• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

73Enbiya Suresi 78-82





Hatalı Çevrilen Ayetler



Enbiya Suresi 78-82




Hatalı Çeviri:
78. Davud ve Süleyman'ı da (an). Bir zaman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı: bir gurup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların hükmünü görüp bilmekte idik.
79. Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.
80. Ona, savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması için zırh yapmayı öğrettik. Artık şükredecek misiniz?
81. Süleyman'ın emrine de kasırga (gibi esen) rüzgârı verdik; onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi. Biz herşeyi biliriz.
82. Şeytanlar arasından da, onun için dalgıçlık eden (ve inciler çıkaran) ve bundan başka işler görenler vardı. Biz onları gözetim altında tutuyorduk.





Doğru Çeviri:
78.Dâvûd ve Süleymân’ı da; hani onlar, toplumun koyunlarının, içinde geceleyin yayıldığı ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Biz de, toplumun yasalarının ne olduğunu biliyorduk.
79.Sonra da Biz, onu Süleymân’a hemen iyice kavrattık. Ve hepsine yasa ve bilgi verdik. Dâvûd’la beraber Allah’ı noksan sıfatlardan arındırsınlar diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık/onları insanların yararlanacağı ölçüler içinde yarattık. Ve Biz yapanlarız.
80.Ve Biz, sizin kötülüğünüzden sizi korumak için, sizin için zırh yapımını o’na öğrettik. Artık siz kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödeyenler misiniz?
81.Ve Süleymân’a, içinde bolluklar oluşturduğumuz toprağa doğru o’nun emriyle akıp giden kasırga hâlindeki rüzgârı boyun eğdirdik. Ve Biz her şeyi bilenleriz.
82.Ve şeytanlardan, kendisi için dalgıçlık eden ve bundan daha düşük iş yapan şeytanları da boyun eğdirdik. Ve Biz onlar için koruyucular idik




Bu ayetlerde ise yine özet olarak Davud ve Süleyman peygamberlere değinilmiştir. Davud ve Süleyman peygamberlere verilen nimetler çok kısa ifadeler ile anlatılmıştır. Bu iki peygamber, haklarında en fazla efsane oluşturulan peygamberlerdir. 79- 82 arasındaki ayetlerde sayılan nimetler daha evvel Sad ve Sebe’ surelerinin tahlilinde detaylı olarak açıklanmıştı. Bu nedenle, bu pasajda konu edilen nimetleri kısaca hatırlatmakla yetineceğiz. Davud ve Süleyman peygamber, kuşlardan yararlanmayı, dağlarda zor şartlarda yaşamayı, demir ve bakırı işlemeyi, denizlerde yelkenli gemilerle ticareti ileri seviyeye çıkarmayı, emri altında çalıştırdığı yabancı işçilerden denizcilikte, bayındırlıkta, yol-köprü ve diğer inşaat işlerinde, bakır kaplar ve heykeller yapımında yararlanmayı başarmışlardır.


Konu ile ilgili olarak Sebe suresindeki pasajı hatırlatmakla yetiniyoruz:
10,11.Ve andolsun ki Biz Dâvûd’a tarafımızdan bir fazlalık ve kuşları verdik; “Ey dağlar! Onunla beraber dönün!” Ve o’nun için demiri yumuşattık: Bol bol zırhlar yap ve biçimlemede ölçülendir. –Siz de sâlihi işleyin. Kesinlikle Ben yaptıklarınızı en iyi görenim.–(Sebe/10, 11)

                                                                                                        
Davud, Beytüllahim’de yaşayan Yuda kabilesinden sıradan bir gençti. Filistinlilere karşı açılan bir savaşta, İsrail’in en büyük düşmanı olan Calût’u öldürdü ve birdenbire İsrailoğulları arasında değeri yükseldi. Bu olayla birlikte önemi artmaya başladı, öyle ki Talut’un [Seul’ün] ölümünden sonra ilk önce Hebron’da [bugünkü el-Halil] Yuda kralı seçildi, daha sonra da bütün İsrail kabilelerinin kralı oldu. Kudüs’ü aldı ve orayı İsrail krallığının başşehri yaptı. Onun liderliğinde tarihte ilk defa, sınırları Akabe körfezinden Fırat nehrinin batı kıyılarına kadar uzanan Allah’a ibadet eden bir krallık kurulmuş oldu.


Kur’an’a baktığımızda Davud’a verilen nimetleri şöyle toplayabiliriz:
a- Bilgi:  (Neml/15).
b- Kuvvet: (Sâd/17).
c- Dağların boyun eğdirilmesi: (Sebe’/10).
d- Tövbesinin kabulü (Sâd/24, 25).
e- Hükümranlık  (Sâd/26).
f-  Demiri işleme: Sebe’/10).
g- Zebur (Nisa/163).
h- Fasl-ı hıtap  (Sebe’/20)
ı- Hikmet (Sebe’/20)


FASL-I HITÂB: Bilindiği gibi, insanların düşüncelerini ifade etme yetenekleri birbirlerinden farklıdır. Kimilerinin hitabeti iyidir ve bu yetenekleriyle mesajlarını dinleyenlerin zevk alacağı etkileyici anlatımlarla insanlara daha rahat iletirler, çevreyle iletişimlerini daha iyi kurarlar. Kimilerinin de hitabetleri zayıftır, ne dedikleri anlaşılmaz, konuşmaları muhataplarını sıkar. Bunlar mesajlarını gereği kadar iyi iletemezler ve çevreleriyle sağlıklı iletişim kuramazlar.


Âyetteki  فصل الحطاب [fasl-ı hıtâb] ifadesinden anlaşılmaktadır ki, Dâvûd peygamber çok fasih ve beliğ konuşan, hükümlerini açık bir şekilde dile getiren ve muhataplarına ne demek istediğini gâyet net olarak anlatan bir kişidir.
Fasl-ı hıtâb deyimi ayrıca, hükümlerdeki tereddütsüzlüğü; kesin kararlılığı ve kararlardaki isabeti de ifade etmektedir.



SÜLEYMAN PEYGAMBERE VERİLEN NİMETLER: Konumuz olan pasajda Süleyman peygambere de nimetler verildiği beyan edilmiştir. Bunlardan ilki, rüzgârın ona musahhar kılınması, bir diğeri de cinlerin emrine verilmiş olmasıdır.
Süleyman peygamber deniz ticaretine önem verip yelkenli gemilerden bir filo kurmuştu. Gemiler yelkenleri sayesinde, eskiden deve, katır gibi araçlarla aylarca süren yolculuk mesafesini kısaltmıştı. Konunun teferruatı Kitab-ı Mukaddes’in 3. Krallar bölümünün 9. Bab’ında yer alır. Bu ticaret filosu Akabe körfezinin başında bulunan Ozio-Geber’den Ofir’e gider gelirdi. Ve o uzak diyarlardan altın, fildişi, sandal ağacı ve kıymetli taşlar ve baharat gibi sıcak ülke ürünlerinden bereketli toprağa [Filistin] gelir akıtırlardı, taşırlardı. Süleyman, ülkesini o dönem o kadar çok zengin etmişti ki, gümüşün değerce taştan farkı yoktu.



SÜLEYMÂN PEYGAMBERİN EMRİNDEKİ ŞEYTÂNLAR/CİNNLER:
Bu konu daha evvel Sâd ve Cinn surelerinde ele alınmış ve detaylı olarak açıklanmıştı. Bu nedenle burada kısa bir hatırlatma yapmakla yetineceğiz.


Burada konu edilen cinler halk kültüründeki cinler değildir.  Bunlar Süleyman peygamberin babası Dâvûd peygamberin hünerli zanaatkâr adamları ve onlara ustabaşlık yapan Sur kralının gönderdiği Huram baba ve emrindeki hünerli kişilerdir.


Süleymân peygamberin emrindeki şeytânlar konusunda düzülen efsanelerin tümü, âyetteki şeytânlar ifadesinin, Kur’ân’daki tanımı dışında, halk kültürüne yerleşmiş hayalî yaratıklar olarak kabulüne dayanmaktadır. Oysa Kur’ân’daki şeytân ile halk kültüründeki “şeytân” arasında hiçbir alâka bulunmamaktadır.


Hatırlanacak olursa, Tekvîr ve Nâs sûrelerinin tahlili yapılırken “şeytân” konusuna da değinilmiş ve okuyucu bir miktar bilgilendirilmişti. Orada yapılan açıklamalarda şeytân’ın sözlük anlamının kısaca, “hakktan uzak olan” demek olduğu; bir kavram olarak şeytân’ın ise “hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumun ortak ve karakteristik adı” olduğu belirtilmişti. Süleymân peygamber kıssasında sözü edilen şeytânlar da, bu tip şeytânlardır. Yani, Süleymân peygamber hakkında sürekli gerçek dışı sözler söyleyip iftiralar yayan ve o’nun aleyhinde plânlar kuran kişilerdir.


Cinn olarak nitelenen bu varlıkların kimler olduğu konusunda doğru bir tahlil yapılabilmesi için öncelikle “dinler tarihi” bilgisine ihtiyaç vardır. Babası Dâvûd peygamberden sonra o’nun mirasçısı olarak ülkesinin hükümdarı olan Süleymân peygamber, Ya‘kûb peygamberin soyundan gelen bir Benî İsrâîl peygamberidir. Bu nedenle hem Müslümanların hem de Ehl-i Kitab’ın [Yahudi ve Hıristiyanların] inandığı ve değer verdiği bir kişidir. Süleymân peygamber ile ilgili haberler Ehl-i Kitap’ta da mevcuttur. Eldeki Tevrât’ın muharref [bozulmuş] olması sebebiyle dinî bir kaynak olarak dikkate alınması mümkün değilse de, tarihî bir kaynak olarak ele alınmasında hiçbir sakınca yoktur. Çünkü yazılı dinî metinler de tarihin temel kaynakları arasındadır. Nitekim Ana Britannica ansiklopedisi de, Süleymân peygamberle ilgili olarak verdiği bilgilerin kaynağını Eski Ahit olarak göstermiştir:


Hz. Süleymân’ın yaşamı ile ilgili bilgilerin hemen tümü Eski Ahit’ten kaynaklanır. Kitab-ı Mukaddes, Süleymân peygamberin hizmetinde olan kişilerin, babası Dâvûd peygamberin hünerli zanaatkâr adamları ile onlara ustabaşılık yapan Sur kralının gönderdiği Huram Baba ve emrindeki hünerli kişiler, zanaatkârlar olduğunu kaydetmektedir. Süleymân peygamberin emrindeki şeytân nitelikli cinnlerin hünerli zanaatkârlar olduğunu bildiren Kur’ân âyetleri ile, bir tarihî kaynak olarak değerlendirdiğimiz Tevrât’ın bilgileri bu konuda aynıdır. Zaten Kur’ân’ın bu âyetlerini duyan Ehl-i Kitap da, bu anlatıma itiraz etmemiştir. Bütün bunlar, Süleymân’a hizmet eden cinnleri, halk kültüründeki hayalî cinler olarak açıklayanların hiçbir kaynak ve dayanaklarının olmadığını göstermektedir.


Süleymân peygamber hakkında yalan ve iftira kampanyaları düzenleyen, o’ndan kurtulmak ve iktidarını devirmek için ellerinden gelen her şeyi yapan şeytân nitelikli cinnler, bu hünerli ama zoraki çalışan zanaatkârlardır. Süleymân peygamber, bu durumun bilincinde olarak onlardan zoraki de olsa yararlanmayı sonuna kadar sürdürmüştür.


Konunun detaylarını hatırlamak isteyenlere, bu konunun ele alındığı bölümleri tekrar okumalarını öneriyoruz.


Konumuz olan pasajdaki 78. ayette, Kur’an’da daha evvelki kıssalarda yer almayan bir olaydan bahsedilmektedir. Bu durum, söz konusu olayın o günün toplumlarında bilindiğini göstermektedir. Ayetlerde olayın mahiyeti ile ilgili bilgi verilmemiş, sadece Davud ve Süleyman peygamberlerin “koyunların gece ekin yemesi” konusunu görüşerek meselenin nasıl bir hükme bağlanacağı konusunda müzakere ettikleri bildirilmiştir.



Bu hususta klasik kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:
Ekini Bozan Davar Hakkında Hüküm
Bu hususun nasıl cereyan ettiği hususunda şu izah yapılmıştır:


a- Müfessirlerin ekserisi şöyle demişlerdir: Hz. Davud’a, birisi ekinin sahibi, diğeri de sürünün sahibi olarak iki adam geıir. Ekin sahibi “Falancanın davarları, benim ekinime girdi ve ondan hiçbir şey bırakmadı” dedi. Bunun üzerine Dâvud (a.s.) “Git, sürü senindir” hükmünü verdi. Derken, ikisi oradan ayrıldılar ve Süleyman (a.s.)’a rast geldiler. Bunun üzerine Süleyman (a.s.): “Aranızda nasıl hükmetti?” deyince onlar, Davud’un verdiği hükmü söylediler. Süleyman (a.s.): “Kadı [hâkim] ben olsaydım, başka türlü hüküm verirdim” dedi. Bu söz, Dâvud (a.s.)’a ulaşınca, bunun üzerine Dâvud (a.s.), Süleyman (a.s.)’ı çağırdı ve “O ikisi arasında sen nasıl hükmederdin?” deyince, Süleyman (a.s.) şöyle dedi: “Ben, davarları, ekinin sahibine verirdim. Böylece, o davarların sütü, kuzusu ve yünü, ekin sahibinin olur. Ertesi yıl, ekin, yenildiği günkü durumuna ulaştığında, koyunları geri sahibine verirdim. Böylece de, ekin sahibi ekinini almış olurdu”.


b- İbn Mesûd, Sureyh ve Mukâtil (r.h.) şöyle demişlerdir: “Bir çoban geceleyin, bir üzüm bağının yanına yatak kurdu [sürüsünü orada yatırdı]. Derken çoban farkında olmadan, koyunlar o bağa girdi; üzüm dallarını yiyerek, bağı işe yaramaz hale getirdi. Ertesi gün, bağın sahibi, Dâvud (a.s.)’a başvurdu. Dâvud (a.s.) da, o bağın değeriyle koyunun değeri arasında bir farklılık olmadığı için, koyunların bağ sahibinin olacağı şeklinde hükmetti. Onlar çekip gittiler. Derken, Süleyman (a.s.)’a rastladılar. Bunun üzerine Süleyman (a.s.) onlara “Aranızda nasıl hükmetti?” deyince, onlar, Dâvud (a.s.)’ın verdiği hükmü anlattılar. Süleyman (a.s.), “Bu hükümden başka bir hüküm her iki tarafın durumuna daha uygun olabilir” dedi. Bu söz, Dâvud (a.s.)’a ulaştı. Derken, Dâvud (a.s.), Süleyman (a.s.)’ı çağırdı ve ona, “Babalık ve peygamberlik hakkı için, o iki tarafın durumuna daha uygun olan şeyi bana haber vereceksin” dedi.


Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s.), “Sürüyü, kendisinden yararlanmak üzere, bağın sahibine verirsin, çoban da, eski halini alıncaya kadar o bağı ıslah etmeye çalışır. Daha sonra sürüyü, sahibine geri verirsin” dedi. Dâvud (a.s.), bunun üzerine, “Hüküm, senin verdiğin hükümdür” dedi ve ayni karan verdi. İbn Abbas (r.a.) bu hükmü verirken, Hz. Süleyman (a.s.)’ın yaşının on bir olduğunu söylemiştir.[16]


Dâvûd ve Süleyman (AS)
Mürre kanalıyla İbn Mes’ûd’dan rivayetle Ebu İshak, otlatılan bu ekinin, salkımları oluşmuş bir bağ olduğunu söyler. Şüreyh de böyle söylemiştir. İbn Abbâs, âyette geçen “ النّفش en-nefşü” kelimesinin otlatma anlamında olduğunu söylerken; Şüreyh, Zührî ve Katâde gece otlatma anlamında olduğunu söylemişlerdir. Katâde gündüz otlatmaya ise arap dilinde “ الهمل el-hemelü” denildiğini belirtir. İbn Cerîr der ki: Bize Ebu Küreyb Hârûn İbn İdrîs el-Asâmm’ın… İbn Mes’ûd’dan rivayetlerine göre; o, “Dâvûd ve Süleyman da, hani, kavmin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm veriyorlarken …” ayeti hakkında şöyle demiştir: Bu, salkımları oluşmuş bir bağ idi ve koyunlar onları bozmuştu. Dâvûd, koyunların bağ sahibine ait olduğuna hükmetti. Süleyman ise şöyle dedi: Ey Allah’ın peygamberi, hüküm bundan başkadır. Hz. Dâvûd: Hüküm nasıldır, diye sordu da, şöyle cevapladı: Bağı koyun sahibine verirsin, eski haline dönünceye kadar ona bakar. Koyunları da bağ sahibine verirsin. Onlardan istifade eder. Nihayet bağ eski hâline döndüğü zaman bağı sahibine, koyunları da sahibine verirsin. İşte Allah Teâlâ’nın: “Biz bu hükmü hemen Süleyman’a belletmiştik” ayeti budur. Avf de aynı açıklamayı İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Hammâd İbn Seleme’nin Ali İbn Zeyd kanalıyla … İbn Abbâs’tan rivayetinde o, şöyle anlatmış: Hz. Dâvûd, koyunların ekin sahibine ait olmasına hükmetmişti. Çobanlar yanlarında köpekleri ile çıktıklarında Süleyman onlara: Aranızda nasıl hüküm verdi, diye sordu. Onlar Hz. Davud’un hükmünü haber verdiler. “Şayet işinizi ben üstlenmiş olsaydım bundan başka bir hüküm verirdim” dedi. Bu, Hz. Davud’a haber verildi de Hz. Süleyman’ı çağırdı ve: “Aralarında nasıl hükmedersin?” diye sordu. Koyunları ekin sahiplerine veririm, koyunların yavruları, sütleri, yağları ve faydaları onların olur. Koyunların sahipleri de ekin sahiplerinin ziraat yaptıkları gibi onlar için ekin ekerler. Ekin eski haline ulaştığı zaman ekin sahipleri ekini alır, koyunlar da sahiplerine geri verilir, dedi. İbn Ebu Hatim der ki: Bize babamın … Mesrûk’dan rivayetinde o, şöyle anlatıyor: Koyunların içinde otlamış olduğu ekin bağ idi. Koyunlar orada otlamış ve üzüm salkımı bırakmayıp yemişlerdi. Onlar [bağın sahipleri] Hz. Davud’a gelmişler ve koyunların sahipliğini onlara vermişti. Hz. Süleyman şöyle dedi: Hayır, aksine koyunlar alınır ve bağ sahiplerine verilir. Koyunların sütleri ve faydaları onlara ait olur. Koyunların sahiplerine de bağ verilir, onu ıslah eder ve imar ederler. Ta ki koyunların otladığı gecedeki haline gelinceye kadar… Sonra koyun sahiplerine koyunları, bağ sahiplerine de bağları verilir. Şüreyh, Mürre, Mücâhid, Katâde, İbn Zeyd ve birçokları da böyle söylemiştir.[17]


Bu olaya Kitab-ı Mukaddes'te de, Yahudi eserlerinde de değinilmemiştir. Müslüman müfessirlere göre bu olay şöyle meydana gelmiştir: Bir adamın davarları geceleyin başka bir adamın ekinine girmişti. Ekin sahibi Davud'a (a.s.) şikâyet etmiş, o da davarların tarla sahibine verilmesine hükmetmişti. Fakat Süleyman (a.s.) bu görüşü kabul etmemiş ve ekinler eski haline gelinceye dek davarların tarla sahibinde kalması fikrini öne sürmüştü. Bununla ilgili olarak Allah: "Biz doğru hükmü Süleyman'a öğrettik" buyuruyor. Fakat hukukî yönden böyle bir meselenin İslâmî hükmünün de olduğunu söyleyemeyiz. Bu konuda Resulullah'tan (s.a) rivayet olunan bir hadis yoktur. Bu nedenle fakihler bu konuda farklı görüşler öne sürmüşlerdir.


Fakat ele alındığı çerçeve içinde bu olayın, peygamberlerin de, Allah vergisi güç ve yeteneklerine rağmen sadece birer insan olduklarını vurgulamak için anlatıldığına dikkat edilmelidir. Bu olayda her ikisi de peygamber oldukları halde, Allah Hz. Süleyman'a gösterdiği doğru yolu, Hz. Davud'a (a.s.) göstermediği için o yanılmıştı.[18]*


*İşte Kuran, Enbiya Suresi



Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim