• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

Davud Peygambere Topluca Boyun Eğen Arılar ve Dağlar






DAVUD PEYGAMBERE TOPLUCA BOYUN EĞEN ARILAR VE DAĞLAR


18.Gerçekten Biz, dağlara boyun eğdirdik/yapısal olarak insanların yararına kullanılacak biçimde yarattık. Her zaman kendisiyle birlikte Allah’ı noksanlıklardan arındırırlardı.19. Kuşları (tayra) da toplu olarak o’na boyun eğdirmiştik/Dâvûd’un ve insanların yararlanacağı biçimde yaratmıştık. Hepsi o’na dönücü idi. (Sad suresi 18-19)


Dağların boyun eğdirilişi ve tesbihi kelimesi üzerinde çokça spekülasyon yapılması nedeniyle konunun mutlaka iyi anlaşılması gerekiyor:

 

DAĞLARIN BOYUN EĞİŞİ ve TESBÎHİ:

Sad Suresi 18. âyetteki, dağların tesbîh ettiğini bildiren ifadenin benzerleri Kur’ân’da iki sûrede daha geçmektedir:

10,11.Ve andolsun ki Biz Dâvûd’a tarafımızdan bir fazlalık ve kuşları verdik; “Ey dağlar! Onunla beraber dönün!” Ve o’nun için demiri yumuşattık: Bol bol zırhlar yap ve biçimlemede ölçülendir. –Siz de sâlihi işleyin. Kesinlikle Ben yaptıklarınızı en iyi görenim.– (Sebe/10)

79.Sonra da Biz, onu Süleymân’a hemen iyice kavrattık. Ve hepsine yasa ve bilgi verdik. Dâvûd’la beraber Allah’ı noksan sıfatlardan arındırsınlar diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık/onları insanların yararlanacağı ölçüler içinde yarattık. Ve Biz yapanlarız. (Enbiyâ/79)



TESBÎH: Tesbîh‘in ne demek olduğu ve 33′lük, 99′luk imâmeli tesbîhlerle ve Ebû Hüreyre’nin namazlardan sonra 33 kere “sübhânallâh” dedirtmesiyle hiç alâkasının olmadığı hakkında daha evvel, Kalem, A‘lâ ve Kaf sûrelerinde bilgi verilmişti. Yeri geldiği için ve konunun önemine binâen burada da teşbihin,  “Yaratan’ı tüm nitelikleriyle tanımak ve tanıtmak” olduğunu bir daha hatırlatıyoruz.


Kısaca ifade etmek gerekirse tesbîh, Tesbîh sözcüğünün iyi anlaşılmaması hâlinde, Sad Suresi 18. âyetteki dağların tesbîhi ifadesi de doğru anlaşılamayacaktır. Nitekim bu ifade zamanla iyice anlam kaybına uğramış, dağların nasıl tesbîh ettiğiyle ilgili bir takım temelsiz iddia ve açıklamalar sanki Allah’tan gelme bilgilermiş gibi insanlara kabul ettirilmeye çalışılmıştır.

Bunlardan birkaç tanesini örnek olarak sunuyoruz:

Allah Teâlâ Dâvûd’a (a.s), sesinin gür ve güzel oluşundan ötürü, dağda hoş bir yankı ve yine sesinin güzelliğinden ötürü, kuşların kendisine kulak vereceği bir özellik vermiştir. Böylece dağın yankısı ve kuşların Dâvûd (a.s) ile beraber cıvıldayışları, âdeta bir tesbîh olmuştur. Muhammed b. İshâk şunu anlatmıştır: “Allah Teâlâ, hiçbir mahlûkuna, Dâvûd’a (a.s) verdiği gibi güzel bir ses vermemiştir, öyle ki o, Zebûr’u okurken, vahşî hayvanlar, Dâvûd’un (a.s) onları boyunlarından yakalayabileceği bir mesafeye kadar yaklaşırlardı.”

Allah Teâlâ, dağları o’nun emrine âmâde kılmıştır. Bundan dolayı onlar, o’nun istediği yöne-yere hareket ediyorlardı. İşte dağların böyle, o’nun istediği yere gitmeleri bir tesbîhtir. Çünkü onların bu hareketi, Allah’ın kudret ve hikmetinin mükemmelliğine delâlet eder.

İbn-i Abbâs (r.a) şöyle der: “Dâvûd (a.s) tesbîhâta başladığında, dağlar o’na uyar, kuşlar o’na doğru gelip toplanır ve o’nunla birlikte tesbîhâtta bulunurlardı. ”

Eğer, “Akılları olmadığı halde, kuşlar Allah’ı nasıl tesbîh edebilirler?” denilirse, biz deriz ki: Bu hususta şöyle denebilir: “Allah Teâlâ, onlarda, Kendisini bilebilecekleri kadar akıl yaratmıştır. İşte bu durumda onlar Allah’ı tesbîh etmişlerdir. Bütün bunlar (aslında), Hz. Dâvûd’un (a.s) birer mucizesidir.”

Bu tarz anlayışlar maalesef eski ve yeni tefsirciler tarafından da kabul görmüştür. Ancak, işin gerçeği bu değildir.



DAĞLARIN TESBÎHİ: Kur’ân’ın birçok âyetinde bildirilmektedir ki, dağların tesbîhinin ötesinde, evrende ne varsa, canlı-cansız, akıllı-akılsız, her şey Allah’ı tesbîh etmektedir:

1.Göklerde ve yeryüzünde bulunan şeyler, Allah’ı her türlü noksanlıktan arındırdılar. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. (Hadîd/1)

44.Tüm gökler/ uzay, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah’ı noksan sıfatlardan arındırırlar. O’nun övgüsü ile birlikte noksan sıfatlardan arındırmayan hiçbir şey yoktur. Fakat siz, onların Allah’ı noksan sıfatlardan arındırmalarını iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, yumuşak davranandır, çok bağışlayandır. (İsrâ/44)

41.Göklerde ve yeryüzünde bulunanların, dizi dizi uçanların [kuşların, arıların, bulutların, boranların] Allah’ı her türlü noksanlıktan arındırdıklarını görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Hepsi kendi arındırmasını ve desteğini/doğaya yapacağı katkıyı kesinlikle bilmektedir. Allah da, onların işlemekte olduklarını en iyi bilendir. (Nûr/41)


Ayrıca, Hadîd/1; Haşr/1, 24; Saff/1; İsrâ/44; Ra’d/13; Nûr/41; Cuma/1; Teğâbün/1; Enbiyâ/79; Zümer/75; Mümin/7; Fussılet/38; Şûrâ/5; A‘râf/206′ya da bakılabilir.


Yukarıda açıklandığı gibi tesbîh, “yaratanı tüm nitelikleriyle tanımak ve tanıtmak” olduğuna göre, cansız varlıkların Allah’ı tesbîh etmelerinin dil ile değil, hâl ile olacağı ortadadır. Cansız varlıkların hâl dili, daima iç ve dış yapılarını teşkil eden kendi öz nitelikleri doğrultusunda davranmalarıdır. İşlevlerini, Yaratıcı tarafından kendilerine verilen bu öz nitelikler doğrultusunda yerine getiren tüm cansız varlıklar, bu halleriyle Allah’ı tüm kemâl sıfatlarıyla nitelemiş ve O’nu tüm noksanlıklardan tenzih etmiş olmaktadırlar. Daha da açık ifade etmek gerekirse, insan bilinci dışındaki tüm varlıklar Allah’ı kendi yaratılış özelliklerini yerine getirmekle ve O’nun koyduğu düzenin içindeki rolleri ile tesbîh etmiş olmaktadırlar. İnsanın değil, “insan bilinci”nin istisnâ edilmesinin nedeni, insan bedenindeki biyolojik mekanizmaların da aynı yasaya tâbi olarak Allah’ı tesbîh etmekte oluşundan dolayıdır. Kalbin durmaksızın çalışması, mitokondri organellerinin biteviye vücuda enerji üretmesi veya kardiyo-vasküler sistemin vücudun beslenme sürecindeki işlevini eksiksiz yerine getirmesi, bu biyolojik organ ve sistemlerin Yaratıcı’yı tesbîh etme şekilleridir. Yalnızca insan bilinci, Rabbini ancak bilinçli bir istem ve çaba ile tesbîh edebilir. Zaten bu da onu diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerinden biridir.

Gerçekten de evrendeki olağanüstü düzen, Yüce Yaratıcı’nın gücünü anlatmaktadır. Doğada renk renk açan çiçekler, ormanlarda cıvıl cıvıl öten kuşlar, su kaynaklarından buharlaşıp göğe çıktıktan sonra yağmur, kar veya dolu olarak yeryüzüne dönen sular, gökte dolaşan sayısız yıldızlar, … düşünenlere Allah’ı tanıtan birer âyettir.

Meselâ, maddelerin en küçük parçası olarak kabul edilen atom ele alınacak olursa, her atomun, içinde pozitif elektrik yüklü proton ve elektrik yükü olmayan nötronlar bulunan bir çekirdekten ve bu çekirdek etrafında büyük hızlarla dönen negatif elektrik yüklü elektronlardan oluştuğu görülür. Yani, cansız olarak kabul edilen nesnelerde bile, bizim duyularımızla algılayamadığımız bir hareket söz konusudur:

Bu parçacıkların birbirlerine uyguladığı ve atom çekirdeğini bir arada tutan kuvvetler öylesine güçlü ki, bu parçacıkların çekirdek içindeki ve dışındaki hızları yaklaşık 300.000 km./saniye olan ışık hızına yaklaşır.

Gezegenler uzayda kolayca bulunabilen konumlarda bulunurlar; belirli bir andaki konum ve hızlarını biliyorsak, zaman içinde bu konum ve hızların nasıl değişeceğini kesin olarak belirleyebiliriz. Ancak elektronlar için durum tamamen farklı… Öyle görünüyor ki elektronlar aynı anda değişik yerlerde bulunabiliyorlar.

Görüldüğü gibi, cansız kabul edilen eşyaların atomlarındaki hareket, canlı kabul edilen varlıklarınkine göre kıyaslanamaz bir derecededir. Zaten bazı bilim adamları da bu fiziksel gerçeğe dayanarak her varlığın canlı olduğunu söylemişlerdir. Maddenin en küçük parçası denilen atomdaki bu hareketler, Yaratıcı’nın yüceliğinin bir delilidir. Atomun içindeki her zerrecik kendi yapısının özelliğini ortaya koyarak Allah’ın yüceliğini, noksanlıklardan uzak olduğunu kanıtlamaktadır. Çünkü her “şey”, Allah’ın kendisine yüklediği görevi yapmakta, her canlı Allah’ın içine koyduğu ilham ile hareket etmekte, yani Allah’ı tesbîh etmektedir. Aynı gerçek, çevremizde yaşayan arıların ve karıncaların yaşamları içinde de geçerlidir. Bu küçük canlıların yaşamları incelendiğinde, ustaca yaptıkları işlerin Allah’ın kudret ve büyüklüğünün kanıtları olduğu açıkça görülür. Onlar da kendi hâl dilleriyle Allah’ı tesbîh etmektedirler. İşte, dağların tesbîhi ifadesi de bu perspektif içinde anlaşılmalıdır.

Sad Suresi 18. ayetteki akşam-sabah ifadesi, işlenen fiillere “daima, her zaman” gibi süreklilik anlamı kazandıran bir anlatım aracıdır. Yoksa sadece bir sabah, bir de akşam demek değildir. Bu konudaki daha ayrıntılı bilgi Nâs sûresi’nin tahlilinde verilmiştir.


Kuşları da toplu olarak o’na boyun eğdirmiştik

Kuşların Dâvûd peygamberin emrine verilişi de, aynı dağların tesbîhi meselesine benzer şekilde dejenere edilmiş, tabiri caizse kuşlardan bir koro oluşturularak, bu koroya Dâvûd peygamberin şefliğinde gece-gündüz “sübhânallâh…” ilâhîleri söylettirilmiştir.

Kuşların Dâvûd peygamberin emrine verilmesinin ne anlama geldiğini doğru anlayabilmek için Dâvûd peygamberin yaşamı ile ilgili bir takım bilgilere sahip olmak gerekir. Ancak her şeyden önce Kur’ân’daki kıssalara özel bir dikkat göstermek ve içlerinde tarihsel gerçeklere yönelik değini ve işaretler olabileceğini göz önünde bulundurmak şarttır. İbrânî tarihinden alınan bilgilere göre, Dâvûd peygamber hayatının bir kısmını dağlarda gerilla olarak geçirmiştir. Yani, dağlar o’nun yaşamının bir parçasıdır. Dâvûd peygamber ile dağlar arasındaki ilişkinin Kur’ân’da, Dağları da Dâvûd’a musahhar kıldık şeklinde ortaya konması da bu sebeple olsa gerektir.

Kuşların Dâvûd peygambere boyun eğdirilişini iyi anlamak için de Kur’ân’daki Süleymân peygamber ile kuşların ilişkisini anlatan ve Süleymân peygamberin Dâvûd peygambere mirasçı olduğunu bildiren âyetlerin dikkate alınması gerekir. Aşağıda görüleceği gibi, sûrenin 30. âyetinde, Ve Dâvûd’a Süleymân’ı bağışladık ifadesi yer almakta, Neml/16′da da kendisine kuşların mantığının öğretildiği ve daha bir çok şeyin verildiği bildirilmektedir. Bu âyetlerden anlaşılıyor ki, Süleymân peygamber kuşlardan yararlanmayı, babası Dâvûd peygamberden öğrenmiştir. Yani, kuşlardan yararlanma bilgisi önce Dâvûd peygambere verilmiş ve bu bilgi Süleymân peygambere babasından miras kalmıştır.

Âyetlere dayanarak çıkardığımız bu sonuca göre, kuşların Dâvûd peygamberin emrine verilmesi, o’na kuşlardan yararlanma bilgisinin verilmesi anlamındadır.

Neml sûresi’ndeki hüdhüd isminden yola çıkarak ve hüthüd kuşunun su kaynaklarını, su yataklarını fark etme özelliği olduğunu (benzer şekilde doğan ve şahin kuşlarının avcılığını, güvercin kuşunun uzun süre uçabildiğini ve yön bulma yeteneğini) göz önüne alarak, Dâvûd peygamberin kuşların çeşitli özelliklerinden yararlanmayı dağ hayatında Allah’ın yardımıyla keşfedip uyguladığını rahatlıkla söylemek mümkündür.1







Sad Suresi 19. Ayet

Sad Suresi 19. Kuşları/arıları (tayra) da toplu olarak o’na boyun eğdirmiştik/Dâvûd’un ve insanların yararlanacağı biçimde yaratmıştık. Hepsi o’na dönücü idi.


Sad suresi 19. ayette geçen tayr kelimesi genellikle kuşlar olarak anlaşılmıştır. Ancak, tayr kelimesine “arı” anlamı da verilebilir. Sad suresi 19. ayeti anlamamıza yardımcı olacak bir bilgiden bahsetmek yararlı olacaktır.


Sad Suresi 19. ayette geçen “tayr” kelimesi müfessirler tarafından genellikle kuşlar olarak çevrilir. Bu çeviri tercihi ya da çeviride yapılan hatalar nedeniyle ayetlerin mesajı doğru anlaşılamaz. Bu yüzden öncelikle “tayr” sözcüğünün tahlil edilmesinde yarar vardır.





TAYR KELİMESİ


Fil Suresi 3-5. Ayetler

3-5.Ve onların üzerlerine, onlara pişmiş taşlar ile birlikte tayran/iri taneli yağmur yağdıran öbek öbek bulutlar; boran gönderdi de onları bir yenik bitki yaprağı gibi yapıverdi. (Fil 3-5)


Ayette geçen “طير tayr”, “طائر tâir” sözcüğünün çoğuludur. “طائر Tâir”, sözlüklerde “havada kanatla uçan varlık” olarak bildirilmiştir. Yani sözcüğün vazı’ [ilk] anlamında “kanatla uçmak” söz konusu olup kanatsız uçma anlamı içermiyor demektir. Eski müfessirler bu anlama itibar ederek ayete “Üzerlerine sürü halinde kuşlar göndermedi mi?” manası vermişlerdir. Buna bağlı olarak da sure ile ilgili yüzeysel yorumlar yapılmıştır:2




Nûr Suresi 41 Ayet


Göklerde ve yeryüzünde bulunanların, tayru/dizi dizi uçanların [kuşların, arıların, bulutların, boranların] Allah’ı tesbîh ettiklerini görmedin mi? Hepsi kendi tesbîhini ve salâtını mutlaka bilmektedir. Allah da, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir. (Nûr/41)


Burada üzerinde durmak istediğimiz husus, âyetteki “dizi dizi uçanlar” ifadesidir. Âyette yer alan طير [tayr] sözcüğü, sadece “kuş” anlamını ifade etmez, bu sözcük küçük bir böcekten, arıdan, kuştan, uçağa ve bulutlara kadar her türlü uçan cismi kapsar. Burada aklımıza gelenlerden birkaçı ile ilgili biraz bilgi sunmak istiyoruz.


ARILAR
Bunlar, birinci planda bal üreterek insanlığa katkıda bulunurlar. Ama bal üretmekten daha önemli bir görevleri vardır: Bitkilerin döllenmesi. Dünyadaki bitkilerin döllenmesinin % 90′ı arılar tarafından gerçekleştirilir. Arılar olmasa yeryüzünde meyve, sebze, tahıl vs. hiçbir şey yetişmez.


KUŞLAR
Kuşlar besin zincirinin önemli bir halkasını oluştururlar. Ayrıca eko-sistemin sağlık ve devamlılığı için inanılmaz ölçüde destek sağlarlar.


KARGALAR
Ormanda yaşayan türleri, meşe tohumlarını alarak sonra yemek için ağaç kovuklarına saklar ya da toprağa gömer, sonra da nereye gömdüklerini unuturlar. Bu tohumlar zamanla çimlenir, fidan olur, ağaç olur. Cevizle beslenen türleri de, cevizleri kırıp içini yemek için aşağıya atarlar, kırılmayanları ise zaman içinde yeşerip ağaç olur; böylece ceviz ağaçlarının çoğalmasını sağlarlar. Ayrıca diğer tohumları ağızlarıyla ya da dışkılarıyla taşıyarak ormanlaşma da ve ormanların yenilenmesinde önemli rol oynarlar.


Güvercinler, haberleşmede, doğan ve şahin avcılıkta insanlara destek olurlar. Yırtıcı kuşlar; kemirgenler, sürüngenler, kurbağalar ve küçük kuşlar gibi canlıları avlayarak, onların doğadaki sayılarını kontrol altında tutarlar. Böcek yiyen kuş türleri birçok tarım zararlısını yiyerek ekonomik yarar sağlamalarının dışında, sivrisinekleri de yiyerek sıtma gibi hastalık vakalarını azaltmaktadırlar. Leş yiyiciler olan akbabalar, potansiyel birçok hastalık tehlikesini bertaraf ederler.


Doğadaki fosfor döngüsü de balıkçıl kuşlar vasıtasıyla gerçekleşir. Fosforun denizlerden karalara dönüşü, balıkçılık ve balık yiyen deniz kuşlarının dışkıları yoluyla olur.


Rüzgârdan elde edilen enerji, bulutların yağmur taşımasındaki destekleri de herkesçe bilinen bir gerçektir.3






İsrail’de Üç Bin Yıllık Arı Kovanları Bulundu

İsrail’in tarihi Tel Rehov kentinde üç bin yıllık kilden yapılmış silindirik şekilde arı kovanları bulundu. Bu arı kovanları M.Ö. 970 – 840 yılları arasına tarihlenir.4-5  Kur'an'ın mucizesi burada tekrar karşımıza çıkmaktadır. Çünkü, kovanların tarihi ile Davud peygamberin yaşadığı dönem birbiriyle uyumludur.6


Ayrıca, “Iron Age beehives at Tel Rehov in the Jordan valley” isimli makalede şematik haritada gösterilen; Gaza, Hevron Hills, Abu Zeda Valley, Kafr Rayy ve Jat bölgelerinde de arıcılık yapıldığı bilgisine yer verilir.5

Kitabı Mukaddes'te bu konuya atıf yapılır:
"Kulak ver, ey İsrail! Söz dinleyin ki, üzerinize iyilik gelsin, atalarınızın Tanrısı RAB'bin size verdiği söz uyarınca süt ve bal akan ülkede bol bol çoğalasınız" (Yasanın Tekrarı 6:3)


Tel Rehov da bulunan arı kovanlarının incelenmesi sonucunda; Anadolu bal arısı (Apis mellifera anatoliaca), balmumu ve petek kalıntıları tespit edilmiştir. Anadolu arısı, Suriye bal arısına (Apis mellifera syriaca) göre üç ila sekiz kata kadar daha verimlidir. Tespit edilen Anadolu ırkı arının doğal yollarla gelemeyeceği bilindiğinden ve Anadolu ile İsrail arasının kuş uçuşu mesafenin 500 km’den daha fazla olması nedeniyle arıların, Anadolu'dan yani Hitit Krallığından ithal edildiği düşünülmekte ve Levant bölgesinde yapılan ticaretin kanıtı olarak gösterilmektedir. Bu tür ekonomik faaliyetler için bilgi, beceri ve geniş kapsamlı ticari bağlar gereklidir.


Tel Rehov'da büyük çaplı arıcılık faaliyeti organize sanayi ve endüstriye dönüşmüştür. Şehrin içinde gerçekleştirilen arıcılık, devlet organizasyonunu ile yapılmıştır. Arıcılığın yoğun olarak yapılması, Levant bölgesinde yapılan bal ticaretini açıklamaktadır. Burada dikkat çeken bir başka konu bal mumu üretimidir.


Bal Mumu
Bal mumunun, bronz sanayisinde eski çağlardan beri kalıp yapımında kullanıldığı bilinmektedir. Orijinal modelin kil veya tahtadan yapıldığı, aynı modelin defalarca kullanılabildiği bir Bal Mumu Döküm (Cire Perdue) yöntemi geliştirilmiştir. Bronz heykellerin ve süs eşyaları gibi çeşitli objelerin bal mumu kalıbının yapılması esası günümüze kadar ulaşmıştır.7-8


Arı kovanlarının bulunduğu Tel Rehov’daki maden ergitme fırınında bal mumunun bulunması, Tel Rehov’da bronz ve bakır üretiminin ne kadar ileri seviyede olduğunu göstermektedir.4-5


İsrail’deki Vadi Arabah'ta bakır maden ocaklarında da bal mumu bulunmuştur. Vadi Arabah’taki ergitme fırınlarında bal mumunun varlığı, madencilik düzeyinin çok iyi durumda olduğunun kanıtlarındandır. Bal mumu kalıp yöntemi buralarda başarılı bir şekilde uygulanmıştır. 


Bu nokta, Sebe Suresi 13. ayeti ile yakından ilgilidir:

13.Onlar, Süleymân’a özel karargâhlar, heykeller/resimler ve havuzlar gibi çanaklar ve sâbit kazanlardan her ne isterse yaparlar. –Ey Dâvûd ailesi! Nimetlerin karşılığını ödemek için çalışın! Ama kullarım içinde, verilen nimetlerin karşılığını ödeyen de çok azdır!– (Sebe Suresi 13)

Sad Suresi 19. ayet bağlamındaki “tayr” kelimesine dönecek olursak;

Yukarıda bahsedildiği gibi iki nedenden dolayı Sad Suresi 19. ayetteki “tayr” sözcüğüne arı anlamı verilebilir.

1- Davud ve Süleyman peygamber dönemine denk gelen üç bin yıllık arı kovanlarının varlığı ve arıcılık endüstrisinin tarihte ilk kez burada kurulmuş olması,

2- Davud ve Süleyman peygamber dönemlerinde yoğun bir şekilde üretilen bronz ve bakırın işleme tekniğinde bal mumunun kalıp olarak kullanılması ve özellikle maden ergitme fırınlarında bal mumunun bulunması,



Sad Suresi 19. ayet çarpıtılarak; Davud’un şarkı söylediği, kuşların da Davud’a katıldığı şeklinde pek çok gerçek dışı hikayeler anlatılır. Burada söz konusu olan, arıların mucizevi olarak Davud peygamberin emrine verilmesi değildir. Daha önceki tarihlerde de bilinen arıcılığın, Davud peygamberle beraber başlayarak, “Organize Sanayi Bölgesi Arıcılığı” şeklinde yapıldığı, insanlığın yararına kullandığı ve bizlerin de bundan öğüt alması istenir.


Davud ve Süleyman peygamberlerin kıssaları incelendiğinde; sürekli düşman tehdidinin olduğu bu topraklarda demiri amacına uygun işleyerek zırh yaptıkları ve bu tehdidi bertaraf ettikleri, yer altı ve yer üstü kaynaklarının insanlığın yararına kullandıkları görülecektir.


Bu elçilerin eldeki imkanlarla ihtiyaçları karşılamak öncelikli hedefleri olmuştur. En ilgisiz gibi görünen ürünlerden yararlanma isteği, inovasyon ve ar-ge fikri vardır. Yoksa arıcılık ile dağ-maden, bal mumu ile bakır ve bronz dökümü nasıl yan yana gelebilirdi. Dağlar arılara gıda verecek, arılar da maden dökümüne şekil verecek! Bu ancak, Sad Suresi 19. ayetinde açıklandığı gibi olur. Allah; arıları ve dağları insanların yararlanacağı ölçüler içinde yaratmıştır. Davud peygamber Allah’tan aldığı bilgi ile arıları ve dağları-madenleri insanların yararına kullanmıştır.








Kusursuzluk ancak alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.



Hakan KAYILI

03.12.2019

Son güncelleme: 07.03.2021









Kaynaklar

1-İşte Kur’an Sad Suresi 18-19. ayet

2-İşte Kur’an Fil Suresi 3-5. ayet

3-İşte Kur’an Nur Suresi 41. ayet

4-The Iron Age Apıary At Tel Reḥov, Israel, Amihai Mazar


5-Iron Age beehives at Tel Rehov in the Jordan valley


6-İsrail Krallığı (Birleşik Monarşi) Wikipedia


7-Antik Anadolu Madenciliği, Gökhan Çatal


8-Heykel Döküm Tekniklerinden Mum Yok Etme Tekniği İle Bronz Döküm, Hanife Yüksel










Resimler







Tel Rehov, İsrail, 3000 yıllık arı kovanları








Tel Rehov, İsrail, 3000 yıllık arı kovanları








Tel Rehov, İsrail, 3000 yıllık arı kovanları








Tel Rehov, İsrail, Davud peygamber dönemine ait 3000 yıllık arı kovanları













Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim