• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

87Bakara Suresi 67-71






Hatalı Çevrilen Ayetler






Bakara Suresi 67-71

67.Ve hani Mûsâ toplumuna, “Şüphesiz ki Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor” demişti. Onlar, “Sen, bizi alaya mı alıyorsun?” dediler. Mûsâ, “Ben, câhillerden biri olmaktan Allah’a sığınırım” dedi.

68.Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, o sığır her ne ise onu bizim için açığa koysun” dediler. Mûsâ, “Rabbim diyor ki: ‘Şüphesiz o sığır, pek yaşlı değil, pek körpe de değil, ikisi arası; en iyi yardım, hizmet, verim çağındadır.’ Haydi, emrolunduğunuz şeyi yapınız” dedi.
69.Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, onun rengi ne ise onu bizim için açığa koysun” dediler. Mûsâ, “Şüphesiz Rabbim diyor ki”: “Şüphesiz o sığır, rengi bakanlara neşe saçan, sapsarı bir inektir” dedi.
70.Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, o, nedir; bizim için açığa koysun, şüphesiz ki o sığır, bize müteşâbih geldi ve biz şüphesiz Allah dilerse kesinlikle kılavuzlandığımız doğru yolu bulmuş kimseleriz” dediler.
71.Mûsâ, “Şüphesiz Rabbim diyor ki”: “O sığır, zelil olmayan/çifte koşulmayan, arazi sürmeyen, ekin sulamayan, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır.” Onlar, “İşte tam şimdi gerçeği getirdin” dediler. Sonunda onu boğazladılar. Ama neredeyse yapmayacaklardı.




Bu âyetlerde, Mûsâ ve kavmi arasında geçen bir olay müteşâbih olarak, İsrâîloğulları’nın altın tutkuları; temel karakterleri olan çıkarcılık çok farklı ve kalıcı bir anlatımla nakledilmiştir. Bu âyet, müteşâbih âyetlerin te’vîli açısından da çok güzel bir örnek teşkil etmektedir.




BAQARA

Bu sûreye adını veren ve pasajın eksenini de oluşturan  بقرة [bakara] sözcüğünün kökü, “yarmak, fethetmek ve genişletmek” anlamına gelen  ب ق ر [b-q-r] köküdür. Baqar, cins isim olup evcili ve vahşisi, erkeği ve dişisiyle cinse dahil olan tüm hayvanların adıdır, ki biz buna “sığır” diyoruz. Bu sözcük, “ıyal” [aile; aile efradı ve malıyla mülküyle] anlamındadır.[4]


Sığıra, genellikle toprağı sürmek sûretiyle yeri yarıp toprağı altüst ettiğinden dolayı “baqara” denildiği kabul edilir. Biz ise bu sığıra, sahiplerini zenginleştirdiğinden ve genişlettiğinden dolayı “baqara” denildiği kanaatindeyiz.


Bu pasaj, İsrâîliyâtın etkisiyle yanlış yorumlanmıştır. Âyetlerin tahliline geçmeden bu konuyla ilgili iddialara yer vermek istiyoruz:
Süddî, Hani bir de Mûsâ, kavmine, “Allah her hâlde bir sığır boğazlamanızı emrediyor” demişti…âyeti konusunda şöyle dedi: “İsrâîloğulları’ndan malı çok bir kişi vardı, onun bir kızı ve bir de muhtaç yeğeni vardı. Adam kızını yeğeniyle nikâhlamıştı. Fakat sonra kızını yeğeniyle evlendirmekten vazgeçti. Bunun üzerine delikanlı kızdı ve ‘Allah’a andolsun ki, ben amcamı öldürür, hem onun mallarını alırım, hem de kızını nikâhlar diyetini yerim’ dedi. Delikanlı adamın yanına geldi. O sırada İsrâîloğulları sıbtlarından bir kısmından tüccar gelmişti. Dedi ki: ‘Amcacığım! Benimle gel ve bu topluluğun malından bir şeyler alalım, belki onuna kâr ederim. Çünkü seni benimle görünce bana malı verirler.’ Amca delikanlıyla beraber geceleyin çıktı, ihtiyar o sıbta ulaşınca delikanlı onu öldürdü, sonra kendi ailesinin yanına döndü. Ertesi sabah amcasını arayıp onun nerede olduğunu bilmiyormuş gibi yaparak geldi. Amcasını bulamayınca ona doğru koştu ve söz konusu sıbtın amcasının çevresinde toplanmış olduğunu görünce onları muaheze ederek, ‘Amcamı öldürdünüz, onun diyetini ödeyin’ dedi. Bir yandan da ağlıyor, başına toprak serpiyor, ‘Vay amcacığım’ diye bağırıyordu. Dava Hz. Mûsâ’ya götürüldü. O da o sıbtın mensuplarına diyet hükmünü verdi. Onlar, ‘Ey Allah’ın Peygamberi! Bizim için Allah’a duâ et, suçu kim işlemişse bize bildirsin ki suçlu tutulsun. Allah’a yemin ederiz ki onun diyeti bizim için çok kolay, ama onu öldürmüş olmakla ayıplanmaktan utanıyoruz’ dediler. İşte Allah Teâlâ’nın, Hani siz bir canı öldürmüştünüz de onda şüpheye düşmüştünüz. Allah ise sizin gizlemekte olduğunuzu açığa çıkarandır… kavli buna telmihtir.Mûsâ (a.s) da kavmine, “Allah her hâlde bir sığır boğazlamanızı emrediyor” demişti. Onlar, ‘Biz senden maktul ve katili soruyoruz, sense bize sığır boğazlayın diyorsun, bizimle alay mı ediyorsun?’ dediler. Hz. Mûsâ, Ben, câhillerden olmaktan Allah’a sığınırım demişti.”

İbn Abbâs der ki: “Eğer onlar bir sığır bulup da kesselerdi, bu kendileri için yeterli olacaktı, ancak onlar bu konuda şiddetli davrandıkları ve Hz. Mûsâ’yı yordukları için Allah da onlara şiddetli davrandı. Dediler ki: ‘Bizim için Rabbine duâ et de onu bize iyice bildirsin.’ Mûsâ da, “Allah, ‘O, ne çok kart, ne de çok körpedir, ikisi ortası bir sığırdır’ buyuruyor. Artık emrolunduğunuz şeyi yapın” demişti. Dediler ki: ‘Bizim için Rabbine duâ et, onun rengini bize iyice açıklasın’. O da Rabbim diyor ki: ‘O bakanları rahatlatacak sapsarı bir inektir’ demişti. Dediler ki: ‘Rabbine duâ et, bize açıkça niteliğini bildirsin. Çünkü bizce inekler hep birbirine benziyor. Allah dilerse biz elbette hidâyete erenlerden oluruz.’ Dedi ki: “Rabbim, ‘o, ne boyunduruğa koşulup arazi sürecek, ne de ekin sulayacak bir inektir, zillete uğramamıştır, bütün kusurlardan uzaktır, onun alacası da yoktur’ buyuruyor.” Onlar, ‘İşte şimdi gerçeği ortaya koydun’ dediler ve o sığırı aradılar,ama bulamadılar. İsrâîloğulları arasında babasına çok iyi davranan bir adam vardı.Adamın biri bir inci satıyordu ve onun yanından geçerken, ‘Bu inciyi 70.000′e satıyorum’ dedi. O adamın babası uyumakta olduğundan ve başının altında da anahtar bulunduğundan adam inci satana; ‘Bekle babam uyansın, onu senden 80.000′e alayım’ dedi. Adam, ‘Babanı hemen uyandır sana 60.000′e vereyim’ dedi. Tüccar her seferinde, onu onar onar düşürüyordu, nihâyet 30.000′e indi. Delikanlı da her seferinde babasının uyanmasını beklemesini ve fiyatı artıracağını söyleyerek 100.000′e çıkmıştı. Ona, bu fazla gelince, ‘Ben senden hiç bir şey almayacağıma, Allah’a and içerim’ dedi ve babasını uyandırmaktan çekindi. İşte Allah Teâlâ bu inciye mukabil olarak ona bu sığırı vermişti. İsrâîloğulları oradan söz konusu sığırıaramak için geçiyorlardı ve sığırı gencin yanında gördüler. Onu, kendilerine bir sığıra bir sığır olmak üzere satmasını istedilerse de o, buna yanaşmadı, iki sığır verdiler yine yanaşmadı, on sığıra kadar yükselttiler, o, yine vermeyince dediler ki: ‘Allah’a andolsun ki onu senden almadan bırakıp gitmeyiz.’ Onu Hz. Mûsâ’nınyanına getirdiler ve dediler ki: ‘Ey Allah’ın nebisi! Biz söz konusu sığrın bunun yanında bulduk, ama o bize vermekten kaçınıyor, hâlbuki biz ona fazlasıyla para verdik.’ Mûsâ ona dedi ki: ‘Sığırını bunlara ver.’ O da, ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Ben, malıma daha çok lâyığım.’ Mûsâ, ‘Doğru söylersin’ dedi. Onlara da, ‘Arkadaşınızı memnun edin ve sığırın ağırlığınca altın verin’ dedi. O, yine vermekten kaçındı. Onlarsa verdikleri miktarı kat kat artırdılar ve neticede on kat altın vermeye razı oldular. Adam onlara sığırı sattı ve parasını aldı. Onlar da sığırı kestiler. Hz. Mûsâ, ‘Ondan bir parçayla adama vurun’ dedi. Onunla, adamın omuzları arasına vurulunca adam dirildi. ‘Seni kim öldürdü?’ diye sorduklarında, adam ‘Yeğenim’ dedi. Bunun üzerine yeğeni, ‘Ben onu öldürdüm ki malını alayım ve kızıyla evleneyim’ dedi. Böylece katili tutup öldürdüler.”[5]

Rivâyet edildiğine göre, Benî İsrâîl’in içinde sâlih bir zat yaşıyordu. Onun da bir buzağısı vardı. O buzağısını ormana götürdü ve “Allahım! Oğlum büyüyüp ana-babasına itaat edecek yaşa gelinceye kadar, bu buzağıyı oğlum için emanet ediyorum” dedi. İşte bu buzağı büyüdü ve ineklerin en güzeli ve besilisi oldu. Onu o yetim çocuk ile anası pazara sürdüler. O pazarda bir inek üç dinar ederken, Benî İsrâîl, bu ineği, derisini dolduracak kadar altına satın aldılar. İsrâîloğulları bu vasıfları taşıyan ineği kırk yıl aramışlardı.[6]

Bu ineğin kıssası ile ilgili birtakım rivâyetler vardır. Bunların özeti şöyledir: İsrâîloğulları’ndan bir adamın bir oğlu olur. Bunun da bir düvesi vardır. Bu düvesini bir ormanlığa bırakıp “Allahım! Ben bu düveyi Sana bu çocuk adına emanet bırakıyorum” diye dua eder ve ölür. Küçük çocuğun yaşı ilerleyince annesi ona –ki annesine karşı çok iyi davranırdı–, “Senin baban senin adına, Allah’a bir düveyi emanet vermişti, git onu al” der. Çocuk gider. İnek onu görünce onun yanına gelir. O da bu ineğin  –inek evcil değildi– boynuzunu yakalar. İneği boynuzundan tutup annesine doğru götürmeye koyulur. İsrâîloğulları onu görür ve bu ineğin kesmekle emrolundukları ineğin niteliklerine sahip olduğunu farkederler. Onu satın almak üzere onunla pazarlık ettiler, ancak o onlardan oldukça yüksek bir fiyat istedi. İkrime’den rivâyet edildiğine göre, o ineğin değeri üç dinar imiş. Bunun üzerine İsrâîloğulları onunla Mûsâ’nın (a.s) yanına gittiler ve, “Bu adam bize büyük bir hakksızlık ediyor” dediler. Hz. Mûsâ onlara, “Kendisine ait olan mülkte onu razı edin” dedi. Bu ineği ondan ağırlığı bedelinde satın aldılar. Bu görüş Abîde’den nakledilmiştir. es-Süddî ise der ki: “Ağırlığının on katı ile ondan aldılar.” Derisini dolduracak kadar dinarla alındığı da söylenmiştir. Mekkî’nin zikrettiğine göre bu inek semadan inmiştir. Yeryüzündeki ineklerden değildi. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.[7]

Bu pasaj klasik kaynaklarda, İsrâîloğulları’nın işi fazla detaya boğmaları nedeniyle işlerinin zora koşulduğu, o sebeple verilen emri fazla irdelemeden hemen yapılması gerektiği noktasında açıklanmıştır.


Kitab-ı Mukaddes’te inek kesimiyle ilgili olarak şöyle denilir:
Rabb Mûsâ’yla Hârûn’a şöyle dedi: “Rabbin buyurduğu yasanın kuralı şudur: İsrâîlliler’e kusursuz, özürsüz, boyunduruk takılmamış kızıl bir inek getirmelerini söyleyin. İnek Kâhin Elazar’a verilsin; ordugahın dışına çıkarılıp onun önünde kesilecek. Kâhin Elazar parmağıyla kanından alıp yedi kez Buluşma Çadırı’nın önüne doğru serpecek. Sonra Elazar’ın gözü önünde inek, derisi, eti, kanı ve gübresiyle birlikte yakılacak. Kâhin biraz sedir ağacı, mercan köşk otu ve kırmızı iplik alıp yanmakta olan ineğin üzerine atacak. Sonra giysilerini yıkayacak, yıkanacak. Ancak o zaman ordugaha girebilir. Ama akşama dek kirli sayılacaktır. İneği yakan kişi de giysilerini yıkayacak, yıkanacak. O da akşama dek kirli sayılacak. Temiz sayılan bir kişi ineğin külünü toplayıp ordugahın dışında temiz sayılan bir yere koyacak. İsrâîl topluluğu temizlenme suyu için bu külü saklayacak; bu, günahtan arınmak içindir. İneğin külünü toplayan adam giysilerini yıkayacak, akşama dek kirli sayılacak. Bu kural hem İsrâîlliler, hem de aralarında yaşayan yabancılar için kalıcı olacaktır.”[8]

Tanrınız Rabbin mülk edinmek için size vereceği ülkede, kırda yere düşmüş, kimin öldürdüğü bilinmeyen birini görürseniz, ileri gelenleriniz ve yargıçlarınız gidip ölünün çevredeki kentlere olan uzaklığını ölçsünler. Ölüye en yakın kentin ileri gelenleri işe koşulmamış, boyunduruk takmamış bir düve alacaklar. Düveyi toprağı sürülmemiş, ekilmemiş ve içinde sürekli akan bir dere olan bir vâdiye getirecekler. Orada, derede düvenin boynunu kıracaklar. Levili kâhinler de oraya gidecek. Çünkü Tanrınız Rabb, onları Kendisine hizmet etsinler, O’nun adıyla kutsasınlar diye seçti. Kavga, saldırı davalarına da onlar bakacak. Ölüye en yakın kentin ileri gelenleri, derede boynu kırılan düvenin üzerinde ellerini yıkayacaklar. Sonra şöyle bir açıklama yapacaklar: “Bu kanı ellerimiz dökmedi, kimin yaptığını gözlerimiz de görmedi. Yâ Rabb! Fidyeyle kurtardığın halkın İsrâîlliler’i bağışla. Halkını dökülen suçsuz kanından sorumlu tutma.” Böylece kan dökme günahından bağışlanacaklar. Rabbin gözünde doğru olanı yapmakla, suçsuz kanı dökme günahından arınacaksınız.[9]




Hikayeler böyle devam eder gider. İşin aslında, İsrâîloğulları’nın karakterinin ve Mûsâ’nın onlara yaptığı bir nasihatin müteşâbih ifadelerle anlatımından ibarettir. Ayrıca Allah, bununla, müteşâbih âyetlerin nasıl te’vîl edileceğini de bizzat öğretmiştir. Sözkonusu hâdisenin cinâyet ya da katili meçhul cinâyet ile alakası yoktur. Bu pasaj bundan sonraki pasajla ilişkilendirilerek bu senaryolar üretilmiştir.




MÜTEŞÂBİHİN TE’VÎLİ

Mûsâ kavmine, “Şüphesiz ki Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor” der. Herhangi belirti verilmeyip sadece sığır denmesi [kelimenin “nekre/belgisiz” kullanılması] sebebiyle İsrâîloğulları bu sözü anlamsız bulurlar. Zira sığır sözcüğü, “belgisiz” olduğundan, kasdedilen sığırın binlerce sığırdan ayırdedilmesi mümkün değildir. Buradaki “sığır” kelimesi, müteşâbihtir. O nedenle İsrâîloğulları Mûsâ’ya, “Sen bizi alaya mı alıyorsun” demişlerdir. Mûsâ da, “Ben câhillerden biri olmaktan Allah’a sığınırım” diyerek işin ciddiyetini ve alay etmenin câhillik alâmeti olduğunu bildirir.


İşin ciddi olduğunu anlayan İsrâîloğulları, Mûsâ’ya, “Bizim için Rabbine dua et, o [sığır] her ne ise onu bizim için açığa koysun” diyerek işin aslını öğrenmeyi isterler. Mûsâ da Allah’ın buyruğuyla, bu sığırın “yaşlı ve körpe olmayıp ikisi arası dinç” olduğunu bildirir. Ve hemen bu işi yapmalarını ister. Fakat İsrâîloğulları için bu tarif de yeterli değildir. Zira bu nitelikte de yüzlerce sığır vardır. Bu nedenle Mûsâ’ya tekrar, Bizim için Rabbine dua et, onun rengi ne ise onu bizim için açığa koysun ricasında bulunurlar. Mûsâ da, O [Rabbim] diyor ki”: “Şüphesiz o [sığır], rengi bakanlara sürur veren, sapsarıbir inektir diye rengi ile ilgili de bilgi verir.


Mesele İsrâîloğulları için hâlâ netleşmemiştir, zira yaşlı ve körpe olmayıp ikisi arası; en iyi yardım, hizmet, verim çağında, rengi bakanlara sürur veren sapsarı onlarca inek bulmaları mümkündür. O yüzden de Mûsâ’ya, “Bizim için Rabbine dua et, o, nedir bizim için açığa koysun, şüphesiz ki o sığır, bize müteşâbih geldi ve biz şüphesiz Allah dilerse kesinlikle doğru yolu bulmuşlarız” derler.


Bu defa Mûsâ, O [Rabbim], diyor ki”: “O [sığır], zelil olmayan [çifte koşulmayan], arazi sürmeyen, ekin sulamayan, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır” açıklamasında bulunur. Bunun üzerine mesele, İsrâîloğulları için netleşir ve Mûsâ’ya, “İşte şimdi gerçeği getirdin” derler. Gönülsüz de olsa kendilerine verilen emri yerine getirirler.


Ayette geçen “Avan” ifadesi, “Avn (bir işte yardım etmek)” mastarından türemedir. Sözcüğün anlamı “en çok yardımlı olunan (ençok verim alınan, en iyi işe yarayan) yaş” demektir.
Bu sözcük genellikle sığır ve atlar için kullanılır. Nadiren de kadınlar için kullanılır. (Tac, Lisan)


Peki İsrâîloğulları’nın çözdükleri mesele neydi? Onlara emredilen, yapmaları istenen neydi? Ve bunu nasıl anlayabilmişlerdi?


Burada sığıra verilen nitelikleri göz önüne getirelim: Yaşlı ve körpe değil, en iyi yardım, hizmet, verim çağında; dinç, rengi bakanlara sürur veren bir sarı, zelil olmayan [çifte koşulmayan], arazi sürmeyen, ekin sulamayan, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığır. Dünyada böyle bir sığır yoktur, buradaki özellikler altın’a aittir. Dolayısıyla, mesele “sığır kesme/kestirme” değil, “altına tapmaktan vazgeçirme”dir.


A‘râf ve Tâ-Hâ sûrelerinde de İsrâîloğulları’nın altın tutkusu, müteşâbih olarak “buzağı edinme” şeklinde nitelenmişti.



*İşte Kuran, Bakara Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim