• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

84Rum Suresi 2-7





Hatalı Çevrilen Ayetler



Rum Suresi 2-7




Hatalı Çeviri:
2, 3, 4, 5. Rumlar, (Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Eninde sonunda emir Allah'ındır. O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir.
6. (Bu) Allah'ın vâdettiğidir. Allah vâdinden caymaz; fakat insanların çoğu bilmezler.
7. Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, onlar tamamen gafildirler.




Doğru Çeviri:
2-6.Rûmlar/ Bizanslılar, yeryüzünün en alçak/ çukur yerinde yenildiler. Onlar, bu yenilgilerinin ardından da birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Bundan önce ve sonra emir Allah’ındır. Ve o gün mü’minler, Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, Kendisinin bir vaadi olarak dilediğine yardım eder, galip kılar. Allah, vaadinden dönmez. Ama insanların çoğu bilmezler. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, engin merhamet sahibidir.
7.İnsanların çoğu, basit dünya yaşamından görüneni bilirler. Ve onlar, âhireti önemsemeyenlerin ta kendileridirler.




Bu ayetlerde gaybi konulara [Kur’an’ın indiği dönemde henüz olmamış bir takım tarihi olaylara] değinilerek Kur’an’ın mucizeliği ortaya konurken müminlere de Allah’ın yardımının geleceği ve zafere erişecekleri müjdelenmektedir.


Bu tarihi olaylar ve arka planları hem klasik eserler hem de çağdaş bilginler tarafından detaylı olarak ortaya konmuştur. Bunlardan bir kaçını sunuyoruz:
“O günlerde Arabistan’a yakın Bizans yönetimindeki ülkeler Ürdün, Suriye ve Filistin’di ve bu ülkelerde MS. 615′de Bizanslılar İranlılar’a yenilmişlerdi. O halde büyük bir kesinlikle bu surenin o yıl nazil olduğu söylenebilir ki, bu, Habeşistan’a hicret edildiği yıldı.


Tarihsel arka plan: Bu surenin ilk ayetlerinde verilen gaybi bilgiler, Kur’an’ın Allah kelamı ve Hz. Muhammed’in (s.a) Allah’ın Rasûlü olduğunun apaçık delilleridir. Şimdi bu ayetlerle ilgili tarihsel arka plana bir göz atalım:

Hz. Muhammed’in (s.a) peygamber olarak ortaya çıkışından sekiz yıl önce Phokas, Bizans İmparator’u Maurice’i tahtından indirip onun yerine kendisini İmparator ilan etti. Phokas, ilk önce İmparatorun beş oğlunu onun gözleri önünde öldürttü, daha sonra İmparatoru da öldürttü ve başlarını Konstantinopol [İstanbul] caddelerinde dolaştırdı. Bundan birkaç gün sonra da imparatoriçe ve üç kızını öldürttü.

Bu olay, İran’ın Sasani Kralı Hüsrev Perviz’e, Bizans’a saldırması için iyi bir fırsat vermiş oldu. Çünkü İmparator Maurice, Hüsrev’in dostuydu, Hüsrev onun yardım ve desteğiyle tahta geçmişti. Bu nedenle Kral Hüsrev, tahtı gasp eden Phokas’tan manevî babasının ve onun çocuklarının intikamını alacağını ilan etti. Bunun üzerine MS. 603′de Bizans’a karşı savaş açtı. Birkaç yıl içinde Phokas’ın ordularını peş peşe yenilgiye uğratarak bir taraftan Anadolu’da Edessa’ya [bugünkü Urfa], diğer taraftan Suriye’de Halep ve Antakya’ya kadar ilerledi. Bizanslı yöneticiler Phokas’ın ülkeyi kurtaramayacağını görünce, Afrika valisinden yardım istediler. O da oğlu Herakliyus’u kuvvetli bir ordu ile Konstantinopol’e gönderdi. Phokas hemen tahttan indirildi ve Herakliyus imparator ilan edildi. Herakliyus, Phokas’a aynen onun eski İmparator Maurice’e davrandığı gibi davrandı. Bu olay, Hz. Muhammed’e (s.a) peygamberliğin geldiği MS. 610 yılında vuku buldu.

Hüsrev Perviz’in savaş açma sebebi, Phokas tahttan indirilip öldürüldükten sonra artık geçerli değildi. Eğer bu savaşın asıl sebebi dostunu öldürdüğü için Phokas’tan intikam almak olsaydı, Hüsrev, Phokas’ın ölümünden sonra yeni imparatorla anlaşma yapardı. Fakat o savaşa devam etti ve savaşa Mecusilik [Ateşperestlik] ve Hıristiyanlık arasındaki bir anlaşmazlık niteliği kazandırdı. Yıllardan beri resmi kilise yetkilileri tarafından aforoz edilen ve zulmedilen Nasturî ve Yakubî gibi Hıristiyan mezhepleri de Mecusileri desteklediler. Yahudiler de onlarla birlik oldu. Hatta Hüsrev’in ordusundaki Yahudilerin sayısı 26.000′e ulaşıyordu.

Herakliyus bu güçlü saldırıyı durduramadı. Tahta geçtikten sonra doğudan aldığı ilk haber, Antakya’nın İranlılar tarafından işgal edildiği oldu. Bundan sonra MS. 613′de Şam düştü. MS. 614′de Kudüs’e giren İranlılar Hıristiyan dünyasını da yerle bir ettiler. Doksan bin Hıristiyan öldürülmüş ve Mescid-i Aksa tahrip edilmişti. Hıristiyan inancına göre Hz. İsa’nın (a.s) üzerinde öldürüldüğü kutsal haç yerinden sökülmüş ve Medyen’e taşınmıştı. Başrahip Zekeriya esir alınmış, şehrin bütün önemli kiliseleri yerle bir edilmişti. Hüsrev Perviz’in bu zafer nedeniyle nasıl böbürlendiği, Kudüs’ten Herakliyus’a yazdığı bir mektuptan anlaşılabilir: “Bütün tanrıların en büyüğü ve tüm dünyanın hâkimi Hüsrev’den, onun zavallı ve aptal kuluna: “Sen rabbine güvenip dayandığını söylüyorsun. O halde rabbin neden Kudüs’ü benden kurtarmadı?”

Bu başarıdan sonra bir yıl içinde İran orduları Ürdün, Filistin ve tüm Sina Yarımadası’nı geçip Mısır sınırlarına ulaştılar. O günlerde Mekke’de daha büyük tarihî sonuçlara yol açacak başka bir çatışma devam ediyordu.


Bir tek Allah’a inananlar, Hz. Muhammed’in (a.s) önderliğinde, Kureyş’in ileri gelenlerinin yönetimindeki müşriklere karşı var olma savaşı veriyorlardı. MS. 615 yılında bu savaş öyle bir dereceye ulaşmıştı ki, müslümanlardan oldukça büyük bir grup yurtlarını terk edip o günlerde Bizans’ın müttefiki olan Hıristiyan Habeş Krallığına sığınmak zorunda kalmıştı. O günlerde Sasanilerin Bizanslılara karşı zafer kazanması, Mekke’de çok konuşulan bir konu idi. Müşrikler bu olaya çok seviniyor ve müminlerle şöyle alay ediyorlardı: “Bakın, İran’ın ateşperestleri zafer kazanıyor ve vahye, peygamberliğe inanan Hıristiyanların kökü kurutuluyor. Aynı şekilde biz de Arabistan putperestleri olarak sizi ve dininizi kökten yok edeceğiz.”

Rum suresi nazil olduğunda şartlar böyleydi ve surede şöyle bir gaybî haber veriliyordu: “Rumlar en yakın bir yerde yenildiler, fakat bu yenilgiden kısa bir süre sonra zafere ulaşacaklardır. İşte o gün müminler Allah’ın lütfettiği zafere sevineceklerdir.” Burada bir değil, iki gaybî haber verilmektedir. Birincisi Rumlar zafer kazanacaklar; ikincisi, aynı zamanda müslümanlar da bir zafer kazanacaklardır. Görünür şartlar dâhilinde bu iki müjdenin de gerçekleşmesi imkânsız gibiydi. Bir taraftan Mekke’de ezilen, işkence gören bir avuç müslüman vardı ve bu müjdeden sonra sekiz yıl boyunca bile müminlerin zafer kazanma şansları yokmuş gibi görünüyordu. Diğer taraftan Rumlar her geçen gün toprak kaybediyorlardı. MS. 619′da Mısır’ın tamamı Sasanilerin eline geçmiş ve Mecusi orduları Trablusgarb’a kadar ulaşmışlardı. Anadolu’da Rumları Boğaziçi’ne dek sürmüşler ve MS. 617′de Konstantinopol’un tam karşısındaki bölgeyi [bugünkü Kadıköy’ü] ele geçirmişlerdi. İmparator bunun üzerine Hüsrev’e bütün şartları kabul etmek üzere bir barış yapmaya hazır olduğunu bildiren bir elçi gönderdi. Fakat Hüsrev şu cevabı verdi: “İmparator, zincirlenmiş halde önüme getirilmedikçe ve çarmıha gerilmiş tanrısından vazgeçip ateş tanrısına tapmadıkça ona eman vermeyeceğim.” Bu yenilgiden çok üzüntü duyan imparator en sonunda Konstantinopol’den Kartaca’ya [bugünkü Tunus’a] gitmeye karar verdi. Kısacası, İngiliz tarihçi Gibbon’un da dediği gibi, hiç kimse Kur’an’ın bu müjdeyi vermesinden sekiz yıl sonra Bizans İmparatorluğu’nun tekrar İran’ı yenilgiye uğratacağını hayal bile edemezdi. Hatta değil İran’ı yenmek, hiç kimse bu şartlar altında İmparatorluğun hayatını idame ettirebileceğine ihtimal vermiyordu.


Bu ayetler nazil olduğunda, Mekkeli müşrikler bunlarla çok alay ettiler ve Ubeyy b. Halef, Hz. Ebu Bekir’le (r.a) Romalılar üç sene içinde zafer kazanması şartıyla on deve üzerinde bahse tutuştu.

Hz. Peygamber (s.a) bu bahsi duyunca şöyle dedi: “Kur’an, Bid’i Sinin- ifadesini kullanıyor. Arapça “Bid” kelimesi, 10’a kadar olan sayıları kapsar. O halde bahsi on seneye, develerin miktarını da yüze çıkarın.” Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a) Ubeyy’le tekrar konuştu ve bahis on yıl ve yüz deve üzerinden yapıldı.

MS. 622′de Hz. Peygamber (s.a) Medine’ye hicret ettiğinde, İmparator Herakliyus gizlice Konstantinopol’dan ayrılıp Trabzon’a, oradan da Karadeniz’e gitti ve İran’a arkadan saldırma hazırlıklarına girişti. Bunun için Kilise’den para yardımı istedi. Papa Sergius ona Hıristiyanlığı Ateşperestliğe karşı koruması için Kilise hazinesinden faizle borç para verdi. Herakliyus karşı saldırısına M.S 623′de başladı. Ertesi yıl MS. 624′de Azerbeycan’a girdi ve Zerdüşt’ün doğum yeri olan Cloromia’yı yerle bir edip İran’ın en önemli ateş tapınağını yıktı. Allah’ın kudreti ne kadar da büyük! Aynı yıl müslümanlar da Bedir’de müşriklere karşı ilk defa zafer kazandılar. Böylece Rum Suresi’nde verilen iki gaybî haber de on yıl içinde gerçekleşmiş oldu.

Bizans kuvvetleri İranlıları püskürtmeye devam ettiler ve Ninova’daki çarpışmada (MS. 627) onlara en büyük darbeyi vurdular. “Dastagerd”i ele geçirip, o günlerde İran’ın başkenti olan “Ctesiphon” taraflarına kadar ulaştı. MS. 628′de bir iç ihtilâlde Hüsrev Perviz hapsedildi, on sekiz oğlu gözleri önünde öldürüldü ve birkaç gün sonra da kendisi hapishanede öldü. Bu, Kur’an’ın “büyük zafer” diye ifade ettiği Hudeybiye Anlaşmasının imzalandığı yıldı. Aynı yıl Hüsrev’in oğlu II. Kubâd, işgal edilen Rum topraklarından çekildi. Hakiki çarmıh’ı [Hıristiyanlara göre Hz. İsa'nın (a.s) üzerinde öldürüldüğü çarmıh] restore edip monte etmek üzere Kudüs’e gitti ve aynı yıl Hz. Muhammed (s.a) , Hicret’ten sonra ilk defa “Umret’ül-kaza” yapmak için, Mekke’ye girdi.

Bundan sonra artık Kur’an’ın önceden bildirdiği gaybî haberlerden kimse şüphe edemezdi. Bu olay birçok Arap putperestin İslâm’ı kabul etmesine neden oldu. Ubeyy b. Halef’in varisleri bahsi kaybetmişlerdi ve Hz. Ebu Bekir’e yüz deve vermek zorundaydılar. Hz. Ebu Bekir, bahisten kazandığı develeri Hz. Peygamber’e getirdi. Hz. Peygamber (s.a), bahsin henüz kumar ve şans oyunlarının yasaklanmadığı bir dönemde yapıldığını, fakat şimdi bunlar yasaklandığı için develerin sadaka olarak verilmesi gerektiğini söyledi. Bu nedenle cedelci kâfirlerle girilmiş olan bahisten elde edilen malın alınması kabul edilmiştir, fakat elde edilenin kişisel harcamalarda kullanılmayıp sadaka olarak harcanması konusunda da talimat verilmiştir.[1]


Müfessirler dediler ki: Rumların, İranlılara galip gelmesinin sebebi şudur: İranlılar arasında çocukları hep hükümdar ve kahraman olan bir kadın var­dı. Kisra bu kadına şöyle demişti: Ben Bizanslıların üzerine gitmek üzere ha­zırladığım bir ordunun başına senin çocuklarından birisini geçirmek isliyo­rum. Kadın şöyle dedi: İşte Hürmüz… Çünkü o tilkiden daha kurnaz, kartal­dan daha ihtiyatlıdır. İşte sana Ferruhan… Kılıçtan daha keskin, oktan daha derine işler. İşte Şehr Bazan, şundan şundan daha tahammülkâr… Bunlardan istediğini seç. Bunun üzerine Kisra o tahammülkâr olanı seçip kumandan ta­yin etti. Şehr, İranlılardan hazırlanmış ordu ile Rumların üzerine yürüdü ve onlara galip geldi. İkrime ve başkaları dedi ki: Şehr Bazan, Bizanslılara ga­lip gelince, körfeze varıncaya kadar bütün Rum diyarını tahrip etti. Kardeşi Ferruhan ona dedi ki: Ben kendimi Kisra’nın tahtı üzerinde oturur görüyo­rum. Bunun üzerine Kisra Şehr Bazan’a mektup yazarak bana Ferruhan’ın başını gönder dedi, ancak Şehr bunu yapmadı. Bu sefer Kisra, İranlılara şunu yazdı: Ben size Ferruhan’ı kumandan tayin ettim ve bunun yerine Şehr Ba­zan’ı da görevden aldım. Ferruhan’a da başa geçtiği takdirde Şehr Bazan’ı öldürmesi için mektup yazdım, Ferruhan, Şehri öldürmek isteyince, Şehr ona Kisra’dan kardeşi Ferruhan’ı öldürmesini emreden üç ayrı mektup gösterdi ve Ferruhan’a şunları söyledi: Kisra bana seni öldürmek üzere üç ayrı mek­tup yazdı. Ben üçünde de ona: Bu emrini gözden geçir diye cevap verdim. Şimdi sen beni sadece bir mektup yazdığı için mi öldüreceksin? Bunun üze­rine Ferruhan tekrar kumandanlığı kardeşine geri verdi. Şehr de Bizans hü­kümdarı Kayser’e mektup yazdı ve Kisra’ya karşı birbirleri ile yardımlaştılar. Böylelikle Bizanslılar da, İranlılara galip geldiler ve Kisra öldü. Buna da­ir haber Peygamber (sav)’e Hudeybiye günü ulaştı. O da, beraberinde bulu­nan müslumanlar da bu işe sevindiler. İşte Yüce Allah’ın: “Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler; yakın bir yerde” buyruğu bunu anlatmaktadır ki; yakın yerden kasıt ise Şam [Suriye] diyarıdır.[2]

“Ebu îsâ et-Tirmizî der ki: Bize Muhammed b. İsmail’in… Niyâr b. Mükram el-Eslemî’den rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakm bir yerde… Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde.» ayetleri nazil olduğunda İranlılar Rumlara galip idiler. Müslümanlar Rumların onları yenmelerini arzu ediyorlardı. Çünkü kendileri de onlar da kitap ehli idiler. «O gün mü’minler de sevinecekler. Allah’ın yardımı ile… O, dilediğine yardım eder ve Azîz’dir, Rahîm’dir» ayeti bunun hakkındadır. Kureyş ise İranlıların galip gelmesini istiyordu. Çünkü onlar ve İranlılar kitap ehli olmadıkları gibi yeniden diriltilmeye de inanmıyorlardı. Allah Teâlâ bu ayeti indirdiği zaman Ebubekir çıkıp Mekke’nin muhtelif yerlerinde yüksek sesle: «Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde… Onlar bu yenilgilerinden sonra galip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde…» ayetlerini okudu. Kureyş’ten bazı kimseler Ebubekir’e: “Bu bizimle senin arandadır. Arkadaşın Rumların birkaç yıl içinde İranlıları yeneceğini sanıyor. Bunun üzerine bahse tutuşmaya var mısın?” dediler. Ebubekir: “Evet, tutuşalım” dedi. Bu, bahse girmenin haram kılınmasından önceydi. Ebubekir ve müşrikler bahse tutuşup bahse konu şeyleri karşılıklı olarak (bir yed-i emîne) bıraktılar. Ve Ebubekir’e: “Bu birkaç yılı kaç sene yapalım; (birkaç yıl tabiri bizim aramızda) üç yıldan dokuz yıla kadardır. Bizimle aranda orta bir miktar söyle de onda karar kılalım” dediler. Aralarında altı yıllık bir süre tespit ettiler. Altı yıl geçtiği halde Rumlar galip gelemediler. Müşrikler bahsi kazandılar. Yedinci sene girince Rumlar İranlılara galip geldiler. Müslümanlar altı sene süre koymasından dolayı Ebubekir’i ayıpladılar. Ebubekir: (Altı sene koymuştum), çünkü Allah Teâlâ: ‘Birkaç yıl içinde…’ buyurmuştu” dedi. İşte o zaman birçok kişi müslüman oldu. Tirmizî, hadîsi bu ifâdelerle zikrettikten sonra şöyle der: Bu, hasen sahîh bir hadîstir. Sâdece Abdurrahmân İbn Ebu Zinâd kanalından rivâyetiyle biliyoruz. Hadîsin bir benzeri mürsel olarak İkrime, Şa’bî, Mücâhid, Katâde, Süddî, Zührî ve başkaları tarafından rivayet edildiği gibi, tabiîn’den bir cemaattan da rivayet edilmiştir. İfadeleri itibarıyla bundan daha garibi imam Süneyd b. Davud’un tefsirinde rivayet etmiş olduğu şu hadîstir: Haccâc’ın… İkrime’den rivayetine göre; İran’da bir kadın varmış. Hep kahramanlar ve krallar doğururmuş. Kisrâ, onu çağırıp: Ben Rumların üzerine bir ordu göndermek istiyorum. Bu ordunun üzerine senin oğullarından birisini kumandan yapacağım. Bana hangisini kumandan yapacağım konusunda bir fikir ver, dedi. Kadın: Şu oğlum tilkiden daha zekî, şahin ve doğandan daha temkinlidir. Şu oğlum Ferhân mızraklardan daha delicidir. Şu oğlum Şehrîrâz ise üç oğlumun en çok hilim sahibi olanıdır. Onlardan dilediğini kumandan yap, dedi. Kisrâ: Hâlim olanını kumandan yaptım, deyip Şehrirâz’ı ordunun başına kumandan olarak geçirdi. Şehrirâz İran ordusuyla Rumların üzerine yürüdü, onlara gâlip gelip çoğunu öldürdü, şehirlerini tahrîp etti, zeytin ağaçlarını kesti. Ebu Bekr İbn Abdullah der ki: Bu hadîsi Atâ el-Horasânî’ye rivayet ettim de: Şam ülkelerini görmedin mi? diye sordu. Ben: Hayır, dedim. Şayet oraları görecek olursan mutlaka harâp edilmiş şehirleri ve kesilmiş zeytin ağaçlarım göreceksin, dedi. Bundan sonra Şam’a gittim ve bunları gördüm. Atâ el-Horasânî der ki: Bana Yahya İbn Ya’mûr’un rivayetine göre Kayser Rûm ordusu ile Katame denilen bir adamı, Kisrâ da Şehrîrâz’ı göndermişti. Ezruât ve Busrâ’da karşılaştılar. Orası Şam’ın size en yakın olan yeridir. Rumlarla karşılaştıklarında İranlılar gâlip geldiler. Kureyş kâfirleri buna sevinirken müslümanlar üzüldüler. İkrime der ki: Müşrikler Hz. Peygamber (s.a.)in ashabı ile karşılaştılar ve: Siz kitap ehlisiniz. Hıristiyanlar da kitap ehlidir. Biz ise ümmîleriz. Bizim İranlı kardeşlerimiz sizin kitap ehli kardeşlerinize üstün geldiler. Şayet siz de bizimle savaşacak olursanız şüphesiz biz size galip geleceğiz, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde… Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlib geleceklerdir. Birkaç yıl içinde… Eninde sonunda buyruk Allah’ındır. O gün mü’minler de sevinecekler. Allah’ın yardımı ile… O, dilediğine yardım eder ve Azîz’dir, Rahîm’dir» âyetlerini indirdi. Ebubekir es-Sıddîk, kâfirlere karşı çıkıp: Kardeşlerinizin bizim kardeşlerimize galip gelmesine mi sevindiniz? Hiç sevinmeyin. Allah’a yemin ederim ki, şüphesiz Allah, Rumları İranlılara galip getirecektir. Bize bunu peygamberimiz (s.a.) haber verdi, dedi. Übeyy b. Halef, Hz. Ebubekir’in karşısına dikilip: Ey Ebu Fudayl, yalan söyledin, dedi. Ebubekir de ona: Ey Allah’ın düşmanı, sen daha çok yalancısın, dedi. Übeyy b. Halef: Benden on genç deve, senden de on genç deve, haydi bahse girelim. Üç seneye kadar eğer Rumlar İranlıları yenerse ben kaybedeceğim, İranlılar üstün gelirse sen kaybedeceksin, dedi. Sonra Ebubekir Hz. Peygamber (s.a.)e gelip bunu haber verdi. Allah Rasûlü: Bu, senin söylediğin gibi değildir. (Bizim dilimizdeki) birkaç yıl, üç ilâ dokuz sene arasıdır. Bahse konu olan şeyleri artır, süreyi de uzat, buyurdu. Ebubekir çıkıp Übeyy’e rastladı. Übeyy: Herhalde pişman olmuşsundur, dedi. Ebubekir: Hayır dedi, gel bahsi artıralım ve süreyi uzatalım. Dokuz seneye kadar olmak üzere yüz genç deve benden, yüz genç deve senden, bahse girelim, dedi. Übeyy de: Pekiyi kabul, dedi. Bu süreden önce Rumlar İranlıları yendiler ve müslümanlar müşriklere (bahiste) üstün geldiler.
İkrime der ki: İranlılar Rumları yendiği zaman Şehrirâz’ın kardeşi olan Ferhân oturup içmeye başladı ve arkadaşlarına: Kendimi Kisrâ’nm tahtı üzerinde oturuyormuş gibi gördüm, dedi. Bu konuşma Kisrâ’ya ulaştığında Şehrirâz’a: Sana bu mektubum geldiği zaman Ferhân’ın kellesini bana gönder, diye yazdı. Şehrirâz da ona: Ey kral, sen hiç bir zaman Ferhân gibisini bulamayacaksın. O birçok düşman öldürmüştür ve düşmanlar içinde bir ünü vardır. Böyle yapma, diye yazdı. Kisrâ Şehrirâz’a: Şüphesiz ki İran halkı içinde ona halef olacaklar vardır. Onun başını bana göndermekte acele et, diye yazdı. Şehrirâz’m tekrar (kardeşinin affına dâir) müracaatına karşı Kisrâ öfkelenip bu sefer ona cevap vermedi ve İran ordusuna: Ben Şehrirâz’ı sizin kumandanlığınızdan azlettim ve Ferhân’ı üzerinize kumandan nasbettim diye bir haberci gönderdi. Haberciye ince, küçük bir kâğıt verip: Ferhân krallığı devralıp kardeşi ona boyun eğdiğinde ona şu sayfayı ver, dedi. Şehrirâz mektubu okuyunca başüstüne deyip tahtından indi ve Ferhân tahta oturdu. Haberci kâğıdı kendisine verdi. Ferhân: Bana Şehrirâz’ı getirin deyip boynu vurulmak üzere onu öne sürdü. Şehrirâz: Vasiyetimi yazıncaya kadar acele etmeyip müsaade eder misin, dedi. Ferhân’ın evet cevabı üzerine (mektuplarının içinde bulunduğu) çuvalı getirtti, sayfaları (Kisrâ’nın ve kendisinin mektuplarını) Ferhân’a verip: Bunların hepsi senin hakkında Kisrâ’ya mürâcaatlanmdır. Sen ise bir tek mektupla beni öldürmek istedin, dedi. Ferhân krallığı kardeşi Şehrirâz’a geri verdi ve Şehrirâz Rûm kralı Kayser’e şu mektubu yazdı: Sana ihtiyâcım var. Bu ihtiyâcımı ne haberciler, ne de kâğıtlar taşır. Seninle buluşalım. Benimle elli Rûmla beraber buluşacaksın. Ben de sana elli İranlı içinde geleceğim. Kayser, beş yüz bin Rûm askeri içinde geldi, yollara öncü casuslar gönderdi. Bunun kendisi için bir tuzak olacağından korkuyordu. Casusları gelip de Şehrirâz’ın yanında sadece elli kişi olduğu haberini getirince rahatladı. İkisi için kurulan atlas bir çadırda bir araya geldiler. İkisinde de sadece birer bıçak vardı. Aralarında anlaşmak üzere bir tercüman çağırdılar. Şehrirâz şöyle konuştu: Senin şehirlerini hile ve kahramanlığımızla harap eden ben ve kardeşimdir. Kisrâ bizi çekemedi ve kardeşimi öldürmemi istedi, ben ise bundan kaçındım. Sonra kardeşime beni öldürmesini emretti. Biz de ikimiz birden onun emrinden sıyrılıp çıktık. Biz seninle birlik olup onunla savaşacağız. Kayser: İsabet etmişsiniz, dedi. Sonra onlardan birisi diğerine: Şüphesiz ki söz iki kişi arasındadır. İki kişiyi geçtiği zaman yayılır değil mi, dedi. Diğeri buna evet cevabını verdi. Hemen birlikte bıçaklarıyla tercümanı öldürdüler. Allah Teâlâ Kısrâ’yı helak buyurdu. Haber Hudeybiye günü Allah Rasûlü (s.a.)’e ulaştı ve onunla beraber müslümanlar da buna sevindiler.[3]

İbn Abbas’tan, diğer sahabe ve tâbiun’dan rivayet edilenlere göre, Bizans’la İran arasındaki bu savaşta müslümanların Bizans’ı, Mekkeli müşriklerin de İran’ı tuttukları ortaya çıkmaktadır. Bunun birçok sebebi vardır. Birincisi, İranlılar bu savaşa Mecusilikle Hıristiyanlık arasındaki bir savaş havası veriyorlar ve bunu siyasî bir fetihten çok Mecusiliği yayma aracı olarak kabul ediyorlardı. Kudüs’ün fethinden sonra Hüsrev Perviz, İmparator Herakliyus’a yazdığı mektupta bu zaferi Mecusiliğin doğruluğunun bir delili olarak kabul ettiğini belirtmektedir.

İlke olarak Mecusî inancı, Mekkeli müşriklerin inancına benziyordu, çünkü Mecusiler de tevhidi inkâr ediyor, iki ilahın varlığına inanıyor ve ateşe tapıyorlardı. İşte bu nedenle Mekkeli müşrikler savaşta onların tarafını tutuyorlardı. Bunların aksine Hıristiyanlar, tek tanrı inançları ne denli tahrif olursa olsun bir tek Allah inancını dinin temeli olarak kabul ediyor, ahirete inanıyor, vahiy ve risaleti hidayetin kaynağı olarak kabul ediyorlardı. Yani, onların dini ilke olarak İslâm’a benziyordu. İşte bu nedenle müslümanlar, doğal olarak onların tarafını tutuyor ve putperestlerin kendilerine hâkim olmasını istemiyorlardı. İkincisi, yeni bir peygamberin gelişinden önce, bir önceki peygambere inananlar yeni peygamberin mesajı kendilerine ulaşıncaya ve onu açıktan reddedinceye dek müslüman sayılırlar. (bkz. Kasas/73) . O sıralarda, Hz. Muhammed’e (s.a) peygamberlik geleli henüz beş altı yıl olmuştu ve henüz mesajı Arabistan dışına ulaşmamıştı. Bu nedenle müslümanlar, Hıristiyanlara kâfir gözüyle bakmıyorlar, fakat Yahudileri Hz. İsa’nın (a.s) peygamberliğini inkâr ettikleri için kâfir olarak kabul ediyorlardı. Üçüncüsü Kasas/52-55 ve Maide/82-85′de de değinildiği gibi Hıristiyanlar ta başından beri müslümanlara hoşgörülü davranıyorlar ve içlerinden çoğu hakkın mesajını açıkgönüllülükle hemen kabul ediyorlardı. Bundan başka Hıristiyan Habeş Kralının kendisine sığınan müslümanların tarafını tutup Mekkeli müşriklerin müslümanları kendilerine teslim etmesi isteklerini geri çevirmesi de, müslümanların Mecusilere karşı Hıristiyanların tarafını tutmasını gerektiriyordu.[4]



Rumların Mağlup Olması Ve Sonraki Durum Hakkındaki Haber:

Müfessirler bu ayetlerle ilgili birçok rivayet naklctmiştir.  Makul çerçevede özeti şudur: Bu ayetler Arap yarımadasına komşu Şam ve Fırat bölgelerinde Rumlarla Farslar arasında harp olduğu bir dönemde inmiştir. Bu savaşta İranlılar Rumları mağlup etmişti ve Mekke müşrikleri buna çok sevinerek müslümanlara karşı sevinçlerini iz­har ederek onlarla alay etmeye başladılar. Çünkü müslümanlar kaynak ve özün bir oldu­ğunu, bunun kendileriyle Ehli Kitap arasını birleştirdiğini söylüyorlardı ve Hıristiyan Rumlar da onlardandı.

Bu durum müslümanlara çok ağır geldi ve üzüldüler. Bunun üzerine Allah onları bu ayetlerle müjdeleyerek rahatlattı. Ayetlerin içeriğinde her ne kadar açık olarak Farsların bahsi ve müşriklerin sevinip alay etmeleri geçmese de, yukarıdaki özet bilgiyi teyit et­mektedir.

Bundan başka çeşitli sığalarla gelen birçok rivayete göre müslümanlarla kâfirler arasında durumun kızıştığı, hatta ayetlerin müjdelediği gibi Rumların hezimete uğrama­larından sonra tekrar galip olacakları müjdesinin doğruluğu üzerinde ödüllü bahislere girildiği ifade edilmektedir. Bunların birinde bunun Ebu Bekir ile Ümeyye b. Halef ara­sında olduğu ve onların beş veya altı yıl gibi bir süre koydukları aktarılmaktadır. Ebu Bekir bunu Peygamber’e bildirdiğinde ona bahis kıymetiyle süreyi arttırmasını emretti, çünkü “bid’ı [birkaç]” kelimesi üçten dokuza kadar uzayabilmektedir. O da öyle yaptı ve nihayette Rumlar galip oldu, Ebu Bekir bahsi kazandı ve müşriklerin çoğu müslüman oldu. Başka bir rivayete göre Ebu Bekir ile Ümeyye’nin tayin ettikleri süre geçmiş ama Rumlar galip olamamışlardı ve Ebu Bekir bahsi kaybetmişti. Dikkat edilirse bu rivayete göre sûre veya bu ayetlerin hicretten çok önce inmiş olmaları gerekmektedir. Ancak he­men hemen üzerinde ittifak edilen nakledilmiş tertiplere göre bu surenin veya ayetlerin nüzulü Mekke döneminin sonlarında olmuştur ve bu dönemde Kur’an’dan inen son ayetler arasında yer almaktadır; zira bunun inmesinden az bir müddet sonra Peygamber ve ashabı Medine’ye hicret etmişlerdir.

Her ne olursa olsun Allah vaadini ve müjdesini birkaç yıl içerisinde gerçekleştirmiş ve Rumlar dönüp İranlıları tarih kayıtlarında sabit olduğu gibi mağlup etmiştir. Müfessirlerin naklettikleri rivayetler arasında bunun Hicret’ten yaklaşık iki sene sonra Bedir gazvesi esnasında olduğu da ifade edilmektedir. Bir kısım müfessir de bunun Hudcybiye olayı sırasında olduğunu nakletmektedir; bu esnada Kureyş’in ileri gelenleri Peygam­ber ve müslümanlarla bahse girmek zorunda kalmışlardı, bu Hicret’in altıncı yılında ol­muştu, Fetih sûresi ilk ayetinin de vasfettiği gibi bu apaçık bir zaferle sonuçlanmıştı: “Biz sana apaçık bir fetih verdik. (Fetih/1)” Müslümanlar, kitap ehli olmayan Mecusilerle birlik­te olan müşriklere karşı zafer kazanmışlardı, aynı dönemde kitap ehli olan Rumlar da Mecusilere karşı zafer kazanmışlardı. Böylece müslümanların sevinci çift olmuş, Kur’an haberlerinden biri gerçekleşmişti.

Müslümanların Rumların mağlup olmalarından üzülmeleri, galip olmalarından da sevinmeleri kaynak ve özde birleşmelerinden dolayıdır. Bu daha önce tefsiri geçen, o sı­rada bizim de dikkat çektiğimiz birçok surenin çeşitli ayetleriyle de teyit edilmiştir.

Bunlar arasında Peygamber’in üzerine Kur’an vahyinin inmesinden dolayı sevinen kitap ehlinin bulunduğu haberinin yer aldığı ayetler de vardır. Ra’d sûresinin “Kendile­rine kitap verdiğimiz kimseler sana indirilenden sevinirler…” ve bu indirilenin Allah ta­rafından olduğuna onlardan yakinen inananlar olduğunu açıklayan En’am sûresinin 114. ayeti: “Allah, size kitabı açıklanmış olarak indirmiş iken O’ndan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, O (Kur’an)’nun gerçekten Rabbin tarafın­dan indirilmiş olduğunu bilirler…” Açıkça iman ettiklerinin haberini içeren Kasas sûre­sinin 52. ve 53. ayetleri: “Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, bu Kur’an’a inanırlar. Onlara Kur’an okunduğu zaman: ‘Ona inandık, O Rabbimizden gelen ger­çektir… Zaten biz ondan önce de müslümanlar idik’ derler” ve İslam şeriatı ile Önceki peygamberlerin şeriatlarının aynı kök ve özden olduklarını gösteren Şûra sûresinin 13. ayeti: “O ‘Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi; İbrahim e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi…” bunlardandır.

Bütün bunlar müşrikleri öfkelendiriyordu. Özellikle de kitap ehlinin Kur’an’a inanıp tasdik etmeleri karşısında, onların Allah’ın kitabını ve Peygamberini inkâr etmelerinden dolayı Kur’an onları kınıyordu. Farslar galip geldiğinde bu nedenden sevinip coşmuşlar, müslümanlar da üzülüp kederlenmişlerdi.
Açıkça ifade etmek gerekir ki, bizim bu açıklamalarımız, Mekke ve Medine’de inen kitap ehlinden bir grubun, özellikle de Hicaz Yahudilerinin Peygamber’e ve Kur’an’a karşı inkarcı ve düşmanca bir tavır takındıklarını ifade eden birçok ayetle ters düşme­mektedir. Biz önceki münasebetlerde bunun sebeplerini Kur’an naslanyla da destekle­yerek açıklamıştık. Bu açıklamalarımız aynı şekilde daha sonra ortaya çıkıp Peygamber’den sonraki dönemlere kadar uzayan, Peygamber ile Rumlar arasındaki düşmanlık ve savaş durumuyla da ters düşmemektedir; zira Rum vatandaşları Peygamber’in elçi­lerine, Hıristiyan Arap kabileleri de müslümanların kafilelerine saldırmıştı ve bu, söz konusu neticeye neden olmuştu; yani düşmanlığa başlayan Rum tarafı olmuştu ve böylece düşmanlığı defetmek de müslümanların hakkı ve görevi haline gelmişti.

Bu arada Kur’an, anlattığı haber ve kıssalarla öğüt vermeyi amaçladığından, vahiy hikmeti bu hadisenin de buna vesile olmasını murat etmiş ve ayetler Allah’ın yardım edeceğini, zaferi vaat ettiğini ve sevinme hakkının da müminlere ait olduğunu ifade eden umumî bir müjde ihtiva etmiştir. Gelip geçici işlerle ilgilenip dış görünüşlere önem vererek aldanan, önemli ve tehlikeli olandan gafil olan insanlar da ayetlerde kınanmış­tır.

Şunu da belirtelim ki, “Ğulibet” kelimesindeki “Ğayn” harfi fetha-üstün, “seyağlibûn” kelimesindeki “ye” harfi zamme-ötre ile de okunmuştur. Ancak en doğru olanı birin­cisinde zamme-ötre, ikincisinde fetha-üstün kıraatidir, çünkü Rumlar peygamberliğin ilk yıllarında mağlup olmuşlar, sonra da galip gelmişlerdir.[5]




ROMALILARIN GALİBİYETİ VE EN ALÇAK YER

Romalılar yenilgiye uğradılar.

Dünyanın en alçak yerinde. Ama onlar yenilgilerinin ardından yeneceklerdir.

Üç ile dokuz yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün inananlar sevineceklerdir. (Rum Suresi 2-4)
Kuran ayetlerinin indiği dönemde, Romalılar [Rumlar] Hıristiyan, Persler [İranlılar] ise ortak koşan [ateşe tapan] topluluklardı. Romalılar’la Persler’in arasında geçen savaşta Persler’in savaşı kazanması, Hıristiyanlar gibi tek Allah’a inanan Müslümanlar’ı üzmüştü. Ortak koşan bir toplumun Allah’a inanan bir topluluğa karşı galibiyeti moralleri bozmuştu. Bu durumun üzerine Kuran, Romalılar’ın [Bizans'ın] yakında galip geleceğini ve inananların bu olay üzerine sevineceğini müjdelemiştir. 4. ayette geçen “bıdı sinin” ifadesi üç ile dokuz arası sayıları ifade eder. Arapça’da tekil için ayrı, iki adet için ayrı, ondan fazla sayıları belirtmek için ayrı ifadeler vardır.


Hz. Muhammed dini ilk yaymaya başladığı günden itibaren kendisine inanan insanlar hep var olmuş, gittikçe bu sayı artmıştır. Eğer Kuran’ın bu ifadesi yanlış çıksaydı hiç şüphesiz Kuran’a ve Hz. Muhammed’e karşı güven sarsılacak ve birçok kişi dine inanmaktan vazgeçecekti. Yani Kuran’ın, Allah’ın vahyi olmadığını zanneden bir insan için, Kuran’da geleceğe yönelik böyle bir haberin verilmesi, bütün bir sistemin tehlikeye atılmasıdır. Peygamberin, haberin yanlış çıkması halinde kaybedecekleri, haberin doğru çıkması halinde kazanacaklarından çok daha fazladır. Fakat bu dinin sahibi Allah’tır, bu müjdeyi veren de Allah’tır. Bu yüzden hiçbir tehlike yoktu ve hiçbir sorun da olmamıştır. O küçük topluluğun Kuran’a duyduğu güven hiç sarsılmamış ve kısa zamanda tüm bölge inananlarla dolmuştur.



BU NE CESARET!
Bu ne cesaret, bu ne kendine güven, bu ne tereddütsüz bir haber vermedir! Böyle bir cesaret ya üstün bir bilginin cesaretidir, ya da cahil cesur olur misali cahil cesaretidir. (Sonuçlar hangi şıkkın doğru olduğunu ispatlıyor.) Bu haberin Allah’ın vahyi olduğunu bilmeyenler, bu haberin tüm bir sistemin tehlikeye atılması olduğunu zannederler. Üstelik bu haber, olması zor olanın müjdelenmesidir. Çünkü savaşı kaybetmiş olan bir devletin, yakında kaybettiği topluluğa karşı savaşı kazanacağı söylenmektedir. Bir de “bıdı sinin” ifadesinden üç ile dokuz sene arasında bu olayın gerçekleşeceği anlaşılmaktadır.

Bu haber yalan çıksa, hem inananların inancı sarsılacak, hem ortak koşanların dine karşı bir delilleri olacaktır. Oysa tarih şahittir ki; ortak koşanlar Peygamberimize deli, büyücü, menfaatçi gibi suçlamalar yapmalarına karşın, hiçbiri Peygamberin şu söylediği yanlış çıktı, Kuran’ın bu vaadi gerçekleşmedi dememişler, daha doğrusu diyememişlerdir. Oysa bu tarz delile o ortak koşanlar çok muhtaçtılar. Peygamber’e ve inananlara karşı kılıçlarla savaşıp onları öldürmeye çalışmak zor bir yoldu. Eğer ortak koşanların, dine karşı bu tarzda deliller ortaya çıkarmaları mümkün olsaydı, savaşmak gibi zor bir yol yerine, bunu denerlerdi. Zor yolu seçmeleri böyle bir koza sahip olmadıklarını göstermektedir. Kuran’ın tüm dedikleri çıkmış ve bu noktada ortak koşanlar bile bir itirazda bulunamamışlardır. Nasıl günümüzde Kuran’ın birçok mucizesine rağmen ve Kuran’a alternatif hiçbir kitabın, hiçbir sistemin gösterilememesine rağmen hâlâ inanmayanlar varsa ve de olacaksa, o dönemde de böyle olmuştur, her türlü delili görmelerine rağmen inanmayanlar olmuştur. Fakat tüm bu inanmayanlar, daha Peygamberimiz hayattayken yaşadığı bölgeye Kuran’ın hakim olmasını engelleyememişlerdir.



UMUTSUZLUKTAN ZAFERE
Bizans [Doğu Roma] tarihini okuyanlar Bizans imparatorluğunun en büyük bunalımlarından birini 7. yüzyılda [Kuran'ın indiği dönemde] yaşadığını, bu bunalımın en önemli sebeplerinden birinin Persler’le yaşanan sorunlar olduğunu göreceklerdir. Bizans daha sonra sorunlarını aşmış ve bu bunalımı atlatmıştır. Tarihi bilgiler, Kuran’ın, Bizans tarihi hakkındaki söylediklerinin doğruluğunu onaylar.

Tarihi kaynaklarda Bizans’ın Persler’le yapılan savaşta uğradığı kayıp yüzünden bir daha toparlanamayacağının sanıldığı anlatılır. Anlatılanlara göre, Bizans Kralı Heraklius bu bunalımlı dönemde ordunun masrafları için kiliselerdeki altın ve gümüş süs eşyalarını bile eritip kullanmıştır. Persler daha önce Bizans’ın olan Mezopotamya, Kilikya, Suriye, Filistin, Mısır ve Ermenistan’ı işgal etmişlerdir. Umudun olmadığı bir dönemde Kuran, Bizans’ın yakında [3 ila 9 yıl arasında] galip geleceğini müjdelemiştir. Tarihi kaynaklar bu müjdeden dolayı Peygamber ve etrafındakilerle alay edildiğini, bu haberin çıkışına ihtimal verilmediğini kaydederler.

Oysa Kuran’ın her haberi gibi bu haberi de doğru çıkacaktır. Bizans, MS. 627 yılında Persler’i Ninova harabelerinin yakınında yener. Persler işgal ettikleri yerleri Bizans’a geri veren bir anlaşma imzaladılar (Bakınız Warren Treadgold, A History of the Byzantine State and Society, Stanford University Press, sayfa 287-299)



DÜNYANIN EN ALÇAK YERİ
Rum Suresi 3. ayette Rumlar’ın Dünya’nın en alçak yerinde yenilgiye uğradıkları geçer. Arapça Dünya’nın en alçak yeri “Edna el-Ard” olarak ifade edilir. Bu ifadeyi bazı çevirmenler en yakın yer olarak çevirmişlerdir. Fakat bu çeviri, ayetin ifadesinin temel anlamına uygun değildir, bu ancak yan bir anlam olarak kabul edilebilir. Ayetin Arapçası’nın temel ifadesi, bu yenilginin Dünya’nın en alçak [Edna el-Ard] yerinde gerçekleştiği şeklindedir. Anlaşılıyor ki, ayetin temel anlamıyla neyi ifade ettiğini anlamayan çevirmenler, yan bir anlamlandırmayla ayeti çevirmişlerdir. Umarız ayetin ortaya koyduğu bir mucizeyi daha açıklayan açıklamamızdan sonra çevirmenler de gerekli düzeltmeyi yaparlar.

Bizans İmparatorluğunun Persler’e yenildiği bölge Suriye, Filistin ve şimdiki Ürdün topraklarının kesiştiği bölgede yer alan Lut gölü (ölü deniz) havzasıdır. Deniz seviyesinden 395 metre aşağıda olan Lut gölü çevresi, Dünya’mızın “en alçak” noktasıdır (Dünya’nın en yüksek noktası Himalayalar, en alçak noktası Lut Gölü [Ölüdeniz] havzasıdır). Rumların ileride savaşı kazanacağını söyleyerek geleceğe dair hiç tahmin edilmeyen bir haberi vererek bir mucize oluşturan Kuran, bu ifadesiyle ancak son yüzyılın ölçüm teknikleriyle bilinebilmiş bir bilgiyi önceden açıklayarak bir mucize daha oluşturmuştur.



MEKKE’Yİ FETHEDECEKSİNİZ
Allah, elçisinin gördüğü rüyanın gerçek olduğunu doğrulamaktadır. Allah dilerse (İnşallah), siz güven içinde başlarınızı traş etmiş, kısaltmış olarak korkusuzca Mescidi Haram’a muhakkak gireceksiniz. Sizin bilmediklerinizi bildiği için bundan önce size yakın bir fetih verdi. (48 Fetih Suresi 27)

Allah, Kuran’da, Peygamber’in rüyasının gerçekleşeceğini ve Mescidi Haram’a saçlar tıraş edilmiş veya kısaltılmış bir şekilde gireceklerini söyler. Kuran’ın bu mucizesi de bu bölümde incelediğimiz Rumların yenilgilerinden sonra galip geleceklerini söyleyen ayet gibi gelecekle ilgili verilen haberlerle ilgili bir mucizedir. Peygamberimizin ve inananların Mekke’den kovulduklarını, Mekkelilerin sayısal ve askeri güç açısından başta üstün olduklarını, inananları hicrete [göçe] mecbur ettiklerini biliyoruz.


Birçok Peygamber dini, dini yaydığı topraklara hâkim edemeden vefat etmiştir. Eğer Kuran’ın müjdesi olmasa Peygamberimiz Mekke’yi fethedeceğini bilemez, bu konuda bir iddiada bulunamazdı. Peygamberin başta rüyasında gördüğü bu olay, Kuran’ın ayetleriyle bir müjdeye dönüşmüş ve inananlar kovuldukları, zayıf oldukları için terk etmek zorunda kaldıkları toprakları geri almışlardır.

Kuran’ın bu ayetleri gibi, Ebu Leheb’in müslüman olmayacağını söyleyen ayetler de (111. sure) mucizevî niteliktedir. Peygamberimizle baştan savaşan Ebu Süfyan, Vahşi gibi birçok kimsenin sonradan müslüman olduğu bilinmektedir. Eğer Ebu Leheb sonradan müslüman olmaya kalksaydı veya müslüman olduğuna dair rol yapsaydı (Sırf kendisi hakkındaki ayetleri yalanlamak için) birçok kişinin aklını bulandırabilirdi.

Gelecekle ilgili tüm bu Kuran ayetleri, Kuran’ın ifadelerindeki endişesizliği, güveni, iddialılığı göstermektedir. İnsan eliyle yazılacak olan bir kitapta duyulacak endişelerin hiçbiri Kuran yazılırken duyulmamıştır. Bu Kuran’ın insan yazması olmadığının, geleceği de çok iyi bilen Allah’ın vahyi olduğunun sayısız delillerinden biridir.

Biz bu kitabı sana her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16 Nahl Suresi 89)[6]



Tekrar konumuz olan 2- 7. ayetlerin tahliline dönersek, şu hususları da eklemek gerekir:
Bu ayetlerde aynı zamanda müminlere uluslararası siyaset de öğretilmektedir. Şöyle ki: Müminler her zaman ehli imandan yana olmalıdırlar. Mümin taraf dururken, müşrik ve inkârcı tarafı tutulamaz, onlara destekçi olunamaz. İnanan taraf ile inkârcı taraf arasındaki çatışmanın türü sıcak savaş da olsa böyledir, ekonomik, siyasi ve kültürel savaş da olsa böyledir.
Ayetteki “Bundan önce ve sonra emir Allah’ındır”  ifadesinden, zaferi ve yenilgiyi Allah’ın takdir ettiğini anlamaktayız. Zaten birçok ayette Rabbimiz inananlara yardım edeceğini vaat etmiştir, Ayrıca ileride birçok ayette yer aldığı gibi bu vaadini de gerçekleştirmiştir.


47.Ve andolsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri toplumlarına gönderdik de, onlar onlara, apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen kimseleri yakalayıp cezalandırarak adaleti sağladık. Mü’minlere yardım da, Bizim üzerimize bir hak idi.(Rum/47)
                                                                                              
121.Ve hani sen, sabah erkenden mü’minleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ehlinden ayrılmıştın. –Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.– 122O zaman sizden iki grup, Allah kendilerinin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakını olmasına rağmen bozulmaya yüz tutmuştu. –Artık inananlar, yalnızca Allah’a işin sonucunu havale etsinler!–
123-127.Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye size Bedir’de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah’ın koruması altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah’ın koruması altına girin.(Al-i Imran/121-126)
                                                                                                
23.Ey iman etmiş kimseler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürü; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeyiseviyorlarsa, onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyiniz. Sizden her kim de onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar kabul ederse, artık işte onlar, yanlış davrananların; kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir.
25.Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız.
26.Sonra Allah, Elçisi’nin üzerine ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını/ morallerini içlerinde oluşturdu ve sizin görmediğiniz ordular indirdi. Kâfirleri; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenkimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu, kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin cezasıdır.
27.Sonra, bütün bu olup bitenlerin arkasından Allah, dilediği kimseye dönüş nasip eder. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.(Tevbe/25-27)
                                                                                               
9.Hani siz, Rabbinizden yardım diliyordunuz da Rabbiniz, “Şüphesiz Ben, işte ardarda bin haberci âyetle size yardım ediyorum” diye karşılık vermişti.
10.Bunu da Allah, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Ve yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
11.Hani Rabbiniz, yine Kendi katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu. Sizi kendisiyle temizlemek, kötü niyetli kişinin pisliğini/zararını sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize bir su indiriyordu.
12.Ve hani, Rabbin doğal güçleri programlıyordu: “Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, haydin inanmış kimselere sebat verin. Ben, kâfirlerin; Kendimin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmişolan kimselerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm parmak uçlarına/eklemlerine de!”(Enfâl/9-12)
                                                                                                                    
Bu bağlamda ayrıca Ali Imran/138-164. ayetlerden oluşan pasaj da okunmalıdır.*




*İşte Kuran, Rum Suresi






Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim