• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

58Sebe Suresi 20-21



Hatalı Çevrilen Ayetler


Sebe Suresi 20-21




Hatalı Çeviri:
20. Andolsun İblis, onlar hakkındaki tahminini doğruya çıkardı. İnanan bir zümrenin dışında hepsi ona uydular.
21. Halbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak ahirete inananı, şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır.




Doğru Çeviri:
20.Ve andolsun ki İblis/düşünce yetisi onlar hakkındaki zannını tasdik etti de mü’minlerden ibaret bir kesimden başkası İblis'e uydular.
21.Hâlbuki İblis için onlar üzerinde hiçbir kudret yoktu. Fakat Biz âhirete imanı olanı, onun hakkında yeterli bilgisi olmayandan ayırt edecektik; onları işaretleyip bildirecektik. Ve senin Rabbin her şeyi iyice koruyandır



Bu ayetlerde, İblis’in hiçbir zorlama gücü olmadığı halde Sebe’ toplumunun İblis’e uyarak azdıkları, şımardıkları ve bunun sonucunda da cezalandırıldıkları bildirilmektedir.


Ayette Rabbimizin bize daha evvel temsili anlatımlarla verdiği bazı mesajlara da gönderme yapılmaktadır:
15.Allah, “Sen süre verilmişlerdensin” dedi.
16,17.İblis, “Öyleyse, beni azgınlığa itmene karşılık, andolsun ki ben, onlar için Senin dosdoğru yoluna oturacağım, sonra yine andolsun ki onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve Sen, çoklarını kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenler bulmayacaksın” dedi.(A’raf/15- 17)
                                                                                            
62.İblis dedi ki: “Şu benden üstün tuttuğun şu kişiyi gördün mü? Yemin ederim ki, eğer beni kıyâmet gününe kadar ertelersen, pek azı dışında onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım.” (İsra/62)
                                                                                                   
82,83.İblis, “Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; –içlerinden arıtılmış kulların hariç– kesinlikle azdıracağım” dedi. (Sad/82, 83)
                                                                                             
39,40.İblis dedi ki: “Rabbim! Sen beni, insanları azdırmam için yarattığın nedenle kesinlikle ben de yeryüzünde, her şeyi onlara süsleyeceğim ve arıtılmış kulların hariç onların hepsini kesinlikle azdıracağım!”(Hıcr/39, 40)
                                                                                           
Görüldüğü üzere, yukarıdaki ayetlerde, İblisin çok az bir grubu hariç, insanların tamamını azdırıp şükredici olmamalarını temin edeceği nakledilmiştir. Sebe’ halkının akıbeti şeytanın bu işlevine çok güzel bir örnektir. Çünkü bu halk şükretmeyip nankörlerden olmuş ve bu haliyle de şeytanı doğrular bir duruma düşmüştür.


20. ayette “müminlerden ibaret bir kesimden başkası” ifadesine göre, Sebe’ toplumu içindeki inananlar küçük bir azınlıktan ibaretti. Merhum Mevdudi’nin bu konuyla ilgili tespitleri şöyledir:
Tarih, eski çağlarda Sebeliler arasında sadece Allah'a ibadet eden küçük bir topluluğun yaşadığını göstermektedir. Çağımızda yapılan arkeolojik kazılar sonucu Yemen'de bulunan kitabeler bu küçük unsurun varlığına işaret etmektedir. Yaklaşık olarak M.Ö. 650 yıllarına ait kitabeler, Sebe krallığı içinde, sadece Zu-Semevî veya Zû-Semâvi'ye, yani Rabbu’s-Sema’ya [Göklerin Rabbine] ibadete hasredilmiş evler bulunduğunu söylemektedir. Bazı yerlerde bu ilahtan “Meliken Zû-Semavi [Göklerin sahibi olan Melik] diye bahsedilmektedir. Sebelilerin bu mirası Yemen'de yüzyıllarca yaşamaya devam etmiştir. M.S. 378 tarihli bir kitabede "Bu mabet, ilah Zû-Semavi'ye aittir” ifadesi bulunmaktadır. M.S. 465 tarihli bir kitabede de şöyle bir ifade yer alır: "Bi-nasr ve riza ilahin bel semin ve ardin [Göklerin ve yerin sahibi olan İlah’ın yardım ve rızasıyla]” . M.S. 458 tarihli başka bir kitabede ise Rahman kelimesi, “Bi-rıza Rahmanen [Rahmanın yardımıyla]” şeklinde kullanılmaktadır.[17]


İblis’in bir toplumu nasıl nankörleştirdiği, şu başlıklar altında sıralanabilir:
* Haramın yenmesini, haksız kazanç elde edilmesini emrederek ve önererek,

* Kötülük, hayâsızlık ve Allah'a karşı bilmedikleri şeyleri söylemelerini emrederek,

* Fakirlikle korkutarak,

* Kuruntulara düşürerek,

* Allah'ın yarattıklarını değiştirmeyi emrederek,

* Kandırmak için yaldızlı sözler fısıldayarak,

* Vesvese verip zihin bulandırarak,

* Yaptıkları ameller ile şımartarak,

* Azdırarak,

* İnsanlar arasına içki, uyuşturucu, kumar ve lüks yaşamla aralarında düşmanlık ve kin sokarak,

* Allah'ı anmaktan ve Salâttan onları geri bırakarak...


Merhum Mevdudi, Sebelilerin nankörlüğünü örnek olarak karşımıza getiren 15- 21. ayetler bağlamında Sebe kavmiyle ilgili şu değerli bilgileri vermektedir:

Yunan ve Roma tarihçileri ve coğrafya bilgini Theophrastus (M.Ö. 288) de, İsa'dan öncesinden itibaren, çağlar boyunca Hıristiyan tarihinin yanı sıra kavimden de bahsetmektedirler.


Bu kavmin yurdu bugün Yemen denilen Arabistan yarımadasının güneybatı köşesiydi. Yükselişi M.Ö. 1100 yıllarında başlamıştır. Davud ve Süleyman Peygamberler zamanında Sebeliler, zenginlikleriyle dünyaca meşhur bir kavimdi. Başlangıçta güneşe tapıyorlardı. Daha sonra, kraliçelerinin Hz. Süleyman zamanında imana gelmesinden (M.Ö. 965-926) sonra muhtemelen çoğu Müslüman oldu. Fakat zamanı tam tesbit edilemeyen daha sonraki bir dönemde tekrar Elmaka [Ay Tanrısı] , Ester [Venüs] , Zat Hamim, Zat Bed'an [Güneş Tanrısı] Hermeten veya Herimet gibi birçok tanrı ve tanrıçaya tapmaya başladılar. Baş tanrıları Elmeka'ydı. Krallar ülkede onun temsilcisi olarak hüküm sürüyorlardı.


Yemen'de yapılan kazılar sonucu, bu tanrılar ve özellikle de Elmaka için her tarafta mabetler yapıldığını ve her önemli olayda bu tanrılara kurbanlar sunulduğunu gösteren birçok yazıtlar ortaya çıkarılmıştır.


Çağımızda yapılan arkeolojik kazılar sonucunda, bu kavmin tarihine ışık tutan yaklaşık 3000 kadar kitabe bulunmuştur. Bunların yanı sıra, Arap ravilerinin ve Romalı, Yunanlı tarihçilerin verdikleri bilgiler de kullanılırsa, bu kavmin ayrıntılı bir tarihi hazırlanabilir.


Bu bilgilere dayanarak aşağıdaki dönemlerin bu kavmin tarihinde önemli dönemler olduğunu söyleyebiliriz:
1- M.Ö. Yedinci Yüzyılın yarısından önceki dönem: Sebe kralları bu dönemde Mukarrib diye anılıyordu. Bu, kralların kendilerinin insanlarla tanrılar arasında bir bağ olduğunu iddia ettiklerini veya başka bir deyişle rahip-krallar olduklarını ifade eder.


Başkentleri, bugün Heribe denilen ve Me'arib'in bir günlük yol batısında kalıntıları bulunan Sirve idi. Büyük Me'arib barajının temelleri bu dönemde atılmıştı; daha sonraki dönemlerde gelen krallar bu barajı zaman zaman genişletmişlerdir.


2- M.Ö. 650-M.Ö. 115: Bu dönemde Sebe kralları, dinsel yönetimin yerini laik krallık yönetimine bıraktığını gösteren Melik adını aldılar ve Mukarrib adını kullanmaz oldular. Sirve'yi bırakıp Me'arib'i başkent yaptılar ve onu her yönden geliştirdiler. Bu şehir denizden 3900 fit yüksektedir ve San'a'nın yaklaşık 60 mil doğusundadır. Bugün bulunan harebeleri bile, bir zamanlar çok gelişmiş bir kavmin merkezi olduğuna şahitlik etmektedir.


3- M.Ö. 115-M.S. 300: Bu dönemde Sebe krallığı, Sebe kavminin ileri gelen kabilelerinden biri olan Himyerilerin yönetimi altına girdi. Onlar Me'arib'i bırakıp, daha sonraları Zafar diye bilinen Reydan'ı başkent yaptılar. Bu şehrin kalıntıları bugünkü Yerim şehri yakınlarındaki bir tepe üzerinde hâlâ mevcuttur. Bu tepeye yakın bir yerde, belki de bir zamanlar bütün dünyaca zafer ve büyüklüğü ile tanınan o büyük kavmin torunları olan Himyer adında küçük bir kabile yaşamaktadır. Aynı dönemde krallığın bir bölümü için ilk defa Yemenet ve Yemenat kelimeleri kullanılmaya başlanmıştır. Bu kelime daha sonraları Yemen'e dönüşmüş ve Asir'den Aden'e ve Babü'l-Mendeb'den Hadramevt'e kadar uzanan bütün toprakların adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu dönemde Sebelilerin gerileyişi de başlamıştır.


4- M.S. 300'den İslam’ın doğuşuna kadar olan dönem: Bu, Sebelilerin çöktüğü dönemdir. Bu dönemde Sebeliler, dış müdahalelere meydan bırakan iç savaşlara dalmışlardı. Bu, onların ticaret ve tarımlarının gerilemesi, hatta siyasal özgürlüklerinin bile kaybedilmesi ile sonuçlandı. Himyeriler ve diğer kabileler arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanan Habeşiler, Yemen'i işgal ettiler ve M.S. 340'tan M.S. 378'e kadar yönettiler. Daha sonra siyasal özgürlüklerini kazanmalarına rağmen büyük Me'arib barajında çatlaklar görülmeye başladı ve bu çatlaklar, Sebe’/16’da değinilen selin yol açtığı büyük bir felaketle sonuçlandı (M.S. 450-451). Gerçi bundan sonra Ebrehe dönemine dek baraj tamir edildi, fakat ne dağılan insan topluluklarını geri getirebildi, ne de bozulan tarım ve sulama sistemi eski haline döndürülebildi. M.S. 523'te Yemen'in Yahudi kralı Zu-Nuvas Necran Hıristiyanlarını katletti. Kur'an-ı Kerim'de bu olaya Ashab-ı Uhdud diye değinilmektedir (Büruc/4). Bunun intikamını almak için Habeşistan'daki Hıristiyan krallığı Yemen'i işgal etti ve bütün toprakları ele geçirdi. Daha sonra Yemen'in Habeşli yöneticisi Ebrehe, Kâbe’nin merkezi durumuna bir son vermek ve bütün Batı Arabistan'ı Bizans-Habeş etkisi altına almak için, Hz. Muhammed'in (s.a) doğumundan bir kaç gün önce, M.S. 570 veya 571'de Mekke üzerine yürüdü. Habeşistan ordusu, Kur'an'da Ashabü'l-Fil adı altında anlatıldığı şekliyle tamamen helak oldu. En sonunda M.S. 575'de Yemen, İran'lıların eline geçti. Yemen meliki Bazan, İslamı kabul edince onların yönetimi de M.S. 628'de sona erdi.


Sebe halkı zenginliğini iki şeye borçluydu: Tarım ve ticaret. Tarımlarını, daha önceden Babil hariç hiçbir yerde bilinmeyen bir sulama sistemi ile geliştirmişlerdi. Ülkelerinde doğal akarsular yoktu, yağmurlu mevsimlerde tepecikler arasına inşa ettikleri setler sayesinde küçük gölcüklerde su toplanır ve ülkenin her tarafında yapılan bu gölcüklerden tarlalarına su taşımak için kanallar inşa ederlerdi. Bu, Kur'an'da da değinildiği gibi bütün ülkeyi verimli bir bahçe haline getirmişti. En büyük su deposu, Me'arib yakınındaki Cebel Belek'in girişine inşa edilen baraj sayesinde biriken göldü. Fakat Allah nimetlerini onlardan geri alınca, en büyük baraj M.S. beşinci yüzyılın ortalarında yıkıldı ve meydana gelen sel birbiri arkasına ülkedeki bütün barajları yıktı. Bu da bütün sulama sisteminin bir daha tamir edilemeyecek şekilde bozulmasıyla sonuçlandı.


Allah, Sebelilere ticaretle ilgili olarak da yararlanabilecekleri çok avantajlı bir coğrafi mekân ihsan etmişti. Bin yıldan fazla Doğu ile Batı arasındaki ticaret araçlarını tekellerinde tuttular. Bir taraftan limanlarına Çin'den ipek, Endonezya ve Malabar'dan baharatlar, Hindistan'dan dokuma ve kılıçlar, Güney Afrika'dan zenci köleler, maymunlar, devekuşu tüyleri, fildişi geliyor, diğer taraftan bu malları daha sonra Roma ve Yunanistan'a nakledilmek üzere Mısırlı ve Suriyeli tacirlere satıyorlardı. Bunun yanı sıra Sebeliler, Mısır, Suriye, Roma ve Yunanistan'da büyük revaç bulan buhur, anbar, mür ve daha başka parfümler üretiyorlardı.


Bu uluslararası ticaret için iki önemli yol vardı: Kara yolu ve deniz yolu. Deniz ticareti bin yıldan fazla Sebelilerin kontrolünde kaldı, çünkü Kızıldeniz'in esrarengiz muson rüzgârlarını, dalgalarını, kayalıklarını, emin limanlarını sadece onlar biliyorlardı ve başka hiçbir kavim bu tehlikeli sularda denizcilik yapmayı göze alamıyordu. Bu deniz yolu ile Sebeliler ticaret mallarını Ürdün ve Mısır limanlarına götürüyorlardı. Aden ve Hadramevt'ten gelen kara yolları Me'arib'de birleşiyor, oradan da Mekke, Cidde, Yesrib, El'ula, Tebuk ve Eyle'den Petra'ya giden bir yola uzanıyor, bu yol kuzey ucunda Mısır ve Suriye'ye olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Bu kara yolu boyunca Kur'an'da zikredildiği gibi Yemen'den Suriye sınırlarına kadar uzanan ve ticaret kervanlarının gece gündüz uğradığı birçok Sebe kolonisi kurulmuştur. Bu kolonilerin işaretlerine bugün hâlâ Sebe ve Himyeri kitabelerinin bulunduğu bu yol üzerinde rastlanmaktadır.


Hz. İsa'dan sonraki birinci yüzyıldan sonra Sebelilerin ticareti kötüye gitmeye başladı. Ortadoğu'da Yunan, daha sonra da Roma krallıkları kurulduktan sonra halk Arap tacirlerinin kurdukları tekel nedeniyle oryantal mallar için çok yüksek fiyatlar talep etmelerinden şikâyetçi olmaya ve yöneticileri onların deniz ticaretindeki tekeli kırmaya teşvik etmeye başladılar.


Bunun üzerine başlangıçta Mısır'ın Yunanlı yöneticisi II. Batlamyus (M.Ö. 285-246) yaklaşık olarak yedi yüzyıl önce Firavun Sesostris tarafından kazılan Nil-Kızıldeniz kanalını tekrar açtı. Bunun sonucu olarak ilk Mısır donanması ilk defa bu kanaldan Kızıldeniz'e girdi, fakat Sebelilere karşı fazla başarı kazanamadı. Mısır, Romalıların eline geçince, Romalılar, Kızıldeniz'e daha güçlü bir ticaret filosu gönderdiler ve bu filoyu arkadan başka bir donanma ile de desteklediler. Sebeliler bu güce karşı koyamadılar. Romalılar her limanda kendi ticaret kolonilerini kurdular, gemiler için erzak depoladılar ve mümkün olan her yere askeri kuvvetlerini de yerleştirdiler. En sonunda Aden, Romalıların askeri yönetimi altına girdi. Bu hususta Roma ve Habeşistan krallıkları Sebelilere karşı gizli ve ortak planlar kurdular ve en sonunda bu kavmi siyasal özgürlüğünden de mahrum bıraktılar.


Deniz ticareti yolundaki denetimlerini yitiren Sebelilere sadece karayolu ticareti kaldı, fakat bir çok faktör birleşerek yavaş yavaş bu ticareti de ellerinden çıkarmalarına sebep oldu. İlk önce Nebatiler, Petra'dan El-Ula'ya kadar bütün Hicaz ve Ürdün kolonilerini Sebelilerin elinden aldı. Daha sonra M.S. 106'da Romalılar, Nebati krallığına bir son vererek Hicaz'a dek bütün Suriye ve Ürdün yerleşim bölgelerini ele geçirdi. Bundan sonra Habeşistan ve Roma, iç karışıklıklardan yararlanarak Sebelilerin ticaretini tamamen mahvetmeye çalıştılar. İşte bu nedenle Habeşistan, en sonunda bütün bölgeyi ele geçirinceye dek defalarca Yemen'e saldırmıştır.


Böylece Allah'ın gazabı, bu kavmin zafer ve zenginliğin doruğundan bir daha yükselmeye muktedir olamayacakları hiçliğe inmelerine neden olmuştur. Bir zamanlar Yunanlılar ve Romalılar bu kavmin efsanevi zenginliğini duyup kıskanırlardı. Strabe şöyle diyor: "Sebeliler altın ve gümüş kaplar kullanıyorlardı, evlerinin tavanları, duvarları ve kapıları bile fildişi, altın, gümüş ve değerli taşlarla süslüydü." Pliny şöyle der: "Roma'nın ve İran'ın bütün zenginlikleri Sebelilerin ellerine akıyor. Onlar bugün dünyanın en zengin halkı ve verimli toprakları, bahçeler, bitkiler ve hayvanlarla dolu." Artemidorus ise şöyle der: "Bu insanlar lüks içinde yüzüyorlar. Yakacak olarak tarçın ağacı, sandal ağacı ve başka güzel kokulu ağaçlar yakıyorlar." Aynı şekilde Yunan tarihçileri de Sebelilerin sahip olduğu sahillerden geçerken gemilerin içinden bile bu toprakların güzel kokusunu duyan yolculardan bahsederler. Tarihte ilk defa Sebeliler bir gökdelen inşa etmişlerdir. San'a'da bir tepenin üzerine inşa edilen ve Gumdan kalesi denilen bu gökdelenin Arap tarihçilerine göre yirmi katı vardı ve her kat 36 fit yüksekliğe sahipti. Sebeliler Allah kendilerine nimetlerini bol bol ihsan ettiği sürece böyle bolluk ve eğlence içinde yaşadılar. En sonunda nankörlükte bütün sınırları aştıklarında, her şeye gücü yeten Allah, yüzünü onlardan çevirdi. Onlar da sanki daha önceden hiç var olmamış gibi helak oldular.[18]



Yirmi birinci ayetteki “lina’leme” ifadesi ve benzer ifadeler ile ilgili genel açıklama:
Ayetteki  “  يعلَمَ ya’leme/ نعلَمَ na’leme”  fiili, klasik anlayışta “ علمilm ( علِمَ alime  يعلَمُ ya’lemu, ….” kökünden, çekiminden ele alınarak “Allah’ın bilmesi/ Bilmemiz” anlamı verilir. Bu defa da sanki, Allah geleceği bilmezmiş de olay ortaya çıkınca sonradan öğrenecekmiş gibi bir anlam ortaya çıkar. Bu anlam ise Allah’ın, “Alimül gayb, Allamülguyup (geçmiş ve gelecek gayb kapsamındadır), varlıkların geçmiş ve geleceklerini bilme (yalemu ma beyne eydiyhim vema halfehüm (Bakara/255, Hac/76)” ve Alîm” sıfatlarına, Hadid/22, Fatır/11, Neml/74, 75, En’âm/59, Hac/70. ayetlerine ve Allah’ın, Kur’an’da, geleceğe yönelik bilgiler verdiği diğer ayetlere aykırı bir anlamdır. Halbuki Allah, tüm noksanlıklardan münezzehtir. Böyle bir anlamı kabullenmek, insanın imanını zedeler.


Ama ne yazık ki eldeki Mushaflarda sözcüğün bu yönlü kıraati, bu sorunu doğurmaktadır.


Bu sorunu gidermenin iki yolu vardır:
Birincisi:  Bilindiği üzere Mushaf, ilk hazırlanışında harekesiz; seslendirme işareti olmadan yazılmıştı. Sonradan harekeler konuldu ve bu aşamada anlayış farklılığından dolayı kıraat farklılıkları da ortaya çıktı.
Sorun oluşturan sözcüğün ilk Mushaflardaki harekesiz hali şöyledir. “ ىY. عA. لL. مM”, “ نN. عA. لL. مM.” Bu yalın harflerin, “ يعلَمَya’leme,  يعلِمَya’lime,  نعلَمَ na’leme,  نعلِمَna’lime,  يُعلِّمَ yuallime,  نُعَلِّمَnüallime” şeklinde okunması söz konusudur.
Bu durumda sözcüğü Tef’’il babından ( يُعلِّمَyuallime (bildirme)/  نُعَلِّمَ nuallime (bildirmemiz)” şeklinde okuyup anlamlandırarak bu sorunu çözmek mümkündür.


İkincisi: “ ع ل م a l m” kökünün, “ علِمَ alime,  يعلَمُ ya’lemü,  علماً ilmen” kalıbı (Dördüncü Bab.) olduğu gibi bir de “ علَمَ Aleme, يعلِمُ  ُ ya’limü,  عَلم alm,   علامة alâmet,  علَم  alem” formu (İkinci Bab) vardır.  Yalın harfleri bu babın formunda veya  İfâl ve Tef’ıl bablarından okuyup mânâlandırmak mümkündür.
Bu “ علَمَ aleme,  يعلِمُ… ُya’limu,  علْم alm,  علامة alamet,   علَم alem” formunun   anlamı, “Yüksek bir yere herkes görsün diye bayrak asmak; göstermek/ hayvanları dağlayarak işaret koymak”tır. (LİSAN ve TAC)


Ayetlerdeki “ يعلَمَ ya’leme” ve “ نعلَمَ na’leme” sözcükleri, önerdiğimiz  kalıptan/ kökten ve Bablardan ele alınıp “ يعلِمَ ya’lime,  نعلِمَ na’lime, Yü’lime; nü’lime, Yüallime, Nüallime” diye okunursa, “Allah işaret koysun da herkes görsün bilsin/ Biz işaret koyalım da herkes görsün bilsin, bildirisin, bildirelim” anlamı elde edilir.


Biz bu tarz ayetlerin hepsinde  (Kehf/12, Sebe/21, Ankebut/3, 11, Bakara/ 143, Al-i İmran/ 140, 142, 166, 167, Hadid/25, Muhammed/31 ve Tevbe/16) biz bu yolları; kıraatleri tercih etmiş bulunmaktayız.


Mevcut Mushaflardaki bu meşhur olan kıraatlerin, Fussılet 26. âyette bildirilen hain planın (Kur’an’ın içinde lağv oluşturma planının) bir parçası olduğu kanaatindeyiz. Mü’minlerin bu konuda uyanık ve dikkatli olmaları gerekmektedir.*




*İşte Kuran, Sebe Suresi



Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim