• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

50İsra Suresi 78-79




Hatalı Çevrilen Ayetler


İsra Suresi 78-79





Hatalı Çeviri:
78. Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir.
79. Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceği umulur.




Doğru Çeviri:
78.Güneşin batmasından/ kaybolmasından gecenin kararmasına kadar salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı kurumlaştır ve ayakta tut] ve sabah öğrenip-öğretilmesini sağla. Çünkü sabah öğrenip-öğretilmesi görülecek şeydir.
79.Ve geceden de. Ayrıca, sana özgü bir fazlalık olarak sen, salâtı geceleri uyanıp uygula! Rabbinin, seni güzel bir makama ulaştıracağı umulur.


Bu ayetler, salat vakitlerini belirleyen ilk ayetler olup surenin “Giriş” bölümünde de belirttiğimiz gibi Medine dönemine ait ayetlerdendir.


SALÂTIN [ZİHNÎ ve MÂLÎ DESTEĞİN] VAKİTLERİ
Salâtın [zihnî ve mâlî desteğin] amacı, kişiyi –zihnî ve mâlî yönlerden destekleyerek– kendisine ve topluma yararlı bir insan hâline getirmektir. Özellikle salâtın zihnî yönü, insanın rüşde ermesini sağladığından, Rabbimiz, bu çok önemli amacı gerçekleştirmenin yolu olan eğitim ve öğretime ne kadar önem verdiğini, düşman saldırısı riski altında iken bile salâtın zihnî yönünün terk edilmemesi gerektiğini talimatı ile göstermiştir:


101.Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimselerin size bir kötülük yapacağından korkarsanız salâttan [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma çalışmanızdan] kısaltmanızda [eğitimi-öğretimi kısa kesmenizde] sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimseler, sizin için apaçık düşmandırlar.
102.Ve sen seferde olanların içinde bulunup da onlar için eğitim-öğretim verdiğin zaman içlerinden bir kısmı seninle beraber dikilsinler/eğitime katılsınlar. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar, yeterli bilgi alıp ikna olduklarında arka tarafınıza geçsinler. Sonra eğitim-öğretim almamış diğer bir kısmı gelsin seninle beraber eğitim-öğretim yapsınlar ve tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar. Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimseler, silâhlarınızdan ve eşyanızdan habersiz durumda olsanız da size ani bir baskın yapsınlar isterler. Eğer size yağmurdan bir eziyet erişir veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Tedbirinizi de alın. Şüphesiz Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini örten kimselere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
103.Sonra eğitim-öğretimi tamamlayınca, artık Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda/ güvene erdiğinizde, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun]. Hiç şüphesiz salât [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma görevi], eskiden beri mü’minler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır.(Nisâ/101- 103)
                                                                                                  
Bu âyetlerde konu edilen, salâtın zihnî yönüdür. Çünkü can emniyetinin ön plana çıktığı bir ortamda, salâtın mâlî yönünün önemini kaybetmesi doğaldır. Ama Yüce Allah, salâtın zihinsel yönünün bu durumda dahi terk edilmemesini emretmektedir. İşte bu sebepledir ki salât, vücudun beslenmesindeki üç öğün gıda gibi öğünleştirilmiş, belirli vakitlerde salâtın ikâme edilmesi istenerek, insanın manevî beslenmesinin sürekliliği sağlanmıştır. “Salât”ın, mü’minler için günün belli vakitlerinde yerine getirilecek bir görev olması, öncelikle, insan şuurunda Allah inancının devamlılığını gerçekleştirme gayesine yöneliktir. Din psikolojisi araştırmaları ortaya koymaktadır ki, insanın içsel yönelişlerinin ihmal edilmesi onu manen kör bir varlık haline getirmekte, bunun sonucu olarak da kişi iyi bir “yapıcı toplum elemanı” olamamaktadır. Dolayısıyla, salâtı ikâme etmek [zihnî ve mâlî destek kurumları oluşturup ayakta tutmak] insan için çok önemli bir ödev mahiyetindedir. Bu öneminden dolayı da günün belli vakitlerinde [sabah, akşam ve gece] zorunlu olarak bu ödevin yerine getirilmesi istenmektedir:


103.Sonra eğitim-öğretimi tamamlayınca, artık Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda/ güvene erdiğinizde, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun]. Hiç şüphesiz salât [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma görevi], eskiden beri mü’minler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır.(Nisâ/103)

                                                                                  
Âyetteki, كتابا موقوتا [kitâben mevqûten/vakti belirlenmiş yazgı] ifadesinden anlaşılmaktadır ki; salât, belirli vakitlerde icra edilmeli, geri bırakılmamalıdır. Vaktinde ikâme edilmemiş salât, vaktinde yenilmemiş yemek veya vaktinde alınmamış ilaç gibidir.


Salâtı ikâme etmeyi emreden Allah, bunların hangi vakitlerde ikâme edileceğini de Kur’ân'da açıkça bildirmiştir:
114.Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı oluştur-ayakta tut], çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür.(Hûd/114)


                                                                               
Bu âyette Peygamberimize gündüzün iki tarafında [sabah ile akşam] ve gecenin yakın zamanlarında [yatsı] olmak üzere toplam 3 vakitte salât ikâme etmesi emredilmiştir.


Dikkat edilirse, Hûd/114 ile İsrâ/78-79'daki ifadeler aynı olup bu âyetler salâtın vakitlerini belirtmektedir. Ancak bu vakitler Kur’ân'ın genel üslûbuna uygun olarak değişik üslûp ve özdeş sözcüklerle ifade edilmiştir. Dikkat edilmesi gereken nokta, bu farklı sözcüklerin hepsinin de aynı anlamı taşıyor olmasıdır.


Meselenin aslını öğrenebilmek için bu âyetleri iyi anlamak, âyetleri iyi anlamak için de âyetlerde geçen دلوك الشّمس [dülûku'ş-şems], قرآن الفجر [kur’âne'l-fecr], طرف [taraf], تهجّد [teheccüd] ve نافلة [nâfile] sözcüklerinin anlamını iyi bilmek gerekir.


دلوك الشّمس [dülûku'ş-şems]: Dülûk ve şems sözcüklerinden oluşan bu isim tamlaması, “güneşin batması, gözden kaybolması” demektir. Ancak bazı yorumcular, söz konusu ifadeye, “güneşin eğilmesi” anlamını vermişlerdir. Tâcu'l-Arûs ve Lisânu'l-Arab adlı lügatlerde konuyla ilgili dikkat çekici bir ayrıntı verilmiş ve dülûk sözcüğüne, “eğilme” anlamının verilme sebebinin, salâtın beş vakit olarak anlaşılmasını sağlama amacına yönelik olduğu belirtilmiştir.[39]

Dülûk sözcüğünün asıl anlamına göre dülûku'ş-şems tamlaması “akşam” vaktini ifade eder. Nitekim dördüncü halife Ali, Abdullah b. Mes‘ûd, Sa‘îd b. Cübeyr, Nehâî, Mukâtil, Dahhâk, Süddî, İbn Abbâs ve Mücâhid bu anlamı tercih etmişlerdir.

Buna karşılık dülûk sözcüğüne, “eğilme” anlamı vererek sözcükten “öğle vaktini” anlayanlar da olmuştur. Klâsik kaynaklarda İbn Ömer, Câbir, Atâ, Katâde ve Hasan'ın bu görüşü benimsedikleri bildirilir.


İsrâ/78'de yer alan bu deyimden her iki anlamın birden anlaşılabileceği ileri sürülse de, salâtın vakitlerini belirleyen Hûd/114'teki ifadeler, söz konusu deyimden “güneşin eğilmesi” anlamının çıkarılmasına ve bu anlamdan da öğle salâtının kasdedildiğinin sanılmasına engel olur. Çünkü Hûd/114'te Peygamberimize, “Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın bir zamanda salât ikâme etmesi” emredilmiş ve anlam netleşmiştir. Zira Hûd/114'te geçen zülefen sözcüğü, İsrâ/78'de geçen ğasaq sözcüğü ile aynı anlamda olup “ortalığın karardığı zaman, gecenin ilk saatleri” demektir. Yani, her iki sözcük de “yatsı” vaktine karşılıktır. Bu durumdan kesin olarak anlaşılmaktadır ki, İsrâ/78-79'daki emir ile Hûd/114'teki emir aynıdır. Yani, bu âyetlerin üçünde de, salât ikâme edilecek vakitler, özdeş kelimeler kullanılmak sûretiyle değişik üslûplarla ifade edilmiştir.


Diğer taraftan, birçok yorumcu, dülûku'ş-şems ile ğasakı'l-leyl deyimlerinin ayrı zamanları ifade ettiğini ileri sürmüştür. Oysa bu deyimler ayrı zamanları değil, bir vaktin başını ve sonunu ifade etmektedirler. Şöyle ki: İsrâ/78'de, “Güneşin batmasından itibaren karanlığa kadar” salât ikâme edilmesi emredilmiştir. Bu ifade, iki salâtın değil, bir tek salâtın [akşam salâtının] vaktini belirlemektedir.


قرآن الفجر [qur’âne'l-fecr]: “Sabah okuması” anlamına gelen bu ifade ile sabah salâtı kasdedilmiş olup, bu salât, “sabah okuması” ifadesinden de açıkça anlaşılacağı üzere  eğitim-öğretim ağırlıklıdır.


طرف [taraf]: Bu sözcük “nahiye, yan bölge” demektir. Bir şeyin “taraf”ından söz edildiği zaman, o şeyin içi değil, dışı anlaşılır.[40] Nitekim Fıkıh'ta “İnsanın iki tarafı” ifadesinden, bir taraf olarak insanın anası, babası, dedesi, yani atası; diğer taraf olarak da çocukları ve torunları anlaşılır. Benzer şekilde “masanın iki tarafı” denildiğinde de masanın ikiye ayrılmış hâldeki iki parçası anlaşılmaz, masanın sağında ve solundaki şeyler anlaşılır.


Taraf sözcüğünün çoğulu etraf sözcüğüdür. Bu sözcük de Türkçe'ye aynen Arapça'daki anlamı ile geçmiştir. Etraf sözcüğü, yöneltildiği şeyin dışı ile ilgilidir. Meselâ, bir kimseye “Etrafına bak” dendiği zaman, o kişi eline, yüzüne, vücuduna değil, sağına, soluna, önüne ve arkasına bakar. Bu örneği “ülkenin etrafı” dendiğinde ülkenin dışının kasdedildiği ve anlaşıldığı, “Dünyanın etrafı” dendiğinde, dünyanın dışının kasdedildiği ve anlaşıldığı şeklinde çoğaltmak mümkündür.

Âyetteki, Gündüzün iki tarafı ifadesinden de “gündüz”ün dışında kalan “sabah” ve “akşam” vakitleri anlaşılır; “gündüz”ün kısımları, birer parçası olan “kuşluk” ve “ikindi” vakitleri demek değil.


تهجّد [teheccüd] sözcüğünün kökü olan هجد [hecd] sözcüğü, “ezdad”dan olup iki zıd anlamı da ifade eder. Yani, hem “uyumak” hem de “uyanmak” demektir. Hecd sözcüğünün bazı türevleri şöyle meşhurlaşmıştır: Hâcid, “uyuyan”; tehcid, “uykuyu gidermek, uyandırmak”; teheccüd, “uykudan uyanıp salât ikâme etmek”; müteheccid, “geceleyin uyanıp salât ikâme eden kimse.”[41]


نافلة [nâfile]: Bu sözcük “asıl üzerine yapılan ziyade [ek]” demektir.[42] Âyetten anlaşıldığına göre, Peygamberimiz, gece salâtını herkes gibi karanlığın başladığı zaman ile tan ağarma zamanı arasında ikâme etmeyecek, uykusundan kalkıp ikâme edecektir. Bundan anlaşılıyor ki, topluma önderlik, rehberlik; öğretmenlik yapacak olan Allah Elçisi (ve onun varisleri) geceleyin tek başına eğitim-öğretim için plan-program hazırlayacaktır. Teheccüdün gerçek anlamı işte budur.

Kur’ân'a göre 3 vakit olarak vakitlenmiş olan salâtların 2'si, başka bir âyette isimleriyle de anılmıştır:


58.Ey iman etmiş kimseler! Yasalar çerçevesinde himayenizde bulunanlar ve sizden erginlik yaşına gelmemiş olanlarınız üç durumda; sabah eğitim-öğretiminden önce, öğle vaktinde elbisenizi çıkardığınızda, gece eğitim-öğretiminden sonra izin istesinler. Bunlar sizin için açık ve korumasız üç zamandır. Bunlar dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur. Aranızda dolaşırlar, bazınız bazınız üzerindedir. Allah, âyetleri size işte böyle açığa koyuyor. Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.(Nûr/58)

                                                                               
Sonuç olarak, İsrâ/78-79'da 3 vakitte; sabah, akşam ve gece vaktinde 3 salât emredildiği gibi, Hûd/114'te de aynı şeyler emredilmiş; 3 vakit [sabah, akşam ve yatsı] salât ikâme edilmesi [eğitim-öğretimle zihnî yönden, sıkıntıların giderilmesiyle mâlî yönden destek sağlanması ve bu desteğin sürekli kılınması] emredilmiştir. Rasûlullah, genelde “salât ve namaz”ı birlikte icra ettiği için salât vakitleri, maalesef “namaz vakitleri” olarak yanlış yerleşmiştir.


Bu âyetlerde de yine Peygamberimize güneşin batmasından gecenin karanlığına değin [akşam], tanyeri ağarırken [sabah] ve geceden bir bölümde [yatsı] salât ikâme etmesi emredilmiştir. Yani, emredilen vakitler sabah, akşam ve gecedir. Ayrıca Peygamberimize özgü bir ayrıcalık olarak fazladan [ek görev olarak] gece salâtını teheccüd etmesi [gece uyuyup uyanarak salât ikâme etmesi] emredilmiştir.



Vakitleri bildiren âyetler, kamu otoritesi konumundaki Rasülüllah’ı muhatap almıştır. Emir tüm mü’minlerin kamu otoritelerinedir. Çünkü ümmete verilen emirler, ümmetin örneği, rehberi, imamı olmak sıfatıyla önce onun şahsında yer tutmaktadır:

158.De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde kılavuzlandığınız doğru yolu bulmanız için Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, Ümmî; Anakentli; Mekkeli Peygamber olan Elçisi'ne iman edin ve o'na uyun.”(A‘râf/158)

                                                                                        
Salât, oruç, hac ve zekât görevleri, İbrâhîm peygamberden sonraki peygamberlerin şeriatlarında da mevcuttu. Mâûn sûresinden ve Enfâl/35'den Mekkelilerin de salât ikâme ettikleri [zihnî ve mâlî destek oluşturarak bunu sürdürdükleri] anlaşılmaktadır. Hattâ Alak/9-10'a göre Peygamberimiz de peygamber olmazdan evvel salât ediyordu [çevresine zihnî ve mâlî destek veriyordu]. Fakat bu salâtlar, Kur’ân'dan öğrendiğimiz kadarıyla, özelliğini yitirmiş salâtlardır. Kur’ân, sonuçları bakımından önemli olmayan, şakşakçılar eşliğinde bir gösteri biçiminde yapılan bu salâtları kınamış, salâtı [zihnî ve mâlî desteği] huşû ekseni üzerinde yeniden yapılandırmıştır.




ÂYETLERDE SALÂTLAR NİÇİN GECEYE TAHSİS EDİLMİŞTİR?

Hûd ve İsrâ sûrelerindeki âyetlerle belirlenen salât vakitleri [sabah, akşam ve gece], günün gece dilimindedir. Bu durumun hikmeti de yine Kur’ân'da mevcuttur:

1-4.Ey evine kapanan kişi! Geceleyin –kısa bir süre hariç; gecenin yarısı veya bundan biraz eksilt ya da buna biraz ekle– kalk görev yap. Kendine indirilmekte olan Kur’ân'ı da tebliğ ederken düzgünce düzene koy! 5.Şüphesiz Biz, senin üzerine ağır bir söz/Kur’ân'ı bırakacağız.

6.Gecenin yeni oluşum etkinliği, rahat rahat çalışabilme bakımından daha güçlü, söz bakımından daha etkilidir. 7.Şüphesiz gündüzde senin için uzun bir uğraşı vardır. 8Rabbinin adını an ve tüm benliğinle O'na yönel! 9.O, doğunun ve batının Rabbidir. O'ndan başka, tanrı diye bir şey yoktur. Bu nedenle O'nu vekil et; “tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak tanı! 10.Onların söylediklerine/söyleyeceklerine de sabret. Ve güzel bir ayrılışla onlardan ayrıl, 11.Beni ve o nimet sahibi yalanlayıcıları başbaşa bırak! Birazcık süre tanı onlara. (Müzzemmil/1-11)

                                                                                                 
Gündüz, peygamber için bile çeşitli telaşların yaşandığı bir zaman dilimidir. Salât [zihnî ve mâlî destek] ise, insanın kendini vermesi, yoğunlaşması gereken bir faaliyettir. Ama iş-güç, borç-harç gibi telaşların gündüz cereyan etmesi nedeniyle günün bu diliminde insanların kendilerini bütünüyle salâta vermeleri mümkün olamamaktadır. Çünkü gündelik işlerin bitmesi gerektiğinden gündüz herkesin aklı-fikri işindedir. Bu yüzden, “Gıllugış [gönül sıkıntısı] ile salât olmaz” demişlerdir. Tabiî, bununla kastedilen salât, İslâm'ın emrettiği salâttır, yoksa çoğunluğun yasak savmak kabilinden ikâme ettiği veya ikâme ettiğini sandığı şeklî salât değildir. Çünkü zihnin binbir gaile ile meşgul olduğu anlarda ikâme edilen salât gerçek salât değil, bir şekilden ibarettir. Gerçek salât, kulun gönül huzuru ile kendisini Allah'a teslim ederek ikâme ettiği salâttır.


Bu sebepledir ki, Yüce Allah salât için vakit olarak sabah, akşam ve gece saatlerini belirlemiş, gündüzü de maişet için çalışmaya ayırmıştır.


Görüldüğü gibi bu hususlar Müzzemmil/1-7'de net olarak ifade edilmiştir. Gündüz herkes için bağda-bahçede, işyerinde zorunlu ve uzun uğraşılar vardır. Günün sona ermesiyle beraber dışarıdaki bütün işler biter ve insanlar bu üç vakitte sükûnet için evlerine dönmüş olurlar. Böylece câmiye gelebilmeleri, cemaat olabilmeleri mümkün olur.


Âyetlerdeki, “Gecenin yeni oluşum etkinliği, rahat rahat çalışabilme bakımından daha güçlü, söz bakımından daha etkilidir. 7Şüphesiz gündüzde senin için uzun bir uğraşı vardır” ifadeleri, o gün için, halkın eğitim ve öğretimine “en uygun” zamanı belirtmektedir.


Binâenaleyh, bu vakitleme o günün Arabistan'ının coğrafî ve sosyal koşulları çerçevesinde öngörülmüş olup, bize göre, ibadetin amacının gerçekleşebilmesi için farklı coğrafya ve sosyal ortamlarda salât için en uygun zamanlar belirlenebilir. Bunu kamu otoritesi belirler; mü’minler de ona uyarlar.
Mü’minler, dini hizmet vazifelerini gece-gündüz demeden, bulundukları coğrafyaya göre toplumlarındaki en uygun zamanlarda yapmalıdır. Özellikle, salat’ın vakitlerinin belirlenmesi görevi Elçiye verilmiştir. Bu demektirki bu gün salat vakitlerini kamu otoritesi belirleyecektir.


SABAH SALATININ ÖNEMİ
Sabah Salatı vakti, Arapların Kabe’de Safa ve Merve tepelerinde toplanıp konuştukları, görüştükleri, plân ve program yaptıkları bir vakittir. Peygamberin halkın kalabalık olduğu yerde ve zamanda Kur’an okumasının diğer vakitlere oranla daha verimli olacağı tabiîdir. Çünkü sabah vakti Kur’an okuyan peygamberi herkesin dinleme ve görme imkanı daha çoktur.


Diğer taraftan, gece uykusunun önceki günün yorgunluğunu ve zihin ağırlığını gidermesi, dolayısıyla insanın sabahleyin bedeni dinlenmiş ve zihni berrak olarak kalkması sebebiyle sabah vakti diğer vakitlere nazaran oldukça elverişli bir vakittir. Böyle bir vakitte yapılan duyuru [tebliğ], diğer zamanlarda yapılanlara nispetle daha etkin, daha verimli olur.


MAKAM-I MAHMUD
Ayetteki “ مقاما محمودا mekamen mahmuden” ifadesi teknik olarak iki şekilde değerlendirilip iki farklı anlam elde edilebilir.

1- “Mahmûden” sözcüğü, ayetteki "seni gönderecektir" fiilinden "hâl" olmak üzere mansubtur, yani, "seni mahmûd [övülmüş] olarak gönderecektir" demektir.

2- Bu sözcük, kendinden önceki "makam" kelimesinin sıfatı olduğu için mansubtur. Anlamı “seni güzel bir makama  ulaştıracak” şeklinde olur.


Ayetteki makam veya “güzel bir makam” ile ilgili birçok rivayet vardır. Bilindiği gibi, makam sözcüğü bu rivayetler ışığında daha çok “şefaat makamı” olarak algılanır.


Bize göre, bu tamlama ile “neticesi övgü [metih] olan bir makam” kastedilmiştir. Bu makam öncelikle Allah’ın hoşnutluğu makamı, sonra da Medine Devleti başkanlığı makamıdır.



Tıpkı Meryem suresindeki İbrahim, İdris ve İsmail peygamber örneklerinde olduğu gibi:

41.Kitap'ta İbrâhîm'i de an/hatırlat. Şüphesiz ki o, özü-sözü doğru biri idi, peygamberdi.

42-45.Bir zaman o, babasına: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir yararı olmayan şeylere niçin kulluk ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir bilgi bana geldi. O hâlde bana uy da, sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytana kulluk etme. Şüphesiz şeytan Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] âsi oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahmân'dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tan] bir azap dokunur da şeytan için bir yol gösteren, koruyan, yardım eden bir yakın olursun diye korkuyorum” demişti.
46.Babası: “Ey İbrâhîm! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlayarak öldürürüm. Haydi, uzun bir müddet bana uzak ol/defol!” dedi.
47,48.İbrâhîm: “Selâm sana olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Şüphesiz O, bana çok armağan verendir. Ve ben, sizden ve Allah'ın astlarından kulluk ettiğiniz şeylerden çekilip ayrılıyorum. Ve Rabbime dua edeceğim. Rabbime yalvarışımda mutsuz olmayacağımı umuyorum” dedi.
49.Sonra İbrâhîm, toplumundan ve onların Allah'ın astlarından kulluk ettikleri şeylerden uzaklaşınca, Biz o'na İshâk'ı ve Ya‘kûb'u ihsan ettik. Hepsini de peygamber yaptık.
50.Ve Biz onlara rahmetimizden armağanlarda bulunduk. Ve onlar için yüce bir doğruluk dili yaptık.
51.Ve Kitap'ta Mûsâ'yı da an/hatırlat. Şüphesiz o arıtılarak saflaştırılmış idi. Ve bir elçi, bir peygamber idi.
52.Biz o'na en uğurlu Tûr'un yan tarafından seslendik ve o'nu özel bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık. 53.Ve rahmetimizden o'na, kardeşi Hârûn'u bir peygamber olarak ihsan eyledik.
54.Ve Kitap'ta İsmâîl'i an/hatırlat. Şüphesiz o, vaadine sadık idi, bir elçiydi, bir peygamberdi. 55.Ve o ailesine/çevresine salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekâtı/vergiyi emrederdi. Ve o Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.
56.Ve Kitap'ta İdris'i an/hatırlat. Şüphesiz o, özü-sözü doğru biriydi, bir peygamberdi. 57.Ve Biz o'nu yüce bir mekâna yükselttik.
58.İşte bunlar, Âdem'in soyundan, Nûh ile beraber taşıdıklarımızdan, İbrâhîm ve İsrâîl'in soyundan, kılavuzluk ettiğimiz ve seçtiğimiz peygamberlerden Allah'ın kendilerine nimetler verdiği kimselerdir. Onlar kendilerine Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] âyetleri okunduğu zaman ağlayarak ve boyun eğip teslimiyet göstererek yere kapanırlardı.(Meryem/41-58)*


*İşte Kuran, İsra Suresi



Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim