• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

Kasem, Buruc Suresi 1-3, 12-16



Kasem

Buruc Suresi 1-3, 12-16


Sureyle İlgili Özel Bir Açıklama

Ayetlerin tahliline başlamadan önce, çok önemli gördüğümüz bir tespiti açıklamak ve bu tespit konusundaki görüşlerimizi belirtmek ihtiyacını duymaktayız.


Herkesin bildiği ve kabul ettiği gibi, surenin ilk üç ayeti kasem/yemindir. Ancak bu üç ayetin neyin kasemi/kanıtı olduğu 12. ayete kadar anlaşılamamaktadır. Çünkü kaseme cevap olan cümle ancak 12. ayette karşımıza çıkmaktadır. Bu durum Arapça dilbilgisi kurallarına aykırı olduğu gibi, surenin doğru anlaşılmasını da zorlaştırmaktadır.


İlk üç ayetteki kasemin cevap cümlesinin surenin 12. ayeti olması gerektiği yönündeki görüşümüzü dayandırdığımız esas nokta Arapçadaki dilbilgisi kurallarıdır. Bu kurallar Kalem suresinin tahlilinde “Kasem Cümlesi” başlığı altında mevcuttur.


Surenin ilk üç ayetinde kasem edilen “burçlar sahibi sema, vaat edilmiş gün, tanık ve tanıklık edilen” olmak üzere üç şey, 12. ayette ileri sürülen “Allah’ın kıskıvrak yakalayacağı” şeklindeki ilahi tehdidin kanıtları durumundadır. Böylece Rabbimiz tarafından yapılan kasemler ile daha sonra yine O’nun tarafından haber verilen tehdit, iki öğesiyle tam bir kasem cümlesi oluşturmaktadır. Ne var ki, elimizdeki klâsik Mushaf’a baktığımızda, 1-3. ayetlerin oluşturduğu “kasem bölümü” ile 12. ayetten oluşan “cevap bölümü”nden ibaret olması gereken kasem cümlesinin içine 4-11. ayetlerin de girdiği görülmektedir. Bu, bir cümlenin içine o cümlenin kendi öğelerinden olmayan başka sözcüklerin de girmiş olması demektir. Bu aynı zamanda mesajın doğru anlaşılmasını zorlaştıran bir durumdur. Zira bir cümlenin içine başka bir cümleye ait herhangi bir sözcüğün, paragrafın veya pasajın girmesi hâlinde, her iki cümle de cümle olmaktan çıkar, anlaşılmaz söz yığını olur.


Ama görünen odur ki, sureler düzenlenirken ya da mushaf tertip edilirken bu kural sahabe tarafından maalesef dikkate alınmamıştır. Benzer örneklerini daha önce Fecr suresinde görmüştük ileride Kaf, Naziat ve Sad ve birçok surede de göreceğimiz bu uygulamanın Allah ve peygamberimiz tarafından yapılmış olması mümkün değildir, olsa olsa sahabe tarafından Mushaf’ın tertibi sırasında yapılan bir gaflet veya ihanet ile ilgilidir.


Büruc suresinin eldeki tertibi üzerinde çalışan ve yorum yapan eski tefsirciler, 4. ayeti kaseme cevap yapabilmek için olmadık yollara başvurmuşlardır. Kimileri takdir yaparak ayetin içine “لقدlekad” sözcüğünü eklemişler, kimileri de kasemin cevabını mahzuf [gizlenmiş] sayıp kaseme “mutlaka kıyamet kopacaktır” anlamında bir cevap takdir etmişlerdir. Günümüzde de buna benzer yaklaşımları benimseyen birçok meal ve tefsire rastlanmaktadır.


Oysa 12. ayet, teknik yapısını yukarıda belirttiğimiz kasem cümlesinin “kaseme cevap” bölümünü oluşturmaktadır ve bu nedenle de surede ilk üç ayetten oluşan “kasem bölümü”nden hemen sonra yer almalıdır. Gerek dilbilgisi kurallarına, gerekse suredeki söz akışına uygun olan bu durumun Arapçayı ve Kur’an ilimlerini bilenler tarafından reddedilmesi mümkün değildir.


Bize göre, kasem cümlesinin teknik özellikleri ve surenin bütünündeki söz akışı dikkate alınarak Büruc suresi yukarıdaki tertip üzerine okunup anlaşılmalıdır.





Kasem



Buruc Suresi 1-3, 12-16



1-3.Kur’ân âyetlerini öğrenmiş iyi hesap bilenleri, ölüm anını, değişime, yıkıma uğratılan toplumların kalıntılarını ve bunları gözlemleyenleri kanıt gösteririm ki, 12.Rabbinin kıskıvrak yakalaması gerçekten çok şiddetlidir.13.Kesinlikle ilk yaratan, sonra öldürüp yeniden yaratan yalnızca O’dur. 14.Ve O, çok bağışlayandır, çok sevendir 15.en büyük tahtın sahibidir, ikramı çok olandır, 16.dilediğini en ileri derecede yapandır.


Âyetteki sözcüklerin “hakikat” anlamlarına göre âyet grubunun anlamı, “Burçlar sahibi gökyüzüne, söz verilmiş o güne, şâhitlik edene ve şâhitlik edilene kasem olsun ki, Rabbinin kıskıvrak yakalaması gerçekten çok şiddetlidir” şeklindedir. Biz Meali, mecâzî anlama göre takdim ettik.


Kasem cümlesinin “kasem bölümü”nü oluşturan bu ayetlerdeki her sözcük, gerek hakikat gerekse mecaz anlamları itibariyle müteşabih olup birden fazla anlam ifade etmektedirler:


Sema

السّماء Sema” sözcüğünden sadece dilimizdeki karşılığı olan “gökyüzü”nü anlarsak, sözcüğün kullanıldığı cümleleri anlamakta oldukça zorlanırız. Çünkü “sema” sözcüğünün ifade ettiği daha birçok anlam mevcuttur.


Bu anlamlar şunlardır:

“Sema” sözcüğü, ‘yükseklik, yücelik’ anlamındaki ‘السّموّ es-sümüvv’ sözcüğünün türevlerindendir. Her yüksek ve yüce şeye ‘es-sema’ denilir. Gökyüzüne sema denilmesinin sebebi, yeryüzünden yukarıda olmasındandır. Her bir şeyin üstüne ve üstününe de sema denilir. Meselâ hesaba [matematiğe] da sema denilir. Çünkü matematik üstün bir ilimdir. Herhangi bir şeyin üst kısmına da sema denir. Ayakkabının üstü de, evin tavanı da birer semadır. Hatta bulutlara ve yağmura da sema denmiştir. ‘Es-sema’nın fiili olan ‘semâ’ fiili, ‘حسيب hasîp [ince hesap bilen, muhasebeci]’ ve ‘شريف şerif [onurlu, erdemli]’ kimselerin işleri için kullanılır. Bu demektir ki, iyi hesap [matematik] bilen kimseler de ‘sema’dır.” [1]


Büruc

“البروج Büruc” sözcüğü, “البرج bürc” sözcüğünün çoğuludur. “Bürc” sözcüğü, “belirli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi, tek hisarlı kale, kale duvarlarının üstüne yapılmış çıkıntı, yüksek köşk, konak ve Dünya’nın Güneş etrafındaki bir dönüşünün on iki bölümünden her birini temsil eden Koç, Kova, Akrep burçları gibi göksel duraklar” anlamında kullanılır.


“Bürc” sözcüğünün “yıldız kümesi” anlamına geldiğinden hareket edilerek “necm” sözcüğüne benzer bir şekilde “her bir defada inmiş Kur’an ayetleri” olarak da anlamlandırılabilir. Bu durumda “البروج büruc [burçlar]” sözcüğünü de mecazî olarak “Kur’an necmlerinden oluşmuş kümeler” ya da “Kur’an ayetlerinden oluşmuş öbekler” şeklinde anlamak mümkündür.
“Büruc” sözcüğünün karşılığı olarak “ayet öbekleri”; “sema” sözcüğünün karşılığı olarak da “iyi hesap [matematik] bilen kimseler” anlamı esas alındığında 1. ayet şu şekilde anlamlandırılabilir:

Kur’an ayetlerini öğrenmiş matematik bilginleri şahittir ki,


Bu şekildeki bir ifadelendirmeye göre; 1. ayette yapılan kasemle, iyi hesap bilen bilim adamlarının evrenin yapısını ve işleyişini tespit ederek evrenin sonunun [kıyametin] mutlaka gerçekleşeceğini bilimsel olarak ispat edecekleri ve bu bilgiyi de açıklayacakları kanıt gösterilmiş olmaktadır. Gerçekten de, 01. 08. 2002 tarihinde www.bilimveteknoloji.com adresinde yayınlanmış aşağıdaki bilgiler, ayetin yukarıdaki şekilde anlamlandırılmasını doğrular mahiyettedir:


“Devasa büyüklüğe ve akıl almaz karmaşıklığa sahip olan bu muhteşem evren her şey gibi bir gün son bulacaktır. Bu sonun nasıl olacağı sorusu, evrenin kapalı mı yoksa açık mı olduğu sorusunun cevabına bağlıdır. … Şu an teorik fizikçiler evrenin kapalı ya da açık oluşu ile ilgili kesin bir yargıya sahip değiller. Evren ister açık olsun ister kapalı, üzerindeki bu muhteşem denge eninde sonunda bozulacak ve madde bir şekilde yok olacaktır. Eğer evren kapalı ise, genişlemesi bir gün duracak ve Big Bang’in tersi bir şekilde, kütle çekiminin etkisi altında kalan evren zamanla küçülecek, ısınacak ve sonuçta sonsuz yoğunluk ve sıfır hacme ulaşarak yok olacaktır. Kesin bir bulgu olmamasına rağmen, bilim adamlarının çoğu evrenin sonunu bu şekilde tanımlamaktadır. Eğer evren açık ise üzerine çöküş gerçekleşmeyecek fakat geçen zamanla birlikte genişleyen evren soğuyacak ve üzerindeki maddeyi oluşturan tüm enerji harcanarak yok olacaktır. Bu ikinci yok oluş senaryosuna göre yıl sonra evrendeki tüm yıldızların yakıtı tükenecek ve bu enerji tükenişi ile soğuyan evren yaklaşık yıl sonra tamamı ile demire dönüşerek var olan tüm enerjisini tüketecek. Şimdilik evrenin sonu hakkında ancak bu iki olasılıktan birinin gerçekleşebileceği tahmin edilmektedir. …”


Vaat Edilen Gün

2. ayette geçen “vaat edilmiş gün” ifadesi, klâsik kaynaklarda ve onları izleyenlerin eserlerinde “ahiret günü” olarak değerlendirilmiştir. Biz bu değerlendirmenin yanlış olduğu kanısındayız. Çünkü ayette “vaat edilen gün”e yemin edilmiştir. Yemin etmenin bir bakıma kanıt göstermek olduğu daha önceki bölümlerde de ifade edilmişti. Bu durumda, kanıt gösterilen şeyin mutlaka elle tutulur, gözle görülür, muhatap tarafından algılanabilir somut bir şey olması gerekmektedir. Dolayısıyla somut olmayan, geleceğe ya da gaybe ait [soyut] bir şeyin kanıt gösterilmesi akla uygun değildir.


Bize göre “vaat edilmiş gün” ölüm günüdür, ölüm anıdır. Bu ölüm hem kişinin bireysel ölümünü hem de kıyametin birinci aşamasındaki toplu ölümü kapsar.


Çünkü Kur’an vaat edilmiş günde herkesin mutlaka öldürüleceğini ve yine o gün herkesin mutlaka imana geleceğini bildirmektedir:

90-92.Ve İsrâîloğulları’nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrâîloğulları’nın inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. –Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız.– Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim âyetlerimize/ alâmetlerimize/ göstergelerimize karşı duyarsız/ilgisizdirler. (Yunus/ 90-92)



29.Ve onlar, “Eğer siz doğrulardan iseniz bu vaat ettiğiniz ne zaman?” derler.
30.De ki: “Size günün belirlenmiş bir zamanı vardır ki ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.” (Sebe/ 29, 30)



9.Tersine onlar, yetersiz bilgi içinde oynayıp duruyorlar.
10,11.Şimdi sen, göğün, apaçık bir kıtlık getireceği günü gözetle. O kıtlık insanları sarıp sarmalar. Bu, elem verici bir azaptır.
12.Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Şüphesiz biz artık kesinlikle inananlarız.
13,14.Nerede onlarda öğüt almak? Hâlbuki kendilerine açıklayıcı bir elçi gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve “Öğretilmiş bir deli/ gizli güçlerce desteklenen biri!” dediler.
15.Şüphesiz Biz azabı birazcık kaldırırız, siz kesinlikle dönenlersiniz.
16.En büyük bir yakalayışla yakalayacağımız gün, şüphesiz Biz, suçluyu yakalayıp ceza vererek adaleti sağlayanlarız. (Duhan/ 9-16)



19.Ölümün sarhoşluğu gerçekten gerçek ile gelmiştir de: –“Ey insan! İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir.”–
20.Ve Sûr da üflenmiştir. –“İşte bu, korkutulan gündür.”– 21Ve herkes, kendisiyle beraber bir sürücü ve bir şâhit bulunarak geldi. (Kaf/ 19, 20)


83.Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar. (Zühruf/ 83)


7-10.İşte, göz şimşek gibi çaktığı, ay tutulduğu ve güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan, “Kaçış nereye/kaçacak yer neresi?” der.
11.Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Sığınak diye bir şey yoktur. 12.O gün varıp durmak sadece Rabbinedir/ o gün varılıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.
13.O gün, o insan, önden yolladığı şeyler ve geriye bıraktığı şeyler ile haberdar edilir. (Kıyamet/ 10-13)


26-30.Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Köprücük kemiklerine dayandığı, “Çare bulan kimdir!” denildiği ve can çekişen kişi bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı ve bacak bacağa dolaştığı zaman; işte o gün sürülüp götürülmek, sadece Rabbinedir. (Kıyamet/ 26-30)



Şahitlik Eden ve Şahitlik Edilen

Bu ayetle ilgili olarak bir hayli rivayet uydurulmuştur. Rivayet tefsircileri de bu temelsiz anlatılardan yola çıkarak cümlenin kasem cümlesi olduğunu hiç dikkate almadan, “şahitlik eden” ve “şahitlik edilen”in ne olduğu hakkında ulu orta beyanlarda bulunmuşlardır. Bu beyanlar alt alta yazıldığında, karşımıza aşağıdaki gibi bir liste çıkmaktadır:



Şahitlik eden :                               Şahitlik edilen :

Cuma günü,                                    Arife günüdür.

Pazartesi günü,                               Cuma günüdür.

Hacer ül esved,                               Hacc yapanlardır.

Kurban bayramının 1. günü,             Arife günüdür.

Tevriye günü,                                  Arife günüdür.

Allah,                                             Kıyamettir.

Peygamber,                                    Ümmettir.

Peygamberler,                                Ümmetlerdir.

Peygamberler,                                Peygamberimizdir

Ümmet-i Muhammed,                     Diğer ümmetlerdir.

İsa peygamber,                              [belirtilmemiş]

İnsan,                                           [belirtilmemiş]

İnsanın organları,                           [belirtilmemiş]

Hafaza melekleri,                            [belirtilmemiş]

Mallar,                                           İnsanlardır.

Yaratıklar,                                      İnsanlardır.[2]


Oysa “şahitlik eden ve şahitlik edilen” cümlesi kesinlikle kasem [kanıt] olarak açıklanmalıdır. Yani ayetteki şahit ve şahidin tanık olduğu şeyler, Rabbimizin kıskıvrak yakalayışının kanıtı veya tanığı olmalıdır. Meselâ, Fil suresinde açıklandığı gibi, bu surenin muhatapları arasında Kâbe’yi yıkmak isteyen Fil Ashabının Rabbimiz tarafından nasıl kıskıvrak yakalandığının ve perişan edildiğinin canlı şahitlerinin bulunuyor olması, bu ayetteki tanıklığın bariz bir örneğini teşkil etmektedir.


Ayetteki “şahitlik eden” ve “şahitlik edilen”i bulma işi Müslümanların görevidir. Çünkü Rabbimiz birçok ayette yeryüzünde gezip dolaşmamızı ve eski medeniyetler hakkında bilgi edinmemizi emretmektedir. Rabbimiz tarafından böyle bir emrin verilmesi, inkârcıları nasıl kıskıvrak yakaladığının kanıtlarını bulmamıza ve bu yakalayıştaki çetinliğe tanık olarak aklımızı başımıza toplamamıza yöneliktir.


Rabbimizin geçmiş medeniyetleri araştırmamızı emreden birçok ayetinden bazıları şunlardır:

6.Görmediler mi ki Biz, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökyüzünü üzerlerine bereketlerle gönderip altlarında ırmaklar akıttığımız nice nesilleri değişime/yıkıma uğrattık. Biz onları, günahları sebebiyle değişime/yıkıma uğrattık ve onların sonrasından başka bir nesil oluşturduk. (En’âm/ 6)



45.Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/ yıkıma uğrattık. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar!
46.Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur. (Hacc/ 45, 46)

9.Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara haksızlık edecek değildi, fakat onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık etmekteydiler. (Rum/ 9)

36.Biz onlardan önce kendilerinden daha çetin güce sahip nice nesilleri değişime, yıkıma uğrattık. Öyle ki onlar beldeleri delik-deşik ediyorlardı. Hiç kaçıp kurtulacak yer var mı?
37.Şüphesiz ki bunda aklı, anlayışı, vicdanı olan veya kendisi tanık olarak kulak veren kimse için elbette öğüt vardır. (Kaf/ 36, 37)



Ayrıca Âl-i Imran 137, En’âm 11, Yusuf 109, Neml 69, Ankebut 20, Rum 42, Fatır 44, Muhammed 10, Nahl 36, Zühruf 8, Mümin 21 ve 82. ayetlere de bakılabilir.


Bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki, yeryüzü gezip dolaşılır ve bugüne kadar yapılmış arkeolojik çalışmalardan elde edilen veriler incelenirse, Rabbimizin inkârcıları kıskıvrak yakalayışına tanık ve kanıt olacak nice örenler/antik harabeler gözlenebilecektir. Eskiden yaşamış inkârcı toplumlara ait nice kalıntılar, bugün insanların dolaşıp incelemeleri ve ilahi yasanın nasıl işlediğini görmeleri için dünyanın her bir köşesinde meraklılarını beklemektedir.



İşte Kur'an




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim