• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

51Yunus Suresi 96-109




Hatalı Çevrilen Ayetler


51Yunus Suresi 96-109


Hatalı Çeviri:
96, 97. Gerçekten haklarında Rabbinin sözü (hükmü) sabit olanlar, kendilerine (istedikleri) bütün mucizeler gelmiş olsa bile, elem verici azabı görünceye kadar inanmayacaklardır.

98. Yunus’un kavmi müstesna, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı, keşke (kendilerine azap gelmeden) iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus’un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre (dünya nimetlerinden) faydalandırdık.

99. (Resûlüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?

100. Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.

101. De ki: «Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!)» Fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.

102. Onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş toplumların (acıklı) günlerinin benzerlerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: Haydi bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.

103. Biz, sonra peygamberlerimizi ve aynı şekilde iman edenleri kurtarırız. İnananları üzerimize bir borç olarak kurtaracağız.

104. De ki: «Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz, (bilin ki) ben Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek olan Allah’a kulluk ederim. Bana müminlerden olmam emrolundu.»

105. «Ve (bana) hanîf (Allah’ın birliğini tanıyıcı) olarak yüzünü dine çevir; sakın müşriklerden olma, diye (emredildi).»

106. Allah’ı bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere tapma. Eğer bunu yaparsan, o takdirde sen mutlaka zalimlerden olursun.

107. Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, esirgeyendir.

108. De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak (Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum).

109. (Resûlüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır.



Doğru Çeviri:
96,97Şüphesiz, şu, aleyhlerinde Rabbinin Kelime'si hak olmuş olan kimseler, kendilerine bütün alâmetler/göstergeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler.

98Ne olurdu, iman edip de imanları kendilerine yarar sağlamış bir kent olsaydı ya? Ancak Yûnus'un toplumu ayrıdır. Onlar iman ettikleri vakit, basit dünya yaşamında o rezillik azabını üzerlerinden kaldırdık ve onları bir süreye kadar yararlandırdık.

99Oysa Rabbin dileseydi, elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inanan kimseler olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın?

100Allah'ın izni/ bilgisi olmaksızın, hiç kimse için iman etme yoktur. Ve Allah, kirliliği/azabı aklını kullanmayanların üzerine bırakır.

101De ki: “Göklerde ve yerde ne var bir bakın!” –Ve iman etmeyecek bir topluluğa apaçık âyetler/alâmetler/ göstergeler ve uyarmalar bir şey sağlamaz/ uyarmalar ne sağlar?–

102Artık onlar, sadece kendilerinden önce gelmiş geçmiş olanların uğradıkları günlerin aynısını mı bekliyorlar? De ki: “Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”

103Sonra Biz, elçilerimizi ve iman edenleri kurtarırız. İşte böyle! Mü’minleri kurtarmak üzerimize düşen bir görevdir.

104-106De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimin ne olduğunu kesin ve tam olarak bilmiyorduysanız, iyi bilin ki, Allah'ın astlarından sizin taptıklarınıza ben tapmam. Velâkin sizin canınızı alacak olana/Allah'a taparım. Ve ben mü’minlerden olmamla ve ‘Tüm benliğini ortak koşmaktan, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten Hakk'a dönen biri olarak Din'e döndür ve sakın ortak koşanlardan olma! Ve Allah'ın astlarından sana yarar sağlamayan, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Buna rağmen eğer yaparsan, o zaman hiç şüphesiz sen şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerden olursun’ diye emrolundum.”

107Ve eğer Allah, sana bir zarar dokunduracak olursa, onu O'ndan başka giderecek biri yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse, o zaman da O'nun verdiklerini geri çevirecek biri yoktur. O, armağanlarını kullarından dilediğine isabet ettirir. Ve Allah, çok yarlıgayıcı, çok merhametlidir.

108De ki: “Ey insanlar! Rabbinizden, elbette, size hak gelmiştir. Artık kılavuzlanan doğru yola giren, ancak kendisi için girmiştir ve gerçekten, sapan da, kendi zararına sapmıştır. Ve ben, sizin üzerinize sizi ayakta tutan; sizden sorumlu biri değilim.”

109Ve sen, sana vahyolunan şeye uy! Ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. Ve Allah, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.


96,97Şüphesiz, şu, aleyhlerinde Rabbinin Kelime'si hak olmuş olan kimseler, kendilerine bütün alâmetler/göstergeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler.


Peygamberimizin üzüntüleri gideren, ona manevî destek veren bu ayetlerde Rabbimizin iki ilkesine işaret edilmektedir. Bu ilkelerden biri; özgür iradeleriyle inançsızlığı seçen kişilerin ne kadar mucize görseler de inanmayacak olmalarıdır. Hatırlanacak olursa, bu ilke surenin 23. ve 33. ayetlerinde de geçmişti. Burada " كلمة ربّك Kelimeti Rabbik [Rabbinin kelimesi]" olarak ifade edilmiş olan ikinci ilke ise daha evvel " قولKavl [Söz]" olarak da izahını yaptığımız "Rabbimizin cehennemi doldurma" kararıdır.

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da, ne kadar mucize görseler de inanmayacak olanların bu tavırlarının o acıklı azabı görünceye kadar devam edecek olduğudur. Bu inançsızlar o acıklı azap karşısında imana gelecekler ancak bu zoraki iman onlara hiçbir fayda sağlamayacaktır.



98Ne olurdu, iman edip de imanları kendilerine yarar sağlamış bir kent olsaydı ya? Ancak Yûnus'un toplumu ayrıdır. Onlar iman ettikleri vakit, basit dünya yaşamında o rezillik azabını üzerlerinden kaldırdık ve onları bir süreye kadar yararlandırdık.


Bu ayetin anlamı 97. ayetin anlamı ile karıştırılmamalıdır. Çünkü 97. ayette zoraki imandan bahsedilmesine karşılık, burada, insanlardan o son dakika gelmeden kendilerine yarar sağlayacak bir şekilde iman etmeleri istenmekte, buna da Yunus peygamberin kavmi örnek gösterilmektedir. Yunus (as) kavmi, bir takım sıkıntılara maruz bırakılan, tam bir "rezillik içinde" iken iman eden ve bu davranışları sebebiyle Allah’ın rezillikten kurtarıp bu dünya hayatından bir süre daha yararlandırdığı bir kavimdir. Rabbimizin, yaptıklarının bir kısmının karşılığı olmak üzere insanlara bir takım sıkıntılar vermesi, onların akıllarını başlarına almalarını sağlamak içindir:

41İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı. [Rum/41]

Ayette Yunus kavmi gibi davranmayıp iman etmeyen ve bu yüzden de helâk edilen toplumlara gönderme yapılarak şayet inanmış olsalardı bu toplumların imanlarının kendilerine fayda sağlamış olacağı bildirilmektedir. Ayetin asıl hedefi, o günkü Mekkelileri önceki toplumların başlarına gelenlerle uyarmak ve kendilerini düzeltmelerini teşvik etmektir. Yunus kavminin yaptığı gibi yaparak fırsatı kaçırmadan durumlarını düzelttikleri takdirde kendileri için hayırlı bir iş yapmış olacaklardır.

Yunus peygamber için Kur’an’da "Zünnun [kılıç sahibi]" ifadesi kullanılmaktadır. Bu ifade, kılıç yapımı ile ünlü "Ninova kentinden olan" ve "Ninovalı" demektir. Ninova bugünkü Irak’ın Musul kenti yakınlarında bulunan antik bir kenttir. Yunus ve kavmi ile ilgili detay, A’raf suresinde yapılmış olan "Hut" sözcüğünün tahlili içinde bulunduğundan burada ayrıntıya girmiyoruz. Ancak Yunus peygamber ile ilgili olarak ileride karşımıza çıkacak bazı ayetleri vermenin yararlı olacağını düşünüyoruz:

87Ve Zünnûn'u [kılıç sahibini, Ninovalı'yı], hani öfkelenerek gitmişti de kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı. Sonra da karanlıklar içinde, "Senden başka ilâh diye bir şey yoktur! Seni tenzih ederim. Şüphesiz ben yanlış; kendi zararlarına iş yapanlardan oldum!" diye seslenmişti. [Enbiya/87]

139Elbette Yûnus da gönderilen elçilerdendir.
140Hani o, dolu bir gemiye doğru kaçak bir köle gibi kaçmıştı.
141Sonra o, ok ile kura çekişti, sonra da kanıtı iptal edilenlerden/tezi çürütülenlerden oldu.
142Sonra o'nu "açgözlülük-bunalım" yutmuştu. O ise pişman olmuştu.
143,144Sonra eğer, şüphesiz o, Allah'ı noksan sıfatlardan arındıranlardan olmasaydı, kesinlikle diriltilecekleri güne kadar bunalımın içinde kalacaktı.
145, 146Sonra Biz, o fikir sancısı çekerken o'nu sahile attık, o'nu bunalımdan kurtardık: Onun aklına basit, geçici, kısa sürede çözüme kavuşacak birtakım problemler sokmuştuk da. 147Ve o'nu, önce yüzbin sonra da daha çok kişiye elçi olarak gönderdik.
148Sonunda inandılar, bunun üzerine Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık. [Saffat/139-148]



99Oysa Rabbin dileseydi, elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inanan kimseler olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın?

100Allah'ın izni/ bilgisi olmaksızın, hiç kimse için iman etme yoktur. Ve Allah, kirliliği/azabı aklını kullanmayanların üzerine bırakır.



Bu ayetlerde peygamberimiz teselli edilmektedir. Kavminin, akrabalarının inanmasını isteyen peygamberimiz, onlardan birçoğunun inanmaması sebebiyle büyük bir üzüntü içerisindeydi. Rabbimiz bu ayetleriyle elçisini teselli ederken konuyla ilgili olarak ortaya üç de ilke koymaktadır. Bunlar:

*Allah’ın herkesi serbest bıraktığı, peygamberin kimseyi zorlamaması gerektiği;

*Allah’ın izni olmadan kimsenin iman edemeyeceği;

*Allah’ın, aklını kullanmayanlar üzerine pislik, azap yağdırması ilkeleridir.

29Ve de ki: "O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin/inanmasın." Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! [Kehf/29]
149De ki: "İşte, en kesin ve üstün delil, Allah'ındır. O nedenle eğer Allah dileseydi, elbette hepinize kılavuz olurdu." [En’am/149]

2,3Şüphesiz Biz, insanı karışık bir nutfeden oluşturduk. Onu yıpratacağız/yükümlülükler vereceğiz. Bu nedenle onu çok iyi işitici, çok iyi görücü yaptık; iyiyi kötüyü ayıracak bilgileri yollayarak bilgilendirdik. Şüphesiz Biz, ona yolu gösterdik, ister kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen biri olsun, ister nankör. [İnsan/2, 3]

256Dinde zorlamak/tiksindirmek yoktur; iman, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûta küfreder; onu tanımaz Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. [Bakara/256]

الرّجسRİCS

100. ayetin sonunda geçen ve üzerinde durulması gereken bir sözcük de " الرِّجس Rics" sözcüğüdür. Bu sözcüğün vazı’ [ilk konuş] anlamı "rahatsız eden şiddetli gök gürültüsü, deve sesi"dir. Sonraları, insana rahatsızlık, acı, ıstırap veren ve bunlara sebep olan her şeye "rics" denilir olmuştur:

"Rics" sözcüğü "kirlilik, kir [temiz ve temizliğin karşıtı]" demektir. Her türlü kir, pislik "rics"tir. Bu sözcükle "haram, kötü fiil, azap, lanet ve küfür" de kastedilir. Kur’an’da geçen " رجسrics" ile " رجزricz [azap]" sözcükleri aynıdır. Sadece birincideki " سs" harfi " زz" harfine dönüşmüştür. " اسدesed [aslan]" sözcüğünün " ازد ezed [aslan]" sözcüğüne dönüşmesi gibi.

Zeccac: "Rics, Allah’ın kötülemesine sebep olan her şeydir" demiştir. Birisi çirkin, kötü bir şey yaptığı zaman "racese’r-racülü [kişi çirkin iş yaptı]" denir.

Bu sözcüğün "recs" formundaki anlamı "çok şiddetli, rahatsız edici gök gürlemesi ve deve böğürmesi" demektir. [Lisanü’l-Arab, c: 4, s: 75, 76 Rcs mad.; El-Müfredat, "Rcs" mad.]

Kötü işlere ve şirk, küfür, lânet gibi şeylere "rics" denilmesinin sebebi, bunların zarara, azaba, rahatsızlığa sebep olmasındandır. Kur’an’da sekiz kez geçen bu sözcüğe bakıldığında, azaba sebep olacak şeylere "rics" denildiği gibi, hastalık, rahatsızlık ve huzursuzluğa sebep olacak şeylere de "rics" denildiği görülmektedir.

145De ki: "Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş veya akıtılmış kan yahut domuzun eti –ki şüphesiz domuzun eti kirlidir, rahatsızlık vericidir– yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hak yol dışına çıkış gösterimi olan hariç, haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa, taşkınlık yapmamak ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir." İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. [En’am/145]

90Ey iman etmiş kişiler! Hamr [içki/herhangi bir yolla aklı örtmek], kumar; her türlü kolay kazanç amaçlı şans oyunu, kulluk edilen nesneleri, kişileri temsil eden işaretler; semboller ve fal okları; tüm kehanet araç ve gereçleri ancak şeytan işinden zarar veren şeylerdir. Öyleyse durumunuzu korumanız, kurtulmanız için bu şeytan işinden kaçının.
91Gerçekten şeytan, hamr ve kumarda sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi, Allah'ın anılmasından, öğüdünden ve salâttan [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaktan; toplumu aydınlatmaktan] alıkoymak ister. Öyleyse sona erdirmiş kişiler/vazgeçmiş kişiler misiniz? [Maide/90, 91]

32-34Ey Peygamber'in kadınları! Siz kadınlardan herhangi biri değilsiniz; eğer Allah'ın koruması altına giriyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki sonra kalbinde hastalık bulunan; zihniyeti bozuk kimse tamah eder. Sözü örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde söyleyin. Evlerinizde vakarlı olun, ilk cahiliyet gösterişi hâlinde gösteriş yapmayın, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun-ayakta tutun], zekâtı/vergiyi verin, Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. –Ey ehli beyt! Gerçekten Allah, sizden kiri gidermek ve sizi temizlemek ister.– Ve evlerinizde okunmakta olan Allah'ın âyetlerini ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri hatırlayın. Hiç şüphesiz Allah, çok lütfedicidir, gizliyi bilendir, her şeyin iç yüzünü, gizli taraflarını da iyi bilendir. [Ahzab/32, 34]

Ve En’am/125, Hud/118-119, Ra'd/31, Fatır/4, Bakara/272, Şuara/3, Kasas/56, Ra’d/40, Yunus/46, Mümin/77, Ğaşiye/21, 22.

Âyette yer alan, بإذن اللّه[bi-iznillâhi] ifadesi, genellikle "Allah'ın izni/müsaadesi/verdiği özgürlük ile" şeklinde çevirilir ki bu, izn sözcüğünün Türkçe'deki anlamıyla düşünülmesinden kaynaklanmaktadır. Hâlbuki Türkçe'deki "izin" ile Arapça'daki "izn" aynı değildir. Zira, إذن[izn], "bilgi/bilmek" demek olup أذِن [ezine/bildi], أئذنن [e’ezene/bildirdi] diye çekim yapılır. [Lisânu'l-Arab; c. 1, s. 111-115.]

İzn sözcüğü gerçek anlamına alındığında bi-iznillâhi ifadesi, "Allah'ın bilgisi sebebiyle, Allah'ın bilgisine göre" anlamına gelir, ki bu, şu âyetlerde de görülebilir: (Bakara/97, 213221 ve Mâide/16.


101De ki: “Göklerde ve yerde ne var bir bakın!” –Ve iman etmeyecek bir topluluğa apaçık âyetler/alâmetler/ göstergeler ve uyarmalar bir şey sağlamaz/ uyarmalar ne sağlar?–


İnsanların evreni inceleyerek akıllarını kullanmalarının istendiği bu ayetin takdiri şu şekilde yapılabilir: "Gökte ve yerde size verdiğim mesajı teyit eden, bu mesaja şahadet eden sayısız ayet vardır. Açık göz ve açık yürekle gözleyip üzerinde düşünseniz onları kolaylıkla kavrarsınız."

185Ve onlar göklerin ve yerin mülkiyeti ve yönetimine, Allah'ın oluşturmuş olduğu herhangi bir şeye ve ecellerinin gerçekten yaklaşmış olması ihtimaline hiç bakmadılar mı? Artık bundan sonra başka hangi söze inanacaklar? [A’raf/185]



102Artık onlar, sadece kendilerinden önce gelmiş geçmiş olanların uğradıkları günlerin aynısını mı bekliyorlar? De ki: “Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”

103Sonra Biz, elçilerimizi ve iman edenleri kurtarırız. İşte böyle! Mü’minleri kurtarmak üzerimize düşen bir görevdir.

104-106De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimin ne olduğunu kesin ve tam olarak bilmiyorduysanız, iyi bilin ki, Allah'ın astlarından sizin taptıklarınıza ben tapmam. Velâkin sizin canınızı alacak olana/Allah'a taparım. Ve ben mü’minlerden olmamla ve ‘Tüm benliğini ortak koşmaktan, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten Hakk'a dönen biri olarak Din'e döndür ve sakın ortak koşanlardan olma! Ve Allah'ın astlarından sana yarar sağlamayan, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Buna rağmen eğer yaparsan, o zaman hiç şüphesiz sen şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerden olursun’ diye emrolundum.”



Surenin bu sonuç bölümünde tekrar başlangıçtaki konuya dönülmektedir. Bu sebeple, surenin 1-10. ayetlerinin hatırlanmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz.

104-106. ayetlerde Rabbimiz, elçisi aracılığı ile kitlelere bir açıklama yapmaktadır. Peygamberimizin insanlığa yöneltmesi emredilen bu açıklama, meydan okuyucu bir manifesto niteliğindedir: "Ey insanlar! Eğer benim dinimden şekte idiyseniz [benim dinimin ne olduğunu kesin ve tam olarak bilmiyorduysanız], iyi bilin ki, Allah’ın astlarından sizin taptıklarınıza ben tapmam. Velâkin sizin canınızı alacak olana [Allah’a] taparım. Ve ben müminlerden olmamla ve ‘yüzünü haniyf olarak Din’e döndür ve sakın müşriklerden olma! Ve Allah'ın astlarından sana fayda vermeyen, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Buna rağmen eğer yaparsan, o zaman hiç şüphesiz sen zalimlerden olursun’ diye emrolundum. Ben bunları yapacağım. Ben tek başıma olsam da ölsem de öldürülsem de bundan dönmem."

105. ayette geçen "yüzünü haniyf olarak Din’e döndür" ifadesindeki "yüz" sözcüğüyle, Kasas suresinin sonunda belirttiğimiz gibi "tüm benlik, kimlik, kişilik" kastedilmiştir. Çünkü "yüz", Arapçada "cüz’iyyet mecaz-ı mürseli" sanatı gereğince canlı varlıkların en belirleyici organıdır. Bu, vesikalık bir fotoğrafın o insanın kimliğini temsil etmesi gibidir.

78,79Sonra güneşi doğarken görünce de, "Bu benim rabbimdir, bu daha büyük!" dedi. Sonra o da batınca, "Ey toplumum! Şüphesiz ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Kesinlikle ben hanif; bâtıl inançlardan dönmüş biri olarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan var edene/yok edecek olana çevirdim ve ben ortak koşanlardan değilim" dedi. [En’am/78, 79]

Kur’an’da "حنيف haniyf" sözcüğü ilk kez burada yer almıştır. Sözcük, tekil ve çoğul hâliyle ilerideki surelerde de karşımıza geleceği tahlilini burada yapıyoruz.

الحنيفHANİYF

Bu sözcük, " ح ن فHa-ne-fe" fiilinin ism-i fail kalıbıdır. "Hanefe" sözcüğü "ayak dönmesi, iki ayağın başparmakları karşı karşıya gelecek şekilde dönmesi" anlamındadır. Sözcüğün, ayak tabanının üste gelmesi anlamında olduğunu söyleyenler de vardır. Sözcük daha sonraları "hayırdan şerre, şerden hayra dönme" anlamında kullanılır olmuştur. Zaman içerisinde İbrahim peygamberin önemli bir niteliği olmuş, "şirkten tevhide yönelme" anlamında genelleşmiştir. Kur’an indiği dönemde Mekke’de İbrahim dinine mensup olanlara, dışarıdan Mekke’ye gelip hacc eden ve sünnet olanlara "hanif" denilirdi. Daha sonra bu sözcük "Müslim [Müslüman]" anlamında kullanılır oldu. [Lisanü’l-Arab c: 2, s: 629, 630 "hnf" mad.]

Biz, sözcüğün anlamı ile ilgili olan yukarıdaki açıklamaları dikkate alarak sözcüğün "önceleri müşrik iken sonra müşrikliği bırakıp tevhide yönelen" şeklinde değil, "şirk koşmaksızın tevhide yönelen" şeklinde anlaşılması lâzım geldiği kanaatindeyiz. Nitekim aşağıdaki ayetten de bu anlaşılmaktadır:

30,31İşte böyle! Ve kim, Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O hâlde Allah'a yönelmişler olarak, O'na ortak kabul edenler olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir., [Hacc/30, 31]


107Ve eğer Allah, sana bir zarar dokunduracak olursa, onu O'ndan başka giderecek biri yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse, o zaman da O'nun verdiklerini geri çevirecek biri yoktur. O, armağanlarını kullarından dilediğine isabet ettirir. Ve Allah, çok yarlıgayıcı, çok merhametlidir.


Bu ayette, Allah’ın dokundurduğu zarara veya isabet ettirdiği hayra kimsenin engel olamayacağı bildirilmek suretiyle, tüm evrende ne varsa her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğu bir kez daha vurgulanmıştır.



108De ki: “Ey insanlar! Rabbinizden, elbette, size hak gelmiştir. Artık kılavuzlanan doğru yola giren, ancak kendisi için girmiştir ve gerçekten, sapan da, kendi zararına sapmıştır. Ve ben, sizin üzerinize sizi ayakta tutan; sizden sorumlu biri değilim.”


Bu ayette, özellikle 99 ve 100. ayetlerde anlatılanlar iyice netleştirilmiş, peygamberin görevinin sadece Allah’tan gelen "hakk"ı insanlara duyurmak, iletmek olduğu; yola gelip gelmemenin ise herkesin kendi tercihine bırakıldığı bildirilmiştir.



109Ve sen, sana vahyolunan şeye uy! Ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. Ve Allah, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.


Surenin bu son ayetinde ise peygamberimize görevi hatırlatılarak ondan vahye uyması, sabırlı olması, metanetle görevini sürdürmesi, gelecekte olacakları da Allah’a bırakması istenmektedir.*



*İşte Kuran, Yunus Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim