• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

107Tahrim Suresi 1-5








Hatalı Çevrilen Ayetler



Tahrim Suresi 1-5




Hatalı Çeviri:
1. Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.  
2. Allah, (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah'tır. O, bilendir, hikmet sahibidir.
3. Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi.  
4. Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır.  
5. Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi, kendini Allah'a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir.




Doğru Çeviri:
1.Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah’ın helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
2.Allah, kefaretini ödeyerek yeminlerinizi çözmeyi kesinlikle size meşrû kılmıştır. Ve Allah, sizin mevlanız; yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınınızdır. Ve O, en iyi bilen, en iyi yasa koyandır.
3.Bir de hani Peygamber, eşlerinden bazılarına bir sözü/ olayı sırlaştırmıştı. Sonra eşlerinden biri bunu haber yapınca ve Allah, Peygamber’e bunu açığa vurunca, Peygamber bir olayın kısmını belirlemiş, bir kısmından mesafelenmişti/ vazgeçmişti. Sonunda o eşe, bunu kendisi haber verince o eş: “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. Peygamber, “Bana iyi bilen, iyi haber alan haber verdi” demişti.
4.Ey Peygamber’in iki eşi, hatalarınızdan Allah’a dönerseniz sizin için iyi olur. –Çünkü kesinlikle ikinizin kalpleri kaydı; inançlarınız bozuldu, sapıklığa düştünüz.– Yok eğer Peygamber’e karşı dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, o’na mevladır; yardımcıdır, destekçidir, koruyucudur, yol göstericidir. Cibrîl/Kur’ân ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra inecek âyetler de o’na arka çıkarlar.
5.Eğer o sizi boşarsa, Rabbinin, kendisine sizden daha hayırlı, müslime, mü’mine, sürekli saygı duyan, tevbe eden, oruç tutan/seyahat eden dul ve bakire eşler vermesi umulur.






Bu âyet grubu, Rasûlullah’ın özel hayatına ait bazı olayları ifşa etmektedir. 1-2. âyetlerde, helâl olan bir şeyi kendine haram kılan Rasûlullah, Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah’ın helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. Allah, yeminlerinizi çözmeyi kesinlikle size meşrû kılmıştır. Ve Allah sizin mevlânızdır. Ve O, en iyi bilen, en iyi yasa koyandır diye azarlanmıştır.



Herhangi bir şeyi haram ya da helâl kılma yetkisi sadece Allah’a aittir; peygamber dahi olsa hiç kimse haram ve helâl kılma yetkisine sahip değildir. Hele hele Allah’ın açıkça helâl kıldığı bir şeyi haram kılmak olacak iş değildir:

31.Ey Âdemoğulları! Her mescidin yanında; toplum içinde süslerinizi alın, yiyin-için fakat savurganlık etmeyin; kesinlikle Allah, savurganları sevmez.
32.De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı zînetleri ve tertemiz rızıkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti dünya hayatında inananlar içindir –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere–.” İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz.(A‘râf/31-32)

 
116.Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar.(Nahl/116)

 
87.Ey iman eden kimseler! Allah’ın size helal kıldığı temiz-nefis-güzel şeyleri haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez.
88.Ve Allah’ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin ve siz, inandığınız Allah’ın koruması altına girin.(Mâide/87-88)



Rasûlullah’ın, eşlerinin hatırı için kendisine haram kıldığı şeyin ne olduğu hususunda anlatılan “bal yeme ve sonra da bal yememeye yemin etme” hikayesi pek makul değildir. Bizce şu rivâyet daha makuldür:

Peygamber efendimizin kendisine haram kıldığı, Mariye el-Kıbtiye’dir. Bu câriyeyi kendisine İskenderiye hükümdarı Mukavkıs hediye etmişti.


İbn İshâk dedi ki: “Mariye, Hafi diye bilinen bir beldenin Ansine diye bilinen yerindendir. Peygamber, Hafsa’nın odasında onunla birlikte olmuştu.”

Dârekutnî’nin, İbn Abbâs’tan, onun da Ömer’den rivâyetine göre Ömer (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) oğlu İbrâhîm’in annesi Mariye ile Hafsa’nın odasına girdi. Hafsa da gelip Peygamber’i o’nunla birlikte buldu. –O sırada Hafsa babasının evine gitmişti.– Peygamber’e, “Onu odama mı sokuyorsun?” dedi. Senin bunu yapmanın sebebi, ancak diğer hanımların arasında benim senin yanında değerimin olmayışıdır. Peygamber ona şöyle dedi: “Bundan Âişe’ye söz etme! Bir daha ona yaklaşmak bana haram olsun.” Hafsa o’na şöyle dedi: “O senin câriyen iken onu kendine nasıl haram ediyorsun?!” Peygamber ona yaklaşmayacağına dair Hafsa’ya yemin etti ve “Bundan kimseye söz etme” dedi. Fakat Hafsa bunu Âişe’ye anlattı. O da hanımlarının yanına bir ay süreyle girmeyeceğine dair yemin etti. 29 gün onlardan uzak kaldı. Bunun üzerine, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin haram edersin?âyeti nâzil oldu.1



Rasûlullah’ın, kendisine haram kıldığı şeyin ne olduğu Ahzâb sûresi’nden anlaşılabilir:

51.Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alabilirsin. Ayrıldıklarından, istek duyduklarına dönmende artık senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın olan budur. Allah, kalplerinizde olanı bilmektedir. Allah, her şeyi bilendir, çok yumuşak davranandır. (Ahzâb/51)



Bu âyete göre Rasûlullah’a, eşlerinden istediğini seçme hakkı verilmiş, buna rağmen Rasûlullah eş hatırına yanlış bir iş yapmış, Allah da Rasûlullah’tan, daha evvel inzâl edilen bir âyet ile amel etmesini istemiştir:

224.Ve iyilerden olmanıza, Allah’ın koruması altına girmenize, insanlar arasını düzeltmenize, Allah’ı, yeminleriniz için engel yapmayın; “Yapardım ya Allah’a yemin ettim, artık yeminimi bozamam” demeyin. Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Bakara/224)


Bu âyet grubunda konu edilen ikinci mesele, Rasûlullah’ın eşlerinin hatalı davranmalarıdır: Bir de hani Peygamber, eşlerinden bazılarına bir sözü/olayı sırlaştırmıştı. Sonra eşlerinden biri bunu haber yapınca ve Allah, ona, bunu açığa vurunca, o [Peygamber] bir kısmını belirlemiş, bir kısmından mesafelenmişti [vazgeçmişti]. Sonunda ona, bunu, kendisi haberi verince o, “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. O [Peygamber], “Bana iyi bilen, iyi haber alan haber verdi” demişti.


3. âyette, Rasûlullah’ın evinde cereyan eden önemli bir olaya değinilmektedir. Mahiyeti Kur’ân’da bildirilmeyen bir olay/söz, Rasûlullah tarafından eşlerinden bazılarına –ki aşağıda iki eş olduğu anlaşılmaktadır– sır olarak veriliyor. Eşlerden biri bu sırrı ifşa ediyor. Rasûlullah da ona sırrı ifşa etmiş olduğunu bildirince, bunu nereden öğrendiğini soruyor. Rasûlullah da, “Onu çok iyi bilen, çok iyi haber veren” haber verdi diye cevap veriyor. Âyetin özü, işte böyledir.


Rasûlullah’ın eşine verdiği sırrın mahiyeti Kur’ân’da bildirilmemiştir. Âyetteki حديث [hadîs] kelimesi, hem “olay” hem de “söz” olarak anlaşılabilir. Bunun mahiyetine dair birtakım şeyler nakledilmiştir:

el-Kelbî dedi ki: Ona gizlice söylediği söz şudur: “Senin baban ile Âişe’nin babası benden sonra ümmetimin üzerinde benim halifelerim olacaktır.” İbn Abbâs da böyle, yani, “Kendisinden sonra halifelik işini Hafsa’ya gizlice söylemiş, ancak Hafsa bunu açıklamıştı” demiştir.

Dârekutnî Sünen’inde el-Kelbî’den, o Ebû Sâlih’ten, o da İbn Abbâs’tan yüce Allah’ın, Hani Peygamber, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti buyruğu hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Hafsa Peygamber’i (s.a) İbrâhîm’in annesi ile birlikte görünce, ona, “Âişe’ye haber verme” dedi. Ayrıca ona şunları söyledi: “Senin baban ile onun babası benden sonra hükümdar olacaklar ya da onlar yönetimin başına geçecekler; fakat Âişe’ye haber verme!” (İbn Abbâs) dedi ki: “Ancak Hafsa gitti ve Âişe’ye haber verdi. Allah da bu durumu o’na açıkladı. Peygamber bunun bir bölümünü söyledi, bir bölümünü de sakladı.” (İbn Abbâs) dedi ki: Daha sonra; “Senin baban ile onun babası benden sonra işin başına geçecekler” sözünü açıklamadı. Rasûlullah (s.a) bu hususun insanlar arasında yayılmasından hoşlanmadı.2

Mukâtil dedi ki: Yani ona, Âişe’ye söylediğinin bir bölümünü haber verdi. Bu da Umm Veledi –İbrâhîm’in annesi Mariye– ile ilgili olandı. Bir bölümünü ise haber vermemişti. Bu ise Hafsa’nın Âişe’ye, “Ebû Bekr ve Ömer o’ndan sonra yönetimin başına geleceklerdir” sözüdür. “O bunu eşine haber verince, yani Allah’ın kendisine bildirdiği şeyi Hafsa’ya bildirince, bunu sana benim hakkımda kim haber verdi ey Allah’ın Rasûlü dedi. Ve durumu ona Âişe’nin haber verdiğini zannetti. Peygamber (s.a) de, Her şeyi en iyi bilen, her şeyden haberdar olan, yani kendisine hiçbir şey gizli olmayan bana haber verdi” dedi.3


Pasajın devamındaki âyetlerin delâletine göre esbâb-ı nüzûle dair rivâyetlerde yer alan bilgiler, paragrafı anlaşılır kılmaktan uzak olduğu gibi, âyetteki nebbe’e fiilinin anlamını yansıtmaktan da uzaktır. Zira “haber verdi” diye çevirdiğimiz نبّأ [nebbe’e] sözcükleri, sıradan haber için kullanılmaz. Bu, çok önemli bir şey olmalıdır.

Ayrıca, Peygamber’in sır verdiği tek eş değildir. O [Peygamber] bir kısmına bildirmiş, bir kısmından yüz çevirmişti ifadesi, “bir kısmına haddini bildirmiş, bazısına da seslenmemişti” demektir.


Ve Allah, ona bunu açığa vurunca… ifadesi, Allah’ın vahyi ile açığa vurmasını değil, eşlerin bu önemli sırrı ifşa etmelerini ve dile düşürmelerini” ifade eder.


Bana iyi bilen, iyi haber veren haber verdi ifadesi, iki şekilde anlaşılabilir:

Birincisi:Bunu Peygamber’e bildiren, halktan bir kimsedir. Zira alîm ve habîr sözcüklerinin kullar için kullanıldığı âyetler de vardır (bkz. Furkân/59; A‘râf/109, 112; Yûsuf/55, 76; Hicr/53 ve Şu‘arâ/34, 37).


İkincisi: İyi bilen, iyi haber alan, Allah’tır. Ama bu, Allah’ın bizzat haber vermesi anlamına gelmez. Örfte, bu tarz ifadeler, asıl faili gizlemek için kullanılır; ki burada da bu ifade, haberi vereni gizlemek için kullanılmıştır.


Bunun bir örneği de Âl-i İmrân/37′de bulunmaktadır: Meryem, kendisine gelen yemeklerin kaynağını bildirmez; O, Allah katındandır diye cevap verir:


37.Bunun üzerine Rabbi Meryem’i güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi ve ona; Meryem’e, İsa’yı gayri meşru şekilde doğurmayıp Allah’ın iradesi çerçevesinde babasız doğuruşuna Zekeriyyâ’yı kefil kıldı. Zekeriyyâ ne zaman onun üzerine/özel odaya girse, onun yanında bir rızık bulurdu. Zekeriyyâ, “Ey Meryem! Bu sana nereden?” dedi. Meryem de: “O, Allah katındandır” dedi. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.(Âl-i İmrân/37)

 
Bizce burada konu edilen “olay” ya da “söz”, –mahiyeti Allah’a havale edilmesi gereken– askerî ve siyasî bir olay ya da sözün/bilginin sızdırılmasıdır. Burada verilen mesaj, Allah’ın Peygamberi’ne yardımının ve –Teğâbün sûresi’nde de görüleceği üzere– en yakın çevrede bile düşmanlarının olabileceğinin gösterilmesi; Mücâdele sûresi’ndeki Elçi’ye yardım vaadinin, somutlaştırılmasıdır.



4-5. âyetlerde, sırra vakıf olup da işi ciddiye almayan eşler tehdit edilmektedir. Bu hususta nakledilenler ise şöyledir:

Eğer ikiniz de, yani Hafsa ve Âişe Allah’a tevbe ederseniz buyrukları ile, Rasûlullah’ın (s.a) sevdiğine aykırı bir hususa meylettikleri için onları tevbe etmeye teşvik etmektedir.


Müslim’in Sahîh’inde İbn Abbâs’tan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ömer b. el-Hattâb’a bir âyete dair soru sormak isteği ile bir sene bekleyip durdum. Ondan çekindiğim için ona soramadım. Nihâyet hacca gitmek üzere yola çıkınca, ben de onunla birlikte yola çıktım. Geri döndüğünde yolun bir bölümünde bir ihtiyacını görmek üzere erik ağaçlarına doğru yolunu çevirdi. İşini bitirinceye kadar ben de durdum. Sonra onunla birlikte yürüdüm ve “Ey mü’minlerin emiri! Dedim, “Rasûlullah’ın (s.a) hanımları arasında o’na karşı birbirine yardım eden iki hanım kimdir?” O, “Bunlar Hafsa ve Âişe’dir” dedi. Ona, “Allah’a yemin ederim ki, bunu sana bir seneden beri sormak istediğim hâlde senden çekindiğim için soramadım” dedim. Bana, “Hayır, öyle yapma, benim bildiğimi zannettiğin bir husus oldu mu ona dair bana sor. Eğer biliyorsam sana söylerim…” deyip, hadisin geri kalan bölümünü zikretti.


Denildiğine göre Âişe ile Hafsa’nın (r.anhuma) birbirleriyle yardımlaşmaları nafaka hususunda Peygamber’e (s.a) bir çeşit baskı uygulamak sûretinde idi. Bundan dolayı Peygamber bir ay süreyle onlara ilâ yaptı [onlara yaklaşmamaya yemin etti] ve onlardan uzak kaldı. Müslim’in Sahîh’inde Câbir b. Abdullah’tan şöyle dediği zikredilmektedir: “Ebû Bekr, Rasûlullah’ın (s.a) huzuruna girmek üzere izin istedi. İnsanların kapısında oturmakta olduklarını ve kimseye içeri girmek için izin verilmediğini gördü.” (Câbir) dedi ki: “Ebû Bekr’e izin verildi, o da içeri girdi. Sonra Ömer geldi, o da izin istedi, ona da izin verildi. Peygamber’in (s.a) üzüntülü, suskun ve etrafında hanımları olduğu hâlde oturmuş olduğunu gördü.” (Câbir) dedi ki: (Ömer) dedi ki: “Andolsun öyle bir şey söyleyeceğim ki bununla Peygamber’i (s.a) güldüreceğim” dedi. Sonra da, “Ey Allah’ın Rasûlü!” dedi, “Bir görsen Hârice’nin kızı benden harcamak için bir şeyler istedi. Ben de yerimden kalktım, boynuna bir darbe indirdim.” Rasûlullah (s.a) güldü ve şöyle dedi: “İşte bu kadınlar da gördüğün gibi benim etrafımda bulunuyorlar. Bunlar da benden nafaka [harcayacak masraf] istiyorlar.” Ebû Bekr kalktı ve Âişe’nin boynuna vurdu, Ömer de Hafsa’nın boynuna vurdu. Her ikisi de, “Rasûlullah’tan (s.a), yanında olmayan şeyleri mi istiyorsunuz?”dediler. Hepsi de, “Allah’a yemin ederiz ki, asla Rasûlullah’tan (s.a) yanında olmadık şeyi istemeyeceğiz” dediler. Sonra Rasûlullah, bir ay yahut yirmi dokuz gün onlardan uzaklaştı, sonra Allah o’na, Ey Peygamber! Zevcelerine de ki:… Muhakkak Allah içinizden güzel davrananlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır (Ahzâb/28-29) âyetlerini indirdi. Biz bunu daha önce el-Ahzâb sûresi’nde [28-29. âyetler, 1. başlıkta] zikretmiştik.4


Bu âyetin iyi anlaşılabilmesi için Hucurât/2′deki, Ey iman etmiş kimseler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize yüksek sesle bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz bilincinde olmadan amelleriniz boşa gidiverir uyarısını da dikkate almak gerekir. Çünkü burada Rasûlullah’ın eşlerinin kalplerinin kayması, Nûh ve Lût peygamberin eşleri gibi ihânet etmeleri konu ediliyor.



Kalplerin kayması ise, Allah düşmanlarının sinsî plânlarına meyletmektir:

112,113.Böylece Biz, her peygamber için gizli-açık şeytanlarını düşman yaptık: Ki dünya malına aldanmaktan dolayı, âhirete inanmayan kimselerin kalpleri ona kansın, ondan hoşnut olsun ve yapmakta olduklarını yapsınlar diye bunların bazısı bazısına sözün süslüsünü gizlice telkinde bulunur/fısıldar. –Ve şâyet Rabbin dileseydi onu yapmazlardı. Öyleyse onları ve uydurdukları şeyleri bırak!–(En‘âm/112-113)

 
Âyetteki, Cibrîl ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra melekler de o’na arka çıkarlar ifadesiyle, o güne kadar inmiş olan Kur’ân âyetleri, sâlih mü’minler ve bundan sonra inecek olan âyetler ile Rasûlullah’a destekler verileceği, dolayısıyla da Rasûlullah’a en yakınındaki düşmanların bile zarar veremeyeceği ihtar edilmiştir. Burada zikri geçen melekler, “Kur’ân âyetleri”dir. Bu hususa dair detay da Kadir sûresi’nde verilmiştir.*



*İşte Kuran, Tahrim Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim