• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

Kasem, Vâkıa Suresi 75-80



Kasem



Kasem, Vâkıa Suresi 75-80



75.Artık hayır. Necmleri/her indirilmede gelen âyetlerin yerlerini/zamanlarını; inişini kanıt gösteririm ki –76.ve eğer bilirseniz bu büyük bir kanıt gösterimidir–, 77.hiç kuşkusuz o, şerefli Kur’ân’dır. 78.Saklanmış/korunmuş bir kitaptadır. 79.Ona zihinsel olarak temizlenmişlerden başkası temas edemez. 80.O, âlemlerin Rabbinden indirilmedir.



Bu ayet gurubu Kur’an ile ilgili bir necm olup Kur’an’ın Allah tarafından indirildiği ve ondan ancak manevî kirlerden [şirkten, cehaletten, tutuculuktan] temizlenmiş olanların yararlanabileceği bildirilmektedir. Ayrıca Kur’an’ın şerefli, saygın bir kitap olduğu ve mutlaka korunacağı, Kur’an ayetlerinin indiği zaman / mevkiler kanıt gösterilmek suretiyle ispatlanmaktadır.


Ne var ki, bu ayet gurubu da cehalet nedeniyle suiistimal edilmiş ve 79. ayete “Kur’an’a ancak abdestliler dokunabilir” şeklinde anlamlar verilmiştir. Bunun sonucunda, gerek mazeretleri sebebiyle abdestli olamayanların ve gerekse namaz dışında abdestli olmaları gerekmeyen Müslümanların abdestsizken Kur’an’a yaklaşmalarına engel olunmuştur.


Klâsik eserlere bakıldığında 79. ayetteki “mutahher [temizlenmiş]” olmanın sadece şu zatlar tarafından “manevî temizlenme” olarak doğru açıklandığı görülmektedir:

- El-Kelbi: “Şirkten temizlenmiş olanlar.”

- Er-Rabi b. Enes: “Büyük ve küçük günahlardan temizlenmiş olanlar.”

- Muhammed b. Fudayl: “Tam anlamı ile temizlenmiş kimseler yani muvahhidler.”

Klâsik eserlerin büyük çoğunluğunda ise, 79. ayetle ilgili olarak şu açıklamalar yer almıştır:

- “Kur’an’a ancak temizlenmiş [tahir] kimseler el sürebilir”,

- “Kur’an’a da ancak tahir iken el sürülür”,

- “Ona ancak hadesten ve necasetlerden tam anlamı ile temizlenmiş kimseler el sürebilir”


Mutahher [tertemiz] olmanın bedensel olduğu yönündeki bu açıklamalar baskın çıkmış ve hemen hemen bütün ilmihaller de bu açıklamalar ekseninde hazırlanmıştır. Bu anlayış faydadan çok zarar getirmiştir. İslâm ümmeti Kur’an’ı tanıyamamış, Allah’ın mesajını öğrenememiş ve cahil kalmıştır. Bu yanlış yaklaşımın bir diğer sonucu da, Müslüman olmayanların Kur’an okumalarının, dolayısıyla İslâm ile şereflenmelerinin engellenmesi şeklinde tezahür etmiştir. Mesela İkrime, İbn Abbas’ın Yahudi ve Hıristiyanların Kur’an okumalarına engel olduğuna dair rivayetler nakletmiştir. Abdestli olmayanların Kur’an’a el sürmemeleri gerektiği konusu, hatırlanacak olursa, Ta Ha suresinin “Giriş” bölümünde verdiğimiz İbn-i Hişam’ın rivayetinde de geçmekte idi.


Konunun iyi anlaşılabilmesi için, 75–79. ayetlerden oluşan beş ayetlik kasem cümlesindeki önemli noktaları tek tek ele almakta yarar görüyoruz:


NECMLER
Ayette geçen “النّجوم Nücum [necmler, yıldızlar]” sözcüğü, Necm suresinin tahlilinde ayrıntılı olarak açıklandığı gibi, gökteki yıldızları değil, “parça parça; bir indirilmede inen, inmiş Kur’an ayetlerini” ifade etmektedir. Zira bir kasem cümlesinde, mahiyeti tam olarak bilinmeyen bir şeyin [gökteki yıldızların], Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğine, korunacağına kanıt gösterilmesi [hem de bilenler için büyük bir kanıt olmak üzere gösterilmesi], söz konusu olamaz.


Hiç kuşkusuz o, şerefli Kur’an’dır.

Rabbimiz tarafından Aziz, Hakim, Mübin, Mecid gibi sıfatlar verilmiş olan Kur’an’a, daha sonra başka ayetlerde de görüleceği gibi burada “Kerim [şerefli]” sıfatı verilmiştir.


Saklanmış [korunmuş] bir kitaptadır.

Bu ifade, Kur’an’ın kaybolmayacağını, bozulmayacağını, Rabbimizin Kur’an’ı koruyacağını beyan etmektedir. Kur’an’ın korunduğu, korunacağı başka ayetlerde de açıklanmıştır:


9.Hiç kuşkusuz Biz, o Öğüt’ü/ Kur’ân’ı Biz indirdik, Biz. Ve kesinlikle Biz, onun için koruyucularız (Hicr/ 9)


11-16.Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Kur’ân, değerli sayfalar içinde, yüceltilmiş, tertemiz temizlenmiş, saygın, iyi yazıcıların ellerinde bir düşündürücüdür. Dileyen onu düşünüp öğüt alır. (Abese/ 11–16)


Burada “كتاب kitap” sözcüğüne sıfat olan ve bizim “saklanmış, korunmuş” olarak çevirdiğimiz “مكنون meknun” sözcüğü, Kur’an’da üç ayette daha (Vakıa/23, Tur/24 ve Saffat/49) yer almaktadır. Vakıa/23 ve Tur/24’de “لؤلؤ inci” sözcüğüne sıfat yapılarak “لؤلؤ مكنون [saklanan, korunan inci]” şeklinde geçen “meknun” sözcüğü, Saffat/49’da da ahirette müminlere verilecek eşleri nitelemek üzere “yumurta / yumurta akı” sözcüğüyle tamlama yapılarak “ كانّهنّ بيض مكنون [sanki onlar korunmuş yumurta / yumurta akı gibidirler]” şeklinde yer almıştır.


Bize göre, bu ayette konu edilen korunmuşluk, bazılarının ileri sürdüğü gibi Kur’an’ın Levh-ı Mahfuz’da saklanışı değil, bu dünyada koruma altına alınışıdır. Kur’an’ın bu dünyada korunması ise onun çelik kasalara saklanması veya toprak altına gömülmesi gibi gizlemeye yönelik bir koruma değil, indiği şekliyle bize kadar değişmeden intikal ettiği, kıyamete kadar da değişmeden intikal edeceği anlamında bir korumadır. Kur’an’ın korunmuş olmasına yönelik birçok akli ve matematiksel delil mevcuttur. Bu konudaki geniş açıklamamız için Burûc suresinin 22. ayetinin tahliline bakılabilir.


Ona mutahherlerden [temizlenmişlerden] başkası temas edemez.

Bu ayetteki “ona” zamiri, 78. ayetteki “kitap” sözcüğüne değil, 77. ayetteki “Kur’an” sözcüğüne racidir. Dolayısıyla, 79. ayeti oluşturan bu cümle 78. ayetteki “كتاب kitap” sözcüğünün sıfatı değil, 77. ayetteki “Kur’an” sözcüğünün sıfatıdır.


Ayetteki “مطهّرون mutahherun [tertemiz, temizlenmişler]” sözcüğü ile şirk, fitne, fesat ve cehalet [cahilî yobazlık, atalar kültü] gibi manevî kirlerden kendini arındırmışlar kastedilmiştir. Nitekim Bakara suresinin 1–5. ayetlerinde Kur’an’dan yararlanacak kimselerin manevî temizliğe ulaşmış olan “متّقين muttakiler” olduğu açıklanmıştır.


[O] Âlemlerin Rabbinden indirilmedir.

80. ayeti oluşturan bu cümle, Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini / hulûl ettirildiğini beyan etmektedir. Yani Kur’an Allah tarafından bağışlanmıştır, bunda peygamberin herhangi bir rolü yoktur.


Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş olduğu iki yüzden fazla ayette tekrarlanırken, birçok ayette de Elçi’nin sadece bir tebliğci olduğu vurgulanmıştır. Zaten Kur’an’ı gerçeğiyle tanıyanlar, onun kul işi olmayıp Rabb’den inme olduğunu hemen kabul ederler ve tam bir teslimiyetle gözyaşı dökerek yerlere kapanırlar. Daha önce birçok yerde açıkladığımız bu husus, İsra suresinde yine konu edilecektir.


75–80. ayetlerden oluşan paragraf hakkındaki genel tahlilimizin ardından, 79. ayetle ilgili olarak biraz daha ayrıntıya girmeyi bir zorunluluk addediyoruz. Çünkü mevcut meal ve tefsirlerde 79. ayet hakkında hatalı çeviri ve açıklamalar mevcuttur. Bu hatalı çeviri ve açıklamalar kaynak alınarak temizlenmiş olmayanların [abdestsizlerin, cünüplerin, hayızlı kadınların] Kur’an’a el süremeyecekleri, yani Kur’an’ı ellerine alıp okuyamayacakları fetvalarla hükme bağlanmıştır. Müslümanları dinlerinin kitabından uzaklaştıran bu fetvalar, Müslümanlar tarafından bir cep kitabı, bir başucu kitabı olarak değerlendirilmesi ve her koşulda okunup yararlanılması gereken Kur’an’ı bir mistik ayin malzemesi durumuna düşürmüştür. Böylece Kur’an sadece özel zamanlarda, belli koşullarda ve belirli kişilerce okunur hâle gelmiştir. Bunun sonucu da, Kur’an’ı dinlerinin kitabı sayanların büyük çoğunluğunun kitaplarının içinde ne yazdığını bilmez duruma düşmeleri olmuştur. Bunun bedeli, Müslümanlar tarafından bugün çok ağır bir şekilde ödenmektedir.


Bu kadar önemli sonuçlar doğurması sebebiyle 79. ayetin tahlilinde hem teknik yönden hem de ayetin Kur’an ile açıklanması bakımında daha fazla ayrıntıya girmek âdeta bir zorunluluk hâline gelmiştir.


İlk olarak, yukarıda belirttiğimiz şu hususları tekrarlamakta yarar vardır:

- 79. ayet, 77. ayetteki “Kur’an” sözcüğünün sıfatı durumunda olup müstakil bir cümle değildir.

- 79. ayeti oluşturan cümle, emir ve yasak ifade eden bir “İnşa Cümlesi” değil, bilgi veren bir “Haber Cümlesi”dir.


İkinci olarak da, 79. ayette geçen “la yemessühü” ve “mutahherun” sözcükleri üzerinde iyice durmak gerekmektedir:


“LA YEMESSÜHÜ”

Ayetteki “لايمسّه la yemessühü” olumsuz fiiline “el süremez, dokunamaz” şeklinde bileşik fiil manası vermek yanlıştır. Çünkü fiilin doğru çevirisi, “sürebilmez, dokunabilmez” şeklindedir. Zaten “nefy-i istikbal” kalıbındaki bir fiile “el süremez, dokunamaz” şeklinde yapılan çeviri, anlam olarak uymaz. Bu kalıptaki fiile verilecek doğru anlam “el sürmez, dokunmaz”şeklinde olmalıdır. Dolayısıyla mevcut meallerdeki “el süremez, dokunamaz” ifadeleri yanlıştır.


“Layemessühü” sözcüğünün türediği “مسّ mess” sözcüğünün lügat anlamı “değmek, elle dokunmak, yapışmak” demektir.[9]


Bu sözcük Bakara/275 ve Kamer/48’de istiare yoluyla “جنون delilik” anlamında; Bakara/236, 237, Ahzab/49, Âl-i Imran/47, Meryem/20 ve Mücadele/3, 4’te de “cinsel ilişki” anlamında kullanılmıştır.


“Mess” sözcüğü ve türevlerinin lügat anlamında kullanıldığı tüm ayetlerde bu sözcüklerin “el ile dokunmak” anlamında değil, “soyut olarak yapışmak, ilişki kurmak, kuşatmak” anlamlarında geçtiği görülmektedir:

140,141.Eğer size bir yara değmişse, o topluma da benzeri bir yara dokunmuştu. Ve işte o günler; Biz onları, Allah’ın sizden iman eden kimseleri bilmesi ve sizden şâhitler edinmesi, Allah’ın iman eden kimseleri arındırması, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenleride mahvetmesi için insanlar arasında döndürür dururuz. Ve Allah, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez. (Âl-i Imran/ 140)


94,95.Biz hangi kente bir peygamber gönderdiysek, onun halkını kesinlikle yalvarıp yakarsınlar diye yoksulluk ve darlıkla yakaladık. Sonra kötülüğün yerini iyiliğe değiştirdik; sonunda çoğaldılar ve “Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu” dediler. Bunun üzerine onları hemen, onlar hiç farkında değillerken ansızın yakalayıverdik. (A’râf/ 94, 95)


Bu konuda ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: Yunus/ 12, Bakara/ 214, Yusuf/88,

Hicr/ 54, İsra/ 83, Mearic/ 19–21, Âl-i Imran/ 120, Hud 113, En’âm/ 17, 49,YaSin/ 18.

Rum/33, Zümer/8, 49, 61, Hud/10, 48, 64, Fussılet/49–51, Enbiya/46, Enfal/68, Nahl/53, İsra/67, Nur/14, A’râf/73, 188, 201, Enbiya/83, Sad/41, Yunus/12, 21, 107, Bakara/80, Âl-i Imran/24, 174, Şuara/156, Meryem/45, Maide/73, Fatır/35, Hicr/48.


Yukarıda mealini verdiğimiz örnek ayetlerdeki eğik harflerle vurgulanmış sözcüklere dikkat edilirse, bu sözcüklerin anlamlarının “el ile dokunmak” şeklinde telâkki edilmesi imkânsızdır. Çünkü bu ayetlerde konu edilen dokunuşlar [azabın, yaranın, sevincin, sıkıntının, ihtiyarlığın, hayrın, iyiliğin, ayetin dokunması] hep mecazî dokunmalardır ve “bulaşmak”, “ilişki kurmak”, “içine düşmek” gibi soyut eylemlerle ifade edilirler. Dolayısıyla konumuz olan 79. ayetteki “la yemessühü” ifadesinden de “el sürmezler, dokunmazlar” anlamını değil, “münasebet kurmazlar, ilişkiye geçmezler, istifade etmezler, ulaşmazlar” anlamını çıkarmak gerekir.


“MUTAHHERUN”

Ayetteki “المطهّرون mutahherun” sözcüğü, “ طهر tahr, tuhr” sözcüklerinin mezidatından [ek harf alan kalıplarından üretilmiş] bir sözcüktür. Sözcüğün sülasi [üç harfli] kök anlamı “temiz olmak” demektir.[10]


Konumuz olan “mutahherun” sözcüğü ise “طهر thr” sözcüğünün ortadaki harfi tekrar edilmek suretiyle dört harf haline getirilmiş bir sözcüktür. Arapça’da orta harfi tekrar ederek yeni bir fiil elde etmeye yarayan kalıba “تفعيل Tef’îl Bab’ı” denir. Konumuz olan “mutahherun” sözcüğü de “تطهير Tathîr” kökünden türetilmiş İsm-i meful kalıbında, çoğul ve eril bir sözcüktür. Bu sözcüğün anlamı “iyice arıtmak, iyice temizlemek, tertemiz yapmak” demektir. Bundan türetilen “mutahherun” şeklindeki edilgin anlamlı sözcük ise “iyice arınmış olanlar, tertemiz temizlenmiş olanlar” anlamına gelir.


Aynı sülasî [üç harfli] kökü paylaşan “Tahr”, “Tuhr”, “İttihar” sözcüklerinin sadece “maddî temizlik” anlamında kullanılmalarına karşılık, aynı kökün “Tef’il” kalıbından gelen “Tathîr” sözcüğü ve türevleri, Kur’an’da geçtiği on yedi yerde de tenezzüh, tenzih etme, “manevî kirlerden arıtma ve tertemiz etme” anlamında kullanılmıştır.


Bununla ilgili de şu ayetlere bakılabilir:

Tövbe/ 103, Maide/ 6, 41, Enfal/ 11, Ahzab/ 33, Hacc/26, Müddessir/4, Bakara/ 25,125, Nisa/ 57, Âl-i Imran/ 15, 55, 42, 43, Abese/ 13–16, Beyyine/ 2.


Görüldüğü gibi, bu ayetlerdeki “تطهير tertemiz temizlemek” ve “مطهّر tertemiz temizlenmiş” ifadelerinin hiç birisi maddî kirlerden temizleme anlamında değil, şirk, küfür ve günah gibi manevî kirlerden temizleme ve temizlenme anlamındadır. Zaten Rabbimiz de müşrikleri neces [pislik] olarak nitelemiş, aklını kullanmayanların üzerine pislik kılacağını ihtar etmiş ve imanlarına zulüm giydirmeyenlerin, şirk, pislik bulaştırmak suretiyle kendilerini kirletmeyenlerin kurtuluşa ereceklerini bildirmiştir.


28.Ey iman eden kimseler! Ortak koşan bu kimseler sadece bir pisliktirler. Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan/onların uzaklaşmasıyla kazanç kaybına uğramaktan korktuysanız da Allah sizi dilediğinde armağanlar ile yakında zenginleştirecektir. Şüphesiz Allah en iyi bilen, en iyi yasa koyandır. (Tövbe/ 28)


100.Allah’ın izni/ bilgisi olmaksızın, hiç kimse için iman etme yoktur. Ve Allah, kirliliği/azabı aklını kullanmayanların üzerine bırakır. (Yunus/ 100)


82.Şu iman edenler ve imanlarına yanlış; kendi zararlarına olan iş giydirmeyenler/ ortak koşma inancı karıştırmayanlar, işte onlar, güven kendilerinin olanlardır. Kılavuzlandıkları doğru yolu bulanlar da onlardır.(En’âm/ 82)


Sonuç olarak, yukarıda verdiğimiz Kur’an ayetleri ışığında gayet açık olarak görülmektedir ki:

- Vakıa suresinin 79. ayetinde yer alan “la yemessühü” sözcüğü, “el sürmek, dokunmak” anlamına değil, “ilişki kurmak, yararlanmak” anlamına gelir.

- Vakıa suresinde “mutahherun” sözcüğü ile kastedilenler ise manevî kirlerden, yani şirkten, cehaletten, tutuculuktan temizlenmiş olanlardır.


Nitekim meşhur Kur’an ıstılahları uzmanı Ragıb el-İsfehani, Müfredat adlı ünlü eserinde konumuz olan ayeti “Thr” maddesinde aynen şu ibare ile açıklamıştır: “اى إنّه لايبلغ حقائق معرفته إلا من طهّر نفسه وتنقّى من درن الفساد [Kesinlikle, Kur’an marifetinin/malumatlarının gerçeklerine ancak nefsini iyice temizleyen ve fesat kirlerini paklayan kişi ulaşır].”[11]



İşte Kur'an







Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim