• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

52Hud Suresi 69-83




Hatalı Çevrilen Ayetler


52Hud Suresi 69-83


Hatalı Çeviri:
69. Andolsun ki elçilerimiz (melekler) İbrahim'e müjde getirdiler ve: «Selam (sana) » dediler. O da: «(Size de)selam» dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.

70. Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: Korkma! (biz melekleriz). Lût kavmine gönderildik.

71. O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik.

72. (İbrahim'in karısı:) Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! dedi.

73. (Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.

74. İbrahim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı.

75. İbrahim cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini Allah'a vermiş biri idi.

76. (Melekler dediler ki): Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!

77. Elçilerimiz Lût'a gelince, (Lût) onların yüzünden üzüldü ve onlardan dolayı içi daraldı da «Bu, çetin bir gündür» dedi.

78. Lût'un kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işleri yapmaktaydılar. (Lût): «Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır (onlarla evlenin); sizin için onlar daha temizdir. Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu!» dedi.

79. Dediler ki: Senin kızlarında bizim bir hakkımız olmadığını biliyorsun. Ve sen bizim ne istediğimizi elbette bilirsin.

80. (Lût:) Keşke benim size karşı (koyacak) bir gücüm olsaydı veya güçlü bir kaleye sığınabilseydim! dedi.

81. (Melekler) dediler ki: Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle (yola çıkıp) yürü. Karından başka sizden hiçbiri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan (azap) şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vâdolunan (helâk) zamanı, sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?

82. Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık.

83. (O taşlar:) Rabbin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır). Onlar zalimlerden uzak değildir.



Doğru Çeviri:
69Ve andolsun ki İbrâhîm'e de elçilerimiz müjde ile geldiler, “Selâm!” dediler. O, “Selâm!” dedi, sonra da altın vermeye205 gecikmedi.

70Sonra da onların ona uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve içinde onlara karşı bir korku uyandı. Onlar: “Korkma, şüphesiz biz Lût'un toplumuna gönderildik” dediler.

71Ve İbrâhîm'in kadını ayaklanmıştı, gülüverdi.
Sonra o'na İshâk'ı, İshâk'ın arkasından da Ya‘kûb'u müjdeledik.

72İbrâhîm'in kadını dedi ki: “Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız, mutsuz bir kadınım. Şu kocam da yaşlı bir adam! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey!”

73Elçiler: “Sen Allah'ın işinden dolayı mı şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bollukları üzerinizdedir. Ey ev halkı! Şüphesiz ki O, övülmeye lâyık olan, cömertliği bol olandır” dediler.

74Sonra İbrâhîm'den korku iyice geçip gidince ve kendisine müjde gelince, Bizimle Lût toplumu hakkında mücâdeleye başladı.

75Şüphesiz İbrâhîm, çok yumuşak huylu, çok ah-vah eden/yufka yürekli/yönelen biriydi.

–“76Ey İbrâhîm! Bundan uzak dur. Şüphesiz Rabbinin emri kesin olarak geldi ve hiç şüphesiz onlar; onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.–

77Ve ne zaman ki elçilerimiz Lût'a geldiler, bunlar yüzünden o üzüldü, bunlar hakkında eli-kolu bağlandı kaldı ve “Bu, müthiş bir gündür!” dedi.

78Ve o'nun toplumu hızlıca o'na geldiler. Onlar daha önce de çirkinlikler yaparlardı. Lût: “Ey toplumum! İşte bunlar kızlarım.206 Onlar sizin için daha temizdirler. Gelin Allah'ın koruması altına girin, beni misafirlerim ile ilgili olarak rezil-rüsva etmeyin. Sizden hiç aklı başında bir adam yok mu?” dedi.

79Onlar: “Hiç şüphesiz sen, senin kızlarında bizim için herhangi bir hak olmadığını bildin. Ve şüphesiz ki sen bizim ne istediğimizi kesinlikle biliyorsun” dediler.

80Lût: “Keşke size karşı bir gücüm olsaydı, ya da ulaşılmaz bir bölgeye/güçlü bir topluma sığınabilseydim!” dedi.

81Misafir elçiler: “Ey Lût! Şüphesiz ki, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamayacaklar. Sen, gecenin bir parçasında ailenle birlikte hemen yola çık. Ve içinizden hiç kimse geri bakmasın [burada olanları, eskileri düşünmesin], kadının başka. Şüphesiz onlara isabet eden ona da isabet edecektir. Şüphesiz vaat edilenin zamanı, sabah vaktidir. Sabah vakti yakın değil mi?” dediler.

82,83Sonunda emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, istif edilmiş pişmiş çamurdan Rabbinin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Ve bunlar, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlardan uzak değildir.



69Ve andolsun ki İbrâhîm'e de elçilerimiz müjde ile geldiler, “Selâm!” dediler. O, “Selâm!” dedi, sonra da altın vermeye gecikmedi.

69) Ve andolsun ki İbrâhîm'e de elçilerimiz müjde ile geldiler, "Selâm!" dediler. O, "Selâm!" dedi, sonra da altın vermeye205 gecikmedi.


KONUMUZ OLAN 69-76. AYETLERİN TAHLİLİ

69Ve andolsun ki İbrâhîm'e de elçilerimiz müjde ile geldiler, "Selâm!" dediler. O, "Selâm!" dedi, sonra da altın vermeye gecikmedi.

Elde herhangi bir kanıt bulunmamasına rağmen klâsik kaynaklarda bu elçilerin "melek" olduğu dayatılmıştır. Bizim kanaatimize göre ise; bu elçiler İbrahim peygamberin o güne kadar tanımadığı, varlıklarından haberdar olmadığı, o yöredeki beşer elçilerdir [peygamberlerdir]. Sayılarının "bir"den fazla olması bu konuda tereddüde mahal vermemelidir; çünkü Ya Sin suresinde de bir kente art arda üç elçi gönderildiği bildirilmiştir.

Elçilerin getirdiği müjde hakkında:

*Lut kavminin helâkinin müjdesi,

*Kendilerinin Allah’ın elçileri olduklarının müjdesi,

*İbrahim peygamber için korkulacak bir şey olmadığının müjdesi gibi yorumlar yapılmışsa da, Rabbimiz bu müjdeyi 71. ayette açıklamıştır: "Sonra ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik."

İbrahim peygamberin misafirlerine sunduğu buzağı, bu ayette "haniyz" sözcüğüyle, Zariyat/26’da ise "semiyn" sözcüğüyle nitelenmiştir. Gelenekçiler bu iki nitelemeyi -sırasıyla- "kızartılmış" ve "semiz" olarak aktarmışlardır. Ne var ki, koskoca buzağının kızartılamayacağını ve aynı buzağıyı niteleyen "kızartılmış" ifadesi ile ancak canlı bir hayvan için kullanılan "semiz" ifadesi arasındaki çelişkiyi hiç dikkate almayarak bariz bir hata içine düşmüşlerdir. Çünkü misafire tavuk hatta kuzu kızartılıp ikram edilmesi makul olmakla beraber bir buzağının kızartılıp bütünüyle ikram edilmesi akıllardan uzak bir durumdur. Ayrıca gelenekçilerin nitelemelerine göre, konumuz olan ayetteki buzağı "kızartılmış" yani ölü bir buzağıdır. Zariyat/26’da ise aynı buzağı "semiz" yani canlı bir buzağıdır. Bu durumda iki ayet arasında bir çelişki söz konusu olmaktadır ki, bu asla mümkün değildir.

Bize göre, bu olaydaki "buzağı" ile kastedilen anlamın teviline o buzağının sıfatları olarak bildirilen "haniyz" ve "semiyn" sözcüklerinin gerçek anlamlarından yola çıkarak ulaşmak gerekmektedir.

الحنيذHANİYZ

"الحنيذ Haniyz" sözcüğü "arıtılmış, içindeki fazlalıklar atılmış" demektir. Sözcük ilk olarak "atı terletme" anlamında kullanılmış, daha sonra Araplar hem "Güneş’in insanı terletmesi"ni hem de "etin sıcak taşlara sıkıştırılarak suyunun giderilmesi, akışkanlığının kaybettirilmesi" işlemini bu sözcükle ifade etmişlerdir. [Lisanü’l-Arab, 2/624, 625; El-Müfredat/133]

Buna göre "الحنيذ haniyz", "bir nesnenin içindeki fazlalıkların, özellikle de nesneyi bozacak şeylerin atılması" anlamına gelmekte, dolayısıyla ayetteki "haniyz" sözcüğü de meful anlamıyla "arıtılmış, içinde zararlı maddeler bulunmayan, saf hâle getirilmiş" demek olmaktadır.

Fakat klâsik eserlerde sözcüğün esas anlamı dikkate alınmadığı gibi, "kurutulmuş" anlamına bile itibar edilmemiş, sözcük "ateşte kızartılmış" anlamında kullanılmıştır.

السّمينSEMİYN

Bu sözcük "zayıf"lığın karşıtı olup güç kaynağı olması sebebiyle "yağ"a da " سمن semen" denir. [Lisanü’l-Arab, 4/692, 693; el-Müfredat/243]

O hâlde Zariyat/26’da geçen "semiyn" ifadesi de ism-i fail anlamıyla "güç veren" demektir.

BURADAKİ BUZAĞI ALTINDIR

Buzağının sıfatları olarak verilen her iki sözcüğün yukarıda belirttiğimiz anlamları birleştirildiğinde, buradaki buzağının "saf hâlde bulunan" ve "güç veren" bir buzağı olduğu anlamına ulaşılmaktadır. Bundan dolayıdır ki, biz bu buzağının A’raf suresindeki "aldatıcı sesi olan ceset buzağı" gibi "altın" olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu tevilimize göre, İbrahim peygamber müjdeci elçilere müjdelik olarak "altın" vermiştir.



70Sonra da onların ona uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve içinde onlara karşı bir korku uyandı. Onlar: “Korkma, şüphesiz biz Lût'un toplumuna gönderildik” dediler.


Ayetten anlaşıldığına göre, İbrahim peygamberin ikram olarak takdim ettiğine [‘altın’a], misafirleri [elçiler] el sürmemişler, daha doğrusu sürememişlerdir. Çünkü onlar elçidir ve daha evvel birçok ayette bildirildiği gibi, görevleri gereği yaptıklarına karşılık herhangi bir ücret almaları söz konusu değildir.

Verilen hediyeyi almamaları üzerine İbrahim peygamberin korkuya kapılmasından, verilen hediyenin veya yapılan ikramın reddedilmesinin o günün geleneğinde husumet ve düşmanlık belirtisi sayıldığı anlaşılmaktadır. İbrahim peygamber gaybı bilmediği, kendileri açıklayıncaya kadar misafirlerin elçi olduğunu anlamadığı için geleneğe göre düşmanca sayılan bu davranıştan dolayı korkuya kapılmıştır.

Bu durumdan çıkan bir diğer sonuç da Allah bildirmediği sürece peygamberlerin gaybı bilmesinin mümkün olmadığıdır.
Kıssanın buraya kadarki bölümü, bazı ek bilgilerle Hicr suresinde şu şekilde yer almaktadır:

51Ve kullarıma, İbrâhîm'in misafirlerinden haber ver.
52Hani İbrâhîm'in misafirleri, İbrâhîm'in yanına girdiler de, "Selâm!" demişlerdi. İbrâhîm, "Şüphesiz biz sizden korkanlarız" demişti.
53İbrâhîm'in misafirleri, "Korkma! Şüphesiz biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler.
54İbrâhîm dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelmişken mi beni müjdeliyorsunuz? Peki neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?"
55İbrâhîm'in misafirleri, "Seni gerçekle müjdeliyoruz. Ümidini kesenlerden olma!" dediler.
56İbrâhîm dedi ki: "Rabbimin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?"
57İbrâhîm, "Ey gönderilmiş elçiler! İşiniz nedir?" dedi.
58-60Elçiler: "Şüphesiz biz suçlu bir topluma gönderildik. Ancak Lût ailesi müstesnadır." –Şüphesiz Biz, Lût'un karısı hariç onların hepsini kesinlikle kurtaracağız. Biz ayarladık. Şüphesiz o, kesinlikle geride kalanlardan/gözü arkada olanlardandır.– [Hicr/51-58]

Bu konu ile ilgili Kitab-ı Mukaddes’te (Tekvin; 18. Bab) yazılanlar ise Kur’an’a uymamaktadır.

Konumuz olan 70. ayette "Lut kavmi" olarak geçen halk, aslında Lut peygamberin soyca mensup olduğu kavim değildir. Çünkü Lut peygamber, tıpkı İbrahim peygamber gibi Güney Babil'deki Ur şehrinin yerlilerindendir ve amcasıyla beraber oradan göç etmiştir. Dolayısıyla Kur’an’da geçen "Lut kavmi" tabirleri, Lut peygamberin göç ederek geldiği ve orada yaşarken elçilikle görevlendirildiği şehrin [ülkenin] sakinlerini ifade etmektedir ki, tarihî kayıtlara göre burası Sodom şehridir.



71Ve İbrâhîm'in kadını ayaklanmıştı, gülüverdi.
Sonra o'na İshâk'ı, İshâk'ın arkasından da Ya‘kûb'u müjdeledik.


Bu ayette 69. ayetin birinci bölümüne yapılmış bir gönderme vardır. İbrahim peygamberin karısının bu ayette yaptığı bildirilen davranışı [gülüvermesi], 69. ayetin birinci bölümünde anlatılanlar sırasında İbrahim peygamber ile elçilerin selâmlaşması ve elçilerin müjdeyi vermesi üzerine olmuştur. Yani İbrahim peygamberin karısı, elçilerin verdiği müjdeyi duyunca buna gülmüştür. Burada 71. ayetten 69. ayete yapılan gönderme, Zariyat suresinde de 29. ayetten 25. ayete yapılmıştır. İbrahim peygamberin burada 69. ayetin ikinci bölümünde, Zariyat suresinde de 26. ayette belirtilen müjdelik teklifi ise karısının gülmesinden sonradır.

71. ayette üzerinde durulması lâzım gelen iki nokta İbrahim peygamberin karısının "gülmesi" ve "kaime"liğidir:

İBRAHİM PEYGAMBERİN KARISININ GÜLMESİ

Ayette geçen " ضحكتdahıket" sözcüğü "gülmek" demektir. "Gülmek" sadece dudakları gererek ve ses çıkarmadan yapılan tebessüm değildir; dişlerin görüneceği şekilde sesli olarak yapılan bir davranıştır. İbrahim peygamberin karısı, gülüvermesinin ardından 72. ayette bildirilen konuşmasında, kendisinin "acuz"luğu ve kocasının yaşlılığı sebebiyle müjdeyi çok tuhaf bulduğunu söylemiştir. Yani, elçilerin İbrahim peygambere verdiği müjde, İbrahim peygamberin karısının çok tuhafına gitmiş ve yaşlı kocasından bir çocuk sahibi olacağı haberi onu kahkahalarla güldürmüştür.

Ne var ki klâsik eserlerin birçoğunda "dahıket" sözcüğü şu anlamlara çekilmiştir:

Mücahid ve İkrime, Yüce Allah'ın "Güldü" buyruğu ile ilgili olarak "müjdenin tahakkuku için ay halinden kesilmiş iken, ay hali oldu" diye açıklamışlardır. ... Cumhur ise der ki: Burada bildiğimiz "gülmek" kastedilmektedir. Ancak bunun mahiyeti hakkında farklı görüşler vardır. Bunun hayret ve şaşkınlık ifade eden gülmek olduğu söylenmiştir. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l Kur’an]

Mukatil de der ki: Hz. İbrahim, misafirlerine hizmet ederken ve ihtişamıyla ortada iken üç kişiden korkması ve titremesine gülmüştü, çünkü Hz. İbrahim tek başına yüz kişiye bedel kabul ediliyordu.

Yine (Mukatil) der ki: Sözlükte bu kelimenin ay hali anlamına gelmesi uygun değildir. Ebu Ubeyd ve el-Ferrâ da bu anlamı kabul etmezler. el-Ferrâ der ki: Ben bu kelimenin bu anlamını güvenilir birisinden işitmiş değilim. Bu olsa olsa bir kinaye olabilir. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]

Kıssanın buradaki bölümü ile ilgili olarak bir çok olay ortaya atılmıştır. Ne var ki, bu gerçek dışı anlatımların naklinde yarar görmüyoruz.

İBRAHİM PEYGAMBERİN KARISININ AYAKLANMIŞLIĞI

Ayette İbrahim peygamberin karısının " قائمةkaime" olduğu ifade edilmiştir. Bu ifade mealciler tarafından genellikle "ayakta dikiliyordu" şeklinde çevrilmiştir. Hâlbuki kıssadaki anlatıma göre olayların gelişiminde İbrahim peygamberin karısının ayakta durmasının veya oturmasının yahut da yatmasının hiçbir önemi yoktur. Dolayısıyla buradaki "kaime" ifadesinin başka bir anlamı olmalıdır.

Bize göre, buradaki "kaimelik" ayaklanmışlığı, baş kaldırmışlığı ifade etmektedir. Buna göre, İbrahim peygamberin karısının "kaime" oluşu, onun kocası ile arasının açık olduğunu ifade etmektedir. Bu durum, İbrahim peygamber ile karısının ayrılma, boşanma safhasında olduklarını göstermektedir. Nitekim "kıyam" sözcüğü "siyasî baş kaldırma" anlamında olup sözcüğün Kur’an’da bu anlamda kullanıldığı birçok ayet vardır:

19Ve şu bir gerçek ki Allah'ın kulu/Peygamber O'na çağırarak ayaklandığı/harekete geçtiği zaman o yabancılardan bir grup o'nun çevresinde neredeyse kenetlenecekler. [Cinn/19]

14,15Ve Biz onlar ayaklanıp da: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'nun astlarına ilâh olarak yalvarmayız, yoksa kesinlikle saçma-sapan konuşmuş oluruz. Şunlar, Allah'ın astlarından ilâhlar edinen bizim toplumumuzdur. Edindikleri ilâhlara dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah'a karşı yalan uydurandan daha yanlış davranan;kendi zararlarına iş yapan kim olabilir?" dediklerinde onların kalplerini sağlamlaştırdık. [Kehf/14]

97Allah, Ka‘be'yi; o Beyt-i Haram'ı, haram ayı, hac yapanlara yiyecek olarak hayvan hediye etmeyi ve gerdanlıkları/hac yapanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretleri insanlar için bir ayağa kalkış; silkiniş, kendilerini kurtarış yaptı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyi bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir. [Maide/97]

125Ve Biz, bir zaman bu Beyt'i/ilk yapılan okulu, insanlar için bir sevap kazanma/dönüş yeri ve bir güven yeri yapmıştık. –Siz de İbrâhîm'in görev yaptığı yerden bir salât yeri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan desteğin; toplumun aydınlatılmasının gerçekleştirileceği bir yer] edinin.– Ve Biz, İbrâhîm ile İsmâîl'e, "Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve boyun eğip teslimiyet gösterenler, Allah'ı birleyenler için tertemiz tutun" diye ahit almıştık. [Bakara/125]

Ayrıca Hacc/26, Şuara/218, Zariyat/45 ve Âl-i Imran/97’ye de bakılabilir.

Bu konudaki nakillerden klâsik eserlerde yer alanlarının çoğu Kitab-ı Mukaddes kaynaklıdır:

12 İçin için gülerek, "Bu yaştan sonra bu zevki tadabilir miyim?" diye düşündü, "Üstelik efendim de yaşlı."
13 RABB İbrahim'e sordu: "Sara niçin, 'Bu yaştan sonra gerçekten çocuk sahibi mi olacağım!' diyerek güldü?
14 RABB için olanaksız bir şey var mı? Belirlenen vakitte, gelecek yıl bu zaman yanına döndüğümde Sara'nın bir oğlu olacak."
15 Sara korktu, "Gülmedim" diyerek yalan söyledi. RABB, "Hayır, güldün" dedi. [Tekvin 18/12-15]



72İbrâhîm'in kadını dedi ki: “Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız, mutsuz bir kadınım. Şu kocam da yaşlı bir adam! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey!”

73Elçiler: “Sen Allah'ın işinden dolayı mı şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bollukları üzerinizdedir. Ey ev halkı! Şüphesiz ki O, övülmeye lâyık olan, cömertliği bol olandır” dediler.


Bu ayetlerde, İbrahim peygamberin karısı kendisini "acuz", İbrahim peygamberi de "şeyh [yaşlı biri]" olarak nitelemiş ve verilen müjdenin nasıl gerçekleşebileceği konusundaki hayretini dile getirmiştir. Bu nitelemeler dikkate alınarak Zariyat suresindeki sıfatlara bakıldığında, oradaki "acuz" sıfatını yine İbrahim peygamberin karısına, "akim" sıfatını ise İbrahim peygambere izafe etmek gerekmektedir. Bu durumda, İbrahim peygamber, karısı tarafından hem "yaşlı" hem de "kısır" olarak nitelenmiş olmaktadır.

İbrahim peygamberin çocuklarından İsmail’in burada müjdelenen İshak’tan evvel doğduğuna dair elde bir kanıt bulunmamaktadır. Muhtemeldir ki, İsmail, bu müjdeden sonra, İbrahim peygamberin kısırlığı Allah tarafından giderildikten sonra doğmuştur.

" العجوزACUZ" SÖZCÜĞÜ: Bu sözcük "yaşlı" demek olduğu gibi, "geniş kalçalı" veya "kocası yaşlı, kendine uygun kocası olmayan, dengini bulmamış, zavallı, bahtsız, kara bahtlı genç hanım" anlamlarına da gelmektedir. [Lisanü’l-Arab; c.6, s. 99]
Yukarıdaki anlamlardan ele aldığımız konuya en uygun düşeni sonuncusudur. Çünkü İbrahim peygamberin karısının 72. ayette bildirilen "Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir "acuz"um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey!" şeklindeki sözleri, onun genç, doğurmaya elverişli bir kadın olduğunu göstermekte, buna karşılık İbrahim peygamberi ise yaşlı (Zariyat/26’ya göre akim, kısır) biri olarak tanıtmaktadır. Dolayısıyla İbrahim peygamberin karısı, verilen müjdeye kocasının yaşlılığı ve kısırlığı dolayısıyla gülmüştür. Onun bu anlayışı, içinde bulunduğu durum sebebiyle kendini nitelediği "acuz" sözcüğünü "zavallı, çileli, dengini bulmamış" anlamında kullanmış olmasını gerektirmektedir. Nitekim müjdeye şaşıran İbrahim peygamber de -Hicr Suresi’nde- şaşkınlığına gerekçe olarak yaşlılığını göstermiş, karısı ile ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır:

51Ve kullarıma, İbrâhîm'in misafirlerinden haber ver.
52Hani İbrâhîm'in misafirleri, İbrâhîm'in yanına girdiler de, "Selâm!" demişlerdi. İbrâhîm, "Şüphesiz biz sizden korkanlarız" demişti.
53İbrâhîm'in misafirleri, "Korkma! Şüphesiz biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler.
54İbrâhîm dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelmişken mi beni müjdeliyorsunuz? Peki neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?"
55İbrâhîm'in misafirleri, "Seni gerçekle müjdeliyoruz. Ümidini kesenlerden olma!" dediler.
56İbrâhîm dedi ki: "Rabbimin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?" [Hicr/51-56]

Klâsik eserlerde ise bu konuya dair mesnetsiz nakiller mevcuttur:

Mücahid der ki: O vakit Hz. Sara doksan dokuz yaşında idi. İbn İshak da doksan yaşında idi, demektedir. Bundan başka görüşler de vardır.

Denildiğine göre; Hz. İbrahim yüz yirmi yaşında idi. Onun yüz yaşında olduğu da söylenmiştir. Mücahid'in görüşüne göre Hz. Sara'dan sadece bir yaş büyük idi. Denildiğine göre Hz. Sara'nın "ve şu eşim de bir ihtiyar iken" sözleri ile İbrahim’in (as) kendisine yaklaşmadığını üstü kapalı ifade etmiştir. Hz. İbrahim'in hanımı olan Hz. Sara, Hârân'ın kızıdır. Hârân, Nâhûr'un oğlu, o Şârû'un, o Arğû'nun, o da Fâliğ'in oğludur. Sara, Hz. İbrahim'in amcasının kızıdır. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]



74Sonra İbrâhîm'den korku iyice geçip gidince ve kendisine müjde gelince, Bizimle Lût toplumu hakkında mücâdeleye başladı.

75Şüphesiz İbrâhîm, çok yumuşak huylu, çok ah-vah eden/yufka yürekli/yönelen biriydi.


Bu ayetlere göre, İbrahim peygambere gelen elçilerin kimlikleri ve aslî görevleri, yani esas olarak nereye ve ne için gittikleri belli olunca İbrahim peygamberin artık kendi adına bir korkusu kalmamış, ancak bu kez de Lût kavminin helâk edileceğini öğrendiğinden, helâk edilmemeleri için onlarla mücadeleye girişmiştir.

* Ve elçilerimiz İbrâhîm'e müjdeyi getirdiklerinde: "Biz bu kentin halkını yıkıma uğratacağız" dediler. –Şüphesiz oranın halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler idiler.– İbrâhîm: "Şüphesiz orada Lût var!" dedi. Onlar: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve geride kalanlardan biri olan karısı dışındaki ailesini elbette kurtaracağız" dediler. [Ankebut/31,32]

75. ayette açıkça belirtildiği gibi, İbrahim peygamber yumuşak huylu, yufka yürekli birisidir. Bu sebepledir ki, helâk edileceklere acıdığı için elçilerle mücadeleye girmiştir. Bu mücadele, Kitab-ı Mukaddes’te (Tekvin /18: 23-32), Allah ile yapılan bir pazarlık şekline sokulmuştur.



–“76Ey İbrâhîm! Bundan uzak dur. Şüphesiz Rabbinin emri kesin olarak geldi ve hiç şüphesiz onlar; onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.–



Bu ayet, elçilerin kendileriyle mücadeleye girişen İbrahim peygambere verdiği bir cevap olabileceği gibi, Rabbimizin kıssanın sonunda İbrahim peygamberi muhatap alarak tüm zamanların insanlarına verdiği genel bir mesaj da olabilir. Bu takdirde, ayette, Allah’tan istenecek şeylerin hangi şartlarda isteneceği ifade edilmiş olmaktadır; ki, böyle bir ifade farklı bir üslûpla Tövbe suresinde de yer almıştır:

Kendilerine, cehennem ashabı oldukları iyice belli olduktan sonra peygambere ve iman etmiş kişilere, akraba bile olsalar, müşrikler için istiğfar etmek yoktur.

İbrahim'in babası için istiğfar etmesi de yalnızca ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Sonra onun Allah için bir düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan [istiğfardan] vazgeçti. Şüphesiz İbrahim, çok içli, çok halim birisi idi.

Netice olarak 76. ayette bildirilen karar, ilm-i ilâhiye göre verilmiş bir karar olup dönüşü mümkün değildir. Onun için yalvarıp yakarmanın anlamı yoktur.

* Cehennem ashâbı oldukları kendilerine iyice belli olduktan sonra Peygamber'e ve iman etmiş kişilere, akrabaları bile olsalar, ortak koşanlar için bağışlanma dilemek yoktur. İbrâhîm'in babası için bağışlanma dilemesi de yalnızca ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Sonra onun, Allah için bir düşman olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrâhîm, çok içli, çok halim birisi idi. [Tövbe/113,114]



77Ve ne zaman ki elçilerimiz Lût'a geldiler, bunlar yüzünden o üzüldü, bunlar hakkında eli-kolu bağlandı kaldı ve “Bu, müthiş bir gündür!” dedi.

78Ve o'nun toplumu hızlıca o'na geldiler. Onlar daha önce de çirkinlikler yaparlardı. Lût: “Ey toplumum! İşte bunlar kızlarım.206 Onlar sizin için daha temizdirler. Gelin Allah'ın koruması altına girin, beni misafirlerim ile ilgili olarak rezil-rüsva etmeyin. Sizden hiç aklı başında bir adam yok mu?” dedi.

79Onlar: “Hiç şüphesiz sen, senin kızlarında bizim için herhangi bir hak olmadığını bildin. Ve şüphesiz ki sen bizim ne istediğimizi kesinlikle biliyorsun” dediler.

80Lût: “Keşke size karşı bir gücüm olsaydı, ya da ulaşılmaz bir bölgeye/güçlü bir topluma sığınabilseydim!” dedi.

81Misafir elçiler: “Ey Lût! Şüphesiz ki, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamayacaklar. Sen, gecenin bir parçasında ailenle birlikte hemen yola çık. Ve içinizden hiç kimse geri bakmasın [burada olanları, eskileri düşünmesin], kadının başka. Şüphesiz onlara isabet eden ona da isabet edecektir. Şüphesiz vaat edilenin zamanı, sabah vaktidir. Sabah vakti yakın değil mi?” dediler.

82,83Sonunda emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, istif edilmiş pişmiş çamurdan Rabbinin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Ve bunlar, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlardan uzak değildir.



Beşinci kıssa olarak Lut kıssasının anlatıldığı bu pasajda, Lut peygamberin iman edenlerle birlikte kurtarılışı, kadınının ise işbirliği içinde olduğu kâfirlerle birlikte helâk edilişi nakledilmiş ve bu olaylardan ibret alınması istenmiştir.

Daha önce inmiş surelerde (A’raf/80-84, Neml/54-58, Kamer/33-38, Ankebut/28, 29) de nakledilmiş olan Lut kıssasının buradaki anlatımında, eski anlatımlara ek olarak Lut peygamberin gelen misafirlere halkının kötülük yapmasından endişe duyarak sıkıntıya düştüğü vurgulanmıştır.

Konumuz olan Lut kıssası ile ilgili Kitab-ı Mukaddes’e (Tekvin/19) bakmak yararlı olacaktır. Böylece olayın hangi boyutlarda çarpıtıldığı ve Kitab-ı Mukaddes’in nasıl bir cüretle tahrif edildiği daha iyi anlaşılmış olacaktır.

78. ayette "Onlar daha önce çirkinlikler yaparlardı" cümlesindeki çirkinlikler ile erkeklerin cinsel arzularını kadınlar yerine hemcinsleriyle tatmin etmesi, yani homoseksüel ilişkiler kastedilmiştir. Daha önceki kavimlerde görülmemiş olan bu sapıklığın Lut peygamberin elçilik yaptığı kavimde önü alınamaz bir seviyeye ulaştığı görülmektedir. Tarihteki adıyla Sodom halkının, Lut peygambere misafir geldiğini haber alır almaz, gelen bu misafirlere [elçilere] de tecavüz etmek için Lut peygamberin evine koşuşmuş olmaları bunu göstermektedir.

"Sizden hiç reşit [aklı başında] bir adam yok mu?"

Kavmini önce ikna etmeye çalışan Lut peygamber, son olarak onları "Sizden hiç reşit [aklı başında] bir adam yok mu?" diyerek uyarmıştır. Ayetin orijinalindeki " الرّشيدreşit" sözcüğü "rüşd sahibi [aklı başında]" demektir. Anlaşılan o ki, Lut peygamber toplum içinde birkaç kişi de olsa reşit [aklı başında] adam aramıştır. Ne var ki, toplumdaki herkes şehvet sarhoşudur, kimsenin aklı başında değildir:

–72Sen ömründe bunlar gibi şehvet çılgınlığı içinde bocalayıp duran rezilleri hiç görmedin.– [Hicr/72]

78. ayet, toplumlardaki kokuşmanın yol açtığı felâketin akılların başlardan gitmesi sonucu olduğunu göstermektedir. Biraz ileride karşımıza gelecek olan şu ayette ise toplumların uğrayacağı bu tür felâketleri akıl sahiplerinin önleyebileceği bildirilmektedir:

116İşte sizden önceki devirlerden "bakıyye" [söz, eser, erdem] sahipleri; akıllı insanlar, Kitap Ehli, yeryüzünde bozgunculuktan vazgeçirmeye çalışsalardı! Fakat onların içinden kurtardığımız pek az kimse bunu yaptı. Allah'ın ortağı olduğunu kabullenerek, Allah'ın ilahlığını ve rabliğini bilerek reddederek yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişiler ise, şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve suçlular oldular. [Hud/116]

78. ayette geçen "kızlarım" ve 79. ayette geçen "senin kızların" ifadeleri, Lut peygamberin kendi kızları anlamında değil, "toplumun kadınları" anlamında alınmalıdır. Çünkü Lut peygamberin kendi sulbünden olan kızlarının sayıca kavmin bütün erkekleri ile denkleşmesi mümkün değildir. Böyle bir denkleşmeden ancak "kızlarım" ifadesi ile kavmin bütün kadınlarının kastedilmesi hâlinde söz edilebilir. Lut peygamber, kavminin bütün kadınlarını kendi kızı olarak görüyor olmalı ki, ayette bu şekilde bir ifade kullanılmıştır. Aynı şekilde, kavmin erkeklerinin Lut peygambere verdikleri "sen, senin kızlarında bizim için herhangi bir hak olmadığını bildin" cevabının da "Senin kızlarına, yani kadınlara ihtiyacımız yok, onlara cinsel arzu duymuyor, meyletmiyoruz, onları istemiyor ve sevmiyoruz, onlarda gözümüz yok" şeklinde anlaşılması gerekmektedir.

VELED- İBN

"Veled" ve "İbn" sözcükleri genelde eş anlamlı kabul edilir. Aslında eş anlamlı olmayıp aralarında ciddi anlam farkı vardır.
"Veled (erkek/kız çocuk)" ifadesi kesin olarak bir doğum olayının ürünüdür. Yani "veled" olması için bir "valid" ve "valide" gerekir. "Veled" olmadan "valid" ve "valide" olmaz; "valid" ve "valide" olmadan da "veled" olmaz. Bu sözcükler künye olarak kullanılmaz.

"İbn" ve "ebb" ise böyle değildir. Bunlar genelde künye olarak kullanılır. Kişinin çocuğu olmasa bile saygı ifadesi olarak "Ebu fülan" ve "İbnü fülan" diye de kullanılır. Bunun biyolojik baba - oğul ilişkisi ile alakası yoktur.

"İbn" ve "Ebb" ihtisas ve sohbette devamlılık (sıkı ilişki) ifade eder. Sürekli çölde yürüyen birine "ibnü’l fülat; geceleyin çok yürüyen birine "ibnüssüra" denilir. Birinin sorumluluğunu alan kişi "tebenneytü ibnen (oğul edindim)" der. Böyle olunca "ennasü benü âdem" denilir. Çünkü onlar ademe mensuptur. "Benü İsrail" de böyledir. "İbn" her şeyde küçüktür. Yaşlı birisi genç birine "ya büneyye" der. Hükümdar ta teb’asını "ebna" ve "benat" olarak nitelendirir. İsrail oğullarının peygamberleri de ümmetlerini "ebnaları ve benat ları olarak isimlendirirlerdi. Öğretmenler öğrencilerini "ebnâi" ve "benâti" olarak ifade ederler.

Gece çok dolaşan kişiye; hırsıza "İbnü’l leyl (gecenin oğlu)" denir. Hud/78’deki Nuh peygamberin "hâ ülâi benati (İşte benim kızlarım" ifadesi de bu kabildendir. Nuh peygamber toplumunun/ümmetinin kızlarını kendi kızı gibi ifade etmiştir, künyelemiştir.

"İbn" kelimesinin öz anlamı" b n v" kökünden te’lif (birleştirme ) ve ittisal (bitiştirme)’dir. Yani bina yapmaktır. Böylece "ebb" ile "ibn" arasında bir birleştirme ve bitiştirme söz konusudur. TAC, LİSAN, el Furuku fil Lüğat; Ebu’l Hilal el ASKERİ


80Lût: "Keşke size karşı bir gücüm olsaydı, ya da ulaşılmaz bir bölgeye/güçlü bir topluma sığınabilseydim!" dedi.
Lut peygamber, aklını yitirmiş, kuduz köpek gibi saldırıya geçen kavmine karşı çaresiz kalmış, ya onlarla tek başına mücadele edebilecek bir güce sahip olmayı, ya da şehvet sarhoşu o toplumdan kaçıp kurtulmayı dilemiştir.
Kötü alışkanlıklarla ve reşit [aklı başında] olmayanlarla mücadele etmek gerçekten çok zordur. Lut peygamber de gücünü aşan böyle bir mücadelede çaresiz kalmıştır. Ne var ki, tam o sırada her şey değişmiş, çare gözükmüştür:

81Misafir elçiler: "Ey Lût! Şüphesiz ki, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamayacaklar. Sen, gecenin bir parçasında ailenle birlikte hemen yola çık. Ve içinizden hiç kimse geri bakmasın [burada olanları, eskileri düşünmesin], eşin başka. Şüphesiz onlara isabet eden ona da isabet edecektir. Şüphesiz vaat edilenin zamanı, sabah vaktidir. Sabah vakti yakın değil mi?" dediler.


Bu ayette elçiler Allah’ın elçileri olduklarını, Lut peygamber ile -eşi hariç- ailesini o azgın toplum onlara zarar veremeden kurtaracaklarını ve geride kalan şehvet sarhoşu kavmin de helâk edileceğini açıklamışlardır.

Ayette geçen "Ve içinizden hiç kimse geri bakmasın, eşin başka" ifadesi, "gözü arkada kalma" deyimiyle aynı anlama gelmektedir. Bu ifade ile elçiler "Yaşadığınız kentteki malı, mülkü, yakınları, kısaca hiçbir şeyi dikkate almadan buradan çıkıp gidin! Gemileri yakın; bir daha buraya dönmeyin!" demek istemişlerdir. Lut peygamberin karısı ise inançsız biri olmalı ki, gözü arkada kalmış ve o günahkâr toplumla birlikte helâk edilmiştir.


82,83Sonunda emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, istif edilmiş pişmiş çamurdan Rabbinin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Ve bunlar, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlardan uzak değildir.


Görüldüğü gibi, Rabbimiz, Sodom halkı kovamadan, Lut peygamber ve inananları elçileri vasıtasıyla ülkeden çıkartmıştır. Yüce Allah’ın onları oradan çıkartması, Lut peygamber ve ona inananların kurtuluşlarını, geride kalanların ise cezalandırılmalarını sağlamak içindir.

83. ayetin sonundaki "Ve bunlar, zalimlerden uzak değildir" ifadesi çok ciddî ve keskin bir mesajdır. Bu mesaj, "Buna benzer durumlar zalimlerden hiç de uzak değildir. Lut kavmi gibi zalim toplumlar her zaman aynen buradaki gibi helâk edilirler" anlamına gelmektedir. Rabbimiz bu ifade ile ilâhî vahyi ve Allah’ın gönderdiği elçileri yalanlayıp inkâr etmenin, cinsel sapıklık gibi ahlâkı temelinden sarsan davranışlarda bulunmanın ve bundan geri dönmeyip sapıklıkta ısrar etmenin toplumların helâkine sebep olacağını bildirmekte ve gelecek nesillere öğüt verip uyarıda bulunmaktadır.*




205 İbarenin lafzî manası, “saf hâle getirilmiş buzağıyı getirmeye” şeklindedir. İbrâhîm'in (a.s) misafirlerine sunduğu buzağı, bu âyette hanîz sözcüğüyle, Zâriyât/26'da ise semîn sözcüğüyle nitelenmiştir. Gelenekçiler bu iki nitelemeyi –sırasıyla– “kızartılmış” ve “semiz” olarak aktarmışlar; böylece de, koskoca buzağının kızartılamayacağını ve aynı buzağıyı niteleyen “kızartılmış” ile ancak canlı bir hayvan için kullanılan semiz kelimesi arasındaki çelişkiyi dikkate almayarak bariz bir hataya düşmüşlerdir.

Buzağının sıfatı olarak zikredilen bu sözcüklerin, yukarıda belirttiğimiz anlamları birleştirildiğinde, buradaki buzağının “saf hâlde bulunan” ve “güç veren” bir buzağı olduğu anlamına ulaşılmaktadır. Bundan dolayı, biz bu buzağının A‘râf sûresi'ndeki “aldatıcı sesi olan ceset buzağı” gibi, “altın” olduğu kanaatindeyiz. Buna göre, İbrâhîm, müjdeci elçilere müjdelik olarak “altın” vermiştir. Burada olayın tamamı açıklanmamıştır. Olayın biraz daha ayrıntısı Hicr/51-58'de anlatılır. İbrâhîm müjdeliği, müjdeyi aldıktan sonra vermiş olmalıdır.

206 78. âyette geçen kızlarım ve 79. âyette geçen senin kızların ifadeleri, Lût'un (a.s) kendi kızları anlamında değil, “toplumun kadınları” anlamında alınmalıdır. Çünkü Lût'un kendi sulbünden olan kızlarının sayıca kavmin bütün erkekleri ile denkleşmesi mümkün değildir. Böyle bir denkleşmeden ise, kızlarım ifadesi ile, kavmin bütün kadınlarının kastedilmesi hâlinde söz edilebilir. Lût, kavminin bütün kadınlarını kendi kızları olarak görüyor olmalı ki, âyette bu şekilde bir ifade kullanılmıştır.

“İbn, bint” ve “Ebb” ihtisas ve sohbette devamlılık (sıkı ilişki) ifade eder. Sürekli çölde yürüyen birine “ibnü’l fülat; geceleyin çok yürüyen birine “ibnüssüra” denilir. Birinin sorumluluğunu alan kişi “tebenneytü ibnen (oğul edindim)” der. Böyle olunca “ennasü benü âdem” denilir. Çünkü onlar ademe mensuptur. “Benü İsrail” de böyledir. “İbn” her şeyde küçüktür. Yaşlı birisi genç birine “ya büneyye” der. Hükümdar ta teb’asını “ebna” ve “benat” olarak nitelendirir. İsrail oğullarının peygamberleri de ümmetlerini “ebnaları ve benatları olarak isimlendirirlerdi. Öğretmenler öğrencilerini “ebnâi (oğullarım)” ve “benâti (kızlarım)” olarak ifade ederler.

Gece çok dolaşan kişiye; hırsıza “İbnü’l leyl (gecenin oğlu)” denir. Hud/78’deki Lut peygamberin “hâ ülâi benati (İşte benim kızlarım” ifadesi de bu kabildendir. Lut peygamber toplumunun/ ümmetinin kızlarını kendi kızı gibi ifade etmiştir, künyelemiştir.

Aynı şekilde, kavmin erkeklerinin Lût'a verdikleri, sen, senin kızlarında bizim için herhangi bir hak olmadığını bildin cevabının da, “senin kızlarına, yani kadınlara ihtiyacımız yok, onlara cinsel arzu duymuyor, meyletmiyoruz, onları istemiyor ve sevmiyoruz, onlarda gözümüz yok” şeklinde anlaşılması gerekir.



*İşte Kuran, Hud Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim