• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

52Hud Suresi 100-109, 111, 110, 112-123




Hatalı Çevrilen Ayetler



52Hud Suresi 100-109, 111, 110, 112-123



Hatalı Çeviri:
100. (Ey Muhammed!) İşte bu, (halkı helâk olmuş) memleketlerin haberlerindendir. Biz onu sana anlatıyoruz; onlardan (bugüne kadar izleri) kalan da vardır, biçilmiş ekin (gibi yok olan) da vardır.

101. Onlara biz zulmetmedik; fakat, onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah'ı bırakıp da taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.

102. Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir). Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir!

103. İşte bunda, ahiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün (bütün mahlûkatın) hazır bulunduğu bir gündür.

104. Biz onu (kıyamet gününü) sadece sayılı bir müddete kadar bekletiriz.

105. O geldiği gün Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu.

106. Bedbaht olanlar ateştedirler, orada onların (öyle feci) nefes alıp vermeleri vardır ki.

107. Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır.

108. Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur.

109. O halde onların tapmakta oldukları şeylerden (bu şeylerin onları azaba götürdüğünden) şüphen olmasın. Çünkü onlar ancak daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Biz onların (azaptan) nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz.

110. Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik; fakat onda ihtilaf edildi. Eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, elbette onların arasında hüküm verilmişti (ve işleri de bitirilmişti). Şüphesiz ki onlar (Mekkeliler) de Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler.

111. Şüphesiz Rabbin, onların her birinin amellerinin karşılığını onlara tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin, onların yapmakta olduklarından haberdardır.

112. O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.

113. Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O'ndan da) yardım göremezsiniz!

114. Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.

115. (Ey Muhammed!) Sabırlı ol, çünkü Allah güzel iş yapanların mükâfatını zayi etmez.

116. Sizden önceki asırlarda yeryüzünde (insanları) bozgunculuktan alıkoyacak faziletli kimseler bulunsaydı ya! Fakat onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısmı müstesnadır (bunlar görevlerini yaptılar). Zulmedenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düştüler. Zaten günahkâr idiler.

117. Halkı iyi olduğu halde Rabbin, haksızlıkla memleketleri helâk etmez.

118. Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı. (Fakat) onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.

119. Ancak Rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır. Zaten Rabbin onları bunun için yarattı. Rabbinin, «Andolsun ki cehennemi tümüyle insanlar ve cinlerle dolduracağım» sözü yerini buldu.

120. Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.

121. İman etmeyenlere de ki: Elinizden geleni yapın! Biz de (gerekeni) yapmaktayız!

122. Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz!

123. Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah'a aittir. Her O'na döndürülür. Öyle ise O'na kulluk et ve O'na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.



Doğru Çeviri:
100İşte geçmişe yönelik bu anlatım, kentlerin ciddî haberlerinden, önemli bilgilerindendir. Biz, onu sana anlatıyoruz; onlardan ayakta olan ve biçilmiş ekin olan da vardır.

101Ve onlara Biz haksızlık etmedik; fakat onlar kendilerine haksızlık ettiler, yanlış; kendi zararlarına iş yaptılar. Onun için Rabbinin emri geldiğinde, Allah'ın astlarından taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı ve onlara ziyandan başka bir şey arttırmadılar.

102Ve Rabbin, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olan kentleri yakaladığında, O'nun yakalayışı işte böyledir. Şüphesiz O'nun yakalaması pek acıklıdır, çok çetindir!

103Şüphesiz âhiret azabından korkan kimseler için bunda kesinlikle bir alâmet/ gösterge vardır. O, insanların kendisi için toplandığı bir gündür ve kesinlikle görülecek bir gündür.

104Ve Biz onu sadece belli bir süreye kadar erteliyoruz.

105O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşmaz. İşte o gün insanlardan bir kısmı bedbaht ve bir kısmı da mutludur.

106,107İşte şu bedbaht olanlar cehennem ateşi içindedirler. Onlara orada iç çekme ve hıçkırma vardır. Gökler ve yer durdukça207 onlar da o ateşte sürekli kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesna.– Şüphesiz Rabbin dilediğini en üst seviyede yapandır.

108Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça ardı arkası kesilmeyen bir ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesnadır.–

109O hâlde sakın şunların kulluk ettikleri şeylerden şüphe içinde olma! Onların ataları daha önce nasıl kulluk ediyor idiyse bunlar da öyle kulluk ediyorlar. Şüphesiz Biz de kendilerine nasiplerini kesinlikle eksiksiz öderiz.

111Ve şüphesiz hepsi öyle kimselerdir ki, onların yaptıklarının karşılığını Rabbin kendilerine tam ödeyecektir. Şüphesiz O, onların yaptıkları şeylere hakkıyla bilgi sahibidir.

110Ve andolsun ki Biz Mûsâ'ya Kitab'ı verdik de onda ihtilâfa düşüldü. Eğer Rabbinden daha önce verilmiş bir Söz208 olmasa idi, elbette bu dünyada hemen cezalandırılırlardı. Ve onlar şüphesiz, Kur’ân'dan kuşkulu bir kesin olmayan, eksik bilgi içindedirler.

112İşte bundan dolayı emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Beraberindeki tevbe edenler de doğru olsunlar. Ve aşırı gitmeyin! Kesinlikle Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

113Ve Allah'ın ortağı olduğunu kabul ederek yanlış, kendi zararlarına iş yapan kimselere meyletmeyin, sonra size ateş dokunuverir. Ve sizin için Allah'ın astlarından yardım eden, yol gösteren, koruyan yakınlar yoktur. Sonra yardım göremezsiniz.

114Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı oluştur-ayakta tut], çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.

115Ve sabret! Çünkü şüphesiz Allah iyilik-güzellik üretenlerin ecirlerini yitirmez.

116İşte sizden önceki devirlerden “bakıyye” [söz, eser, erdem] sahipleri; akıllı insanlar, Kitap Ehli, yeryüzünde bozgunculuktan vazgeçirmeye çalışsalardı! Fakat onların içinden kurtardığımız pek az kimse bunu yaptı. Allah'ın ortağı olduğunu kabullenerek, Allah'ın ilahlığını ve rabliğini bilerek reddederek yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişiler ise, şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve suçlular oldular.

117Ve senin Rabbin, halkları düzeltici iken, o memleketleri haksız yere değişime/ yıkıma uğratacak değildir.

118,119Eğer Rabbin dileseydi, insanları elbette tek bir önderli topluluk yapardı. Oysa Rabbinin rahmet ettiği kişiler hariç onlar anlaşmazlığı sürdürmektedirler. Onları işte bunun için oluşturdu. Ve Rabbinin, “Andolsun, cehennemi bildiğiniz-bilmediğiniz, tanıdığınız-tanımadığınız insanlardan; onların tümünden dolduracağım” Söz'ü tamamlanmıştır.

120Ve elçilerin haberlerinden kalbini yatıştıracak olanlardan hepsini sana kıssa olarak anlatıyoruz. Ve bunda sana bir hakikat, mü’minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.

121,122Ve inanmayan o kişilere de ki: “Elinizden geleni geri koymayın! Şüphesiz biz yapanlarız. Bekleyin! Şüphesiz biz bekleyenleriz.”

123Ve göklerin ve yerin görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği sadece Allah'a aittir. Ve tüm iş/oluş yalnızca O'na döndürülür. O hâlde O'na kulluk et, O'na sonucu havale et. Ve Rabbin, sizin yapmakta olduklarınızdan habersiz, bunlara duyarsız değildir.



100İşte geçmişe yönelik bu anlatım, kentlerin ciddî haberlerinden, önemli bilgilerindendir. Biz, onu sana anlatıyoruz; onlardan ayakta olan ve biçilmiş ekin olan da vardır.

101Ve onlara Biz haksızlık etmedik; fakat onlar kendilerine haksızlık ettiler, yanlış; kendi zararlarına iş yaptılar. Onun için Rabbinin emri geldiğinde, Allah'ın astlarından taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı ve onlara ziyandan başka bir şey arttırmadılar.


Bu ayetlerde, surenin başından bu yana nakledilen kıssalara işaret edilerek herkesin bu kıssalardan hisse alması istenmektedir.

Kıssalardaki olaylara bakıldığında, toplumların anlatılan akıbetlere bizzat kendi davranışları sebebiyle ulaştıkları anlaşılmaktadır. Toplumlar kendi elleriyle ekmiş olduklarını biçmekte, dolayısıyla kötü akıbet konusunda hiçbir haksızlığa uğratılmamaktadırlar. Bu husus birçok ayette (Tövbe/70, Ankebut/40, Fussılet/46, Nisa/40, Kehf/49, Nahl/118) defalarca tekrarlanmıştır.



102Ve Rabbin, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olan kentleri yakaladığında, O'nun yakalayışı işte böyledir. Şüphesiz O'nun yakalaması pek acıklıdır, çok çetindir!

103Şüphesiz âhiret azabından korkan kimseler için bunda kesinlikle bir alâmet/ gösterge vardır. O, insanların kendisi için toplandığı bir gündür ve kesinlikle görülecek bir gündür.

104Ve Biz onu sadece belli bir süreye kadar erteliyoruz.


Bu ayetlerde Rabbimizin suçluları yakalayışının çok çetin olduğu, kimsenin O’ndan kaçamayacağı, suçlulara sadece mühlet tanındığı bildirilmektedir. Suçlulara mühlet verilmesinin sebebi ise Allah’ın onların soyundan dünyaya gelecek olanlar hakkında yaptığı plânların gerçekleşmesi içindir. Yoksa, zalimler zulümlerinin hesabını mutlaka vereceklerdir. Dolayısıyla bu ayetlerde insanlığa, vakit varken kendilerini toparlamaları mesajı verilmiştir.

* Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz. [Mümin/51]

* Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler, elçilerine: "Ya sizi kesinlikle yurdumuzdan çıkaracağız, ya da kesinlikle bizim dinimize/yaşam tarzımıza döneceksiniz!" dediler. Rableri de elçilerine: "Biz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları kesinlikle değişime/yıkıma uğratacağız ve onlardan sonra sizi kesinlikle o yere yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkan içindir" diye vahyetti. [İbrahim/13,14]



105O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşmaz. İşte o gün insanlardan bir kısmı bedbaht ve bir kısmı da mutludur.

106,107İşte şu bedbaht olanlar cehennem ateşi içindedirler. Onlara orada iç çekme ve hıçkırma vardır. Gökler ve yer durdukça207 onlar da o ateşte sürekli kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesna.– Şüphesiz Rabbin dilediğini en üst seviyede yapandır.

108Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça ardı arkası kesilmeyen bir ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesnadır.–


Bu ayetlerde, o gün [Mahşer günü] insanların "bedbahtlar" ve "mutlular" olmak üzere iki grup olacakları bildirilerek bedbahtların cehennemdeki, mutluların da cennetteki durumları kısaca açıklanmaktadır.

Ayetlerde geçen "gökler ve yer durdukça" ifadesi, cennetteki ikramların ve cehennemdeki azapların sürekliliğini belirtmektedir. Zira klâsik Arapçada "gökler ve yer durdukça" ve "gece gündüz peş peşe geldikçe" tabirleri, "sonu gelmeyen süre [ebed] anlamında kullanılır. Yoksa ahirette, aşağıdaki ayetlerden de görüleceği üzere, ne gökler vardır ne de yeryüzü; dağlar yıkılıp yer dümdüz edilecek, gök de başka bir şekle döndürülecektir:

47Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık. [Kehf/47]

18O gün Sûr'a üflenir; siz de hemen bölükler hâlinde gelirsiniz.
19Gökyüzü de açılıp kapı kapı oluvermiştir.
20Dağlar da yürütülüp serap oluvermiştir. [Nebe'/18-20]

105-107Sana dağlardan soruyorlar, de ki: "Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin." [Ta Ha/105-107]

88Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza tamamıyla haberdardır: [Neml/88]

9,10O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür. [Tur/9, 10]

8-10O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak; yakın dost bir sıcak; yakın dosta sormaz. [Mearic/8, 9]

5Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. [Kaariah/5]

Vakıa 1-7olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman ... [Vakıa/1-7]

48-51O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. [İbrahim/48] [Bu konuda ayrıca İnfitar ve İnşikak surelerine bakılabilir.]

İşte o gün [Mahşer günü] dünyada iken ertelenmiş akıbet gelmiş olacak, artık kimse konuşamayacak, söz mülk sahibinin olacaktır:

26İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] özgüdür. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için ise o, pek çetin bir gün olmuştur. [Furkan/26]

16O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah'ındır!’– [Mümin/16]

38-40İndirilmiş âyetler ve vahiy, tanık olarak saf saf dikildikleri gün, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz. Ve o izin verilen, doğruyu söyler: "İşte bu, hak gündür. Artık dileyen Rabbine bir sığınak edinir. Şüphesiz Biz sizi yakın bir azap ile uyardık." O gün, kişi iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim ettiğine bakar/yaptıklarıyla yüz yüze gelir ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişi: "Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım" der. [Nebe’/38-40]

Ve Ya Sin/65, Mürselat/35, 36, Kaf/27, 28, Ahzab/67, 68, Sebe’/31-33.

Ayetlerdeki Parantez Meşiet Cümlesi

Yüz yedi ve yüz sekizinci ayetlerde parantez içinde "اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ illâ ma şae rabbüke (–Ancak Rabbinin dilediği müstesnadır.–)" buyrulmaktadır. Burada " Rabbinin dilediği müstesnadır." cümlesi ile kastedilen nedir?

Bunu tahlil etmekte yarar vardır.

Ayetlerde geçen hükümlere bakıldığında üç tane ayrı nokta dikkat çekmektedir. Bunlar:

1 Şakilerin ateşe, saîdlerin cennete girdirilişi;

2 Şakilerin ateşte, saîdlerin cennette sürekli kalışları;

3 Şakiler için ateş, saîdler için cennetin hazırlanmış olmasıdır.
Ayetlerde istisna edilenlere, birinci noktadan bakıldığında; şakilerden, Allah’ın dilediklerinin ateşe; saidlerden de Allah’ın dilediklerinin cennete giremeyeceği anlaşılır.

İstisna edilenlere ikinci noktadan yaklaşıldığında; şakilerden, Allah’ın dilediklerinin ateşte; saidlerin de cennette ebedi kalmayacakları anlaşılır.

İstisna ile ilgili tahlil üçüncü noktadan yapıldığında ise şakilerden, Allah’ın dilediklerinin ateşe sokulmayıp başka türlü cezalandırılacağı; saîdlerden Allah’ın dilediklerinin de cennete girdirilmeyip başka şekilde ödüllendirilececeği anlaşılır.

Her üç noktadaki istisnayı tahlil edelim:

1 Noktadan istisnanın tahlili:

Allah kâfirleri, müşrikleri cehenneme sokacağını; mümin, muttaki, sâlihât işlemiş kullarını cennete sokacağına söz vermiştir. Allah kesinlikle va’dinden dönmez. Va’dinden dönmeyeceğini de birçok ayette bildirmiştir.(Bakara/80, Al-i Imran/9, 194, Ra’d/31, Rum/6, Zümer/20)

Allah’ın yukarıda belirtilen bu vadine, 1.noktadan bakılarak yapılan tahlille "O’nun, şakilerden dilediklerinin ateşe; saîdlerden de dilediklerinin cennete giremeyeceği" şeklinde kabul edilecek bir istisna, uygun düşmeyecektir.

2 Noktadan istisnanın tahlili:

İkinci nokta için de yani cennette ebedililik, cehennemde ebedilik konusunda da onlarca ayet var. O nedenle bu ayetlere göre "Şakilerden Allah’ın dilediklerinden ateşte; saîdlerin de cennette ebedi kalmayacaklarına dair" böyle bir istisna, kabul edilemez.

3 Noktadan istisnanın tahliline gelince:

Rabbimiz Kur’an’da müşriklerin, kâfirlerin cezalarını, cehennemde ateş içinde, rüsvalık azabı, vicdan azabı ve ZEMHERİR; aşırı soğuk, (İnsan/13) gibi değişik şekillerde çekeceklerini bildirmiştir.

Bu durumda 107.ayetteki "Gökler ve yer durdukça onlar da (şakiler) o ateşte sürekli kalacaklardır. – Ancak Rabbinin dilediği müstesna.—" hükmü ile sürekli ateşte (NAR) kalma cezasına istisna getirilmiş olmaktadır. Buna göre Rabbimiz; cehenneme gidenlerden dilediklerini ateş ile cezalandırmayıp rüsvalık azabı, vicdan azabı ve ZEMHERİR (aşırı soğuk) gibi diğer değişik azapların biriyle cezalandıracaktır.

108. ayetteki istisnayı da cennet ifadesinden yapacağız. Bilindiği üzere cennet, içinden nehirlerin aktığı yeşil bahçeler, Firdevs, adn cennetleri, huri, gılman, vildan, köşkler, koltuklar, kuş etleri vs. ile temsili olarak anlatılır. Rabbimiz mümin, muttakilerden dilediği bazı kimseleri böyle bir cennete koymayıp onlar, başka bir şekilde ödüllendirilecektir.
O zaman öğrenelim nereye koyacaktır. Bunu Tevbe/72’den öğreneceğiz.

Tevbe/72:
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ
وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ ﴿٧٢﴾
72Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde sürekli kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde hoş meskenler vaat etti. Allah'ın rızası ise daha büyüktür. İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir.
Evet, Allah’ın rızası, müminler için tüm cennetlerden daha büyük bir ödüldür.

Yukarıdaki ayetlerle getirilen istisna; ayetlerde bulunan " ateş" ve "cennet" ifadeleri dikkate alınarak tahlil edilmiştir.


109O hâlde sakın şunların kulluk ettikleri şeylerden şüphe içinde olma! Onların ataları daha önce nasıl kulluk ediyor idiyse bunlar da öyle kulluk ediyorlar. Şüphesiz Biz de kendilerine nasiplerini kesinlikle eksiksiz öderiz.


Peygamberimizi muhatap alan ama onun şahsında tüm insanlığa mesaj veren bu ayette, Mekkeli müşriklerin, kendi atalarından devraldıkları sahte değerlere bağlı kalarak o yol bilmez ataları gibi yanlış yolda bulundukları ve bundan dolayı da kesinlikle cezalandırılacakları ilân edilmektedir. Peygamberimizden istenen, Mekkeli müşriklerin takip ettikleri yolun yanlışlığından asla kuşku duymamasıdır.

Allah’ın indirdiği din yerine atalarından öğrendiklerine uyanların durumları başka ayetlerde de dile getirilmiştir:

170Ve onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun" dendiği vakit, "Aksine biz, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız" dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve kılavuzlandıkları doğru yolu bulmaz idiyseler de mi? [Bakara/170]

104Ve onlara: "Allah'ın indirdiğine ve Elçi'ye gelin" dendiği zaman: "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" dediler. Ataları bir şey bilmeyen ve kılavuzlanan doğru yolu bulmayan kimseler olsa da mı? [Maide/104]

23Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek, kesinlikle oranın şımarık varlıklı kimseleri: "Şüphesiz biz, babalarımızı bir önderli toplum üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız" demişlerdi. [Zühruf/23]

Konumuz olan ayetin sonunda yer alan "Şüphesiz Biz de kendilerine nasiplerini kesinlikle eksiksiz öderiz" ifadesi, onların dünyada iken hayırdan ve şerden yaptıklarının karşılığının tam olarak verileceği anlamına gelmektedir:

Zilzal 7,8Artık her kim, zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir. [Zilzal/7, 8]

19Ve herkes için işledikleri şeylerden, birtakım dereceler vardır. –Ve onlar haksızlığa uğratılmadan, Allah'ın onlara amellerini tam olarak ödemesi içindir.– [Ahkaf/19]

24,25Bu, onların, "Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır" demeleri nedeniyledir. Onların uydurmuş oldukları şeyler de dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. Peki, kendisinde hiç şüphe olmayan o günde onları bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandıkları şeyler tamamen ödendiği zaman nasıl olacaktır? [Âl-i Imran/25]

7Eğer küfredecek; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedecek/iyilikbilmezlik edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiçbir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için, küfre; Kendisinin ilâhlığının ve rabliğinin bilerek reddedilmesine/nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer kendinize verilen nimetlerin karşılığını öderseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir. (Zümer/7)
 
Ayrıca Zümer/10, Bakara/272, 281, Âl-i Imran/57, 161, 185, Nisa/173, Nahl/111 ve bu surenin 15 ve 11. ayetlerine bakılabilir.



111Ve şüphesiz hepsi öyle kimselerdir ki, onların yaptıklarının karşılığını Rabbin kendilerine tam ödeyecektir. Şüphesiz O, onların yaptıkları şeylere hakkıyla bilgi sahibidir.


Yüz dokuzuncu ayetin devamı olan bu ayette, atalarından aldıkları yanlışlar üzerinde ısrar eden kimselere yapılan tehditler çok çarpıcı vurgularla dile getirilmiştir. Nitekim bu ayetin orijinalinde teknik olarak yedi tane vurgu söz konusudur.



110Ve andolsun ki Biz Mûsâ'ya Kitab'ı verdik de onda ihtilâfa düşüldü. Eğer Rabbinden daha önce verilmiş bir Söz208 olmasa idi, elbette bu dünyada hemen cezalandırılırlardı. Ve onlar şüphesiz, Kur’ân'dan kuşkulu bir kesin olmayan, eksik bilgi içindedirler.


Bu ayette İsrailoğullarının durumu ortaya konmuş, onların kendi kitaplarında ayrılığa düştükleri, mezheplere ayrıldıkları, farklı farklı anlayışlara sahip oldukları açıklanmıştır.

İnsanların ayrılığa düşmesi konusu başka ayetlerde de dile getirilmiştir:

* Ve onlar, ancak kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki taşkınlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından "adı konmuş bir süre sonuna kadar" sözü geçmemiş olsaydı aralarında kesinlikle gerçekleştirilirdi. Ve şüphesiz kendilerinden sonra Kitab'a vâris kılınan kişiler, Kur’ân'dan kesinlikle kararsızlığa götüren bir kuşku içindedirler. [Şûra/14]

* İnsanlar tek bir önderli toplum idi de Allah müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve anlaşmazlık ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o Kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, Kendi bilgisi gereği, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar. [Bakara/213]

Ayette geçen "Rabbinden, daha önce verilmiş bir Söz" ibaresi, Allah’ın bir kararını ifade etmektedir ve bu karar Yunus suresinin tahlilinde belirttiğimiz gibi şu anlama gelmektedir:

RABBİMİZDEN GEÇEN SÖZ

110. ayette konu edilen "Söz", Rabbimizin cezaları "adı konmuş süreye erteleme" ilkesidir. Eğer bu ilke olmasa idi, herkesin hak ettiği anında kendisine verilecekti. Fakat Allah ilkesini katiyen bozmaz.

* Ve onlar, ancak kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki taşkınlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından "adı konmuş bir süre sonuna kadar" sözü geçmemiş olsaydı aralarında kesinlikle gerçekleştirilirdi. Ve şüphesiz kendilerinden sonra Kitab'a vâris kılınan kişiler, Kur’ân'dan kesinlikle kararsızlığa götüren bir kuşku içindedirler. [Şûra/14]

* Ve andolsun ki Biz Mûsâ'ya Kitab'ı verdik de onda ihtilâfa düşüldü. Eğer Rabbinden daha önce verilmiş bir Söz olmasa idi, elbette bu dünyada hemen cezalandırılırlardı. Ve onlar şüphesiz, Kur’ân'dan kuşkulu bir şüphe içindedirler. [Hud/110]

* Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde küçük-büyük hiçbir canlıyı bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda süre sonları geldiği zaman da artık şüphesiz Allah, Kendi kullarını en iyi görendir. [Fatır/45]

Ayrıca Fussılet/45 ve Ta Ha/129’da da aynı ilkeye değinilmiştir.

Şayet Yüce Allah, hakkında anlaşmazlığa düştükleri konularda mükâfat ve cezayı vermek suretiyle kıyamet gününden önce aralarında hüküm vermeyeceğine önceden hükmetmemiş olsaydı, elbette dünya hayatında hak ettiklerini hemen gerçekleştiriverirdi. Yani amelleri sebebiyle müminleri cennete girdirir, küfürleri sebebiyle de kâfirleri cehenneme atardı. Fakat şanı yüce Allah bütün insanların neler yapacağını bilmekle birlikte, önceden beri belli bir eceli tayin etmiş ve bunun için vade olarak kıyamet gününü tespit etmiştir.

Dikkat edilirse, tahlilini yapmaya çalıştığımız bu ayet, içinde bulunduğu pasajdaki konu akışına uymamaktadır. Bu sebeple biz 110. ayetin ya İsrailoğullarının tutumunun konu edildiği bir dönemde diğer ayetlerden bağımsız olarak inmiş ayrı bir necm, ya da Kur’an’daki başka bir pasaja ait bir ayet olduğunu düşünmekteyiz. Ama kesin olan şudur ki, 110. ayet, içinde bulunduğumuz pasaja ait değildir. Nitekim bir sonraki 111. ayet, bir önceki 109. ayetin devamı durumundadır:

112İşte bundan dolayı emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Beraberindeki tevbe edenler de doğru olsunlar. Ve aşırı gitmeyin! Kesinlikle Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

113Ve Allah'ın ortağı olduğunu kabul ederek yanlış, kendi zararlarına iş yapan kimselere meyletmeyin, sonra size ateş dokunuverir. Ve sizin için Allah'ın astlarından yardım eden, yol gösteren, koruyan yakınlar yoktur. Sonra yardım göremezsiniz.

Tüm İslâm ilkelerinin çekirdeği mahiyetinde olan bu iki ayette söze önce peygamberimize hitap edilerek başlanmış, daha sonra da İltifat sanatı yapılarak hitap tüm müminlere yaygınlaştırılmıştır.

SIRAT-I MÜSTAKİM

Kur’an ayetleri ışığında değerlendirildiğinde, bu tamlamanın "Allah’ın Yolu", "Hakk Yol", "Allah’ın Kitabı", "İslâm Dini", "İslâm Milleti" gibi anlamlara geldiği görülür (Âl-i Imran/51, En’am/126, 153, Hicr/41, Nahl/76, Meryem/36, Ya Sin/61, Zühruf/61, 64). Ancak en güzel anlam, Fatiha suresindeki anlamdır: "Razı olmadıklarının ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru giden yol."

Dikkat edilirse, 112. ayette sadece "dosdoğru ol" denmemiş; "Emrolunduğun gibi, Allah’ın çizdiği sınırlarda, koyduğu ilkelerde dosdoğru ol!" denmiştir. Bunun sebebi, bize göre, insanın kendi kendine dosdoğru yolu tamı tamına bulmada yetersiz oluşudur.

113. ayette geçen "Ve zulüm yapan kimselere meyletmeyin, sonra size ateş dokunuverir" ifadesindeki zulmedenler, birinci plânda müşrikler, ikinci plânda ise kötü ahlâklı kişilerdir. Bu gibi kişilere meyledilmesinin meyledene de zarar vereceğini bildiren bu uyarı, aynı zamanda, bir başkasından etkilenerek onu taklit etmenin yanlış olacağı manasını da taşımaktadır. Nitekim Yüce Allah’ın bizleri sakındırmak istediği bu durum, insanlar arasındaki ilişkilerde o kadar çok doğrulanmış olmalıdır ki, "Üzüm üzüme baka baka kararır", "Atı atın yanına bağlama ya huyundan ya suyundan kapar", "Arkadaşını söyle, senin nasıl biri olduğunu söyleyeyim" gibi atasözleri ortaya çıkmıştır.

İnsanların birbirlerinden etkilenmeleri başka bir ayette daha konu edilmiştir:

* Ve âyetlerimiz/alâmetlerimiz/göstergelerimiz hakkında boşa uğraşanları gördüğün zaman, onlar ondan başka söze dalıncaya kadar hemen onlardan uzak dur. Ve eğer şeytan bunu sana terk ettirse de, hatırladıktan sonra o şirk koşarak yanlış davrananlar; kendi zararlarına iş yapanlar topluluğu ile beraber oturma. Allah'ın koruması altına girmiş olan kişilere de o şirk koşarak yanlış davrananların; kendi zararlarına iş yapanların hesabından bir şey yoktur. Fakat Allah'ın koruması altına girmeleri için bir hatırlatma! [En’âm/68, 69]



114Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı oluştur-ayakta tut], çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.


Surenin "sunuş" bölümünde de belirttiğimiz gibi, bu ayet Medine dönemine aittir. Bu ayete göre salat, İsra suresinde de bildirilmiş olan vakitlerde, yani sabah, akşam ve yatsı olmak üzere üç vakitte ikame edilmelidir.

Salat ve salatın vakitleri ile ilgili detaylı açıklamamız İsra/78’in tahlilinde yapıldığından, konunun oradan okunmasını öneriyoruz.



115Ve sabret! Çünkü şüphesiz Allah iyilik-güzellik üretenlerin ecirlerini yitirmez.


114. ayetin Medenî olması sebebiyle bu ayetin 114. ayetin devamı olarak kabulü mümkün değildir. Dolayısıyla bu ayet ya peygamberimizin sıkıntılı bir döneminde inmiş başlı başına ayrı bir necmdir, ya da başka bir pasajın ayeti olup sahabe tarafından burada tertip edilmiştir.

Biz, müminlere umut ve destek veren, kendilerine verilen görevleri yerine getirirken karşılaşacakları sıkıntılara, acılara göğüs germelerini, var güçleriyle yılmadan görevlerini sürdürmelerini isteyen bu ayetin başlı başına bir necm olduğu kanaatindeyiz.

Hatırlanacak olursa, bu ayetin bir benzeri de Yunus suresinde geçmişti:

* Ve sen, sana vahyolunan şeye uy! Ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. Ve Allah, hüküm verenlerin en hayırlısıdır. [Yunus/109]

Ayette konu edilen "muhsinlik", Rabbimizin razı olduğu ve sürekli övdüğü bir niteliktir. Birçok ayette (Âl-i İmran/134, Maide/85, A'râf/56, Hacc/37, Ankebut/69, Zümer/34, Ahzab/29) muhsinlerin sürekli ödül alacakları bildirilmiştir:



116İşte sizden önceki devirlerden “bakıyye” [söz, eser, erdem] sahipleri; akıllı insanlar, Kitap Ehli, yeryüzünde bozgunculuktan vazgeçirmeye çalışsalardı! Fakat onların içinden kurtardığımız pek az kimse bunu yaptı. Allah'ın ortağı olduğunu kabullenerek, Allah'ın ilahlığını ve rabliğini bilerek reddederek yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişiler ise, şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve suçlular oldular.

117Ve senin Rabbin, halkları düzeltici iken, o memleketleri haksız yere değişime/ yıkıma uğratacak değildir.


Helâktan kurtulmanın bir başka yolunun açıklandığı bu ayetlerde, kötü gidişat sergileyen toplumlarda ortaya çıkıp mücadele vermesi gerekirken, ev, dam, çoluk-çocuk, mal-mülk, makam-mevki düşünüp çıkar uğruna suskun kalan bilgi ve akıl sahibi nemelâzımcılar kınanmaktadır.

Demek oluyor ki, toplumların bozulma dönemlerinde, o toplumdaki bakıyye sahibi kişilerin, yani toplumun "bilge" nitelikli bireylerinin öne çıkıp toplumun düzeltilmesi yolunda çaba harcamaları, vurdumduymazlık yapmamaları gerekmektedir. Nitekim yukarıda nakledilen Lut kıssasında elçinin kendi toplumuna "İçinizde reşit, aklı başında biri yok mu?" demesi de bu bakış açısı ile söylenmiş bir sözdür.

* Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. [Âl-i Imran/104]

* Bu, şüphesiz bir toplum, kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah'ın, o topluma nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı ve şüphesiz Allah'ın en iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir. [Enfal/53]

* Her kişi için, iki elinin arasından ve arkasından –Allah'ın işinden olarak–, onu gözetip koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O'nun astlarından bir yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın da yoktur. [Ra’d/11]

* Her kim sâlihi işlerse artık kendi için yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, artık kendi aleyhinedir. Ve senin Rabbin kullara hiç mi hiç haksızlık eden biri değildir. [Fussılet/46]



118,119Eğer Rabbin dileseydi, insanları elbette tek bir önderli topluluk yapardı. Oysa Rabbinin rahmet ettiği kişiler hariç onlar anlaşmazlığı sürdürmektedirler. Onları işte bunun için oluşturdu. Ve Rabbinin, “Andolsun, cehennemi bildiğiniz-bilmediğiniz, tanıdığınız-tanımadığınız insanlardan; onların tümünden dolduracağım” Söz'ü tamamlanmıştır.



Bu ayetlerde, bütün insanları "iman" veya "küfür" ümmeti şeklinde tek bir ümmet yapmaya kadir olduğunu haber veren Rabbimiz, böyle yapmadığını bildirerek insanlar için belirlediği "özgürlük" ilkesini açıklamaktadır. Allah’ın insanları özgür bıraktığı, bir başka ayette ise şöyle ifade edilmiştir:

* Oysa Rabbin dileseydi, elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inanan kimseler olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın? [Yunus/99]

Allah’ın insanı kendilerine vahyedilenden başkasını yapamayan diğer canlılar gibi yaratmayıp özgür bırakması, farklı düşüncelerin, farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuş, bu da insanlar arasında ayrılıklar oluşturmuştur. Ancak bunun böyle olduğunu çok iyi bilen Yüce Allah, bu ayrılıkların ortadan kaldırılması ve rahmetinden herkesin istifade etmesi için insanlara vahiyler ve elçiler göndermiş, böylece tüm inananlara dosdoğru bir yolda birleşme imkânı sağlamıştır. Allah’ın gösterdiği bu dosdoğru yol, Kur’an’da "Sırat-ı Mustakim" olarak ifade edilmiştir. İnsanların bu dosdoğru yolda bulunmaları hâlinde aralarında en ufak bir ayrılık bile doğmamaktadır.



120Ve elçilerin haberlerinden kalbini yatıştıracak olanlardan hepsini sana kıssa olarak anlatıyoruz. Ve bunda sana bir hakikat, mü’minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.



Bu ayette Rabbimiz, kıssa nakletmekteki amacını açıklamakta ve kıssaların yararlarını bildirmektedir.

Ayetin ifadesinden anlaşıldığına göre, önceki elçilerin haberleri Kur’an’da sadece olayların gelişimini hikâye etmek için değil, içlerindeki ahlâkî gerçekleri sergilemek ve böylece inananların inançlarını pekiştirmek için yer almaktadır. Zaten kıssaların üslûbu da tarih bilgisi vermek amacıyla değil, öğüt vermek amacıyla anlatıldıklarını göstermektedir. Kur’an’daki kıssaların insanlara sağlayacağı yararlar kısaca şöyle özetlenebilir:

- Kur’ân'daki kıssalar, eskiden de peygamberlerin gelip geçtiği bilgisini vermek sûretiyle peygamberlerin türedi olmadığını gösterir.

- Kur’ân'daki kıssalar, gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin görevlerinin "tebliğ etmek" ve "öğütte bulunmak"tan ibaret olduğunu öğretir.

- Kur’ân'daki kıssalar, Allah'ın elçilerine daima gönderildikleri toplumun ileri gelenleri [mele’] tarafından karşı çıkıldığı bilgisini verir.

- Kur’ân'daki kıssalar, Peygamberimizin tebliğine karşı çıkıp o'nu engellemek isteyenlere, bu tavırlarının bedelini nasıl ödeyecekleri konusunda geçmişten -bazılarını kendilerinin de bildikleri- örnekler vermek sûretiyle hatırlatma yapar, uyarıda bulunur.

- Kur’ân'daki kıssalar, Peygamberimizin ve yandaşlarının karşı karşıya bulundukları durumun daha önceki peygamberler ve toplumları arasında meydana gelenlere benzediğini, hatta büyük ölçüde aynı olduğunu bildirmek sûretiyle Peygamberimize ve yandaşlarına güven telkin eder; ayrıca Allah'ın elçilerinin daima galip geldiklerini bildirmek sûretiyle onlara azim kazandırır ve manevîyatlarını kuvvetlendirir.



121,122Ve inanmayan o kişilere de ki: “Elinizden geleni geri koymayın! Şüphesiz biz yapanlarız. Bekleyin! Şüphesiz biz bekleyenleriz.”



Ortaya konan onca açık kanıta rağmen hâlâ inkârda direnenler tehdit edilmekte, peygamberimize de açık destek verilmektedir. Burada kısa ve özlü bir şekilde verilen mesaj, aşağıdaki ayetlerde daha detaylı verilmiştir:

* Şu‘ayb: "Ey toplumum! Benim akrabalarım/taraftarlarım size karşı Allah'tan daha mı güçlü/değerli? Ve Allah'ı arkanıza atılmış bir şey edindiniz. Şüphesiz ki, Rabbim bütün yaptıklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır. Ve ey toplumum! Var gücünüzle yapacağınız ne varsa yapın! Şüphesiz ben yapanım. Perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında bileceksiniz. Gözetleyiniz, şüphesiz ben sizinle beraber gözetleyiciyim" dedi. [Hud/92, 93]

* De ki: "Ey toplumum! Gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın, Şüphesiz ben de yapıyorum. Yakında Yurt'un sonunun kim için olduğunu bileceksiniz. Şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar kurtuluşa eremezler." [En’am/135]

* De ki: "Ey toplumum! Siz bulunduğunuz yer üzere çalışın. Şüphesiz ben de çalışan biriyim. Artık kendisini rüsva edecek azabın kime geleceğini ve kalıcı bir azabın kimin üzerine yerleşeceğini yakında bileceksiniz." [Zümer/39,40]



123Ve göklerin ve yerin görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği sadece Allah'a aittir. Ve tüm iş/oluş yalnızca O'na döndürülür. O hâlde O'na kulluk et, O'na sonucu havale et. Ve Rabbin, sizin yapmakta olduklarınızdan habersiz, bunlara duyarsız değildir.



Bu ayette, göklerde ve yerde bilinmeyen şeylerin hepsini Allah’ın bildiği, olup biten her şeyin O’na döndüğü bildirilerek insanlara O’na kul olmaktan başka çarelerinin olmadığı hatırlatılmaktadır.

Surenin bu son ayetinin mesajı kısaca şudur: "Aklınızı kullanırsanız Allah’a kul olmaktan başka çareniz yoktur."*


207 Âyetlerde geçen gökler ve yer durdukça ifadesi, cennetteki ikramların ve cehennemdeki azapların sürekliliğini belirtmektedir. Zira klâsik Arapça'da, gökler ve yer durdukça ve gece-gündüz peşpeşe geldikçe tabirleri, “sonu gelmeyen süre [ebed] anlamında kullanılır. Yoksa âhirette, aşağıdaki âyetlerden de anlaşılacağı üzere, ne gökler vardır ne de yer; dağlar yıkılıp yer dümdüz edilecek, gök de başka bir şekle dönüştürülecektir: Resmi Mushaf: Kehf/47, Nebe/18-20, Tâ-Hâ/105-107, Neml/88, Tûr/9-10, Me‘âric/8-9, Kâriah/5, Vâkıa/1-6, İbrâhîm/48.

Yine âyetlerdeki, Ancak Rabbinin dilediği müstesna ifadesi, birilerinin bu kural dışında tutulacağını değil, her şeyin Allah'ın iradesi ile olacağına, tüm yetkilerin Allah'ta olduğuna dair bir vurgudur.

208 RABBİMİZDEN GEÇEN SÖZ: Âyette konu edilen söz, Rabbimizin cezaları, “adı konmuş süreye erteleme” ilkesidir. Yüce Allah, bu ilkesinden ve bu ilkeyi bozmayacağından Resmi Mushaf: Şûrâ/14, Hûd/110, Fâtır/45, Fussılet/45 ve Tâ-Hâ/129'da da bahsetmiştir.



*İşte Kuran, Hud Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim