• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

87Bakara Suresi 190-194







Hatalı Çevrilen Ayetler



Bakara Suresi 190-194 





Hatalı Çeviri:
190. Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.
191. Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir.
192. Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse, (şunu iyi bilin ki) Allah gafûr ve rahîmdir.
193. Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.
194. Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle beraberdir.





Doğru Çeviri:
190.Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın; ölün, öldürün. Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez.
191.Ve onları nerede yakalarsanız öldürün, çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek, öldürmeden daha şiddetlidir. Mescid-i Harâm; dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezi yanında onlar, orada sizinle savaşmadıkça da onlarla savaşmayın. Buna rağmen onlar, sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün. kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenlerin cezası işte böyledir.
192.Bununla beraber, eğer vazgeçerlerse, biliniz ki şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
193.Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeyesürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur.
194.Dokunulmazlık ayı, harâm aya karşılıktır. Ve bütün dokunulmazlıklar/ bağlayıcı hükümler, birbirine karşılıktır. O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyla saldırın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Ve bilin ki Allah, Kendi koruması altına girmiş kişiler ile beraberdir.





Bu âyetlerde, savaş hukukuna yönelik ilkeler bildirilmektedir. Şöyle ki:
* Müslümanlar, sadece Allah yolunda savaşmalıdır, (çıkar ve çapul amaçlı savaşmamalıdır).
* Savaşta haddi aşmamalıdır [savaşçılar dışındaki kimselere dokunmamalıdır].
* Savaş esnasında düşmana acımayıp buldukları yerde onları öldürmelidirler.
* Harâm bölgede kendilerine saldıranlarla savaşıp onları öldürmelidirler. Vazgeçmeleri hâlinde savaşı bırakmalıdırlar.
* Anlaşmaları tek taraflı bozanlarla yapılmış olan antlaşma geçersizdir, onlarla savaşılmalıdır.


Bireysel hayat sürerlerken bu şartlar çerçevesinde davranmak zorunda olan mü’minler, organize oldukları dönemlerde ise, kendilerine inançları sebebiyle veya onları dinden döndürmek, mustaz‘aflara yardımdan engellemek ve yurtlarını ellerinden almak amacıyla bir saldırı olduğunda, saldırganlara karşı savaşmak zorundadırlar. Bedir ve onu izleyen bir dizi savaş, bu emirden sonra yapılmıştır:


75Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri bu halkı kendi benliklerine haksızlık eden kimseler olan memleketten çıkar, nezdinden bize bir koruyucu, yol gösterici yakın, nezdinden iyi bir yardımcı kıl” diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? (Nisâ/75)

                                                                        
33,34Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan;  bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/ arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.(Mâide/33-34)

                                                                              
Allah daha evvel mü’minlere şu emirleri vermişti:
33,34Ve Allah'a çağırıp/ yakarıp sâlihi işleyen ve “Ben, Müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/ iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir yakın'dır.(Fussilet/33-34)
                                                                                                   
13Sonra da sözlerini bozmaları sebebiyle onları dışladık ve kalplerine katılık koyduk. Onlar kelimeyi/ sözcüğü yerlerinden/ öz anlamlarından değiştirirler. Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de terk ettiler. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen, onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik-güzellik üretenleri sever.(Mâide/13)
                                                                                            
10Onların söylediklerine/ söyleyeceklerine de sabret. Ve güzel bir ayrılışla onlardan ayrıl,(Müzzemmil/10)


                                                                  
21,22Haydi, öğüt ver/ hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin.(Ğâşiye/21-22)


                                                                                     
109Kitap Ehlinden birçoğu, gerçek kendileri için ortaya konduğu hâlde, benliklerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenkimseler olmaya çevirmek isterler. Buna rağmen siz, Allah'ın emri gelinceye kadar af ile, hoşgörüyle davranın. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.(Bakara/109)


                                                                                     
Aslında Allah nazarında bir kişiyi öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir:
32İşte bunun için Biz, İsrâîloğulları'na: “Şüphesiz her kim bir zat veya yeryüzünde bozgunculuk karşılığı olmadan bir zatı öldürürse artık bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir zatın yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur” şeklinde farz kıldık. Ve kesinlikle onlara elçilerimiz açık deliller ile geldiler. Sonra da şüphesiz onların birçoğu, kesinlikle yeryüzünde aşırı davranan kimselerdir. (Mâide/32)
                                                                                              

Durum bu olmasına rağmen Allah savaşı emretmektedir. Bununla birlikte, hangi şartlarda savaşılması gerektiğini de bildirmektedir:


39-41Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi.
Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi.
Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir.(Hacc/39-41)


                                                                                 
Âyetteki, Ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez ifadesi, sivil halka; kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve tarlalara, bahçelere, hayvanlara, ormana vs. zarar vermeyi yasaklamaktadır.


Hacc/40'daki, “Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi” ifadesi savaşın meşru kılınma nedenlerini açıklamaktadır.


Bu paragrafın iniş sebebine dair klasik kaynaklarda şu bilgiler verilmektedir:
Peygamber (s.a) umre yapmak üzere ashâb-ı kiram ile birlikte Mekke'ye gitti. Mekke yakınlarında Hudeybiye'de –ki Hudeybiye oradaki bir kuyunun adıdır, o bölgeye de o kuyunun adı verilmiştir– konaklayınca, müşrikler Beytullâh'a gitmesini engellediler. Hz. Peygamber de Hudeybiye'de bir ay süreyle kaldı. O yıl geldiği şekilde geri dönmek, ertesi yıl ise Mekke kendisine üç gün süreyle boşaltılmak ve aralarında on yıl savaş olmamak üzere de barış yaptılar. Hz. Peygamber de Medîne'ye geri döndü.

Ertesi sene Hz. Peygamber kazâ umresi yapmak üzere hazırlıklarını yaptı. Müslümanlar kâfirlerin sözlerinde durmayacaklarından korktular ve harâm ayda Harem dahilinde savaşmaktan da hoşlanmıyorlardı. İşte bu âyet-i kerîme bunun üzerine nâzil olmuştur.Yani, kâfirler sizinle savaştıkları takdirde savaşmak sizin için de helâldir.

Nüzûl sebebi ise İbn Abbâs, Katâde, Mücâhid, Miksem, es-Süddî, er-Rabi, ed-Dahhâk ve başkalarından rivâyete göre şöyledir: Bu âyet-i kerîme kazâ umresi ve Hudeybiye yılı ile ilgili olarak nâzil olmuştur. Rasûlullah (s.a) umre yapmak üzere çıkmış ve Hudeybiye'ye kadar varmıştı. Bu olay hicretin 6. yılı Zilkâde ayında cereyan etmişti. Kureyş kâfirleri olan müşrikler o'nu Beytullâh'a ulaşmaktan engellediler. O da geri döndü. Şanı yüce Allah da o'na, pek yakında o'nu Mescid-i Harâm'a girdireceği vaadinde bulundu. Hz. Peygamber de hicretin 7. yılında oraya girdi ve umre ibâdetini eda etti. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

el-Hasen'den şu da rivâyet edilmiştir: Müşrikler Peygamber'e (s.a), “Yâ Muhammed! Harâm ayda savaşmak sana yasak kılındı mı?” diye sorunca o, “Evet” dedi. Bunun üzerine onlar da o'nunla savaşmak istediler. İşte bu âyet-i kerîme bu münasebetle inmiştir.

Hz. Peygamber (s.a), hacc maksadıyla ashâbıyla beraber yola çıkıp, Hudeybiye'de konaklamıştı. Burası, ağacı ve suyu bol olan bir yer idi. Müşrikler, Ka‘be'yi ziyaret etmelerine mani olmuşlardı. Böylece Hz. Peygamber, ziyarette bulunamayarak bir ay orada bekledi. Daha sonra müşrikler Hz. Peygamber'le, bu yıl geri dönüp ertesi yıl dönmek, müşrikler, Hz. Peygamber Ka‘be'yi tavaf edip, kurbanını da kesip ve istediğini de yapıncaya kadar Mekke'yi üç günlüğüne terketmek üzere anlaşma yaptılar. Allah'ın Rasûlü de buna razı olup, onlarla bu şekilde bir anlaşma yaptı. Daha sonra, aynı yıl Medîne'ye geri döndü ve ertesi yıl hazırlanmaya başladı. Sonra Hz. Peygamber'in ashâbı, Kureyş'in sözlerinde durmayacaklarından, onların, ashâbı Mescid-i Harâm'dan menedip onlarla savaşa tutuşacaklarından; ashâbın ise, hem harâm ayda, hem de Harem-i Şerifte müşriklerle savaşmayı istemedikleri gibi endişeler izhar ettiler. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyetleri indirdi ve ashâba, ihtiyaç hissederlerse nasıl savaşacaklarını beyan ederek, “Allah yolunda cihad ediniz” buyurdu.

Sahabeden birisi, kâfirlerden birisini harâm ayda öldürdü. Bunun üzerine mü’minler, bu mü’mini bundan dolayı kınadılar. İşte bu sebeple de Cenâb-ı Hakk bu âyeti indirdi. Buna göre âyetin manası şöyle olur: Sizin, harâm aylarda öldürmeye yönelmiş olmayı büyük bir suç saymanız gerekmez. Çünkü harâm aylarda, kâfirlerin küfre yönelmeleri, bu yaptığınızdan daha büyük bir suçtur.



Âyetteki, Ve fitne, öldürmeden daha şiddetlidir ifadesinde geçen fitne ile, “müslümanların küfre zorlanması ve yurtlarından çıkarılması” kasdedilmiştir. Ayrıca, âyetin bu ifadesinden, fitne çıkaranlara savaş açmanın mübah olduğu sonucu çıkıyor:
33,34Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan;  bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/ arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.(Mâide/33-34)


                                                                                
Nitekim, Neml sûresi'nden de anlaşıldığı üzere Süleymân peygamber, Sebe ülkesinde halkı güneşe taptırmaya uğraşanlara karşı ordusuyla harekete geçmişti.



HARÂM AY KAVRAMI
Mescid-i Harâm'ın dokunulmazlığı ve güvenli bölge oluşu, Mekkî ve Medenî birçok âyette zikredilmiştir. Bu olguya ilişkin geniş açıklamalarda bulunduk; bunları bir kez daha yineleme gereği duymuyoruz.


Ancak “harâm ay” kavramı ile ilk kez bu âyette karşılaşıyoruz. Öncelikle şunu söyleyelim ki: Harâmkelimesi,“Ka‘be” ile ilintili olarak ne anlam ifade ediyorsa, “ay” açısından da aynı anlamı, yani dokunulmazlığı, kutsallığı, güvenliliği ve savaşma yasağını ifade ediyor. Bu ifadenin geçtiği âyetlerde de aynı anlamın esas alındığını unutmamalıyız. “Harâm ay” kavramı, dört Kamerî ay için kullanılır. Bu ayların sayısı, Tevbe sûresi'nde zikredilmiştir: Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü harâm aylardır. İşte dosdoğru olan din budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin(Tevbe/36). Söz konusu ayların isimleri, tevatür ve geleneğe göre, Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb'dir. Bunların ilk üçü İslâm öncesi dönemde Araplar nezdinde hacc aylarıydı. Dokunulmazlıkları, kutsallıkları ve savaş yasağı bununla ilgilidir. Bu aylarda bir tür dinî barış ilan edilirdi. Böylece Araplar uzak-yakın bölgelerden, yarımadanın muhtelif yerlerinden, Arapların yerleştiği Şam, Mezopotamya ve Irak gibi komşu memleketlerden güvenlik içinde Mekke'ye gelebiliyor, hacc görevlerini eda ediyor, bu ibâdet mevsimine tanık olabiliyorlardı. Sonra da korkusuzca, en ufak bir zorlukla karşılaşmadan, huzur içinde memleketlerine dönebiliyorlardı. Receb ayına gelince, güvenilir rivâyetlerden anladığımız kadarıyla, bu ay Hicaz halkı için dinsel bir özellik taşıyordu. Bu rivâyetlerden söz konusu ayın “Mudar Recebi” adıyla da anıldığını öğreniyoruz. Harâm ayların, Araplar açısından dinî, ictimaî ve iktisadî önem arzettiğinden kuşku yoktur. Bu nedenle âyetlerden ve rivâyetlerden anladığımız kadarıyla, Araplar bu ayların dokunulmazlıklarına büyük önem veriyorlardı, bu ayların kutsal huzurunu bozmamaya özen gösteriyorlardı. Bu aylarda, kan dökülüyor diye avlanmayı bile yasaklamışlardı... Harâm aylar girince, insanlar, kendilerini kapsamlı bir güven ortamının içinde buluyorlardı; kavgasız, savaşsız ve korkusuz... Hiç kuşkusuz işin içinde dinsel motivasyon olmasaydı, böylesi bir sosyal olguyu gerçekleştirmek mümkün olamazdı. Kur’ân-ı Kerîm de bu ayların dokunulmazlığını, kutsallığını onaylamış; insanlara sağladığı büyük yararlara işaret etmiştir. Yukarıda sunduğumuz Tevbe/36. âyeti buna örnek gösterebiliriz. Aşağıdaki âyetler de aynı anlamı pekiştirir niteliktedir: Allah, Beyt-i Harâm Ka‘be'yi insanlar için bir kıyam evi kıldı; Harâm ayı, kurbanı ve boyunlardaki gerdanlıkları da... (Mâide/97); Ey iman edenler, Allah'ın şiarlarına, harâm olan ay'a, kurbanlık hayvanlara, onlardaki gerdanlıklara ve Rabb'lerinden bir fazl ve hoşnutluk isteyerek Beyt-i Harâm'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktınız mı artık avlanabilirsiniz... (Mâide/2). Burada, yapıcı ve yararlı geleneklerin İslâm'dan sonra da korunmasına ilişkin genel temayülün bir örneğini görüyoruz. Bu aylarda ancak herhangi bir saldırıyı püskürtmek, bir haksızlığı/zulmü bertaraf etmek ve İslâm'a davet özgürlüğünü garanti altına almak amacına yönelik olması koşuluyla savaşa izin verilmiştir.



DOKUNULMAZ AYLARDA ve DOKUNULMAZ BÖLGEDE SAVAŞ
Araplar, güvenli bir ulaşım ve hacc için dokunulmaz aylar ve dokunulmaz bölge belirlemişlerdi. Bu aylarda ve bu bölgede asla savaşılmazdı. Bu âyetlerde mü’minlere, harâm aylarda ve haremde saldırıya uğramaları hâlinde bu geleneğe bağlı kalmamaları emredilmektedir. Bu hükmün alt yapısı şu âyetlerle hazırlanmıştı:
40Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse, artık onun ücreti Allah'a aittir. Şüphesiz ki O, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez.(Şûra/40)


                                                                      
126Ve eğer ceza verecek olursanız da, sizin cezalandırıldığınızın misli ile ceza verin. Ve eğer sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır. (Nahl/126)*



                                                                           

*İşte Kuran, Bakara Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim