• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

89Al-i İmran Suresi 3-4





Hatalı Çevrilen Ayetler




Hatalı Çeviri:
3, 4. (Resûlüm!) O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak tedricen indirmiş; daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ile İncil'i indirmişti. Furkan'ı da indirdi. Bilinmeli ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, suçlunun hakkından gelen  mutlak güç sahibidir.






Doğrusu:
3,4.Allah, sana, sadece içinde konu edilenleri doğrulayıcı olarak bu kitabı hak ile indirdi. O, daha önce insanlara doğru yol kılavuzu olarak Tevrât’ı ve İncîl’i de indirmişti. Furkân’ı da O indirdi. Şüphesiz kâfirler; Allah’ın âyetlerini bilerek reddeden şu kimseler, çetin bir azap kendileri için olanlardır. Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, suçluları yakalayıp cezalandırmak sûretiyle adaleti sağlayandır.




Bu âyetlerde, Ehl-i Kitabın, özellikle de Hristiyanların Son Peygamber ve Son Kitabı tanımasına yönelik bir giriş yapılmakta ve Hristiyanlara, “Daha evvel Tevrât ve İncîl’i indirdiği gibi Furkân’ı [Kur’ân'ı] da indirmiştir. Bunda anormal bir durum yoktur. Buna da inanmalısınız. Aksi takdirde çok çetin bir azap ile azaplandırılacaksınız. Allah’a karşı koyamazsınız. Allah, suçluları yakalar ve cezalandırır” mesajı verilmektedir.


Âyetteki, kendisinin iki eli arasındakiler ifadesi ile kastedilen, “önceki ilâhî kitapların Kur’ân’da yer alan kısımları”dır. Bu demektir ki, mevcut Kitab-ı Mukaddes’in hepsi Allah’ın gönderdiği vahiylerden değildir. Bir kısmı Ehl-i Kitap bilginlerince eklenmiş, bir kısmı da tahrif edilmiştir. Geriye kalanlar ise Kur’ân tarafından doğrulanmaktadır.


TEVRÂT
Mûsâ peygambere verilen kitabın adı olan Tevrât’ın, sözcük olarak ne anlama geldiği hususunda şunlar söylenebilir:
التّورية [Tevrât] kelimesi, çakmak taşının alevi görüldüğü vakit kullanılan و ر ى [v-r-y] kelimesinden türemiş olup “aydınlık ve nûr” demektir.2


Klâsik kaynaklarda Tevrât kelimesinin, tevriye’den alındığı da söylenmiştir.3 Bu ise, “bir şeyi tariz yoluyla [üstü kapalı] açıklarken, diğer tarafını gizlemek” demektir. “Adeta Tevrât’ın çoğunluğu, gereken tasrih ve açıklamadan yoksun olup birtakım tariz ve işaretlerden meydana geldiğinden, bu isim verilmiş gibidir” şeklinde açıklamalar da mevcuttur. Bu sözcüğün, Süryânice veya İbrânice olması daha büyük bir ihtimal olmakla birlikte, Arapça olduğu var sayıldığında v-r-y’den türediği ve “aydınlık-nûr” anlamına geldiği söylenebilir.



Zira Allah Tevrât’ı şöyle nitelemiştir:

48,49.Ve andolsun ki Mûsâ ve Hârûn’a Furkân’ı ve görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen ıssız yerde Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan, kıyâmetin kopmasından içleri titreyen, Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için bir ışığı ve öğüdü verdik.(Enbiyâ/48-49)



53.Ve hani Biz, kılavuzlandığınız doğru yolu bulursunuz diye, Mûsâ’ya, o kitabı ve Furkân’ı vermiştik.(Bakara/53)



44.İçinde doğru yol rehberi ve ışık bulunan Tevrât’ı, şüphesiz Biz indirdik. Müslümanlaşmış kişiler olan peygamberler onunla Yahudilere hükmederler, kendilerini Allah’a adamış kişiler ve hahamlar da, Allah’ın kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin, Bana saygı duyup ürperin. Benim âyetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin ta kendileridir.(Mâide/44)



İNCÎL
الإنجيل [İncîl], sözcüğünün de Süryanice veya İbranice olduğu genel kabul görmesine rağmen, Arapça olduğu var sayılarak anlamı üzerinde durulabilir:
İncîl kelimesi, “asl” demek olan النجل [en-necl] kelimesinden if‘îl vezninde bir kelime olup çoğulu, اناجل[enâcîl]’dir. Kişinin aslı olduklarından dolayı, –anne ve babası kastedilerek– “Allah onun iki nâciline de lânet etsin” denilir.


İncîl, birçok ilim ve hikmetin aslı demektir.
İncîl kelimesinin, “bir şeyi çıkartmak, hâlini anlatmak” için kullanılan, neceltü’ş-şey’e tabirinden geldiği de söylenmiştir. Buna göre, kendisi vasıtasıyla birçok ilim ve hikmet elde edildiği için ona İncîl ismi verilmiş olmaktadır. Çocuğa ve soy-sopa, –anne-babasından çıktığı için– neci denilmesi bundan dolayıdır.


Necl, aynı zamanda “sızıntı hâlinde çıkan su” demektir. Su bir yerden sızıntı hâlinde çıktığı vakit, استنجلت الأرض و بها نجال [istenceletil arzu ve biha nicâlün] ifadesi kullanılır. İşte bundan dolayı İncîl’e bu ad verilmiştir. Zira yüce Allah, onun vasıtasıyla, silinip izi kaybolmuş hakkı ortaya çıkarmıştır.


İncîl kelimesinin, “gözün genişliği”ni ifade etmek üzere kullanılan necel’den alınma olduğu da söylenmiştir. Geniş bir mızrak yarasını ifade etmek için, سنان منجل [sinânü mincel] tabiri kullanılır. Bu anlam göz önünde bulundurularak, İncîl’e bu isim verilmiştir. Çünkü İncîl, onlar için çıkartılan, genişletilen ve onlar için hem nûr, hem aydınlık olan aslî bir kaynaktır.4


Tevrât ve İncîl ile ilgili merhum Mevdûdî’nin bir açıklamasını naklediyoruz:
Tevrât ve İncîl hakkında genel bir yanılgı vardır. Çünkü çoğu kişi Pentateuch’u [Eski Ahid'in ilk beş kitabını] Tevrât, Gospel’i [Yeni Ahid'in ilk dört kitabını] ise İncîl olarak kabul eder. Bu yanlış anlama vahyin kendisinde şüpheler uyandırır ve şöyle bir soru akla gelebilir: “Bu kitaplar gerçekten Allah’ın kelamı mı? Kur’ân-ı Kerîm gerçekten bunların içindekileri tasdik mi ediyor?”

Aslında Kur’ân’ın tasdik ettiği Tevrât, Pentateuch’un kendisi değildir; fakat onun içine serpiştirilmiştir. Aynı şekilde İncîl de, “Dört Gospel” değildir, fakat bu kitaplarda muhtevîdir.

Tevrât, Hz. Mûsâ’ya (a.s) 40 yıl süren peygamberliği müddetince verilen emir ve öğütlerden oluşur. Taş tabletlere kazınmış olan ve Tûr dağı’nda Mûsâ’ya verilen On Emir de bunların içindedir. Geri kalan emir ve öğütleri ise Hz. Mûsâ (a.s) kendisi yazdırmıştır. Daha sonra 12 İsrâîl kabilesinin [sıbt] her birine, rehberlik etmesi için Tevrât’ın bir kopyasını vermiştir. Bir kopyası da dikkatle korunması için Levi’lere verilmiş ve taş tabletlerle birlikte tâbût’ta [On Emir'in muhafaza edildiği sandıkta] muhafaza edilmiştir. Bu Tevrât, Kudüs’ün ilk yakılıp yıkılmasına kadar tam bir kitap olarak kalmıştır. Fakat zamanla İsrâîloğulları bu Kitab’a o denli ilgisiz, anlayışsız ve aldırmaz bir hâle geldiler ki, Yoşiya’nın krallığı zamanında Süleymân Tapınağı tamir edilirken, başkâhin Hilkiya onu şans eseri buldu; fakat onun Tevrât olduğunu anlayamadı. Onun sadece bir kanun kitabı olduğunu düşündü ve Kitab’ı krallık yazmanına antika bir eser olarak verdi. Bir sonraki, onu Kral Yoşiya’ya iletti. Kitap okununca Yoşiya elbiselerini yırttı ve Hilkiya ile diğerlerine Kitab’ın içindekiler hakkında Rabbe danışmalarını emretti. (II. Krallar, 22:8-13). Nebukadanazor’un Kudüs’ü yağmalayıp Süleymân Tapınağı’nı yıktığı dönemde, İsrâîloğulları’nın durumu işte böyleydi. Bu şekilde uzun yıllardan beri bir köşede unutulmuş Tevrât’ın son kopyalarını da ebediyen kaybetmiş oldular.

İsrâîloğulları, Bâbil’deki sürgünden ülkeleri Kudüs’e geri dönüp tapınağı tekrar yaptıklarında Ezra, Eski Ahid’i derledi. Ezra, halkının ileri gelen bazı adamlarını topladı ve onların yardımıyla şimdi Kitab-ı Mukaddes’in ilk 17 kitabını oluşturan İsrâîloğulları’nın tüm târihini yazdı. Bunlardan Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye Hz. Mûsâ’nın (a.s) hayatını anlatır. Ezra ve yardımcılarının bulup vahyin kronolojik düzenini göz önünde bulundurarak uygun yerlere yerleştirdikleri asıl Tevrât âyetlerini de içerir. Asıl Tevrât, Hz. Mûsâ’nın (a.s) hayat hikâyesi içine serpiştirilmiş bulunan âyetlerden oluşur ve bugün bile onları diğerlerinden ayırıp Mûsâ’nın (a.s) “Rabbiniz Allah diyor ki” dediği yerde asıl Tevrât başlar ve hayat hikâyesi yeniden başladığında Tevrât’ın o bölümü biter. Kitab-ı Mukaddes’in yazarı buralara açıklama ve yorum mahiyetinde bazı şeyler eklemiştir. Sıradan okuyucu işte bu yorumlardan asıl Tevrât’ı ayırt etmede yanılgıya düşer.
Bununla birlikte İlâhî Kitaplar’ın mahiyetini iyi bilenler, bir dereceye kadar bu yorumla, vahyolunan âyetleri ayırt edebilirler.

Kur’ân’a göre sadece Pentateuch’un içine serpiştirilen bu bölümler gerçek Tevrât’tır ve Kur’ân sadece bu bölümleri tasdik eder. Bu âyetleri derleyip Kur’ân’la karşılaştırarak sınayabiliriz. Orada veya burada ayrıntılarda bazı farklılıklarla karşılaşılabilir; fakat, iki kitabın ana öğretilerinde en ufak bir farklılık bile yoktur. Bugün bile bu iki Kitab’ın aynı kaynaktan geldiği açıkça görülebilir. Aynı şekilde, İncîl de Hz. Îsâ’nın (a.s) hayatının son birkaç yılı boyunca sarfettiği, vahyolunan sözler ve konulardan oluşur.

Bu sözlerin Hz. Îsâ’nın (a.s) hayatı esnasında derlenip kaydedildiğinden emin olamayız. Moffat, Kitab-ı Mukaddes tercümesine yazdığı önsözde şöyle diyor: “Îsâ (a.s) hiç bir şey yazmadı ve bir müddet için havarileri de o’nunla ilgili hiç bir kayıt tutma ihtiyacı duymadılar. O hâlde târihte Îsâ ile ilgili bize ulaşan bilgiler Filistinli ilk havarilerin sözlerine ve derlemelerine dayanıyor. Bunların ne zaman yazıya geçirildiğini söyleyemeyiz. Fakat en azından onlardan bir tanesi her hâlde yaklaşık M.S. 50 yıllarında yazılı hâlde mevcut idi.” Her ne ise, ölümünden yıllar sonra Hz. Îsâ’nın (a.s) hikâyeleri 4 İncîl [Gospel] şeklinde derlendiği zaman (Markos’un tertiplendiği zaman, ilki M.S. 65-67 yıllarında düzenlenmiştir), o’nun bazı yazılı veya ezberde kalan sözleri, târihsel sıralamaya göre uygun yerlere konulmuştur. Yani, ilk Dört Gospel’in İncîl olmadığı, yani Hz. Îsâ’nın (a.s) söz ve rivâyetlerinden oluşmadığı, fakat onları içerdiği çok açıktır. Yazarların eserlerinde Hz. Îsâ’nın (a.s) sözlerini diğerlerinden ayırmak için tek bir aracımız var: Yazarların “Îsâ şunu söyledi ve öğretti” dediği yerlerde İncîl başlar ve hikâyeye geri döndüklerinde İncîl biter. Kur’ân’a göre sadece bu bölümler İncîl’dir ve Kur’ân sadece bu bölümleri tasdik eder. Eğer bu bölümler derlenir ve Kur’ân’la karşılaştırılırsa, ikisi arasında ciddî bir fark görülmez. Eğer bazı ufak farklılıklar varmış gibi görünüyorsa, bunlar da ön yargısız bir düşünce sonucunda ortadan kaldırılabilir.5


Burada Kur’ân’ın hakk ile indirildiği ifade edilmektedir. Kur’ân’ın hakk ile indirilmiş olmasından maksat, içerisinde geçmişe ait nakledilen bilgilerin doğruluğu, geleceğe ait verilen sözlerin gerçekliği, emir ve yasaklarının insanlık için gerekli olduğu, insanın eğitimine yönelik öğretilenlerde iyi-kötü, güzel-çirkin, hakk-bâtıl ayırımının yapıldığı, insanlar arası ilişkilere yönelik adalet ve hakkaniyeti içerdiği ve kendisinde çelişki, tutarsızlık, eğrilik olmadığıdır. Kur’ân’ın bu özellikleri farklı âyetlerde yüzlerce defa yer almıştı.


Buradaki bir başka nokta da Kur’ân’ın, “kendisinden önceki kitapların doğru olan bölümlerini tasdik eden bir kitap” olmasıdır. Eğer Kur’ân onları tasdik etmeseydi, Kur’ân’ın Allah tarafından indirildiği hususunda şüphe olurdu. Çünkü Kur’ân, Allah’tan indirilmeseydi, diğer kitaplara uygun olmayabilirdi. Zira Peygamber, hiç bir bilginle görüşmemiş, hiç kimseye talebelik yapmamış ve hiç kimseden bir şey okumamıştı. Allah bütün peygamberleri, zâtını bir tanımaya, Kendisine inanmaya, O’na yakışmayan şeylerden Kendisini tenzih etmeye, kulların yararına olan ilkeleri bildirmeye ve uygulamaya davet etmek için göndermiştir.


O nedenle Kur’ân, bütün bu hususlarda önceki kitapların tahrif edilmemiş bölümlerini doğrulamakta ve peygamberler arasında fark gözetmemektedir:
285,286.Elçi, kendi Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de. Hepsi Allah’a, doğal güçlerine/haberci âyetlerine, kitaplarına ve elçilerine iman ettiler: “Biz Allah’ın elçileri arasında ayırım yapmayız.” Ve “Biz duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz! Bağışlamanı dileriz, dönüş ancak Sanadır. Ey Rabbimiz! Eğer terk ettiysek ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır sorumluluk/sıkıntıya sokacak şeyler yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Ve affet bizi, bağışla bizi, merhamet et bize! Sen bizim yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınımızsın. Ve de kâfirler toplumuna; Senin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden toplumlara karşı yardım et bize” dediler.
Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka; kapasitesi dışında yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır.(Bakara/285,286)



Âyetteki, Furqân’ı da O indirdi ifadesindeki furqân’dan, öncelikli olarak Kur’ân anlaşılır. Zira Kur’ân, daha evvel Furqân olarak nitelenmişti.


Bu âyette Kur’ân’ın “furqân” özelliği ön plâna çıkarılmıştır. Kur’ân’ın isimlerinden biri olan الفرقان [furqân] sözcüğü, “iki şeyi birbirinden ayırmak” anlamındaki فرق [farq] kökünden türemiştir ve فارقة [fâriqa] sözcüğü ile aynı anlama gelir. Yaygın kullanımına bakıldığında, farq sözcüğünün türevleri olan tefriq, firaq, firqat, fırqa, tefriqa, feriq sözcüklerinin somut şeyler [mahsûsât] için; فارقات [fâriqât], فاروق [fârûq] ve الفرقان [furqân] sözcüklerinin ise soyut şeyler [ma‘kûlât] için kullanıldığı görülür.


Bakara/53 ve Enbiyâ/48′de Mûsâ peygambere verilen Furqân, soyut şeyler olan hakk ile bâtılı, iman ile küfrü, güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü birbirinden ayırdığı için Kur’ân’a da isim olarak verilmiştir. Halife Ömer’e verilen “fârûq” unvanı da, onun hakk ile bâtılı iyi ayırmasından dolayıdır.6


Kur’ân’ın, “Furqân” olarak anıldığı birçok âyet vardır:
185.Ramazân ayı ki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık seçik açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda oruç tutsun. Kim de hasta veya sefer; çiftçilik, ticaret, askerlik, eğitim- öğretim gibi gidiş gelişli; hareketli bir iş üzerinde ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Bu kolaylık, Allah’ın koruması altına girmeniz ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyüklemeniz ve Allah’ın verdiği nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diyedir.(Bakara/185)



1.Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna/kullarına Furkân’ı indiren ne cömerttir/ ne bol bol nimet verendir!2Furkân’ı indiren, göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisinin olan, hiç çocuk edinmeyen, hükümranlıkta ortağı olmayan ve her şeyi oluşturup sonra da onları bir ölçüye göre ayarlama yapandır.(Furkân/1)



Aslında “Furqân”, ilâhî kitapların genel bir niteliğidir.
Âyetin son bölümündeki, Şüphesiz Allah’ın âyetlerini inkâr eden şu kimseler, çetin bir azap kendileri için olanlardır. Allah, azîz’dir, intikam sahibidir [suçluları yakalayıp cezalandırmak sûretiyle adaleti sağlayandır] ifadesiyle, gerçeği bile bile inkâr eden ve akıllarını kullanmayanlar tehdit edilmektedir.*



*İşte Kuran, Al-i İmran Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim