat III'ün ailesiyle olan bağları, tüm doğal sonuçlarıyla birlikte.
(154- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 109)

155- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 17-18

156- Pilgrimage and Holy Space in Late Antique Egypt, p. 99

157- İslami kaynaklar, en azından M.Ö. 900, Medyen şehrinin, Musa'nın Şuy'ab sürülerini suladığı kuyuyu içerdiğini belirtir.357 Bu gelenekler, erken modern döneme kadar kesintisiz bir süreklilik içinde devam etmiş görünmektedir.358 Bu geleneklerle ilişkili olarak, Medyen yakınlarındaki Sina Dağı.359 Musa ve Yetro hakkındaki İslami gelenekler, eski Medyen bölgesindeki büyük vahayı işgal eden Al-Bad' (Mugha'ir Shu'ayb) kasabasındaki yerel efsanelerde varlığını sürdürmeye devam ediyor.360 Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bu yerel efsaneler, "Musa'nın dağı"nı Al-Bad' yakınlarındaki dağlardan biriyle özdeşleştirme geleneğini içerir (aşağıya bakınız).361
Böylece Yahudi geleneği Sina Dağı, Arabistan'ın kuzeybatısındaki Medyen kenti yakınlarındaki güney Sina yarımadasına yönelik birbiriyle rekabet halindeki Hıristiyan hac geleneklerinin gelişmesinden uzun süre sonra varlığını sürdürdü.362 Al-Bad' kasabası, Musa ve Yetro ile bağlantılı, günümüze kadar uzanan bu geleneğin dönemi LXX/OG'de yaklaşık M.Ö. 250’dir. Modern bilimde, böylesi bir antik ya da tartışmasız Yahudi kökenli bir geleneğe sahip olduğunu iddia edebilir Sina Dağı ile tanımlanan başka bir site yok. Eğer biri "Yahudi geleneğinin Sina Dağı"nı arıyorsa, bundan böyle El-Bad' yakınlarında bir dağ aramak zorunda kalacaktır.
(157- Pilgrimage and Holy Space in Late Antique Egypt, p. 200)

158- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 38

159- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 64

160-The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 77

161- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 81

162- Paul Haupt, Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, vol.63, jahr 1909, seite 506

163- https://en.wikipedia.org/wiki/Midian
21.01.2024 tarihli erişim.

164- Kur’an ve İslam 303-Kasas Suresi 2.Bölüm, 29. dk.
https://www.youtube.com/watch?v=xSYkrdBu7rU
21.01.2024 tarihli erişim.

165- Kur’an ve İslam 384-Kehf Suresi 4.Bölüm, 35. dk.
https://www.youtube.com/watch?v=GsfsK2FMAQI
21.01.2024 tarihli erişim.

166- Paul Haupt, Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, vol.63, jahr 1909, seite 514

167- Tebyinü’l Kur’an, Kehf Suresi 60-82. ayetler
Kehf Suresi 60-82 Ayetler ve Tahlil:
60) Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: "Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim" demişti.
61) Bunun üzerine "iki bilgin kişinin toplandığı yer"e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.
62) Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: "Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk" dedi.
63) Delikanlı: "Gördün mü/hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti" dedi.
64) Mûsâ, "İşte bu, aradığımızdı!" dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.

Surenin bu ayetlerinde Musa peygamberin eğitim sürecinden bir bölüm nakledilmektedir.

Kıssanın giriş mahiyetindeki bu bölümünde, Musa (as), kafasındaki takıntıları gidermek [bunalımdan kurtulmak] için bilginlerin toplandığı yere gidip sıkıntılarına çare aramayı düşünmektedir. Bu konuda azim ve kararlılık içindedir. Nihayet yola çıkarlar ve "iki bilginin toplandığı yerde" -henüz aradığı yerin burası olduğunu bilmemektedir- ikisi de hutlarından [bunalımlarından, sıkıntılarından] kurtulurlar. Bunalımları denizde [bilgin kişide] çekip gider. Sonra oradan ayrılırlar. Musa (as), delikanlıdan yemek istediği zaman delikanlı, Musa’ya (as) bunalımdan kurtulduğunu, fakat bunu Musa’ya (as) söylemediğini; bilerek, şeytana [İblisine] uyarak böyle yaptığını itiraf eder. Aslında Musa da (as) kendisine problem edindiği konuları halletmiş ve o da bunalımdan kurtulmuştur. Yanındaki delikanlı ile yaptığı bu konuşmadan sonra asıl aradığı yer olan "iki bilginin toplandığı yer"in orası olduğunu anlar ve "işte bu aradığımızdı" der. Böylece geldikleri yoldan hemen geri dönerler.

Bu kıssa Kitab-ı Mukaddes’te yer almadığı için kıssada geçen Musa’nın Tevrat sahibi Musa Peygamber olmadığı, söz konusu kişinin bir başka Musa olduğu ileri sürülmüştür. Hatta bu Musa’nın "Gılgamış [Gılga-Mesh] adının Arapçalaşmış şekli olduğu, Kur’ân’da anlatılan olayın Gılgamış Destanı ile bağlantılı olduğu da iddia edilmiştir. Bazı rivayet tefsirlerinde bu konuyla ilgili çok farklı görüşler ortaya konmuştur.

Bize göre, kıssada adı geçen Musa, Kur’ân’daki özellikleri itibariyle Musa peygambere uygundur. Bu konudaki diğer söylentiler dikkate alınacak bir niteliği haiz değildir.

Musa’nın bu serüveni ne zaman yaşadığına gelince: Musa’nın (as) Mısır’dan Medyen’e yalnız kaçtığını ve orada bir aile kurduğunu biliyoruz. O döneminde Musa garip ve fakir birisidir. Medyen’e yalnız ve bekâr olarak gitmiştir. Orada evlenmiş, Medyen’deki sözleşmesi bittikten sonra da oradan ayrılmıştır. Kasas/29’da, ehli [eşi, çocukları, yakınları ve hizmetçileri] ile birlikte yola çıktıkları bildirilmekte, ancak nereye gitmek istediği belirtilmemektedir. Kıssada anlatılan bu macerayı Medyen’den ayrılış ile henüz vahiy almadan önceki bir dönemde yaşamış olmalıdır.

Mûsâ'nın bunalımı, kendisine Firavun'u öldürerek İsrâîloğulları'nı Mısır'dan çıkarma görevi verildiği zaman bunu neden yapacağı ve nasıl başaracağı konusundaki endişeleridir. Zira bilindiği gibi Musa daha evvel birisini öldürmüş, bu suçu nedeniyle çok üzülmüş ve vicdan azabı çekmiştir.

Mûsâ bu kıssada bunu nasıl başaracağını ve Allah'a savaş açanların öldürülmesi gerektiğini; dolayısıyla da Firavun'u neden öldüreceğini öğrenecektir.

Musa peygamber ile ilgili bu pasajda da Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim kıssasında olduğu gibi müteşabih [allegorik, sanatsal ifadeli] bir anlatım söz konusudur. Bu nedenle bazı sözcükler üzerinde özellikle durulmalıdır:

MUSA’NIN DELİKANLISI
"فتى Fetâ", "sağlam genç, yiğit delikanlı" demektir. [Lisanü’l Arab, c: 7, s: 21,22] Sözcüğün çoğulu "fityetün"dür. Sözcüğün çoğul hali yine bu surenin baş kısmında [Kehf/10, 13’te] Ashab-ı Kehf için kullanılmıştır. "Fetâ" sözcüğü "filan kişinin fetası /filancanın genç yiğidi" şeklinde herhangi bir şahsa izafe edilerek kullanıldığında, genellikle o şahsın hür veya köle hizmetçilerini ifade eder. Arap dili buna uygundur.

Gencin kimliği ile ilgili Kur’ân’da bilgi verilmemiştir. Ancak Musa’nın Medyen’den ehli/ailesi/yakınları ile birlikte ayrıldığı [Kasas/29] bilinmektedir. Bu genç yiğit Musa’nın (as) ehlinden birisidir; ama oğlu, ama kardeşi, ama uşağıdır. Kur’an’dan anladığımıza göre, Musa (as) Medyen’den zengin birisi olarak ayrılmıştır.

Bu genç ile ilgili birçok rivayet ortaya atılmıştır. Gencin isminin şu veya bu olmasının önemi yoktur. Konunun bize verdiği mesajlar onun ismi ve kimliği üzerine kurulu değildir. Ayrıca kimliğini ön plana çıkaracak şekilde delikanlıya muteber bir isim bulmak da anlamsız ve Kur’ân terbiyesine aykırıdır.

Literatürdeki seyahatnamelere, özellikle de feodal dönem seyahatnamelerine bakıldığında, Marco Polo, Evliyâ Çelebi, Robinson Crusoe, Strabon, Piri Reis, İbn Batuta, Mark Twain, Henry Miller ve Paul Bowles gibi seyyahların/gezginlerin birer hizmetçilerinin/yardımcılarının olduğu görülür.

İKİ DENİZİN TOPLANDIĞI YER
Bugüne kadar ayetlerin Mekkî oluşu ve müteşâbihliği göz ardı edilip olay coğrafi olarak ele alınmıştır. Bu yaklaşım nedeniyle de yeryüzünün her tarafında "iki denizin toplandığı yer" nitelemesine uygun mekânlar aranmıştır. Kimi Karadeniz ve Hazar Denizi arasını, kimi Ermenistan’da Kur ve Res [Aras] nehirleri arasını, kimi Akdeniz ile Kızıldeniz arasını, kimisi de Ürdün ile Kuzum nehirleri arasını bu niteliğe uygun bulmuştur. Söz konusu coğrafî mekânın Antakya, Eyle, Atlas Okyanusu kıyısındaki bir Endülüs şehri, Afrika’da Tanca, Amerika kıtasında Panama olduğunu ileri sürenler olduğu gibi, İstanbul Boğazının Karadeniz’e çıkışı olan Anadolukavağı veya Çanakkale Boğazının çıkışındaki Gelibolu Yarımadası olduğu görüşünü dile getirenler de olmuştur.

Paragrafa göre, Musa’nın gideceği, arayacağı şey " صخرة sahra [kaya]"dır. Hutlarını orada [iki denizin toplandığı yerde veya iki denizi toplayan şeyde] unutmuşlardır. Genç adam, 63. ayette geçen ikrarına göre, Hut’u Sahra’da [Kaya’da] unutmuştur, terk etmiştir, bir bakıma ondan kurtulmuştur. Bu durumda, Sahra [Kaya] ile Mecmeu’l-Bahreyn [İki Denizin Toplandığı Yer] aynı yer veya aynı şeydir.

صخرةSAHRA
"Sahra" "Büyük kaya" demektir. [Lisanü’l Arab, c.7, s. 79] Ayette geçen [صخرة ] Sahra/Büyük Kaya, bugün Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahra’nın [Mescid-i Aksa’nın] yakınında bulunan ve "Sahratullah" olarak bilinen Kaya’dır. Yahudiler de orayı "Ağlama Duvarı" olarak anmaktadırlar. Bundan da anlaşılmaktadır ki, Davud ve Süleyman peygamberler, ataları Musa peygamberden bu yana bir ilim merkezi olması sebebiyle Beytü’l-Makdis’i orada inşa etmişlerdir. Söz konusu Kaya’nın kutsal kabul edilmesine de bu olaylar neden olmuş olsa gerektir.

Sahra/Kaya sözcüğü, başına özel isim yapma eki olan "El" takısı alarak " الصّخرة Es-Sahra" olmuş ve böylece özel bir isim haline getirilmiştir. Sözcüğü "Sahratullah" olarak da özel isim haline getirmek mümkündür. Lokman/16’da ise sözcük nekra [belirsiz] olarak yer almıştır.

BAHR [DENİZ]
" البحرBahr" sözcüğü "genişlik ve açık yüzlülük" demektir. Denize "bahr" denmesi genişliğinden, enginliğinden dolayıdır. "Bahr" sözcüğü aynı zamanda "çok bilgili kişi" demektir. [Lisanü’l Arab, c.1, s. 332-335] Mecaz olarak ise "çok bilgili, saygın kişi" demektir. [Tacü’l Arus; c. 6, s. 51] Bilindiği gibi, Türkçemizde de çok bilgili insanlar için "derya gibi adam" deyimi kullanılmaktadır.

Buradan hareketle, ayette geçen "mecmau’l-bahreyn [iki bahrin toplandığı yer]" ifadesinin coğrafi olarak "iki denizin toplandığı, birleştiği yer" demek olmayıp "iki bilgin kişinin toplandığı yer" anlamında olduğunu söyleyebiliriz.
Pasajdan açıkça anlaşıldığına göre, Musa bu "iki denizin buluştuğu yer"e gitmek niyetiyle yola çıkmıştır. "Ben iki denizin toplandığı [iki bilgin kişinin toplandığı] yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim" demesi, bu konudaki kararlılığını göstermektedir. Genç hizmetçisine yaptığı açıklamadan, bilgi toplamak için yıllarını harcamayı göze aldığı anlaşılmaktadır. Daha sonraki ayetlerden de anlaşılacaktır ki, Musa’nın bu seyahatteki amacı ticaret değil, bilgi sahibi olmaktır; zihnindeki problemlerini çözmek, karamsarlıktan ve bunalımdan kurtulmaktır. Zira Musa elçilik görevine hazırlanmadan evvel birçok badirelerden geçirilmiştir, eğitilmiştir.
37Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: "38Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine geldin, ey Mûsâ!
41Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim. [Ta Ha/37- 41]

Musa ve delikanlının Kehf suresinde anlatılan yolculukları ve Musa’nın bu yolculuktan öğrendikleri de onu peygamberliğe hazırlama işlemlerindendir.
Pasajda üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da genellikle "balık" diye çevrilen "hut" sözcüğüdür. Sözcükle ilgili olarak daha önce A’raf suresinde yaptığımız açıklamayı, öneminden dolayı kısaca tekrarlamayı yararlı görüyoruz:

HUT
" حوت Hut" sözcüğü, dilbilimcilerinin bir kısmına göre "balık", bir kısmına göre de "büyük balık" demektir. Bu anlamıyla sözcük, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan soğukkanlı omurgalıların genel adıdır. Ayrıca eski çağlardan beri burçlar kuşağındaki bir takımyıldızın adı olarak da kullanılmaktadır.

Ancak Kur’an’ı doğru anlamak için sözcüklerin teamüldeki kullanımını değil, gerçek anlamlarını bilmek gerekmektedir.

Sözcüğün kökü olan "حوت hvt", Arap dilinde "hut" ve "havt" olmak üzere iki türlü okunur. Bu okunuşlardan ilki olan "Hut", Bedeviler arasında "ağır ağır da yutsa, çabuk çabuk da yutsa kendisine kâfi gelmeyen [doymayan, doyma duygusu olmayan]" anlamında kullanılmıştır.

"Havt" ise "kuşun suyun çevresinde veya vahşî hayvanın bir şeyin çevresinde dönüp durması, oradan ayrılmaması" anlamındadır. [Lisanü’l-Arab; c: 2, s: 644] Bu anlamlardan anlaşılacağı üzere, "hut" sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır, balık demek değildir. Nitekim herkesin bildiği gibi, sularda yaşayan balığın esas adı "semek"tir. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemeye ara verme nedenlerinin doymaları değil de tıkanmaları olması, bugün artık bilimsel bir bilgidir. Balıkların bu özelliklerini bilmeyen amatör akvaryumcuların, günlük ihtiyacın üzerinde yemleme yaptıkları takdirde çatlayarak ölen balıklarla karşılaştıkları bilinen bir durumdur. Balık oburluğunun balık cinsleri itibariyle gösterdiği özellikler ise Su Ürünleri Fakültelerinin araştırma raporlarına da girmiş durumdadır.

Buna göre, "hut" ve "havt" sözcüklerinin anlamlarını "hırs, doyumsuzluk" olarak ifade etmek mümkündür.

"Hut" sözcüğünün Kur’an’da yer aldığı pasajlardaki anlatım dikkate alındığında, sözcüğün daima "sebebiyet mecaz-ı mürseli" şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Yani, sebep olan "hırs ve doyumsuzluk" zikredilmekte fakat hırsın insanda sebep olduğu "bunalım ve karamsarlık" kastedilmektedir. Musa’nın bunalımının nedenini yukarıda açıklamıştık.

Şimdi pasajı tahlile devam edelim:
"Bu şekilde geçtikleri zaman o [Musa], delikanlısına: ‘Getir kuşluk yemeğimizi; gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk’ dedi" ayetinin metnine dikkatle bakıldığında, Musa’nın genç arkadaşından kuşluk yiyeceklerini istediği fakat "hutu getir de yiyelim" demediği görülmektedir. Ancak genç adam yemeği getirdi mi, getirmedi mi; yemeklerini yediler mi, yemediler mi; bize bildirilmemektedir. Musa kuşluk yemeği istediği bir anda, genç adam "Gördün mü? O Kaya’ya sığındığımız vakit doğrusu ben hutu unuttum/terk ettim; ve onu anmamı muhakkak şeytan unutturdu/terk ettirdi. O [Hut], şaşılacak bir şekilde denizde yolunu edindi" demektedir. 61. ayetteki ifadeye göre ise sadece genç adam unutmamış, Musa da hutunu unutmuştur/terk etmiştir; yani dertten kurtulmuş, rahatlamıştır.

HUT’UN BAHRDE [BİLGİN KİŞİDE] KAYBOLMASI:
Musa ve yardımcısının sıkıntıları, karamsarlıkları, bunalımları Büyük Kaya’da bilginler arasında yaşadıkları şeyler vasıtasıyla ortadan kalkmıştır. Sanki denizde bir balığın derin bir deliğe dalıp kaybolup gidişi gibi olmuştur.

Olay deniz ve balık sembolleri ile anlatıldığından, ifadeler dağdağalıdır.

64. ayetteki "O [Musa], ‘İşte bu, aradığımızdı!’ dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler" şeklindeki genel ifadeye göre, Musa’nın aslında aradığı yeri bulduğu fakat aradığı yerin orası olduğunu anlayamadığı anlaşılmaktadır.

Büyük Kaya’nın orada yaşadıkları olaylara- orada deniz gibi bilgiye sahip kimselerle karşılaşıp sıkıntıdan, bunalımdan kurtulmalarına- bakılırsa, Musa’nın varmak istediği yer; iki denizin birleştiği [bilginlerin toplanıp bilgi alışverişi yaptığı, bilgisizleri bilgilendirdikleri, zihinsel problemleri çözdükleri] yer orası olmalıydı. Oraya dönüp bir şeyler daha öğrenmeliydi. Bu nedenle hemen gerisin geri o Büyük Kaya’ya döndüler.

65) Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.

Musa ile delikanlı geri döndüklerinde, iki bilginin buluştuğu o yerde [Kaya’da] bir kişi ile buluşurlar. Bu kişi, Allah’ın kendisine ilim ve rahmet vermiş olduğu bir kuldur.

Kanaatimize göre, Musa ile yardımcısının Sahra’da buldukları bu kul bir peygamberdir. Çünkü ayette "Biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik" denmiştir. Aşağıdaki Kur’an ayetleri, Yüce Rabbimizin bu ifadeyi peygamberlik nimeti için kullandığını göstermektedir:

* Yine onlar: "Bu Kur’ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler. Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. [Zühruf/31,32]

* Ve sen Kitab'ın sana vahyedileceğini/indirileceğini ummuyordun. O, ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi. Öyleyse sakın kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere arka çıkma/yardımcı olma. [Kasas/86]

Bilgin Kul’un bir peygamber oluşunun diğer delili ise surenin 66. Ayetindeki "Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için" ve 82. ayetinde duvar doğrultma işini kendi iradesi ile yapmadığını beyan ediyor olmasıdır. Bu demektir ki, duvar altında duran iki yetime ait gömünün varlığı ve bu gömünün belli bir süre daha bulunduğu yerde korunması gereği ve dolayısıyla bunun icabı olan duvarın doğrultma işi Bilgin Kul’a [peygambere] vahiy ile telkin edilmiştir.

Yukarıdaki delillere dayanarak peygamber olduğunu söylediğimiz "bilgin kul" hakkında Kur’an’da başkaca bilgi verilmemiştir. Bu durumda, onun da Nisa/164 ve Mü’min/78’de peygamberimize adlarının ve kıssalarının haber verilmediği bildirilen Peygamberlerden olduğu anlaşılmaktadır.

66) Mûsâ ona: "Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?" dedi.
Musa "Bilgin Kul" ile tanışmış ve onun bilgin birisi olduğunu, doğru yolu bulma konusunda kendisine çok bilgi verilmiş olduğunu anlamıştır. Ondan "doğru yolu bulma konusunda ona öğretilenlerden öğrenmek için" öğrencisi olmayı istemektedir.
67,68) Âlim ve rahmete mazhar kul: "Şüphesiz sen benimle beraber sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin!" dedi.
Musa’nın o yöre ve "Bilgin Kul" hakkında bilgisinin olmadığı bellidir. Çünkü o bölgeye yeni gelmiş ve "Bilgin Kul" ile yeni tanışmıştır. Buna karşılık "Bilgin Kul"un ifadelerinden, onun o yörenin insanı olduğu ve bir takım görevleri olduğu anlaşılmaktadır. Zira "Bilgin kul", Musa ile birlikte oldukları takdirde meydana gelmesi muhtemel olaylar karşısında Musa’nın idrakinin bu olayları almayacağını ve sabredemeyeceğini öngörmektedir. Yani "Bilgin kul", belli bir görevi ifa etmek için dolaştığı o bölgede, o bölgeyi iyi tanıdığı için bazı olumsuzluklarla karşılaşabileceğini tahmin edebilmekte ve Musa’nın da bunlara sabredemeyeceğini düşünmektedir.
69) Mûsâ: "İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem" dedi.
70) Âlim ve rahmete mazhar kul: "O hâlde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar."
Pazarlık yapılmış ve "Bilgin Kul", kendisi açıklama yapıncaya kadar tanık olacağı herhangi bir olay hakkında soru sormaması şartıyla Musa’nın kendisiyle beraber gelmesine izin vermiştir.
Dikkat çeken noktalardan biri de, kıssanın bundan sonraki bölümlerinde artık Musa’nın genç yardımcısından söz edilmiyor olmasıdır.
71) Bunun üzerine ikisi yürüdüler; sonunda gemiye bindiklerinde âlim ve rahmete mazhar kul gemide kusurlar oluşturdu. Mûsâ: "İçindekileri suda boğman için mi onu yırttın/kusurlar oluşturdun? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!" dedi.
72) Âlim ve rahmete mazhar kul: "Ben, 'Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin' demedim mi?" dedi.
73) Mûsâ: "Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!" dedi.(Kehf 66-73)

Bilgin Kul, bindikleri gemide hasar oluşturunca, Musa dayanamaz ve ona "İçindekileri boğman için mi onu yırttın; parçaladın? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!" der. Bilgin Kul da "Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin?’ demedim mi?" diyerek anlaşmayı hatırlatır. Bunun üzerine Musa "Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!" diyerek özür diler.

Bilgin Kul’un kendisi o çevreyi tanıdığı gibi, gemi sahipleri ve yolcular da "Bilgin Kul"u tanıyor ve ona güveniyor olmalılar ki, onun gemiyi yaralamasına engel olmamışlardır. Ne "bilgin kul", ne de o yöre hakkında bilgisi olmayan Musa ise bu işe karşı çıkmıştır.

Bu olayda herhangi bir olağanüstülük, esrarengizlik yoktur. Kulun gaybı bilmesi gibi bir durum da söz konusu değildir.

74) Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler; âlim ve rahmete mazhar kul onu öldürüverdi. Mûsâ: "Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!" dedi.
75) Âlim ve rahmete mazhar kul: "Ben sana 'Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin' demedim mi?" dedi.
76) Mûsâ: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle kovarsan darılmam" dedi.

Bilgin Kul ile Musa yola devam ederler. Nihayet bir delikanlıya rastlarlar. Bilgin Kul bu delikanlıyı öldürür. Bunun üzerine Musa "Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!" diyerek olayı kınar. Bunun üzerine Bilgin Kul, Musa’ya "Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin’ demedim mi?" diyerek seyahat şartlarını hatırlatır. Musa da "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle tarafımdan özre erdin [kovarsan darılmam]" diyerek tekrar son özrünü bildirir.

Ayette geçen " غلام Gulam" sözcüğünün orijinal anlamı, "cinsel ilişkiye alabildiğine düşkün ve arzulu olan" demektir. Bu özellik, çocukluk yaşından çıkmış kimselerde olur. Bu da delikanlılık çağıdır. Gulam/delikanlı sözcüğü, şeyh/ihtiyar sözcüğünün zıt anlamlısı olarak kullanılır. [Lisanü’l Arab, c.6, s. 664- 666]

Ayetteki "Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey ..." ifadesinden, "gulam"ın erişkin birisi olduğu anlaşılmaktadır. Musa bu katil olayının ancak "kısas" yoluyla yapılabileceğini ileri sürmüştür. Çocuk yaşta birisi başkasını öldürürse ona kısas yapılmaz. Buradaki olay kısasa uygun görüldüğüne göre, "gulam" çocuk değil, erişkin bir delikanlıdır.

Delikanlının öldürülmesine Musa’dan başka karşı çıkan da olmamıştır. Demek ki, "Bilgin Kul"un delikanlıyı niçin öldürdüğünü o beldenin insanları, öldürülen delikanlının yakınları; ana-babası ve herkes bilmektedir. Aksi halde bir yabancının gelip de memleketlerinde kendilerinden bir delikanlıyı öldürüp elini kolunu sallayarak çekip gitmesine kimse kayıtsız kalmazdı.

"Gulam"ın öldürme gerekçesi surenin 80 ve 81. ayetlerinde açıklanmıştır.
77) Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Âlim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Mûsâ: "İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın" dedi.

Bilgin Kul ile Musa yine yola devam ederler ve bir kente uğrarlar. Acıkmış oldukları için o kenttekilerden yiyecek isterler. Kenttekiler onlarla ilgilenmezler. Anlaşılan o ki, "Bilgin Kul" bu kentte tanınmamakta ve bilinmemektedir.

Buna rağmen Bilgin Kul, yıkılmak üzere olduğunu gördükleri bir duvarı tamir edip doğrultur. Musa yaşananlar karşısında yine dayanamaz ve Bilgin Kul’a "İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın" diye sitem eder.
78,79,80,81,82) Âlim ve rahmete mazhar kul: "İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim: "Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de bütün güzel, sağlam gemileri gasp edip alan bir kral vardı. Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü'min kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, anne-babasını azdırmasından ve küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da 'Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin' istedik. Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!"
Bilgin Kul, "İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabra takat getirmediğin şeylerin tevilini haber vereyim" diyerek Musa’nın siteminden sonra Musa’ya "Gemi olayına gelince ..." diyerek olayları anlatmaya başlar.

GEMİYİ YARALAMA OLAYI
Bilgin Kul, "Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hale getirmek istedim. Ötelerinde de bütün gemileri gasp edip alan bir kral vardı" diye açıklamada bulunur.

Anlaşılan o ki, Bilgin Kul bu bölgede tanınan ve o yöreyi iyi bilen birisidir. Bunun kanıtı, bindikleri geminin sahiplerini tanıması ve öteki kıyıda hüküm süren zalim kraldan haberdar olmasıdır. Bunları bildiği için gemiyi yaralamış ve zalim kralın gemiye el koymasını engellemiştir. Gemi sahipleri ve gemideki yolcular da "Bilgin Kul"u tanıyıp ona güvenmektedirler ki, ona engel olmamışlar ve gemiye verdiği zararın karşılığını talep etmemişlerdir.

Not: Eldeki mushafta, 79. âyetin metninde " صالحةsâlihatin" ifadesi yoktur. Zemahşeri, Keşşaf’ta Ubyy ve Abdullah ibn-i Mes’ud mushaflarında âyetin " كل سفينة صالحة... küllesefinetin salihatin ..." şeklinde olduğunu bildirir. [Keşşaf/cilt, 2; S. 495; Kehf/79 açıklaması] O nedenle biz, mealde bu ibareyi ve cümledeki "kusurlu hale getirmek istedim" ifadesini dikkate alarak "tüm sağlam, güzel gemileri" diye meallendirdik.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, "Bilgin Kul"un gemideki hasarı kendi iradesi ile yapmış olmasıdır. Bu hususu kendisi de " فاردت ان اعيبها Ben onu kusurlu hale getirmekistedim" diyerek beyan etmiştir. Burada gaybı bilme gibi olağan dışı, sır bir durum söz konusu değildir.

DELİKANLININ ÖLDÜRÜLMESİ
Bilgin Kul, delikanlıyı öldürme gerekçesini ise şöyle açıklamıştır: "Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mümin kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik."

İfadelere dikkat edilirse, öldürme olayında Bilgin Kul’un yalnız olmadığı görülür. Olayda Bilgin kul ile beraber başkaları da vardır. Kıssaya geleneksel açıklamalar doğrultusunda bakanlar, bu ayetlerdeki "korktuk" ve "istedik" şeklindeki çoğul fiillerin öznelerini uyduramamışlardır. "Bilgin kul"un "Hızır" veya "melek" olduğu iddia edilince, "korkanlar"ın da -hâşâ- Allah ile Hızır veya Allah ile melek olduğu anlamı ortaya çıkmaktadır.

Ayetlerden anlaşıldığına göre, delikanlıyı öldürme olayı resmî otoritenin; toplum olarak yasalara göre verdikleri bir karar gereği olmuştur. "Bilgin Kul" bu kararın infaz memurudur. Bu nedenle, olayı açıklarken " فخشينا korktuk" ve "فاردنا istedik ki" şeklinde çoğul bir ifade kullanmıştır. Eğer delikanlının öldürülmesi o delikanlının yaşadığı kentte yasal bir icraat olmasaydı hem delikanlının yakınlarının hem de şehir halkının [kamu otoritesinin] "Bilgin Kul"a gerekli tepkiyi göstermeleri ve onu cezalandırma yönüne gitmeleri gerekirdi.

Görüldüğü gibi, "delikanlının öldürülmesi" olayının bilinmeyecek, yadırganacak, batın ilmi ile açıklanacak herhangi bir yanı yoktur. Normal, yasal bir bir uygulamadır. Ne var ki, Musa, o yörenin yabancısı olduğundan bunu bilmemektedir. Musa, "Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın?" diyerek bir insanın sadece kısas ile öldürülebilineceğini ileri sürmüştür. Hâlbuki şer’an [yasal açıdan] insan sadece kısas için öldürülmez; Allah’a savaş açanlar da öldürülür:

33,34Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri/eğitime öğretime tabi tutup dönmelerinin sağlanması veya kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmaları yahut sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkilerinin kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. [Maide/33]

Dikkat edilirse, 80. ayette "Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. Onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk" denilmektedir. Bu ifadeden de delikanlının mümin anne ve babasını dinden çıkarmak için çaba sarf ettiği [Allah ile savaştığı] anlaşılmaktadır. Yani bu durumda Maide suresinin 33. ayetine göre onun öldürülmesi meşru bir olaydır.

DUVAR OLAYI
Bilgin Kul, duvarı doğrultma işinin içyüzünü açıklarken "Duvara da gelince; o, şehirde iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım" demektedir.

Görüldüğü üzere, Bilgin Kul, "Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi [ فاراد ربّك ]" diyerek işin Allah tarafından yaptırıldığını açıklamaktadır. Ayrıca "Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım" demek suretiyle de sadece duvar olayını kendi görüşüyle yapmadığını beyan etmektedir.

Demek oluyor ki, Bilgin Kul’a bu üç olaydan sadece üçüncü olay vahiy ile bildirilmiştir. Yani "Bilgin Kul"un kendi bilgisi ve iradesiyle gerçekleştirmediği olay sadece duvar doğrultma işidir.

Ayetin orijinalindeki " وما فعلته عن امرى ve mâ fealtühü an emrî" ifadesi, tefsir ve meallerin ekserisinde [hemen hemen hepsinde] "ve ben bunların hiç birini kendi görüşümle yapmadım" diye çevrilmiştir. Bu çeviriye göre, üç olaydan hiç birinde "bilgin kul"un kendi görüşü ile davranmadığı, her üç olayda da aldığı vahiyle hareket ettiği anlaşılmaktadır. Oysa bu çeviri yanlıştır. Doğru çeviri "Ve ben onu [duvarı doğrultmayı] kendi görüşümle yapmadım" şeklindedir.

Rivayetçilerin ve dirayetsizlerin yanlış meal ve tefsirlerinin doğru olabilmesi için ayetin orijinalinin "عن امرى فعلتهن وما Ve mâ fealtühünnean emrî" şeklinde yani çoğul olarak olması gerekirdi. Ancak bu takdirde cümlenin anlamı, "Ben onları kendi görüşümle yapmadım" şeklinde olurdu. Hâlbuki ayetin orijinali böyle değildir. Zamir "onu" şeklinde tekildir.
Bu olaylarla, Musa, Mısır’a döndüğü zaman izleyeceği yolu öğrenmiş oldu.
Sonuç olarak, rivayetlerin, masalların, menkıbelerin ayetin orijinal anlamını ihmal ettirdiği anlaşılmaktadır.
(167- Tebyinü’l Kur’an, Kehf Suresi 60-82. ayetler)
168- Buranın aynı zamanda yasal kaynak (en-mispat) olarak da adlandırıldığını düşünürsek, en azından Meriba adının daha önce benzer bir anlamı adli su, tahkim yeri - Medine gibi - taşıdığı makul görünüyor. Ayazma çok eski zamanlardan beri burada konaklayan kavimlerin ve muhtemelen geniş bir coğrafyada bulunanların da yargı yeriydi.

Kral'ın asasının bu şekilde yeterince kullanıldığı doğrudur. Kutsal alanın hakkını arayanlar, ayazmada muhalifleriyle toplanıp orada yaşayan tanrıdan, Qades-Merlba'nın elinden veya Merlba-Qades'in sularından bir karar istemek için toplanmış olabilir. Bu nedenle Kades, muhtemelen uzun zamandır geniş bir alana yayılan bir ibadetin merkezi, Muhammed'den çok önce Mekke'ye benzer şekilde, daha geniş bir kabileler çemberi için çölün bir kült merkezi olmuştur. Aynı zamanda yargı yeri olan bu yer, elbette, "kabilelerin, belirli ayinlerle mühürlenmiş bir ittifaklar topluluğu"nun bir uyumunu da varsayar. Aynı zamanda, belirli rahip klanlarının bu tür mescitleridir.
(168- Geschichte des Volkes Israel, Vol. 1, Rudolf Kittel, seite 371)

169- Kadesh-Barnea: Its Importance and Probable Site, With the Story of a Hunt for It: Including Studies of the Route of the Exodus and the Southern Boundary of the Holy Land, p. 59

170- Tebyinü’l Kur’an, Meryem 52-53

171- Bu ayet, ayakkabının gevşetilmesi veya çıkarılmasının, kardeş veya akrabanın arazisini miras alma ya da fidye alma hususundaki herhangi bir iddiadan vazgeçmeyi gerektirdiğini ortaya koymaktadır. Hitit yasal belgeleri, özellikle M.Ö. 2. binyılda Hurri kökenli Nuzi kentinden elde edilen kaynaklar, toprak sahipliği iddiası ve bu iddianın reddinin ayak davası adı verilen bir uygulamayla bağlantılı olduğunu doğrulamaktadır. Bir arazi satışında tapu devri, kişinin arazi üzerindeki ayağını kaldırması ya da araziye basması suretiyle onaylanmıştır. Eski malik, ayağını araziden kaldırmakla hakkından feragat ederken, yeni malik veya varis, tarla veya ev üzerindeki hakkını ileri sürerek ayağını yere vurarak mülkiyeti sembolik olarak üstlenmiştir (SMN 2390, 2338). Christine Palmer’ın vurguladığı gibi, “Ayağını mülkten kaldırmak, sembolik bir vazgeçme eylemidir.” Hititlerde ayağı kaldırma uygulaması ile İsraillilerin çarıklarını çıkarma eylemi, toprak üzerindeki hak taleplerinden vazgeçmenin aynı sembolik ifadesidir. Tanrı, Musa’nın ayakkabılarını çıkarmasını sağlayarak burayı kutsal bir mekân olarak tanımasını ve bu şekilde “Bu yere (Sina) kimse sahip çıkamaz” hükmünü fiilen dayatmasını sağlamaktadır.
(171- https://www.thetorah.com/article/the-burning-bush-why-must-moses-remove-his-shoes)
29.04.2025 tarihli erişim.

172- On İki Torun Kabile
Musa’nın İsrailoğullarını getirdiği Medyen’de devlet değil kabileler birliği vardı. İsrailoğulları da 12 torun kabile olarak akrabalık bağı ile (kendi kabileleri arasında) bağlanarak toplum olmuşlardır.

MEDYEN BİRLİĞİ (MİDİAN LEAGUE) – 12 TORUN KABİLENİN BAŞLANGICI
İsrail'in komşularının dinleri, genellikle doğanın güçlerini yansıtan evrensel tanrılara sahip, sofistike, hoşgörülü çoktanrıcılardı. Yunan ve Roma dinlerinden çok az farklıydılar ve Doğu ve Batı temasa geçtiğinde, bir panteonun tanrıları diğerindeki eşdeğerleriyle hızlı ve kolay bir şekilde tanımlandı. Kenan ve Mezopotamya'daki temel bir mitsel kalıp, kozmosu teomakiden ortaya çıkan, tanrılar arasındaki bir çatışma olarak tanımlar; burada cennette ve dolayısıyla yeryüzünde krallık, bereket ve yaşam tanrısı olan fırtına tanrısının zaferiyle kurulur. İnsan toplumu, yaratılışın bu düzenlerine katılır, çünkü yeryüzündeki krallık, tam anlamıyla değişmez ve ebedi olan ilahi krallıkta kök salmıştır.
İsrail'in ilk dinini şekillendiren toplumsal metaforlar, tabiri caizse “premonarşik”ti. Daha önce de belirttiğimiz gibi, krallık İsrail'de şüpheliydi ve eski kafalı Yahvistlere göre geçiciydi. İsrail toplumu, özellikle erken dönemde akrabalık temelinde yapılandırıldı ve aşiret toplumu, konfedere bir kabileler birliğine dönüştü; akrabalık yasal kurguyla, yani antlaşmayla genişletildi. Birlikler aynı anda akrabalık grupları olarak kabul edildi, soylarının izini varsayılan bir ataya kadar takip etti, kabileleri az çok yapay, parçalı soy kütükleri ile birbirine bağladı. Aynı zamanda ligin tüm üyeleri akrabalığın görevlerini, yükümlülüklerini ve ayrıcalıklarını genişleten antlaşmaya bağlı birlikler olarak kabul edildi.
Güneyde bu tür bir dizi birlik vardı. Edom, Ammon, Moab, Midian ve Arap birlikleri, özellikle Qedar. Karakteristik olarak, birlikler İlahi Akrabalar veya kendi akrabalarına, birliğin üyelerine veya (aynı şeyi söylemek gerekirse) ahit ortaklarına akrabalık görevlerini üstlenen ahit tanrıları olarak düşünülen koruyucu tanrılar için adlandırıldı.
İsrail'in birliğine Yahve'nin akrabası (fam yahweh) deniyordu. Ammon'da kabile toplumu Milkom'un akrabasıydı, Edom'da Qos'un akrabası, Moab'da Chemosh'un akrabası, Kuzey Arabistan'da Athtar-shamayn'ın akrabası veya ailesiydi (gahl fathtar-šamayn). Her kabile birliğinin kültü bir tanrı, birliğin patronu, birliğe göçte ve özellikle savaşta önderlik eden ve birliğin unsurları arasındaki ilişkileri düzenleyen kanunu olan İlahi Akrabaya odaklanıyordu.
Güneydeki bu akraba topluluklarının her birinin onomasticon'una (kişisel adların envanteri), birlik tanrısının çağrıldığı teoforik adlar (ilahi bir öğeye sahip isimler) hâkimdi. İsrail'de onomasticon'a Yahweh veya El hâkimdir; Ammon'da, Milkom tarafından (bkz. fotoğraf ve s. 83'teki çizim) veya El. Milkom ve Yahweh isimleri, besbelli, tanrıların patriği olan El'in sıfatları olarak ortaya çıktı. Moab'da isimler, fathtar/faštar'ın bir sıfatı olan Chemosh ile birleştirilir; Edom'da, Qos ile birlikte, muhtemelen Haddu/Hadad'ın bir kült adıdır.
Güneydeki liglerdeki bu onomastik uygulama, Kenan şehir devletlerindeki ve ayrıca onomastikonlarındaki teoforik isimlerde yüksek tanrıların bütün panteonunun çağrıldığı Mezopotamya'daki kullanımla canlı bir tezat oluşturuyor.
İlahi Akraba, Albrecht Alt tarafından tipolojik olarak lig tanrısının öncüsü “babanın tanrısı” olarak adlandırılan ataerkil dinden kaynaklanan bir tanrı türüdür. Bu, babanın tanrısı ya da birlik tanrısı kültünün erken İsrail'de ya da güneyin fersahlarında tek tanrılı olduğu anlamına gelmez. Ancak İsrail'de kıskanç tanrılarının iddiaları, İsrail'deki tektanrıcılığın daha sonraki gelişimi için bir hazırlık olarak tanımlanabilir. İsrail'in lig tanrısı onun birincil hamisiydi ve özel bir lig kültü talep ediyordu. Bir noktada, yalnızca Yehova önemli bir güce ve egemenliğe sahip olarak görülüyordu. Diğer tanrılar güçlerini kaybetti. Diğer tanrıların gerçek bir gücü yoksa dinsel olarak hiçbir ilgileri yoktur ve bu nedenle bu noktadan sonra İsrail'de varoluşsal tektanrıcılıktan söz edilebilir.
(172- Conversations with a Bible Scholar, Frank Moore Cross pp. 75-77)

173- Ballı madde, Hemiptera takımından genellikle Sternorrhynca olmak üzere, Auchenorrhyncha alttakımına bağlı bazı böcek türlerinin boşaltım (atık) ürünüdür. Şurup kıvamında tatlı bir maddedir. Böcek tarafından emilen bitki özsuyu, sindirim sistemi içinde değiştiğinden, ballı madde, çeşitli sakkaritler ve oligosakkaritler içermektedir. Bazı türlerin ballı maddesinde proteinlerin de olduğu tespit edilmiştir. Ballı madde, ekosistem (salgılayan böcek, bitki, toprak ve diğer canlılar) üzerinde olumlu ve olumsuz çok önemli etkilere sahiptir. Fumajin oluşumu nedeniyle, bitki üzerinde olumsuz etkileri bulunurken, besin döngüsü üzerinde olumlu etkileri bulunmaktadır. Pek çok mikroorganizma, böcekler (karıncalar, balarıları, yaban arıları, parasitoid ve predatörler), kuşlar ve hatta insanlar ballı maddeden besin olarak faydalanmaktadır. Bu nedenle ballı madde, bu canlıların birbiri ve çevresiyle ilişkilerini ve popülasyon yoğunluklarını etkilemektedir. İlk çağlardan beri, insanlar ballı maddeyi bir besin kaynağı olarak, manna ya da salgı balı şeklinde kullanmışlardır. Bal arıları ballı maddeyi toplayarak “Salgı balı, orman balı veya çam balı” üretirler. İnsanlar tarafından severek tüketilen bu bal, ekonomik öneme sahip bir üründür.

İnsan besini olarak ballı madde
Manna, beyaz, kişniş tohumu iriliğinde, sakızımsı yapıda, tatlı bir yiyecek olarak tarif edilir. Bodenheimer (1953), manna’nın Tamarix sp.’de beslenen Trabutina mannipara (Hemprich & Ehrenberg) (Hemiptera: Coccoidea: Pseudococcidae) ve coccoid türünün salgıladığı ballı madde olduğunu, sıcak çöl ikliminde, içeriğindeki suyun hızla buharlaşmasıyla dalların üzerinde veya yerde kristalleştiğini bildirmektedir. “Cennetin ekmeği” gibi isimler de verilen bu besin, kutsal sayılmaktadır (Ben-Dov, 1997). Orta Asya, Avrupa Alpleri ve Kuzey Amerika’da bazı yerli kabile tarafından da yenilen manna, 1968’den beri insan besini olarak kabul edilmiştir (Crozier, 1981).
Sonuç
Yapılan çalışmalar, hemipterlerin salgıladığı ballı maddenin ekosistem üzerindeki şaşırtıcı etkilerini ortaya koymaktadır. Ballı madde salgılayan birçok hemipterin önemli tarımsal zararlılar arasında olması, ballı maddenin ekosistem üzerindeki önemli etkilerinin gözde kaçmasına neden olmaktadır. Örneğin, kelebekler ve arılar gibi birçok tozlayıcı için ballı madde çekici olmakta ve bunun sonucu tarım alanlarındaki meyve tutumu artmaktadır. Tarım alanlarında özellikle biyolojik mücadele uygulamalarında ballı madde salgılayan böcek ve karıncalar dikkatle izlenmeli, öte yandan bu maddenin faydalı böcekler için çekici ve gerekli bir besin olduğu unutulmamalıdır.
(173- Ballı madde salgısı, Honeydew, Gordana Duroviç, Selma Ülgentürk, s. 126)

174- Manna scale, Trabutina mannipara (Hemprich & Ehrenberg) (Homoptera: Coccoidea: Pseudococcidae), Y. Ben-Dov

175- Tamarix gallica, Fransız ılgın, yaprak döken, otsu, dallı bir çalı veya yaklaşık 5 metre yüksekliğe ulaşan küçük bir ağaçtır. Suudi Arabistan ve Sina Yarımadası'na özgüdür. Akdeniz bölgesinde çok yaygındır. Diğer birçok alanda istilacı bir tür olarak bulunur ve genellikle zararlı bir ot haline gelir. İlk olarak 1753'te taksonomist Carl Linnaeus tarafından botanik sınıflandırması için tanımlandı, ancak 1596'dan beri zaten yetiştiriliyordu.
Sonbaharda dökülen kırılgan, odunsu dallara ve onları kaplayan küçük, pul benzeri yapraklara sahiptir. Yaprak şekli, zamanla aşırı kuru koşullara bir adaptasyondur.
Pembe çiçekler küçük, hermafrodittir ve dar, tüy benzeri dikenler üzerinde taşınır. Genellikle yapraklardan daha erken çiçek açarlar, ilki mayıs ayında, bazen ikinci kez ağustos ayında.
Doğal aralığında bitki, nehir kenarları gibi nemli alanlarda, özellikle tuzlu topraklarda yetişir. Gösterişli pembe çiçek başakları için süs bitkisi olarak yetiştirilmiştir. Cezayir ve çevresinde romatizma, ishal ve diğer hastalıklarda tıbbi olarak kullanılmış. Suyu, İsfahan'dan gelen bir İran lezzeti olan gaz için bir malzemedir.
(175- https://en.wikipedia.org/wiki/Tamarix_gallica)
23.01.2024 tarihli erişim.

176- The Exodus Inscriptions at Serabit El-Khadim Five Proto-Sinaitic inscriptions provide unprecedented historical context for ancient Israelite traditions of the Exodus, Michael Shelomo Bar-Ron, p. 94

177- Manna: An Historical Geography (Biogeographica), R.A. Donkin, p. 79

178- Manna scale, Trabutina mannipara (Hemprich & Ehrenberg) (Homoptera: Coccoidea: Pseudococcidae), Y. Ben-Dov, p. 387

179- https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C4%B1s%C4%B1r_hiyeroglifleri
23.01.2024 tarihli erişim.

180- Mısır hiyeroglifleri, çoğunlukla insanları, bitkileri, hayvanları ve nesneleri gösteren işaretleri kullanan logofonetik bir sistemdir. İşaretler genellikle üç şekilde kullanılmıştır. Hiyeroglif işaretlerinin ilk kullanımı için, bir ve üç ünsüz arasında değişen kod içeren üç tür fonogram vardır. Orta Mısır’ın (ME) tüm ünsüz sesbirimlerini kodlayan ve bu nedenle gramatografik yazı işlevi görme potansiyeline sahip 24 tek sesli (heceli) işaret vardır.
(180- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 4)

181- Nurettin Demir, Emine Yılmaz, Bitmeyen Öykü: Alfabe Tartışmaları, s. 14

182- Hemen hemen herkesin hemfikir olduğu bir diğer nokta, alfabenin yaratıcılarının yüksek bir hiyeroglif bilgisine, Orta Mısır-Middle Egyptian (ME) yazısına sahip olmalarıdır. Aslında, Eduard Meyer 1893'te, tamamen sessiz bir alfabenin Mısır hiyerogliflerinden türetilmiş olması gerektiği ilkesini dile getirdi. Dünya çapında bir Mısırbilimci olan Gardiner (1916, 11) ile aynı fikirdeydi. Gardiner, Mısır'ı Samilerin yazmayı öğrendiği okul olarak tanımlamak için "neredeyse belirleyici" dört neden saymıştır: (1) Mısır'ın Levant'a göre coğrafi konumu, diğer tüm ülkelerden daha elverişlidir; (2) Fenike, Yunanca, Saba dili ve ortak prototiplerinden türetilen diğer yazıların ayrışması için önceden düşünülenden daha uzun bir süreye ihtiyaç duyulur; (3) Babil ve Akdeniz yazılarından farklı olarak Mısır, fonetik işaretlerini alfabetik yazının taklit ettiği bir özellik olan ideografik yazısından türetmiştir ve (4) akrofoni ilkesi, Lambdin 1960-21 sessiz alfabesinin türetilmesini açıklamanın doğal bir yoludur.
(182- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 9)

183- Madenlerde mevsimlik çalışan İbrani kölelerin Mısır’da vebanın çıkması nedeniyle madenlerde uzun süre kalmak zorunda oldukları bildirilir. Üstelik bu grubun altın buzağı isyanında rol oynayan karışık topluluk olduğu ileri sürülür.
(183- The Exodus Inscriptions at Serabit el-Khadim, Five Proto-Sinaitic inscriptions provide unprecedented, historical context for ancient Israelite traditions of the Exodus, Michael Shelomo Bar-Ron, p. 14)

184- Verilerin bu kısa özetinden birkaç sonuç çıkarabiliriz. Birincisi, alfabenin mucit(ler)i, harflerin isimlerinin kaynağı olan bir Sami dili konuşuyordu. İkincisi, hiyeroglif işaretleri gözlemlemek ve uyarlamak için bolca fırsata sahip oldukları Mısır ortamında çalıştılar. Üçüncüsü, alfabetik yazının MÖ 19. yüzyılın ortalarında Mısır'ın ücra köşelerine yayılması için, MÖ 20. yüzyılda veya 19. yüzyılın başlarında Mısır'da merkezi bir yerde çalışmış olmaları gerekir. Birkaç olasılık var ama bana göre doğu Nil deltasındaki Avaris şehri (modern Tell el-Dabˤa) bu bölge için en makul seçeneği temsil ediyor. Mısır bilimci Manfred Bietak'ın (2010b) gösterdiği gibi, Habidadum'un kardeşi "Reṯenu'nun prensi" de dahil olmak üzere, Orta Krallık döneminde Sami dili konuşan pek çok kişi bu şehri evi olarak adlandırdı. Tell el-Dabˤa'daki kazılarda orijinal olarak “Reṯenu prensi Di-sobek-em-ḥet”e (Martin 1998) ait olan bir bok böceği mührü ve “Reṯenu prensi” (Bietak 2010a; 2010c). Bu nesneler, Avaris'teki Semitik konuşan topluluk ile Habidadum'un Serabit el-Khadem'deki birliği arasında potansiyel bir bağlantı sağlıyor.
(184- On the Origin of Alphabetic Writing, p. 5)

185- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 36

186- Özlü Edebiyat – Kitabe (Lapidary Literature)
Wadi el-Hol kaya yazıtları, dini içerikli metinlerin yanı sıra edebi besteleri de içerir. Amenemhat III döneminde, bir rahip Dedusobek, yakındaki bir kaya yazıtının yazarına hitaben mektup tarzında bir yazıt oymuştur (şek. 11; Darnell 2002b: 99 - 101 [WHRI 5 sağ dikey çizgiler]). Özlü mektup, Sinuhe'nin Senusret I'e yazdığı mektuptaki listeye yakından paralel olarak birkaç tanrıya bir hitapla açılır.
(186- Wadi el Hol, John Coleman Darnell, p. 5)

187- Wadi el Hol, John Coleman Darnell, p. 6

188- Orta Krallık, eski Mısır sanatının, dilinin ve edebiyatının klasik dönemidir. Mısır diline girişler her zaman bu dönemin ünlü edebi yapıtlarından başlar; bu nedenle hem akademisyenler hem de öğrenciler kaçınılmaz olarak Orta Krallık'a aşinadır.
(188- Hathor and her Festivals at Lahun, in Miniaci, Grajetzki (eds.), The World of Middle Kingdom Egypt, Zoltán Horváth, page xi)

189- Wadi el Hol, John Coleman Darnell, p. 1

190- Two Early Alphabetic Inscriptions from the Wadi el-Hôl: New Evidence for the Origin of the Alphabet from the Western Desert of Egypt, p. 74

191- Two Early Alphabetic Inscriptions from the Wadi el-Hôl: New Evidence for the Origin of the Alphabet from the Western Desert of Egypt, p. 75

192- Bir ya da iki belirli İbrani'nin -Tekvin/Yaratılış'ın İncil metninde isimleriyle bilinen ve Mısır'ın en yüksek makamlarında büyümüş ve dolayısıyla şüphesiz ki Orta Mısır (ME) dilini gençliklerinde öğrendiler. Dünyanın en eski alfabesinin mucitleriydiler. Orta Mısır (ME) işaret listesindeki yüzlerce hiyeroglif arasından İbranice söz varlığında bilinen ve kullanılan 22 kelimeyi seçerek akrofoni sistemini kullanarak İbrani alfabesini oluşturmuşlardır.
(192- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 6)

193- Discovery of egyptian ınscriptions ındicates an earlier date for origin of the alphabet, by John Noble Wilford

194- The Birth of the Alphabet from Egyptian Hieroglyphs in the Sinai Desert, Orly Goldwasser, p. 166

195- Düzgün bir şekilde bağlamlandırılan Sina yazıtları, alfabenin kökeni hakkında çok önemli bilgiler sağlar. Daha 1916'da, Mısırbilimci Alan Gardiner (1916), Sina alfabesindeki harflerin çoğunun hiyeroglif işaretlerine benzediğini fark etti ve alfabenin Mısır yazısından türediğini öne sürdü.
Doksan yıl sonra, Gordon Hamilton (2006: 29–253) Sina yazısı ile hiyeroglif ve hiyeratik yazılar arasındaki geniş paralellikleri belgeleyerek Gardiner'in şüphelerini doğruladı. Gardiner gibi, alfabenin Mısır yazı sistemlerinden türediği sonucuna vardı. Son yıllarda, Gardiner ve Hamilton'un sonuçları, alfabenin icadıyla ilgili birkaç hipoteze yol açmıştır. Önde gelen hipotez, Sami dili konuşan bir bireyin Mısır hiyerogliflerinin bir alt kümesini seçmesi ve daha sonra onlara kendi Sami diline dayalı olarak ünsüz değerler atamasıdır.
Mısırbilimci Orly Goldwasser (2006), bu sürecin Sina yazıtlarını şimdiye kadar oluşturulmuş ilk alfabetik metinler haline getirecek olan Serabit el-Khadem'de gerçekleştiğini bile iddia ediyor. Ancak önerisi yaygın kabul görmedi.
Sina yazısının mirası bugüne kadar devam ediyor. Alfabetik yazı yalnızca bir kez icat edildi ve bu nedenle her alfabetik sistem ya Sina yazısının doğrudan bir soyundan geliyor ya da Sina yazısının bir türevinden ilham alıyor. Örneğin bugün kullandığımız Roma alfabesi, Sina alfabesinin doğrudan soyundan gelmektedir. Romalılar alfabeyi Etrüsklerden, Yunanlılardan, Fenikelilerden ve Geç Tunç Çağı öncüllerinden miras alan Etrüsklerden ödünç aldılar (Fischer 2001: 82-89). Roma alfabesindeki A gibi bazı harfler, Sinaitik ve hiyeroglif yazılarındaki piktografik kökenlerinin izlerini bile korumaktadır.
(195- Wandering in the Desert?: A Review of Charles R. Krahmalkov’s “The Chief of Miners Mashe/Moshe, the Historical Moses”, Aren M. Wilson-Wright, pp. 8-10)

196- Sina'da bulunan hiyeroglif yazıtlara ek olarak arkeologlar, bir Sami dilini yazıya geçirmek için fonetik alfabe olarak çeşitli hiyeroglif işaretleri kullanan yaklaşık elli metinden oluşan küçük bir külliyat buldular. Her ne kadar bu yazı biçiminin kesin doğum tarihi bilim adamları arasında hala bir tartışma konusu olsa da “belgenin mantığına göre bu eşit yazının Amenemhat III ve Amenemhat IV dönemlerinde ortaya çıkması bize daha muhtemel görünüyor.”
(196- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 83)

197- The Exodus Inscriptions at Serabit el-Khadim, Five Proto-Sinaitic inscriptions provide unprecedented, historical context for ancient Israelite traditions of the Exodus Michael Shelomo Bar-Ron, p. 5

198- Erken tarih için en iyi kanıt, iki Wadi el-Hol yazıtında bulunur. Bunlar, diğer proto-Sinaitik yazıtlardan daha inandırıcı bir şekilde geç Orta Krallık'a tarihlendirilmiştir. Duvar yazılarıyla dolu bir alanda duvardaki belirgin konumları, muhtemelen diğer yazıların çoğundan önceye ait olduklarını göstermektedir. Orada Mısır'ın Hanedan Öncesi döneminden erken İslam çağına (MÖ 3100 - MS 700 civarı) uzanan yazıtlar bulunmuş olsa da, yazıların büyük bir kısmı 12. hanedanların sonları ve 13. hanedanların başlarına aittir. Darnell, bu akıl yürütmeyi proto-Sinaitik yazıtın paleografik bir analiziyle destekliyor. O, bazı işaretlerin, doğrudan Mısır hiyeroglifinden çizilmek yerine, proto-Sinaitik formlarında hiyeratik-hiyeroglif kombinasyonları gösterdiğine dikkat çekiyor. Bu, "Orta Krallık" yazılarının en karakteristik özelliğidir ve bu nedenle erken tarihlendirmeye güven verir. Darnell ayrıca diğer işaretlerin yöneliminin Wadi el-Hol yazıtları için erken bir tarih gösterdiğini ileri sürer. Örneğin, Wadi yazıtlarında genellikle dikey olarak dururken, Mısır yazıtlarının çoğunda burada olduğu gibi yatay olarak yazılmıştır. Mısır'da, dikey yönelim yalnızca Orta Krallık'ın sonlarında kanıtlanmıştır ve bu argümana potansiyel olarak ağırlık katmaktadır. Darnell'in son notu, Orta Krallık'ın son döneminin Mısır tarihinde büyük bir Asya varlığının tespit edilebildiği ilk nokta olduğudur.
...
Kendi kabullerine göre, yazıtları sanki iki dilin karışımıyla yazılmış gibi okuma yöntemleri nedeniyle, çalışmaları bir "Semitik-Mısır salatası" gibi görünüyor. Bu mantıksız görünse de, günümüz kreolleri çok benzer bir temele sahiptir ve Sina'nın kültürel bileşimi göz önüne alındığında, bu mantıksız bir öneri değildir.
(198- Proto-Sinaitic – Progenitor of the Alphabet, Frank Simons, pp. 26-27)

199- Two Early Alphabetic Inscriptions from the Wadi el-Hôl: New Evidence for the Origin of the Alphabet from the Western Desert of Egypt, p. 73

200- Amenemhat III, bilinen yirmi sekiz girişimiyle Sina Yarımadası'na diğer On İkinci hanedan hükümdarlarından daha fazla sefer düzenledi. Dolayısıyla, sırf sayılar açısından, Amenemhat III'ün saltanatı, Sina yazıtlarının oluşumu için en olası bağlamı sağlar.
(200- Sinai 357: A Northwest Semitic Votive Inscription to Teššob, Aren Max Wilson, pp. 248-249)

201- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 35

202- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 50

203- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 11

204- Sinai 375A: Üçüncü kelime |H3-H8| Yazarın başlık formülünü kullanması nedeniyle bir kişinin adı olması gereken Sina 375a'da üç bileşenden oluşur: + y + batık. İbranice kelime "kardeş" anlamına gelirken smk fiili (3ms cinsinden) "destekleyici" veya "destekler" anlamına gelir (Tesniye 34:9). "kardeş"in sonuna eklenen hiyeroglif i/, les pronominal ekini oluşturan İbranice l-dass ünlüsü hi req y&d' ye eşdeğerdir. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde, adının anlamı "Kardeşim-destekler" olur.
(204- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 179, 181, 193)

205- Serabit el-Hadim'deki Mine 11'in girişinde bulunan bu P-S (Proto-Sinaitik) yazıtın, tek bir yazar tarafından yazılmış saf, arkaik İbranice olduğu anlaşılıyor.
Sina 349, 357 ve 361 de dâhil olmak üzere burada tartışılan dört eserden ilkidir ve hepsinin tek bir bestecisi var gibi görünmektedir (aynı yazar değil). Bu, ortak temaları ve yazı stilleri nedeniyle birbirlerine karşılıklı destek sağlar. Örneğin, hepsi aynı polemik havasını paylaşır ve bir kafiye içerir. Ancak aynı yazar tarafından yazılmamışlardır. Bu yazıt, Maden L'de bulunan ve aşağıda incelenen (Sina 349 ve 357) iki ek ortak özelliğe dayalı olarak bir araya gelen diğer iki yazıtı birleştirmektedir: üçü de Maden L'de bulundu ve ortak bir yazı stiline sahipler, bu da hepsini aynı yazarı elinin yazmış olabileceğini düşündürüyor.
Sina 353, 357 ve 361 ile ek bir özelliği paylaşır: dikey çizgilerle yazılmıştır.
Sina 349 ve 357'de olduğu gibi, kafiye son dizelerde bulunur.
Sina 353, İbrani yolcuları, tapınağı orada duran Altın İnek ilahı Hathor Ba'alat kültü tarafından baştan çıkarılmamaları için uyaran bir tabela gibi görünüyor. Putu mahallinden temizlemelerini ve kendilerini onun tesirinden uzaklaştırmalarını emreder.
Buradaki İncil ifadeleri ve temaları ışığında, yazının yaşına ilişkin ipuçları, konumun büyük önemi, Sina 353, buradaki kardeş yazıtlar gibi, Altın Buzağı olayı özellikle Mısır'dan Çıkış'la ilgili İsrail geleneklerinin gerçek bir tarihsel temelini güçlü bir şekilde akla getiriyor. Syf. 11

Bu, daha önce oluşturduğumuz tabloyu güçlendirdiği için son derece önemlidir. Ben buna en az dört "Çıkış Yazıtı"ndan biri adını veriyorum ve bunun pekâlâ Musa tarafından yazılmış olabileceğine inanıyorum.
Eğer öyleyse, On Emir için hayal ettiğimiz klasik "taş tabletlere" ne kadar benzediği dikkate alındığında, bu inanç açısından önemli bir kazanımdır. Bunlar da metin sütunları halinde yazılmış olabilir mi? Syf. 14

Dikey metnin Musa'nın yanı sıra büyük bir askeri lider tarafından yazılmış olması tamamen mümkündür. Joshua (kendini kanıtlamak için böyle bir yazıt yapmış olabilecek lider) veya Musa'nın ikinci komutanı Hur’dur. Düşey sütunla ilgili yorumumun en çok Musa'nın yazdığı bir yazıtla tutarlı olduğuna inanıyorum. Üç kişiden yalnızca Musa, Çıkış sırasındaki yazıcı faaliyetiyle hatırlanır. İsrail kampındaki yüksek rütbeli bir yetkiliye duyulan saygının derecesi yalnızca hayal edilebilirken, benim yorumum doğruysa, Musa'nın yazdığı bir yazıtın Arba' gibi daha düşük bir şef tarafından böyle bir itaatkâr onayı garanti edeceğinden yalnızca emin olabiliriz. Syf. 30

2. Hanedan XIII Zamanının İbrani Köleleri Okuyup Yazabiliyordu
Ortalama bir İbrani'nin bu yazıtları okuyup okumadığını merak etmeyelim diye, tezimiz için önemli olan bir başka nokta da hedeflediğimiz zaman dilimindeki Samiler/İbraniler arasında güçlü bir okuryazarlık oranı olmasıdır. Dr. Kerry Muhlestein, Wadi el-Hol yazıtlarının kendilerinin öne sürdüğünün yanı sıra, bu makalenin sınırlarının ötesinde, 13. Hanedan'da bunun için önemli kanıtlar zikretmektedir:5
Brooklyn Papirüsünde adı geçen öğretmenin önerdiği gibi, bazı Mısırlı seçkinler Sami köleler tarafından eğitilmiş bile olabilir. Ayrıca, bazı Asyalılar tapınakta çalıştıkları için, şüphesiz okuryazar rahiplerle düzenli temasları vardı. Bu nedenle, entelektüel düzeyde kültürel bir etkinin gerçekleşmesi için fazlasıyla fırsat vardı. Asyalılar arasında "bazı güçlü kişiliklerin erken Hanedanlık 13'te zaten krallık makamına yükseldiğini" fark ettiğimizde bu fikir güçlenir. 13. hanedan, 'Asyalıların Oğlu' sıfatını taşıyordu. Syf. 56
(205-The Exodus Inscriptions at Serabit el-Khadim, Five Proto-Sinaitic inscriptions provide unprecedented, historical context for ancient Israelite traditions of the Exodus, Michael Shelomo Bar-Ron, p. 11, 14, 30, 56)

206- Orta Tunç Çağı'ndan Geç Tunç Çağı'na kadar Proto-Sinaitik ve Proto-Kenaan alfabesi iki ana aşama gösterir: ikonik ve lineer-doğrusal. Bir Proto-Sinaitik yazıt dışında tümü ikonik varyasyonlar gösterirken, Proto-Kenan yazıtları olarak adlandırılan yazıtlar iki evre gösterir: erken ikonik evre ve sonraki doğrusal evre. Proto-Sinaitik ve Proto-Canaanite ikonik fazı ile Geç Tunç Çağı Kenan dilindeki alfabetik yazının lineer fazı arasında doğrudan bir paleografik evrim çizgisi çizilebilir (Pardee 1997b ve 1997c).
KOMUT SİSTEMLERİNDE İKONİKLİK TANIMI
Benim hipotezime göre, Mısır hiyeroglif sisteminin yüksek ikonikliği, Sina'daki en eski alfabenin icadı için tetikleyici ve araçtı.5 Hiyeroglif yazı sistemi, Mısır temsil kurallarına göre titizlikle çizilmiş birkaç yüz ikonik işaretten oluşur. Gösterilenlere karmaşık bir iç içe geçmiş okuma kuralları ağı aracılığıyla atıfta bulunurlar.6
Beyin araştırmaları alanındaki yeni araştırmalar, alfabetik yazıların yanı sıra Çince ve Japonca gibi daha “ikonik” yazıların, bilim adamları tarafından “posta kutusu” olarak adlandırılan beynin özel bir alanında işlendiğini göstermiştir (Tan ve ark. 2001). Dehaene 2010; Frost 2012 ayrıca Çince ve Japonca için). Her ne kadar bariz nedenlerden dolayı, Mısır hiyerogliflerini ana dili olarak konuşanlar veya okuyucular üzerinde hiçbir zaman araştırma yapılmamış olsa da bu durumda da hiyeroglif yazı sistemini oluşturan küçük görüntüler, beynin resim işlemeye ayrılmış diğer alanlarında değil, esas olarak "posta kutusunda" işlenirdi, yani "okunurdu". Yani “okumak,” esas olarak “posta kutusunda” ve beynin resim işlemeye ayrılmış diğer alanlarında olmaz. Bu sonuçlar, metinde ve resimde ikonikliğin ayrı bir tartışmasını kuvvetle önerir.
(206- From the iconic to the linear: the Egyptian scribes of Lachish and the modification of the early alphabet in the Late Bronze Age, Orly Goldwasser p. 118, 120)

207- Kur'an'ın her ayetini tercüme edip yorumlarken, motamot kelime tercümesi değil, önceki ve sonraki ayetlerin, ayetin bulunduğu surenin ve bütün Kur'an'ın ana fikirlerini göz önünde bulundurup anlamlandırdım. Çünkü her bir kelime, bir düşüncenin yansımasıdır ve bir düşünce, bir anlam taşır. Dolayısıyla her bir kelime, aktif olmayan, yani söze ve amele dönüşmemiş bir anlam enerjisi taşıyıcısı, bir hamal veya bir yük arabası demektir. Bu anlam enerjisini taşıyan kelimeyi görerek okurken, beynin görme ile ilgili bölgesindeki sinir hücreleri /nöronlar veya bir başkasının makamlı veya makamsız sesli okuması sırasında işitme bölgelerindeki sinir hücreleri, kelimeye ait şekil veya ses enerjilerini alır ve uyarılırlar. Böylece kelime, beyin tarafından sadece şekil veya ses olarak algılanmış olur. Ancak henüz bu görme veya işitme aşamasında, kelimenin şekli veya sesi anlamsız ve cansız bir beden, kuru birer odun gibidir. Beyinde sadece ilgili nöronlar /sinir hücreleri uyarılmış ve ancak ne olduğunu anlamadan kelimenin harflerden oluşmuş şeklini görme veya kupkuru bir sesini işitme sağlanmıştır. Örnekleyecek olursak, bu aşamada kelime, misafir olmak istediği evin kapısına kadar gelebilen, fakat kapıyı çalamayan ve içeri giremeyen kişi gibidir. Çünkü beyinde kelimeye ait şekli veya sesi, anlamamızı sağlayacak olan beyin merkezlerine iletecek yollar henüz açılmamıştır. Çünkü bu yolların açılabilmesi için, kelimenin şekil veya ses enerjileri ile birlikte, taşımakta oldukları anlama enerjisinin de birlikte beyne gelmeleri gerekmektedir. İşte eğer ses veya kelimenin harflerinden oluşan şeklinden uyarılmış olan nöronlarda oluşan kuru bir enerji, kelimenin taşımakta olduğu anlam enerjisi ile birlikte beyne gelmişse, bu kupkuru enerji, anlam enerjisi ile birlikte bir güç oluşturarak anlam merkezlerine giden yolları açarlar. Böylece anlam enerjisi, görüleni veya işitileni önce algılama merkezlerindeki hücrelere uğradıktan sonra ancak yoluna devam edebilir ve anlamlandırma merkezlerindeki sinir hücrelerini uyarabilir. Uyarılan bu hücreler de görülen kelimenin şeklinin veya işitilen kelimenin sesinin ne anlam taşıdığının anlaşılmasını sağlamış olurlar. İşte bundan sonra ancak düşünmeye ait tüm beyin birimleri hemen devreye girer ve kelimenin anlamı üzerinde düşünmeye başlarlar. Bu düşünme aktivitesi sırasında oluşan düşünce enerjisi de beyin tarafından benimsenir veya ret edilir. Benimsenirse, kişinin davranışlarına ve yaşam biçimine yansıyıp kişinin duygu, düşünce ve ahlâki davranışını yeniden yapılandırıcı bir etki oluşturmaya başlar. Oluşan bir düşünce enerjisi yoğun ve yeterli güçte ise, bütün vücut hücrelerimize de yansır ve onlarda da olumlu değişikliklere, iç ürperten duygusallığa yol açar. Diğer taraftan da bu düşünce enerjisi, ilahi kayıt sistemi ile haberleşmeyi sağlayan ve kozmik enerji diye tanımlanan özel bir enerji de olduğundan, ilahi kayıt sistemine ulaşıp orada da kayıt edilen enerji olur. Demek ki, kelimeleri anlamak, bütün beyni çalıştırır ve bu sırada başka düşünceler de araya girip akla gelmez, konsantrasyon bozulmaz, dikkat de dağılmaz. Aksine anlamı bilinmeyen kelimeler telaffuz edilirken, beynin düşünme ile ilgili sinir hücreleri, sadece telaffuz edilen bu anlamı olmayan kelimelerle tam devreye giremediği ve meşgul olmayacağı için, bu sırada başka düşünceler de devreye girer ve istenen yoğunlaşma gerçekleşemez. Bilmedikleri dil olan Arapça okuyarak namaz kılan hemen hemen herkesin en sık şikayetlerinin de namaz kılarken tam bir konsantrasyon sağlayamamaları ve çeşitli düşünceleri engelleyememelerinin sebebi işte budur. Sonuç olarak Kur'an okumak, 1) Anlamak, 2) Düşünmek, 3) Öğrenip benimsemek ve 4) Duygulanmak aşamalıdır. Düşünce enerjisi yeterli güçte oluşmuş ise veya ilahi kayıt sistemine gidiş yolunda engelleyici güneş ışınları veya parazit oluşturucu başka elektromanyetik engeller yoksa, İlahi kayıt merkezinde sağlıklı ve net bir şekilde kayıt edilmiş olur. Düşünce enerjisinin yeterli güçte olması için de konsantre olmak çok önemlidir. Kur'an'ın önerdiği 7 temel prensibe baktığımızda, gece güneşin olmadığı, zihnin gündüz telaşından uzak kaldığı sakin anların Kur'an okuma ve dua etmeye en uygun anlar olduğu, bunların yanında ayrıca ön yargısız ve açık, karışık olmayan bilinçte olmanın da temelde yoğun bir konsantrasyonu sağlama amaçlı olduğunu görürüz. Ve yine düşünce enerjisini hem oluşturmak hem de güçlü kılmak amacıyla, Kur'an'ın anlaya anlaya ve düşüne düşüne okunması önerisi de oldukça önemli bir Kur'an önerisidir.
Anlamı bilinmeyen bir dilde Kur'an'ın okunması sırasında kelimenin görülmesi veya okunuşu ile, kişide oluşan duygulanmanın rahatlatmasına bağlı olarak, sadece kişiye sınırlı bir etki olur. Bu ise Kur'an okyanusunun suyunu içemeden, hatta avuçlayamadan sadece seyretmek demek olacaktır.
(207- Allah’ın Tek Dini İslam’a Son Davet Kur’an, Nörolog Prof. Dr. Gazi ÖZDEMİR, s. 16-18)

208- From the iconic to the linear: the Egyptian scribes of Lachish and the modification of the early alphabet in the Late Bronze Age, p. 146

209- Mısır’dan Çıkış ve Kenan Fetihleri, Marc Madrigal, s. 7

210- https://josephandisraelinegypt.wordpress.com/feature-article-imhotep-and-joseph-are-the-same-person/
23.01.2024 tarihli erişim

211- Revising the Egyptian Chronology: Joseph as Imhotep, and Amenemhat IV as Pharaoh of the Exodus

212- The Exodus problem and its ramifications : a critical examination of the chronological relationships between Israel and the contemporary peoples of antiquity,, Donovan A. Courville

213- Bu argümanın bir zorluğundan daha önce bahsetmiştim. Bilim adamlarının Altıncı Hanedan olarak adlandırdığı firavunlar, özellikle I. Pepi, Mısır'daki arkeolojik kanıtlara göre güçlü krallardı. Courville, bu Altıncı Hanedan krallarının aslında bilim adamlarının On İkinci Hanedan firavunları olarak adlandırdıkları; Sesostris I, Sesostris III, Amenemhet III, vb. yönetimi altındaki alt düzey yetkililer olduğunu iddia etmek zorunda ve aynı zamanda On Üçüncü Hanedanlığın On İkinci Hanedan ile paralel olduğunu da ileri sürüyor. Aslında, Altıncı Hanedan krallarının aslında Amalekliler (Hyksos) yönetimi altında ikincil hükümdarlar olarak hayatta kaldıklarını iddia ediyor.59
(213- Moses and Pharaoh: Dominion Religion Versus Power Religion, Gary North, p. 318)

214- https://tr.wikipedia.org/wiki/Akhenaton#Akhenaten'e_isim_de%C4%9Fi%C5%9Fikli%C4%9Fi
23.01.2024 tarihli erişim.

215- https://en.wikipedia.org/wiki/Hatshepsut
23.01.2024 tarihli erişim.

216- The Political Situation in Egypt during the Second Intermediate Period c. 1800-1550, pp. 9-28

217- Early history of the alphabet: an introduction to West Semitic epigraphy and palaeography, Joseph Naveh, p. 4

218- Reconstructing Economic and Political Problems from the Remains of Royal Tombs: Dynasty XIII of Ancient Egypt, Dawn McCormack, p. 37

219- https://tr.wikipedia.org/wiki/Kade%C5%9F_Antla%C5%9Fmas%C4%B1
23.01.2024 tarihli erişim.











Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Linkler
Takvim