• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

55Enam Suresi 76-79



Hatalı Çevrilen Ayetler


Enam Suresi 76-79




Doğru Çeviri:
76.Bu nedenle İbrâhîm, üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü, “Bu, benim rabbimdir” dedi. Sonra yıldız batınca, “Ben batanları sevmem” dedi.
77.Sonra ay'ı doğarken görünce de, “Bu, benim rabbimdir” dedi. O da batınca, “Andolsun ki Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, kesinlikle ben sapkınlar toplumundan olurum” dedi.
78,79.Sonra güneşi doğarken görünce de, “Bu benim rabbimdir, bu daha büyük!” dedi. Sonra o da batınca, “Ey toplumum! Şüphesiz ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Kesinlikle ben hanif; bâtıl inançlardan dönmüş biri olarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan var edene/yok edecek olana çevirdim ve ben ortak koşanlardan değilim” dedi.



Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, İbrahim peygamber yer ve gök bilimlerine ait bir takım bilgilerle donatıldıktan sonra, tabiat olaylarını ve özellikle de gökteki yıldızları, Ay’ı ve Güneş’i incelemiş, yaptığı gözlemler sonucunda düşüncelerinde bazı karışıklıklar oluşmuş, ama gayreti sayesinde ve aklıselim ile tevhide [kalb-i selime] ulaşmıştır.


Bu pasajda anlatılanlar, daha önce Meryem ve Şuara surelerinde İbrahim peygamber hakkında verilen bilgiler arasında bulunmayan hususları içermektedir.


“Hanif” sözcüğü, Yunus/105’in tahlilindeki detaylı açıklamamızda da belirttiğimiz gibi, “dönen” demektir. Bu sözcükle “şirkten kurtulup tevhide ulaşan kimse” kastedilir. İbrahim peygamberin zihinsel gelişim aşamaları dikkate alındığında, onun da bir dönem şirk bataklığında kaldığı; ancak afaktaki [dış dünyadaki] ayetleri aklını kullanarak tetkik etmesi sonucu tevhit aydınlığına ulaştığı görülmektedir. İbrahim peygamberin “şirkten tevhide dönmüş kişi” anlamında “hanif” diye nitelendirilmesi de onun bu akidevî dönüşünden dolayıdır.


Kısaca söylemek gerekirse, konumuz olan ayet grubunda anlatılanlar, İbrahim peygamberin 74. ayette bahsedilen tevhit mücadelesi döneminden önceki döneme ait olan ve şirk içinde iken kendisine verilen bilgi sayesinde tefekkür edip aklını kullanarak hidayete erdiği süreçteki gelişmelerdir. Şirkten kurtularak doğru yolu bulmaları için kavmi ile yaptığı tartışma ise hidayete ermesinden, Hanif olmasından sonradır.


Pasajda nakledilen ve öznesi İbrahim peygamber olan olay, aslında herkesi tefekküre davet amacı gütmektedir. Çünkü bu ayetlerde, Allah'ın Birliği hakkında herhangi bir şey öğrenme imkânının bulunmadığı bir çevrede doğup büyümüş olan bir insanın bile İbrahim peygamber gibi çevresindeki ayetleri dikkate alarak aklıyla tevhide ulaşabileceği ortaya konmaktadır.


75. ayetin başında, “sebep bildiren lam” edatından önce “ و vav” bağlacı bulunmaktadır. Bu durum, ayette konu edilen gerekçeden önce bir başka gerekçenin daha söz konusu olduğunu göstermektedir. Ne var ki, paragrafın herhangi bir ayetinde “gerekçe” mahiyetinde olan bir ibare mevcut değildir. Bu yüzden meal ve açıklamalarda genellikle buradaki “vav”ın zait olduğu kanaatine varılmış ve “vav”ın anlamı ihmal edilegelmiştir. Oysa Kur’an’da zaitlik olduğunu iddia etmek büyük bir cürettir. Kur’an’ın edebi üslubu gereği, bazı durumlarda, çok bilinen, açık konular için “malum, maruf, matuf” takdir edilir. Burada da “ ليستدلّ liyestedille” ifadesi mahzuf [gizlenmiş] olup “ وليكون veliyeküne” ifadesi bu gizli mukadder matuf üzerine atfedilmiştir. Biz de meali buna göre yapmış bulunuyoruz.



Pasajda, İbrahim’in yıldızı, Ay’ı ve Güneş’i kastederek söylediği belirtilen “Bu benim rabbimdir” ifadelerini ona yakıştırmayarak metni:

* “Bu, sizin inancınıza ve iddianıza göre benim rabbimdir” ya da;

* “Onlar ‘Bu benim rabbimdir’ derler” şeklinde çevirmek veya;

* “İbrahim bu sözü istihza yollu söylemiştir, çünkü yıldızları rabb olarak kabul eden kavminin bu görüşünü iptal etmek istemiştir” diye açıklamak, yahut da;

* “Bu ifadenin başında mahzuf bir ‘قل kul [de!]’ maddesi vardır” varsayımıyla yorumlamak bize göre yanlış ve gereksiz zorlamalardır. Zira İbrahim’in bu sözleri çile döneminde söylenmiştir ve o dönemde evreni, özellikle de  gökyüzünü inceleyen İbrahim’in düşüncelerinde bir takım karışıklıklar mevcuttur. Bu çile döneminin sonunda ise İbrahim “kalb-i selim”e ulaşmış ve “hanif” olmuştur. İbrahim peygamberin hayatındaki bu dönemlere ait ek bilgi Saffat/83, 84, 88 ve 89. ayetlerde verilmiştir.


İbrahim peygamberin yaşadığı zaman ve yer hakkında Kur’an’da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.


Ancak Mevdudi’nin bu konuda derlediği bilgiler oldukça önemli ve İbrahim peygamberle ilgili pasajın anlaşılmasına katkıda bulunacak değerdedir:
“Buradaki Kur'an ayetlerinde anlatılan İbrahim Peygamber'le [a.s] kavmi arasındaki tartışmanın gerçek niteliğini anlamak için devrin dinî ve sosyal şartlarını göz önünde bulundurmak gerekir. İbrahim Peygamber'in doğum yeri olan Ur kentinin arkeologlarca kazılıp toprak üstüne çıkarılmasıyla dönemin gerçek şartlarını öğrenmemiz kolaylaşmıştır, Sir Leonardo Wooley araştırmalarının sonucunu 1935'te Londra'da 'Abraham' adlı kitabında toplamıştır. Bu kitapta verilen bazı bilgileri aşağıda sunuyoruz:


Bugün bilginlerce İbrahim Peygamber'in yaşadığı dönem olarak kabul edilen İ.Ö. 2100 yıllarında Ur'un nüfusunun 250.000 hatta 500.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. O zamanlar Ur gelişmiş bir endüstri ve iş merkeziydi. Bir yandan ticaret mallarını Pamir ve Nilgiri gibi uzak yerlerden kendine çekerken, bir yandan da Anadolu'yla ticari ilişkilerde bulunuyordu. Başkenti olduğu devletin sınırları günümüz Irak'ının kuzeyine uzanıyordu. Halk çoğunlukla el işçisi [zanaatkâr] ve meslekten tüccardı. Arkeolojik kalıntılardan okunan çağın yazıtları materyalist bir hayat görüşüne sahip olduklarını göstermektedir; hayatlarının ana amacı servet yığmak ve eğlenmekti. Faiz alıp verirlerdi ve bütünüyle işlerine dalmışlardı. Birbirlerine şüpheyle bakarlar ve en ufak sorunlardan dolayı hemen mahkemeye koşarlardı.


Tanrılarına olan duaları genellikle uzun hayat, zenginlik ve işlerinde başarı istemekten ibaretti. Halk üç sınıfa ayrılıyordu:
1- Amelu: Bu sınıf din adamları, devlet memurları ve askeriyeden oluşuyordu.
2- Nuşkenu: Tüccarlar, zanaatkârlar ve çiftçiler bu sınıfa dahildi.
3- Ardu: Bunlar da kölelerdi.


Amelu sınıfının özel ayrıcalıkları vardı; hem medeni hukuk, hem de ceza hukuku alanında diğer insanlardan daha fazla haklara sahiptiler ve hayatlarıyla mülkleri kutsal ve kıymetli tutulurdu. İşte, İbrahim Peygamber'in gözlerini açtığı kentin ve toplumun durumu buydu. Talmud'a göre kendisi Amelu sınıfına dâhildi ve babası devletin en önde gelen görevlilerindendi.


Ur'da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan tabletlerde 5000 tanrının adı geçmektedir. Her kentin kendine özgü tanrısı ve baş tanrı, ya da kent tanrısı kabul edilen ve kendisine diğerlerinden daha çok saygı gösterilen özel bir tanrısı vardı. Ur'un kent tanrısının adı 'Nennar' [Ay tanrısı] idi ve bu tanrının adıyla sonraki çağların bilginleri bu kente 'Kamerina da demişlerdi. Bir diğer büyük kent, sonradan Ur'un yerine başkent yapılan 'Larsa' idi; buranın baş tanrısının adı ise 'Şemeş' [Güneş tanrısı] idi. Bu baş tanrıların altında, çoğunlukla yıldızlarla gezegenlerden ve bir kaçı da yeryüzü nesnelerinden seçilen çok sayıda küçük tanrılar vardı. Halk daha önemsiz şeyler için yaptıkları dualara bu küçük tanrılarca karşılık verildiğine inanırdı. Tüm bu gök ve yer tanrı ve tanrılarının putlar halinde sembolleri dikilmişti. Dua ve tapınmalar bu semboller önünde yapılırdı.


'Nannar' putu Ur'da en yüksek tepe üzerinde yapılmış büyük bir tapınakta korunuyor ve yanında karısı 'Ningil'in kutsal yapısı mabet bulunuyordu. 'Nannar' tapınağı bir kral sarayı gibiydi, her gece farklı bir kadın tapınıcı oraya giderek bu putun gelini olurdu. Böylece tapınakta tanrıya adanmış kalabalık bir kadın topluluğu oluşmuştu, bunların durumu âdeta din fahişeleri şeklindeydi. Bakireliğini tanrı adına feda eden kadın çok saygın görülürdü. Her kadının kurtuluşa ermesi için en az ömründe bir kez 'tanrı yolunda' bir başka erkeğe kendini teslim etmesi gerektiği şeklinde ortak bir inanç vardı. Bu din fahişeliğinden en çok yararlananların da bizzat erkek 'din adamları' olduğu açıktır.


Yalnızca bir tanrı değildi 'Nannar'; ülkenin en büyük toprak ağası, en büyük tüccarı, en büyük zanaatkârı ve siyasal hayatın baş yöneticisiydi; çünkü tapınağına çok sayıda bahçe, ev ve tarla adanmıştı. Bu kaynaklardan gelen gelirin yanı sıra, çiftçiler, toprak sahipleri ve tüccarlar da mısır, süt, altın, kumaş vs. den oluşan adaklarını tapınağa getirirlerdi. Tabiî ki, bir de bunlara bakacak kalabalık bir grubun varlığı gerekiyordu.


Tapınak adına çok sayıda atölye çalıştırılıyor ve geniş düzeyde bir iş çevriliyordu. Tapınakta adalet yüksek mahkemesi kurulmuştu ve yargıçları oluşturan din adamlarının hükümleri 'tanrı'nın hükmü kabul ediliyordu. Kraliyet hanedanı da egemenliğini yine gerçek egemen 'Nannar'dan alıyordu. Kral ülkeyi onun adına yönetiyordu ve bu bakımdan tanrılık mertebesine yükselmiş olup kendisine diğer tanrılar gibi tapınılıyordu.


İbrahim Peygamber zamanında Ur'a egemen bulunan hanedan, İ.Ö. 2300'de doğuda Susa'ya, batıda Lübnan'a uzanan geniş bir imparatorluk kurmuş bulunan Ur-Nammu'dan geliyordu. Hanedan Ur-Nammu nedeniyle Nammu adını almıştı, işte Arapça'da buna Nemrud denmiştir. İbrahim Peygamber'in hicretinden sonra bu hanedan ve bu ulus ardı kesilmez felâketlere uğradı. Elamlılarca Ur'un yıkılması, Nannar putuyla birlikte Nemrud'un da ele geçirilmesiyle yıkılış hızlandı. Elamlılar Ur'a egemen olarak Larsa'da yönetimlerini kurdular. Son darbe, bir Arap hanedanı yönetiminde güçlenen ve hem Ur'u hem de Larsa'yı kontrolüne geçiren Babil'den geldi. Bu yıkılışın sonucunda Ur halkı kendilerini yıkım, utanç ve tahripten kurtaramayan Nannar'a olan inançlarını bıraktılar.


Bu ülke halkının hicretinden sonra İbrahim Peygamber'in öğretilerine ne tür bir cevap verdiği konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değilse de, İ.Ö.1910'da Babil kralı Hammurabi'nin [Kitab-ı Mukaddes'te 'Amurafil' diye geçer] yaptığı kanunları, nübüvvet yol göstericiliğinin doğrudan veya dolaylı etkilerini taşır. Bu Kanun'un tümünün üzerine kazındığı bir sütun M.S. 1902'de bir Fransız arkeolog tarafından ortaya çıkarılmış ve 1903'te C.H.W John tarafından "En Eski Hukuk Kodu" adıyla İngilizceye çevrilip yayınlanmıştır. Bu kanunla Musa Peygamber'in Kanununun çoğu ilke ve ayrıntıları genelde birbirine benzerdir.


Bugüne değin yapılagelen arkeolojik araştırmaların sonuçları doğruysa, ortada açık bir gerçek vardır: Şirk, İbrahim'in kavminin çok tanrıcı ibadetlerinin temeli ve basit bir dini inanç değil, ekonomik, kültürel, siyasal ve sosyal hayat sistemlerinin de ana temeliydi. Buna paralel olarak, İbrahim Peygamber'in mesajı yalnızca puta tapıcılığın köküne vurmakla kalmıyor, kraliyet hanedanına tapınma ve bu hanedanın egemenliğinin yanı sıra, din adamlarıyla soyluların sosyal, ekonomik ve siyasal statülerine ve tüm ülkenin kolektif hayatına da yükleniyordu. Bu yüzden, çağrısının kabulü kapsamlı değişiklikler gerektiriyordu. Geçerli sosyal modelin bırakılıp tevhit temeli üzerinde yeniden kuruluşunu öngörüyordu. Bundandır ki, İbrahim Peygamber [a.s] mesajını yaymaya başlar başlamaz, halk, soylular din adamları sınıfı ve Nemrut hep birlikte onun sesini kesmek için ayaklandı ve Kur'an'da anlatılan keskin kavga patlak verdi.[19]*



*İşte Kuran, Enam Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim