• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

112Maide Suresi 38-40








Hatalı Çevrilen Ayetler



Maide Suresi 38-40




Hatalı Çeviri:
38. Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
39. Kim (bu) haksız davranışından sonra tevbe eder ve durumunu düzeltirse şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.  
40. Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkıyle kadirdir.




Doğru Çeviri:
38.Hırsız erkek ve hırsız kadın; bunların yaptıklarına karşılık, Allah’tan bir engelleyici uygulama olarak hemen ikisinin de gücünü/güçlerini kesin. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
39.Sonra kim yaptığı haksızlıktan sonra tevbe eder ve düzeltirse, bilsin ki şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
40.Göklerin ve yerin sahipliğinin, yönetiminin Allah’a ait olduğunu bilmedin mi? O, dilediğine azap eder, dilediğini de bağışlar? Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.





Bu âyetlerde toplumda vukû bulabilecek olan hırsızlık hâdisesine karşı tedbirler öngörülmektedir. 33. âyette, yeryüzünde fesat çıkaranların cezalandırılması konu edilmişti. Burada ise, yeryüzünde fesat çıkarma kapsamındaki hırsızlık konu edilmekte ve hırsızlığa karşı önlemler ve hırsızlara uygulanması gereken yaptırımlar bildirilmektedir.


Âyette geçen أيد [eyd] sözcüğü, يَد [yed] sözcüğünün çoğulu olabileceği gibi, أيَدَ [eyede] filinden tekil mastar ve isim de olabilir (bkz. Sâd/17, Zâriyât/47, Sâd/45). Tekil olduğu ve eyede fiilinden geldiği kabul edilirse sözcük, “kuvvet” anlamına gelir. Yed sözcüğünün çoğulu olduğu kabul edilirse sözcük, “eller” [üç ve daha fazla el] anlamını ifade eder. Hırsızın ikiden fazla eli olmadığına göre, buradaki “eller” sözcüğü, mecazî olarak anlaşılmalıdır. Bu sözcük, yedullâh [Allah'ın eli] şeklinde de birçok âyette geçmektedir. Allah’ın eli olmadığından, buralarda da sözcük, mecazî anlamıyla kabul edilmelidir.


Yed sözcüğü mecazen, “kuvvet, zenginlik, iktidar, saltanat, nimet, yay, elle yapılan işlerin tümü” anlamında kullanılır.


Anlaşılan o ki, O ikisinin ellerini kesin ifadesi, “onların hırsızlık yapma güçlerini, gerekçelerini ortadan kaldırın” anlamındadır. Burada kesme işini, –Yûsuf/31′in delâletiyle– elinde bir iz bırakmak üzere kesme şeklinde yorumlamaya gerek olmadığı gibi, âyetin metni de buna izin vermez.


Hırsızlık, “kendine ait olmayan bir şeyi gizlice almak”tır. İnsanlık târihi kadar eski olan hırsızlığı, şekli ve niteliği çağlara göre değişebilir. Bir bahçeden gizlice meyve koparmak, okulda bir kalem-silgi araklamak hırsızlık olduğu gibi, banka soymak, hortumlamak, vergi kaçırmak vs. gibi davranışlar da hırsızlıktır. Hayatî tehlike durumunda ihtiyaç miktarı yiyecek çalmak, hırsızlık sayılmaz.


Buradaki, ellerini/güçlerini kesin ifadesi, en geniş kapsamıyla, “önce onları hırsızlığa iten açlık ve muhtaçlık gibi gerekçeleri ortadan kaldırın, malı-mülkü kontrol altına alın, teşhir ederek kimsenin iştahını kabartmayın, kapınızı-pencerenizi açık bırakmayın, eğitim, rehabilite merkezleri kurun; keyfî olarak hırsızlık yapanlara karşı da hapis, sürgün vs. gibi caydırıcı cezalar tayin edin, büyük soygun ve vurgunlara karşı hukukî boşlukları doldurun” şeklinde anlaşılabilir.



Bu açıklamalardan sonra bir de bu konuyu Kur’an’ın bütünlüğü konusu çerçevesinde inceleyelim.

Şüphesiz Allah nezdinde din, İslâm’dır. Kendisine Kitap verilen kimseler de, ancak, kendilerine o bilgi geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı ayrılığa düştüler. Kim de Allah’ın âyetlerini örtbas ederse; artık şüphesiz Allah, hesabı çabuklaştırandır.(Al-i Imran/ 19)


 
Ve kim İslâm’dan başka bir din ararsa, o takdirde hiçbir zaman ondan kabul edilmeyecektir. Ve İslâm’dan başka din arayan kimse, âhirette zarar edenlerden olacaktır.(Al-i Imran/ 85)

 
Allah, dinden Nuh’a yükümlülük olarak ulaştırdığı şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Mûsâ’ya ve İsa’ya yükümlülük olarak ulaştırdığımız şeyi yaşam yolu yaptı: “Dini hayata geçirin, ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, ortak koşan kimselere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de o davet edilene kılavuzlar.(Şura/ 13)

 
Şüphesiz Biz, Nûh’a ve o’ndan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrâhîm’e, İsmâîl’e, İshâk’a, Ya‘kûb’a, torunlarına, Îsâ’ya, Eyyûb’a, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleymân’a, daha önce kendilerini sana anlattığımız elçilere, kendilerini sana anlatmadığımız elçilere, elçilerden sonra insanların Allah’a karşı bir delilleri olmasın diye, müjdeciler ve uyarıcılar olarak vahyetmiştik. Dâvûd’a da Zebur’u verdik. Ve Allah Mûsâ’ya söz söyledikçe söyledi. Ve Allah en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.(Nisa/ 163)

 
Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene, İbrâhîm’e ve İsmâîl’e ve İshâk’a ve Ya’kûb’a ve torunlarına indirilene, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya verilene ve peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik; onlardan hiç birini diğerinden ayırmayız ve biz ancak O’nun için islâmlaştıranlarız [sağlamlaştıran/esenlik-mutluluk kazandıran birileriyiz].”(Bakara/ 136)

 
Sonra sana: “Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmekten, ortak koşmaktan dönmüş bir kişi olan ve ortak koşanlardan olmayan İbrâhîm’in dinine/yaşam tarzına tâbi ol” diye vahyettik.(Nahl/ 123)

 
Arınan, Rabbinin adını anıp da salât eden; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan kimse kesinlikle kendini kurtarmıştır. Fakat siz şu basit dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı ve devamlı kalıcıdır.
Şüphesiz bu kurtuluş reçetesi, ilk sahifelerde; İbrâhîm ve Mûsâ’nın sahifelerinde vardı.(A’la/ 18, 19)

 
Peki, o yüz çeviren kişiyi gördün mü/hiç düşündün mü? Azıcık verdi ve inatla sıkıca tuttu. Geçmişin geleceğin bilgisi onun yanında mı da, o da onu görüyor? Ya da bilgilenmedi mi Mûsâ’nın sayfalarındakiler ile? Ve de, o çok vefalı İbrâhîm’in sayfalarındakiler ile; “Gerçek şu ki, hiçbir günahkâr bir başka günahkârın günahını çekmez. Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başka şey yoktur. Ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir. Sonra karşılığı kendisine hiç eksiksiz verilecektir. Hiç kuşkusuz, son varış yalnızca Rabbinedir. Hiç kuşkusuz, güldüren de O’dur, ağlatan da… Hiç kuşkusuz, öldüren de O’dur, dirilten de… Hiç kuşkusuz, Allah yaratmayı plâna koyduğu zaman iki çifti; erkeği ve dişiyi bir nutfeden/spermden yaratan da O’dur. Hiç kuşkusuz, öteki yaratılış da sadece O’nun işidir. Hiç kuşkusuz, zenginlik veren de O’dur, nimete boğan da… Hiç kuşkusuz, bilginin, bilincin Rabbi de O’dur.”(Necm/ 33- 39)

 
Bu ayetler, Kur’an’daki ilkelerin diğer peygamberlerin tebliğ ettiği vahylerde; eskiden gönderilmiş kitaplarda da var olduğunu bildirir. Bu demektir ki, Rabbimizin koyduğu ilkeler elçiye göre değişmemiştir. Öyleyse hırsızlık suçunun cezasının eski peygamberlerde de var olacağını düşünmek durumundayız.

Ve Yûsuf’un yanına girdikleri vakit, Yûsuf, kardeşini yanına aldı: “Şüphesiz ben, senin kardeşinin ta kendisiyim! İşte bundan dolayı onların yapmış olduklarına üzülme!”

Sonra Yûsuf onlara önemli eşyalarını, malzemelerini hazırlayınca, su kabını kardeşinin yükünün içine koydu. Sonra bir müezzin seslendi: “Hey kervan! Şüphesiz siz kesinlikle hırsızsınız!”

Kafile onlara dönerek, “Ne kaybettiniz?” dediler.

Görevliler dediler ki: “Hükümdarın su kabını kaybettik ve onu getirene bir yük zahire var. Ben de buna kefilim.”

Kafile: “Allah’a yemin ederiz ki kati sûrette, siz de bildiniz ki, biz yeryüzünde/ burada kargaşa çıkarmak için gelmedik. Biz hırsızlar da değiliz” dediler.

Görevliler: “Eğer yalancılar iseniz, hırsızlık edenin cezası nedir?” dediler.

Kafile dediler ki: “Onun cezası, kimin yükünde çıkarsa, işte o kendisi, onun cezasıdır/o, kontrol altına alınır. Biz yanlış yapanlara işte böyle ceza veririz.”

Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin kabından önce onların kaplarını aramaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin kabının içinden çıkardı. İşte Yûsuf’a Biz böyle bir oyun öğrettik. Melikin dininde/ülkenin yasalarında, kardeşini alıkoymasına imkân yoktu. –Ancak Allah dilerse o başka. Biz dilediğimiz kişileri derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde bir daha iyi bilen vardır.–(Yusuf/ 69- 76)

 
Bu pasajda geçen “Eğer yalancılar iseniz, hırsızlık edenin cezası nedir?”, “Onun cezası, kimin yükünde çıkarsa, işte o kendisi, onun cezasıdır/ o, kontrol altına alınır. Biz yanlış yapanlara işte böyle ceza veririz” ve “Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin kabından önce onların kaplarını aramaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin kabının içinden çıkardı. İşte Yûsuf’a Biz böyle bir oyun öğrettik. Melikin dininde/ülkenin yasalarında, kardeşini alıkoymasına imkân yoktu” ifadeleri dikkate alındığında Yakub’un dininde hırsızlığın cezasının “hırsızın kontrol altına alınması” olduğu anlaşılır.


Kur’an’daki bu anlatım, hırsıza verilecek cezanın da açıkça gösterimidir; aynı zamanda yanlış anlamalara karşı konulan bir engeldir.


Bizim dinimiz de Yakub’un diniyle aynı olduğundan Kur’an’daki “güçlerin kesilmesi”, el kesmek değil hırsızın kontrol altına alınması ve hırsızlığa neden olan illetlerin toplumdan giderilmesidir.



Ayrıca Yüce Allah, dünyaya ait cezalandırmalarda “Kısas, misliyle ceza (Adil karşılık)” ilkesini koymuş ve bunu şu ayetler ile de tafsilatlandırmıştır:

160.Kim iyilik getirirse, artık ona getirdiğinin on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.(Enam/ 160)

 
40.Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse, artık onun ücreti Allah’a aittir. Şüphesiz ki O, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez.(Şura/40)

 
27.Kötülük kazanmış olan kimseler de, kötülüğün cezası, bir benzeri iledir. Ve onları bir aşağılık kaplar. Onlar için Allah’tan, hiçbir koruyucu yoktur. Sanki onların yüzleri karanlık gecelerden bir parçaya bürünmüş gibidir. İşte onlar ateşin ashâbıdırlar. Onlar orada sonsuza dek kalacaklardır.(Yunus/27)

 
126.Ve eğer ceza verecek olursanız da, sizin cezalandırıldığınızın misli ile ceza verin. Ve eğer sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.(Nahl/126)

 
Demek oluyor ki, Maide/38’deki “ellerini/güçlerini kesin” ifadesi, en geniş kapsamıyla, “önce onları hırsızlığa iten açlık ve muhtaçlık gibi gerekçeleri ortadan kaldırın, malı-mülkü kontrol altına alın, teşhir ederek kimsenin iştahını kabartmayın, kapınızı-pencerenizi açık bırakmayın, eğitim, rehabilite merkezleri kurun; keyfî olarak hırsızlık yapanlara karşı da hapis, sürgün vs. gibi caydırıcı cezalar tayin edin, büyük soygun ve vurgunlara karşı hukukî boşlukları doldurun, hırsızlık yapanları da kontrol altına alın” şeklinde anlaşılabilir.


Bu durumda hırsızlık yapan kimsenin elinin kesilmesi, bu ayetlerin verdiği mesaja uymayacak, zulme, haksızlığa; bir karşı suça dönüşecektir.


İslâm, cahiliye Araplarının hırsızlık için uyguladıkları el kesme cezasını farklı bir boyuta çekmiştir.


İslâm, câhiliye Araplarının hırsızlık için uyguladıkları el kesme cezasını farklı bir boyuta çekmiş; hırsızlığa karşı tedbirler alınmasını emretmiş ve hırsıza verilecek cezanın şeklini toplumlara bırakmıştır.*



*İşte Kuran, Maide Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim