• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

Kasem, Târık Suresi 11-14




Kasem



Târık Suresi 11-14



11-14.Öldükten sonra dirileceğine inanan bilginler, cahil, inançsız kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin durumu kanıttır ki kuşkusuz o, ayırıcı bir karardır. Ve o bir şaka değildir.



Âyetteki sözcüklerin hakikat manaları, “Dönüş sahibi semâya, yarılıp çatlayan arza kasem olsun ki, kuşkusuz o, ayırıcı bir karardır. Ve o bir şaka değildir” şeklindedir. Mealde ise mecâz anlamları verilmiştir.


Bu âyetler, 11-14. âyetlerden oluşan kasem cümlesinin kasem bölümünü oluşturmaktadır. Bir başka ifade ile bu âyetler, 13-14. âyetlerde ileri sürülen tezin kanıtlarını içermektedir.


والسّماء ذات الرّجع [DÖNÜŞ SAHİBİ SEMÂ]:
Buradaki semâ sözcüğü yine 1. âyetteki gibi “bilenler, âlim kişiler” anlamı ile ele alınmalıdır. Buna göre “dönüş sahibi semâ” ifadesi, “dönüş sahibi bilgin, yani öldükten sonra dirileceğine, Allah’a döneceğine inanan bilgin” demek olur. İşte bu bilginler, sûrenin 13-14. âyetlerinde ileri sürüldüğü üzere, Kur’ân’ın toplumlar üzerindeki etkisini görebilen ve bu etkinin kanıtı olan kimselerdir.


Klâsik anlayıştaki eserlerde semâ sözcüğü, “gökyüzü” anlamında, rac‘ sözcüğü de “yağmur” anlamında kabul edilmiştir. Normal bir metin içinde semâ ve “rac’ “ sözcüklerinin bu şekilde anlaşılmasında bir sakınca olmaz. Nitekim rac‘ sözcüğünün yukarıda sıraladığımız anlamları arasında “yağmur” da yer almaktadır. Nitekim bilim teknik kitaplarında, “göğün geri çevirdikleri” ile ilgili birçok bilimsel makale bulunmaktadır. Bunlar da Kur’an’ın mucizeliğini göstermektedir.


Ancak buradaki durum farklıdır. Zira bu sözcükler, kasem cümlesinin kasem bölümünde yer almaları sebebiyle, Kur’ân’ın قول فصل [kavl-i fasl=ayırıcı söz] olmasına kanıt olmak durumundadırlar. Oysa ne “gökyüzü” ne de “yağmur”, Kur’ân’ın “kavl-i fasl” [ayırıcı söz] olması konusunda bir delil olarak sayılamazlar. Dolayısıyla burada sözcüklerin mecâz anlamlarına yönelmek gerekmektedir.


ARZ: Tüm meal ve tefsirlerde الارض [arz] sözcüğü hep “yeryüzü” olarak çevrilmiştir. Bu sözcük için de yukarıdaki durum söz konusu olup 14. âyette geçen arz, Kur’ân’ın “ayırıcı söz” oluşuna kanıt teşkil etmelidir. Eğer arz sözcüğü “yeryüzü” anlamında kabul edilirse, Kur’ân’ın “ayırıcı söz” oluşunun kanıtı olarak “yeryüzü” gösterilmiş olmakta, fakat gösterilen bu kanıt, ileri sürülen tezi isbatlayamamaktadır. Çünkü “yeryüzü” ile Kur’ân’ın “ayırıcı söz” oluşu arasında mantıkî bir bağ bulunmamaktadır.


Bu sebeple burada yapılması gereken, önce arz sözcüğünün kadim Arapça’daki anlamlarına bakmak ve bu anlamlar içinden pasaja uygun olanını tercih etmektir. Arz sözcüğü aşağıdaki anlamlara gelmektedir:

* Üzerinde insanların bulunduğu yer.

* Her aşağı olan, aşağıda bulunan şey.

* Devenin ayakları.

* Yere yakın yaratıklar.

* Hayvanların ayaklarının yere yakın kısımları.

* İnsanın topuğundan aşağıdaki kısmı.

* Ayakkabının tabanı.

* Kuru ağaç yiyen böcek.

* İlk bahar günleri ortaya çıkan karıncaya benzer beyaz kurtçuk.

* Kum içinde yaşayan solucan, keme cinsinden yaratıklar.[12]


Dikkat edilirse, yukarıdaki anlamların ortak noktası, hepsinin de “aşağı olmayı, sefilliği, yere yakınlığı” ifade etmekte oluşlarıdır. Zaten “dünya”ya arz denilmesinin sebebi de, herkesin ayakları altında olmasından dolayıdır.


Âyette arz sözcüğü yalın olarak değil, “yarılma, çatlama sahibi olan” nitelemesiyle birlikte zikredilmiştir. Bu durum, burada ifade edilen arz‘ın, normal “arz” olmadığına işaret etmektedir. Bu durum dikkate alındığında ortaya yarılıp çatlayan, aşağılık bir “arz” çıkmaktadır ki, bu arz bizim bildiğimiz “yeryüzü” olmadığı gibi, Kur’ân’ın “ayırıcı söz” olduğuna kanıt teşkil edecek bir şey de değildir. Dolayısıyla yapılması gereken iş, sözcüğün mecâz anlamına gitmektir.


Bize göre bu âyetteki arz‘dan maksat, “câhil, inançsız, yalanlayıcı kâfirler”dir. Bu insanların çatlamaları, yarılmaları ise akıllarının karışmasını, bütünlüklerinin bozulmasını ifade etmektedir. Kur’ân karşısında kâfirlerin kafaları karışmakta, bütünlükleri bozulmaktadır. Bu karışıklık ve dağılma, bazılarının İslâm’a girmelerini sağlayacaktır. Câhil kâfirlerinçatlama, yarılma kelimeleriyle ifade edilen bu hâlleri, hatırlanacak olursa Kaf/2-3′deşaşkınlık olarak dile getirilmişti.


Sonuç olarak denebilir ki, bu darmadağın olmuş, bunalıma düşmüş aşağılık kâfirler, Kur’ân’ın قول فصل [kavl-i fasl=ayırıcı söz] olduğunun canlı kanıtlarını teşkil etmektedirler. Kur’ân’a sırt çevirdikleri için bu hâle düşmüşler, içlerinde binbir zihinsel çatlak oluşmuştur.


الفصل [el-fasl] sözcüğü –Mürselât sûresi’nde de belirttiğimiz gibi– isim olarak “iki şey arasındaki mesafe”, fiil olarak da “iki şey arasına mesafe koymak, bitişik hâle gelmiş iki ayrı şeyi birbirinden ayırmak” demektir. Sözcük, âyetteki gibi kavl sözcüğüne sıfat olduğunda, ism-i fail anlamıyla “ayırıcı” demektir. Hakk ile bâtılı, mümin ile kâfiri, iyi ile kötüyü birbirinden ayırdığı için Kur’ân da bu sıfatla nitelenmiştir.


Diğer taraftan Kur’ân’da yer alan şeylerin tümü ciddî ve gerçektir. Onda şaka veya mizah türü şeyler asla yer almamıştır. Bu yüzden Kur’ân’ı hakk kulağıyla dinlemeli, aydınlatıcı hükümlerinden yararlanıp sırların açıklandığı o günde gerçek mutluluğa erişmelidir.




İşte Kur'an





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim