• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

87Bakara Suresi 246-252





Hatalı Çevrilen Ayetler



Bakara Suresi 246-252




Hatalı Çeviri:
246. Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.
247. Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar olarak gönderdi, dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. «Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir» dedi.
248. Peygamberleri onlara: Onun hükümdarlığının alâmeti, Tabut'un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut'un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alâmet vardır, dedi.
249. Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler.
250. Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: Ey Rabbimiz! Yüreğimizi sabırla doldur; bize direnme gücü ver; kâfir kavme karşı bize yardım et, dediler.
251. Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.
252. İşte bunlar Allah'ın âyetleridir. Biz onları sana doğru olarak anlatıyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin.




Doğru Çeviri:

246.İsrâîloğulları’nın Mûsâ’dan sonra ileri gelenlerini görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Hani onlar, kendi peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. Peygamber, “Size savaş farz kılınırsa, acaba yapmamazlık eder misiniz?” dedi. İsrâîloğulları’nın ileri gelenleri, “Bize ne oldu da yurtlarımızdan ve çocuklarımızdan çıkarılmışken Allah yolunda savaşmayalım?” dediler. Sonra da savaş kendilerine görev olarak verilince de onlardan pek azı hariç, yüz çevirdiler. Ve Allah, o kendi benliklerine haksızlık edenleri en iyi bilendir.
247.Peygamberleri de onlara, “Şüphesiz Allah, size hükümdar olarak Tâlût’u gönderdi” demişti. İsrâîloğulları, “O, bizim üzerimize nasıl hükümdar olur, oysa hükümdar olmaya biz ondan daha çok hak sahibiyiz, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir” dediler. Peygamberleri, “Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve onu bilgi ve vücut bakımından fazlalıklı kılmıştır” dedi. Allah da, mülkünü dilediği kimseye verir. Ve Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, çok iyi bilendir.
248.Peygamberleri de, “Şüphesiz onun hükümdarlığının alâmeti/göstergesi, size, güçlü varlıkların taşıdığı, içinde Rabbinizden kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu/moral, Mûsâ ve Hârûn ailelerinin bıraktıklarından bir güçlü varlıkların taşıdığı, kalıntı bulunan o tabutun gelmesi olacaktır. Eğer iman etmiş kimseler iseniz, şüphesiz bunda sizin için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır” dedi.
249.Sonra Tâlût, ordu ile ayrılınca dedi ki: “Şüphesiz Allah sizi kesinlikle bir nehirle imtihan edecek. Artık kim ondan içerse, benden değildir. Kim de, –ancak eliyle bir avuç alan başka– onu tatmaz ise, işte o bendendir.” Sonra da içlerinden pek azı hariç, ondan içtiler. Tâlût ve beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde İsrâîloğulları, “Bizim bugün, Câlût ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok” dediler. Allah’a kavuşacaklarına kesinlikle inananlar, “Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle nice çok topluluklara gâlip gelmişlerdir. Allah, sabredenlerle beraberdir” dediler.
250.Ve onlar, Câlût ve ordusu için ortaya çıktıkları zaman, “Rabbimiz! Bize çok çok sabır ver de gevşemeyelim, zaafa düşmeyelim, boyun eğmeyelim, ayaklarımızı sâbit tut ve kâfirler toplumuna;  senin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenler topluluğuna karşı bize yardım et!” dediler.
251.Sonra da, Allah’ın izniyle/ bilgisiyle Câlût ve ordusunu bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût’u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri verdi. Ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi. Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir armağan sahibidir.
252.İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Biz, onları sana hak ile okuyoruz. Şüphesiz sen de kesinlikle gönderilenlerdensin.




Bu âyetlerde de, târihten bilinen bir örnekle, gerektiğinde savaşılması, savaştan kaçılmaması, savaştan kaçanların düşeceği zillet ve Allah yolunda savaşanların kazanacağı zafer ve nimetler bildirilmekte; iyi askerler ve iyi takdik ile yapılacak savaşın mal ve can kaybına neden olmayacağı açıklanmaktadır.


Burada kısaca, önce savaş isteyip sonra yan çizen bir grup ile sayıları çok az olmasına rağmen Allah’a güvenerek inançla savaşan ve başarya ulaşan bir grup anlatılıyor.


Kanaatimizce konumuz olan âyetlerde anlatılan hâdise, Kitab-ı Mukaddes’te yer alan (l. Samuel/8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15 ve 16. Bablar) hâdise ile aynıdır. Bu âyet grubunun anlaşılması için zikri geçen olayın iyi bilinmesi gerekir. Oradan okunmasını öneririz.


Kitab-ı mukaddes’teki anlatımlardan, Kur’ân’da bahsedilen peygamberin Samuel, Tâlût olarak zikredilen hükümdarın Saul, Câlût’un da Golyat olduğu anlaşılıyor.


Âyetteki, O, bizim üzerimize nasıl hükümdar olur, oysa hükümdar olmaya biz ondan daha çok hakk sahibiyiz, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir ifadesinden anlaşılıyor ki, İsrâîloğulları Tâlût’un hükümdarlığına itiraz edip Allah’ın emirleri hususunda yan çizmek istiyorlar.


Onların itirazlarına verilen, Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve onu bilgi ve vücut bakımından ziyadeleştirmiştir cevabı da, Tâlût’un hükümdar seçilmesinin nedenini bildiriyor ki buna göre, hükümdar seçilecek kişide bulunması gereken nitelik, soy-sop değil, bilgi ve bedensel güçtür.



TABUT
Âyetteki, Şüphesiz onun hükümdarlığının âyeti [kanıtı], size, güçlü varlıkların taşıdığı, içinde Rabbinizden bir sekine, Mûsâ ve Hârûn ailelerinin bıraktıklarından bir bakiyye [kalıntı] bulunan o tabutun gelmesi olacaktır ifadesinde geçen tabut ile ilgili kaynaklardaki nakiller şöyledir:


Nakledildiğine göre tabutu Yüce Allah, Âdem’e (a.s) indirmişti. Bu tabut, Hz. Âdem’in yanında idi. Nihâyet Hz. Ya‘kûb’a ulaşmıştı. Ordan da İsrâîloğulları’na geçmişti. Kendileriyle savaşan kimselere karşı onunla gâlip geliyorlardı. Bu durum isyana başladıkları vakte kadar böylece sürüp gitti. Sonunda yenilgiye uğratılıp tabut ellerinden alındı. Onu ellerinden alanlar es-Süddî’nin dediğine göre Amalikalılardan olan Câlût ve beraberindekiler idiler.


Denildiğine göre; bu tabutu putlarının bulunduğu bir mabede koydular. Sabah olunca putlarının yüz üstü yıkılmış olduklarını görüyorlardı. Bir diğer görüşe göre; onu putlarının bulunduğu yerde büyük putun altına koydular. Sabah olduğunda tabutun putun üzerinde olduğunu gördüler. Tabutu alıp putun ayaklarına bağladılar. Sabah olduğunda putun el ve ayaklarının kesilmiş olduğunu ve tabutun altına atılmış olduğunu gördüler. Bu sefer tabutu alıp bir kavmin yaşadığı kasabaya bıraktılar. O kavmin boyunlarına birtakım ağrılar isâbet etti. Kimisine göre de tabutu basur hastalığına yakalanan bir kavmin büyük abdest bozdukları bir yere bıraktılar. Her nasıl ise bu konudaki musibet ve belaları büyüyünce musibetlerinin tek sebebinin bu tabut olduğunu söylediler. “Haydi bunu İsrâîloğulları’na geri verelim” dediler. Tabutu iki öküz tarafından sürüklenen bir araba üzerine bıraktılar ve öküzleri İsrâîloğulları’nın yaşadıkları bölgeye doğru bir yerde serbest bıraktılar. Allah’ın gönderdiği iki melek bu inekleri (asıl nüshada da böyle, Taberî’de, öküzleri şeklindedir) sürüyorlardı. Sonunda İsrâîloğulları’nın topraklarına girdiler. O sırada da Tâlût meselesi üzerinde duruyorlardı. Bunu da görünce zafer kazanacaklarından emin oldular. İşte bu rivâyete göre meleklerin tabutu taşımaları böyledir.[25]


Kitab-ı Mukaddes’te de tabut şöyle tanıtılır:
Akasya ağacından bir sandık yapsınlar. Boyu 2.5, eni ve yüksekliği 1.5 arşın olsun. İçini de dışını da saf altınla kapla. Çevresine altın pervaz yap. Dört altın halka döküp dört ayağına tak. İkisi bir yanda, ikisi öbür yanda olacak. Akasya ağacından sırıklar yapıp altınla kapla. Sandığın taşınması için sırıkları yanlardaki halkalara geçir. Sırıklar sandığın halkalarında kalacak, çıkarılmayacak. Antlaşmanın koşullarını belirten taş levhaları sana vereceğim. Onları sandığın içine koy. “Saf altından bir Bağışlanma Kapağı yap. Boyu 2.5, eni 1.5 arşın olacak. Kapağın iki kenarına dövme altından birer Keruv yap. Keruvlar’dan birini bir kenara, öbürünü öteki kenara, kapakla tek parça hâlinde yap. Keruvlar yukarı doğru açık kanatlarıyla kapağı örtecek. Yüzleri birbirine dönük olacak ve kapağa bakacak. Kapağı sandığın üzerine, sana vereceğim taş levhaları ise sandığın içine koy. Seninle orada, Levha Sandığı’nın üstündeki Keruvlar arasında, kapağın üzerinde görüşeceğim ve İsrâîlliler için sana buyruklar vereceğim.[26]
Besalel, Antlaşma Sandığı’nı akasya ağacından yaptı. Boyu 2.5, eni ve yüksekliği 1.5 arşındı. İçini de dışını de saf altınla kapladı. Çevresine altın pervaz yaptı. İkisi bir yanda, ikisi öbür yanda olmak üzere sandığın dört köşesindeki ayaklara takmak için birer altın halka döktü. Akasya ağacından sırıklar yapıp altınla kapladı. Sandığın taşınması için sırıkları yanlardaki halkalara geçirdi. Bağışlanma Kapağı’nı saf altından yaptı. Boyu 2.5, eni 1.5 arşındı. Kapağın iki kenarına dövme altından birer Keruv yaptı. Keruvlar’dan birini bir kenara, öbürünü öteki kenara koyarak kapağı tek parça hâlinde yaptı. Keruvlar yukarı doğru açık kanatlarıyla kapağı örtüyor, yüzleri birbirine dönük kapağa bakıyorlardı.[27]
Âyetteki, içinde Rabbinizden bir sekine, Mûsâ ve Hârûn ailelerinin bıraktıklarından bir bakiyye [kalıntı] ifadesinden de, bu sandukanın içinde Tevrât metinleri –ki bunlar, taşlara, tabletlere, yassı kemiklere yazılıyor ve büyük hacim tutuyordu– ile Mûsâ-Hârûn ailesine ait birtakım özel eşyaların bulunduğu anlaşılıyor. Allah’tan gelen sekine ise, “vahiyler”dir.



TABUTU MELEKLERİN TAŞIMASI
Melek sözcüğünün, “haberci” veya “güç, güçlü varlık” manasına geldiğini daha önce ifade etmiştik. İçinde, yassı taş levhalara yazılmış bir hayli hacim ve ağırlıkta olan Tevrât metinlerinin bulunduğu tabut da, ancak öküz, manda gibi güçlü hayvanların taşıyabileceği bir arabada taşınabilirdi.



NİCELİK DEĞİL NİTELİK ÖNEMLİ
Âyetteki, Allah’a kavuşacaklarına kesinlikle inananlar, “Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle nice çok topluluklara gâlip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir” dediler ifadesinden anlaşılıyor ki, samimi bir avuç mü’min, düşmanın çokluğundan korkup yılmamış, Allah’a tevekkül ederek gerekeni yapmışlardır. Bizden istenen de böyle olmaktır. Zira Allah, birçok âyette  (Hacc/39-40,  Mücâdele/21, Sâffât/171-173, Muhammed/7, Fetih/4, Âl-i İmrân/139, Enfâl/45, Âl-i İmrân/26, Âl-i İmrân/146-147) yardımıyla inananları muzaffer kılacağını bildirmiştir.
Bu pasajdaki, Sonra da, Allah’ın izniyle onları [Câlût ve ordusunu] bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût’u öldürdü ifadesi üzerinde dikkatlice durulması gerekir:



DÂVÛD’UN GOLYAT’I ÖLDÜRMESİ
Savaşmak üzere ordularını bir araya getiren Filistliler, Yahuda’nın Soko Kenti’nde toplandılar. Soko ile Azeka Kenti arasındaki Efes-Dammim’de ordugah kurdular. Saul ile İsrâîlliler de toplandılar. Ela Vâdisi’nde ordugah kurup Filistliler’e karşı savaş düzeni aldılar. Filistliler tepenin bir yanında, İsrâîlliler de karşı tepede yerlerini aldı. Aralarında vâdi vardı. Filist ordugahından Gatlı Golyat adında usta bir dövüşçü ortaya çıktı. Boyu 6 arşın 1 karıştı. Başına tunç miğfer takmış, pullu bir zırh kuşanmıştı. Tunç zırhın ağırlığı 5.000 şekeldi. Baldırları zırhlarla korunmuştu. Omuzları arasında tunç bir pala asılıydı. Mızrağının sapı dokumacı tezgahının sırığı gibiydi. Mızrağın demir başının ağırlığı 600 şekeldi. Golyat’ın önüsıra kocaman kalkanını taşıyan bir adam yürüyordu. Golyat durup İsrâîl ordusuna, “Neden savaş düzeni aldınız?” diye haykırdı, “Ben Filistli’yim, sizse Saul’ün kölelerisiniz. Aranızdan karşıma çıkacak birini seçin. Dövüşte beni yenip öldürebilirse, biz sizin köleniz oluruz. Ama ben üstün gelip onu yok edebilirsem, siz bizim kölemiz olur, bize kulluk edersiniz.” Filistli Golyat konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bugün İsrâîl ordusuna meydan okuyorum! Benimle dövüşecek birini çıkarın karşıma!” Filistli’nin bu sözlerini duyunca, Saul de İsrâîlliler de çok korkup dehşet içinde kaldılar. Dâvûd Yahuda’nın Beytlehem Kenti’nden Efratlı Yişay adında bir adamın oğluydu. Yişay’ın sekiz oğlu vardı. Saul’ün krallığı döneminde Yişay’ın yaşı oldukça ilerlemişti. Yişay’ın üç büyük oğlu Saul’le birlikte savaşa katılmıştı. Savaşa giden en büyük oğlunun adı Eliav, ikincisinin adı Avinadav, üçüncüsünün adıysa Şamma’ydı. Dâvûd en küçükleriydi. Üç büyük oğul Saul’ün yanındaydı. Dâvûd ise babasının sürüsüne bakmak için Saul’ün yanından ayrılıp Beytlehem’e gider gelirdi. Filistli Golyat kırk gün boyunca sabah-akşam ortaya çıkıp meydan okudu. Bir gün Yişay, oğlu Dâvûd’a şöyle dedi: “Kardeşlerin için şu kavrulmuş bir efa buğdayla on somun ekmeği al, çabucak ordugaha, kardeşlerinin yanına git. Şu on parça peyniri de birlik komutanına götür. Kardeşlerinin ne durumda olduğunu öğren ve iyi olduklarına ilişkin bir belirti getir. Kardeşlerin Saul ve öbür İsrâîlliler’le birlikte Ela Vâdisi’nde Filistliler’e karşı savaşıyorlar.” Ertesi sabah Dâvûd erkenden kalktı. Sürüyü bir çobana bıraktı. Yişay’ın buyurduğu gibi erzağı alıp yola koyuldu. Ordugaha vardığı sırada askerler savaş naraları atarak savaş düzenine giriyorlardı. İsrâîlliler’le Filistliler karşı karşıya savaş düzeni almışlardı. Dâvûd getirdiklerini levazım görevlisine bırakıp cepheye koştu; kardeşlerinin yanına varıp onları selâmladı. Dâvûd onlarla konuşurken, Gatlı Filistli, Golyat adındaki dövüşçü Filist cephesinden ileri çıkarak daha önce yaptığı gibi meydan okudu. Dâvûd bunu duydu. İsrâîlliler Golyat’ı görünce büyük korkuyla önünden kaçıştılar. Birbirlerine, “İsrâîl’e meydan okumak için ortaya çıkan şu adamı görüyorsunuz ya!” diyorlardı, “Kral onu öldürene büyük bir armağanın yanısıra kızını da verecek. Babasının ailesini de İsrâîl’e vergi ödemekten muaf tutacak.” Dâvûd, yanındakilere, “Bu Filistli’yi öldürüp İsrâîl’den bu utancı kaldıracak kişiye ne verilecek?” diye sordu, “Bu sünnetsiz Filistli kim oluyor da yaşayan Tanrı’nın ordusuna meydan okuyor?” Adamlar daha önce verilmiş olan söze göre Golyat’ı öldürecek kişiye neler verileceğini anlattılar. Ağabeyi Eliav Dâvûd’un adamlarla konuştuğunu duyunca öfkelendi, “Ne işin var burada?” dedi, “Çöldeki üç-beş koyunu kime bıraktın? Ne kadar kendini beğenmiş ve ne kadar kötü yürekli olduğunu biliyorum. Sadece savaşı görmeye geldin.” Dâvûd, “Ne yaptım ki?” dedi, “Bir soru sordum, o kadar.” Sonra başka birine dönüp aynı soruyu sordu. Adamlar öncekine benzer bir yanıt verdiler. Dâvûd’un söylediklerini duyanlar Saul’e ilettiler. Saul onu çağırttı. Dâvûd, Saul’e, “Bu Filistli yüzünden kimse yılmasın! Ben kulun gidip onunla dövüşeceğim!” dedi. Saul, “Sen bu Filistli’yle dövüşemezsin” dedi, “çünkü daha gençsin, o ise gençliğinden beri savaşçıdır.” Ama Dâvûd, “Kulun babasının sürüsünü güder” diye karşılık verdi, “bir aslan ya da ayı gelip sürüden bir kuzu kaçırınca, peşinden gidip ona saldırır, kuzuyu ağzından kurtarırım. Eğer aslan ya da ayı üzerime gelirse, boğazından tuttuğum gibi vurur öldürürüm. Kulun aslan da, ayı da öldürmüştür. Bu sünnetsiz Filistli de onlar gibi olacak. Çünkü yaşayan Tanrı’nın ordusuna meydan okudu. Beni aslanın, ayının pençesinden kurtaran Rabb, bu Filistli’nin elinden de kurtaracaktır.” Saul, “Öyleyse git, Rabb seninle birlikte olsun” dedi. Sonra kendi giysilerini Dâvûd’a verdi; başına tunç miğfer taktı, ona bir zırh giydirdi. Dâvûd giysilerinin üzerine kılıcını kuşanıp yürümeye çalıştı. Çünkü bu giysilere alışık değildi. Saul’e, “Bunlarla yürüyemiyorum” dedi, “çünkü alışık değilim.” Sonra giysileri üzerinden çıkardı. Değneğini alıp dereden beş çakıl taşı seçti. Bunları çoban dağarcığının cebine koyduktan sonra sapanını alıp Filistli Golyat’a doğru ilerledi. Filistli de, önünde kalkan taşıyıcısı, Dâvûd’a doğru ilerliyordu. Dâvûd’u tepeden tırnağa süzdü. Kızıl saçlı, yakışıklı bir genç olduğu için onu küçümsedi. “Ben köpek miyim ki, üzerime değnekle geliyorsun?” diyerek kendi ilâhlarının adıyla Dâvûd’u lânetledi. “Bana gelsene! Bedenini gökteki kuşlara ve kırdaki hayvanlara yem edeceğim!” dedi. Dâvûd, “Sen kılıçla, mızrakla, palayla üzerime geliyorsun” diye karşılık verdi, “bense meydan okuduğun İsrâîl ordusunun Tanrısı, Her Şeye Egemen Rabbin adıyla senin üzerine geliyorum. Bugün Rabb seni elime teslim edecek. Seni vurup başını gövdenden ayıracağım. Bugün Filistli askerlerin leşlerini gökteki kuşlarla yerdeki hayvanlara yem edeceğim. Böylece bütün dünya İsrâîl’de Tanrı’nın var olduğunu anlayacak. Bütün bu topluluk Rabbin kılıçla, mızrakla kurtarmadığını anlayacak. Çünkü savaş zaten Rabbindir! O sizi elimize teslim edecek.” Golyat saldırmak amacıyla Dâvûd’a doğru ilerledi. Dâvûd da onunla dövüşmek üzere hemen Filist cephesine doğru koştu. Elini dağarcığına sokup bir taş çıkardı, sapanla fırlattı. Taş Filistli’nin alnına çarpıp saplandı. Filistli yüzükoyun yere düştü. Böylece Dâvûd Filistli Golyat’ı sapan ve taşla yendi. Elinde kılıç olmaksızın onu yere serdi. Sonra koşup üzerine çıktı. Golyat’ın kılıcını tutup kınından çektiği gibi onu öldürdü ve başını kesti. Kahraman Golyat’ın öldüğünü gören Filistliler kaçtılar. İsrâîlliler’le Yahudalılar kalkıp Gat’ın girişine ve Ekron kapılarına kadar nara atarak onları kovaladılar. Filistliler’in ölüleri Gat’a, Ekron’a kadar Şaarayim yolunda yerlere serildi. Filistliler’i kovaladıktan sonra geri dönen İsrâîlliler Filist ordugahını yağmaladılar. Dâvûd Filistli Golyat’ın başını alıp Yeruşalim’e götürdü, silâhlarını da kendi çadırına koydu. Saul, Dâvûd’un Golyat’la dövüşmeye çıktığını görünce, ordu komutanı Avner’e, “Ey Avner, kimin oğlu bu genç?” diye sormuştu. Avner de, “Yaşamın hakkı için, ey kral, bilmiyorum” diye yanıtlamıştı. Kral Saul, “Bu gencin kimin oğlu olduğunu öğren” diye buyurmuştu. Dâvûd Golyat’ı öldürüp ordugaha döner dönmez, Avner onu alıp Saul’e götürdü. Golyat’ın kesik başı Dâvûd’un elindeydi. Saul, “Kimin oğlusun, delikanlı?” diye sordu. Dâvûd, “Kulun Beytlehemli Yişay’ın oğluyum” diye karşılık verdi.[28]



Buradan da anlaşılacağı üzere savaş, akıl ve eğitim ile kazanılıyor. Akıllı ve eğitimli tek kişi savaşın kaderini değiştirebiliyor. Allah’ın bu pasajda mü’minlere vermek istediği mesaj da budur. Kalabalık ve kaba güce güvenmeyip harp taktikleri geliştirilmeli ve Dâvûd örnek alınmalıdır. Bugün savaşı binlerce kilometreden kontrol eden ve bir tuşa basarak can ve mal zayiatı vermeden zafer elde edenler, kâfirler değil Müslümanlar olmalıydı! Bir başka uyarı:


60.Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki onlarla, Allah’a düşman olanları, kendi düşmanlarınızı ve Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.(Enfâl/60)

                                                                                                
SAVAŞIN GEREKLİLİĞİ
Âyetteki, Eğer Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı [bozulur giderdi]. Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir lütuf sahibidir ifadesiyle, savaşın yararları ve mü’minlere savaş emrinin Allah’ın lütfu olduğu bildirilmektedir. Bu ifade Hacc sûresi’nde de geçmektedir:
39-41.Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi.
Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi.
Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah’a âittir.(Hacc/39-41)*



                                                                            

*İşte Kuran, Bakara Suresi







Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim