• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

89Al-i İmran Suresi 45-46, 49-51, 47, 52-63










Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler


Al-i İmran Suresi 45-46, 49-51, 47, 52-63 




Hatalı Çeviri:

45. Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime'yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa'dır. Mesîh'tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır.  
46. O, sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara (peygamber sözleri ile) konuşacak.  
47. Meryem: Rabbim! dedi, bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece «Ol!» der; o da oluverir.
48. (Melekler, Meryem'e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler:) Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek.
49. O, İsrailoğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir mucize getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır.
50. Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.  
51. Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur.

52. İsa, onlardaki inkârcılığı sezince: Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir? dedi. Havârîler: Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah'a inandık, şahit ol ki bizler müslümanlarız, cevabını verdiler.
53. (Havârîler:) Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Şimdi bizi (birliğini ve peygamberlerini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler.
54. (Yahudiler) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır.
55. Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.
56. İnkâr edenler var ya, onları dünya ve ahirette şiddetli bir azaba çarptıracağım; onların hiç yardımcıları da olmayacak.
57. İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah zalimleri sevmez.
58. (Resûlüm!) Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur'an'dan okuyoruz.
59. Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona «Ol!» dedi ve oluverdi.
60. Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma.
61. Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.
62. Şüphesiz bu (İsa hakkında söylenenler), doğru haberlerdir. Allah'tan başka ilâh yoktur. Muhakkak ki Allah, evet O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.
63. Eğer yine yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, bozguncuları hakkıyla bilendir.




Doğru Çeviri:

45-46.Hani bir zaman haberci âyetler: “Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir. Dünya ve âhirette saygındır. Ve O, yaklaştırılanlardan ve sâlihlerdendir. Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. 48Ve Allah, O'na kitabı, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri ve Tevrât ile İncîl'i öğretecek.
49-51.Ve o'nu İsrâîloğulları'na; ‘Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir alâmet /gösterge getirdim/ gösterge ile geldim; şüphesiz ben, sizin için, çamurdan; kilden; seramikten kuş şekli gibi bir şey; “buhurdan (tütsülük”) tasarlarım. Sonra onun içine üflerim; aerosol oluştururum da Allah'ın izniyle hastalık yapan şeyler kuş oluverir/uçar gider. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, sosyal ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim. Yiyeceklerinizi ve evlerinizde zahire yapacaklarınızı; biriktirip sonra yiyeceklerinizi size haber veririm. -Eğer inananlarsanız bunda sizin için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.- Tevrât'tan sadece İncîl'de yer alanları doğrulayıcıyım. Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim. Rabbinizden bir alâmet/gösterge de getirdim size. Artık Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Onun için O'na kulluk edin! İşte bu, doğru yoldur’ diye bir elçi yapacak” demişlerdi.

47.Meryem: “Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim için çocuk nasıl olur?” dedi. Allah: “Öyledir! Allah dilediği şeyi oluşturur; O, bir işe karar verdiği zaman onun için “Ol!” der, o da hemen olur” dedi.

52,53.Sonra Îsâ, onlardan küfrü: Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyi sezince: “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havariler: “Allah'ın yardımcıları biziz, biz Allah'a iman ettik, bizim şüphesiz müslimler olduğumuza tanık ol. –Rabbimiz! Biz, senin indirdiğine iman ettik, elçiye de uyduk. Artık bizi şâhitlerle beraber yaz”– dediler.

54.Ve inanmayanlar kötü plân yaptılar, Allah da onların kötü plânlarını boşa çıkardı. Ve Allah, kötü plânları boşa çıkaranların en hayırlısıdır.

55-57.Hani Allah: “Ey Îsâ! Şüphesiz ki Ben seni geçmişte yaptıklarını ve yapman gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırıcıyım/öldürücüyüm, seni Kendime yükselticiyim ve seni kâfirlerden; Benim ilâhlığımı ve rabliğimi bilerek reddeden kimselerden temizleyiciyim. Ve de sana uyan kimseleri, kıyâmete kadar kâfirlerin; Benim ilâhlığımı, rabliğimi bilerek reddeden o kişilerin üstünde tutucuyum. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır. Sonra da ayrılığa düştüğünüz şeylerde aranızda hükmedeceğim. Kâfirlere; Benim ilâhlığımı ve rabliğimi bilerek reddeden şu kimselere gelince de, onlara dünyada ve âhirette şiddetli bir azapla azap edeceğim. Onlar için yardımcılardan bir şey de olmayacaktır. İman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere gelince de, Allah, onların ödüllerini tastamam ödeyecektir. Ve Allah, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez” demişti.

58.İşte bu, Biz bunu sana, âyetlerden ve yasalar içeren hatırlatmalardan/ öğütlerden/ Kur’ân'dan okuyoruz.

59.Şüphesiz Allah katında Îsâ'nın durumu, Âdem'in/her insanın durumu gibidir; O, onu topraktan oluşturdu, sonra ona “Ol!” dedi, o da hemen oldu.

60.Bu gerçek, senin Rabbindendir, öyleyse şüphecilerden olma. 61.Sana bilgiden geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışırsa hemen: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da birbirimizi dışlayıp gözden çıkaralım da Allah'ın dışlayıp gözden çıkarmasını yalancılar üzerine kılalım” de.

62.Şüphesiz bu, kesinlikle gerçek kıssanın ta kendisidir. Allah'tan başka hiçbir tanrı da yoktur. Ve şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanın ta kendisidir.

63.Artık yüz çevirirlerse, bilinsin ki Allah, bozguncuları en iyi bilendir.


45-46.Hani bir zaman haberci âyetler: “Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir. Dünya ve âhirette saygındır. Ve O, yaklaştırılanlardan ve sâlihlerdendir. Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. 48Ve Allah, O'na kitabı, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri ve Tevrât ile İncîl'i öğretecek.
49-51.Ve o'nu İsrâîloğulları'na; ‘Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir alâmet /gösterge getirdim/ gösterge ile geldim; şüphesiz ben, sizin için, çamurdan; kilden; seramikten kuş şekli gibi bir şey; “buhurdan (tütsülük”) tasarlarım. Sonra onun içine üflerim; aerosol oluştururum da Allah'ın izniyle hastalık yapan şeyler kuş oluverir/uçar gider. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, sosyal ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim. Yiyeceklerinizi ve evlerinizde zahire yapacaklarınızı; biriktirip sonra yiyeceklerinizi size haber veririm. -Eğer inananlarsanız bunda sizin için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.- Tevrât'tan sadece İncîl'de yer alanları doğrulayıcıyım. Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim. Rabbinizden bir alâmet/gösterge de getirdim size. Artık Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Onun için O'na kulluk edin! İşte bu, doğru yoldur’ diye bir elçi yapacak” demişlerdi.


Bu âyette, yaratma şekilleri ve Allah'ın elçi yetiştirmesi konu edilmekte, yanısıra da, Zekeriyyâ ile Meryem'e iletilen mesajların içeriği açıklanmaktadır. Yukarıda mesajın bir bölümünü görmüştük.


Buradaki melekler de, 42-43. âyetlerde olduğu gibi, “vahiyler”, meleklerin dedikleri de “o vahiylerdeki mesajlar”dır. Burada konu, intak [konuşturma/dile getirme] sanatı ile anlatılmaktadır. Aslında bu mesajlar, Zekeriyyâ'ya vahyedilmiş, Zekeriyyâ da Meryem'e iletmiştir. Ahzâb/30-34'de de Rasûlullah vasıtasıyla o'nun kadınlarına hitap edildiğini göreceğiz.


Âyette Îsâ peygamber, “mesih” olarak nitelenmektedir. Bu sözcüğün İbranice, aslının da “meşih” olduğu kabul edilmektedir. Biz “mesih” sözcüğünün Arapça olduğunu varsayarak kısaca tahlilini veriyoruz:
مسيح [mesih] sözcüğünün kökü olan مسح'in [mesh'in] anlamı, “herhangi bir şeyi elle sıvazlayarak temizlemek”tir.[19] Mesih sözcüğü, mübalağa ism-i fail olduğundan, “ileri derecede kirli nesnelerin kirini sıvazlayıp temizleyen, tozunu kirini gideren” anlamına gelir.


Sözcüğün bu anlamına göre Îsâ peygambere bu ismin veriliş nedeni olarak şu görüşler ortaya atılmıştır: “Yeryüzünü meshettiği, yani birçok yerde dolaşıp tebliğde bulunduğu için”, “hastaya el sürdüğünde hasta iyileştiği için”, “yetimleri çok sevip yetimlerin başını okşadığı için”, “günahları temizlettiği için” Îsâ'ya Mesih denilmiştir.


Bize göre ise Tevrât'a sürülen lekeleri temizlediği, temizleyeceği için Îsâ Mesih olarak nitelenmiştir.



46. âyette Îsâ için, Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da buyurulmaktadır. Bu noktanın iyi anlaşılması için, şu hususlara dikkat edilmelidir:

Mushaf tertip heyetinin, necmleri ve dilbilgisi kurallarını dikkate almadıklarını, Mushafı kronolojik olarak tertip etmediklerini göstermiş; bu durumun da, tertip heyetinin dilbilimde uzman olmamalarından, düzeltmeleri sonra yapmak üzere önce bütünü koruma yolunu tercih etmelerinden kaynaklanmış olabileceğini ifade etmiştik.


Ne var ki, bu heyetin ve baş sorumlunun bu olumsuzluklara karşı duyarsız kalışı, bu nedenle birçok olay ve katliamın zuhuru, buna rağmen tertibin irdelenmesinin engellenmesi, bizi, bunun ihmal ve gafletten değil, ihânetten kaynaklandığı kanaatine sevketti.


Kur’ân'daki [Meryem, Zuhruf, Nisâ sûreleri] Îsâ peygamberle ilgili pasajlarda bazı âyetlerin yer değiştirmiş olduğunu, bunların bulunduğu yere teknik ve semantik açıdan uygun düşmediğini gördük ve bunları da belirttik.


Kur’ân'daki bazı âyetler, yerlerinden alınıp Îsâ ile ilgili pasajın içine yerleştirilmiş, bunun sonucu olarak da Kur’ân'a yönelik nitelikler, Îsâ peygambere kaydırılmış, böylece de yanlış inançların oluşması sağlanmıştır. Bu nedenle, tertipte olduğu gibi kıraatte de bir dahlin olup olmadığını araştırmayı bir iman borcu bildik ve Meryem sûresi'ndeki Îsâ ile ilgili pasajı yeniden ele alıp inceledik ve daha evvel ihmal ettiğimiz çok önemli bulgulara ulaştık. Bu âyetleri, yeni bulgular çerçevesinde meallendiriyoruz.



Meryem/29. âyetin, mevcut Mushaftaki lafzına göre meali şöyledir:

Bunun üzerine o [Meryem], o'na [çocuğa] işaret etti. Onlar, “Biz beşikte bir sabî olan kimseyle nasıl konuşuruz?” dediler. (Meryem/29)


Bu meale göre Meryem, elçinin öğüdüne uyarak oruç tutmuş ve kavminin üzücü ithamlarına rağmen onlara cevap vermemiştir. Konuşmadığı gibi, “Size o cevap verecek” şeklinde bebeğini işaret etmesi de herkesi çileden çıkarmış ve kavminin, Biz beşikte bir sabî olan kimseyle nasıl konuşuruz? sözlerine muhatap olmuştur.


Bu ifadelere göre, Îsâ beşikte konuşmuştur. Bu anlam, Âl-i İmrân/46, Mâide/110. âyetlerin mevcut kıraatleriyle de desteklenmiş ve Îsâ'ya beşikte konuşma mucizesi verilmiş ve Îsâ, mevcut âyet tertibine göre beşikteyken, Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübârek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba‘s olacağım [yeniden diriltileceğim] gün selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet edin, işte bu, dosdoğru yoldur diye konuşmuştur. (!)


Ne var ki, belirttiğimiz gibi, bu paragrafın tertibi de düzgün yapılmamış, Îsâ'nın sözlerinden olan 36. âyet [“Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet edin, işte bu, dosdoğru yoldur” ifadeleri], 34. âyet olarak tertip edilerek paragraf kuralsızlaştırılmış ve anlamsızlaştırılmıştır.


Biz tahlilimizi, önce bu pasajda ve Îsâ ile ilgili diğer âyetlerde yer alan  المَهد [el-mehdi/beşik] sözcüğü üzerinde yaptık. Diğer sözcükler gibi ilk Mushaflarda harekesiz olarak yazılı olan bu sözcüğün, المَهد [el-mehdi], المُهد [el-müdi] ve المِهد [el-mihdi] olarak okunması mümkündür. المَهد [el-mehdi] okunursa, “beşik”; المُهد [el-mühdi] okunursa “yüksek mevki” anlamına gelmektedir.[20]


Elimizdeki resmi Mushafta bu sözcüğün Îsâ ile ilgili olarak ilk geçtiği yer Âl-i İmrân/38-39. âyetlerdir. İlk Mushaflardan İsam nüshasında bu âyetlerin yer aldığı 385. varak kayıptır. Bu sayfa, Dâvûd b. Ali Keylanî tarafından Mekke'de 1437/841 senesinde yazılarak Mushafa yerleştirilmiştir.[21] Kayıp olan sayfayı yazanlar âyetteki المهد [el-mhd] sözcüğünü harekelememişler; yani sözcüğü المَهد [el-mehdi], المُهد [el-mühdi] ve المِهد [el-mihdi] şeklinde okunabilir kılmışlardır.
Meryem/29'daki el-mehdi sözcüğü, المُهد [el-mühdi] şeklinde okunursa, âyetin anlamı, “Bunun üzerine O [Meryem], O'na [çocuğa] işaret etti. Onlar, “Biz; yüksek mevkideki kişiler, sabîye nasıl konuşuruz?” dediler” şeklinde olacaktır.

Yine bu âyetin orijinalindeki نكلّم [nükellimü] diye okunan sözcüğün, ilk Mushaflarda harekesiz oluşu ve bu sözcüğü oluşturan harflerin يكلّم [yükellimü] şeklinde de okunabileceği gerçeğinden hareket edildiğinde âyetin anlamı, “Bunun üzerine O [Meryem], O'na [çocuğa] işaret etti. Onlar, “Yüksek mevkideki kişiler, sabîye nasıl konuşur?” dediler şeklinde olur.


Âyetteki sözcüklerin kıraatlerini ve anlamlarını böylece açıkladıktan sonra pasajdaki âyetlerin tertibi konusuna yeniden dönüyoruz.


Elimizdeki Mushafın 30. âyeti, قال [qâle/= dedi ki] ifadesiyle başlamaktadır. Bu âyet, 29. âyetin devamında tertip edilerek, Îsâ, beşikteki çocuk dedi ki: “…” anlamı oluşturulmuştur. Bu sözcükler, beşikteki çocuğun konuşamayacağını ileri sürenlere bir gösteri durumunda olsa idi, teknik olarak cümle “fâ-i takibiyye” ile başlayarak ifadenin, فقال [fe qâle] şeklinde olması gerekirdi. Nitekim 29. âyette Meryem'e yapılan ithama karşı Meryem'in savunması,  فأشارت اليه [fe eşâret ileyhi/bunun üzerine O, (yani, Meryem), O'na [çocuğa] işaret etti] şeklinde “fâ-i takıbiyye” ile gelmiştir.


Kısacası 30. âyet de, teknik yönden bulunduğu yere uygun değildir. 30. âyet teknik ve anlam itibariyle, 34. âyetin devamıdır. Cümle hâlinde 31-33 ve 36. âyetler ile birlikte 34. âyette yer alan “Meryem oğlu Îsâ” ifadesinin sıfatıdır. Bu kabule göre paragrafın anlamı şöyle olacaktır:

29.Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriyya, Meryem’in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun ma’bedde yetiştirilmesini istedi. Onlar, “Biz, yüksek mevkide olan kişiler, henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyleriz/yüksek mevkide olan kişiler henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyler?” dediler.
34.İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “30.Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber yaptı. 31.Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekâtı/vergiyi yükümlülük olarak ulaştırdı. 32.Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı. 33.Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden diriltileceğim gün, selâm benim üzerimedir. 36.Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na kulluk edin, işte bu, dosdoğru yoldur” 34diyen Meryem oğlu Îsâ'dır.(Meryem/29, 34, 30-33, 36)


                                                                     
Bu paragrafta açıkça Îsâ'nın peygamberlik görevi ve hayatı özetlenmiştir. Onun tebliğinde de Sünnetullah dışında herhangi bir ayrıcalık söz konusu değildir. Îsâ'nın misyonu ile ilgili burada verilen özet şu âyetlerde de zikredilmiştir:

72.Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da Ateş'tir. Ve şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur” demişti.

73.Andolsun, “Allah üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri olmuşlardır. Oysa tek ilâh'tan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır.(Mâide/72-73)


                                                                                
63,64.Îsâ apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O hâlde Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu, doğru bir yoldur.”(Zuhruf/63-64)


                                                                               
Bu paragraftaki metne göre de, “mühd”de [yüksek mevkide] olan, Îsâ değil o günün ileri gelen mabed görevlileridir.


Meselenin temel unsuru olan  المهد [el-mehd] kelimesi, Îsâ peygamber ile ilgili olan Âl-i İmrân/46 ve Mâide/110'da da geçmektedir. Sözcük, المُهد [el-mühd] şeklinde okuyup anlamlandırıldığında bu âyetlerin anlamı şöyle olacaktır:

45-46.Hani bir zaman haberci âyetler: “Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir. Dünya ve âhirette saygındır. Ve O, yaklaştırılanlardan ve sâlihlerdendir. Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. 48Ve Allah, O'na kitabı, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri ve Tevrât ile İncîl'i öğretecek.(Âl-i İmrân/46)

                                                                                  
110.Hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben, seni Allah'ın vahyi ile güçlendirmiştim. Yüksek mevkide olan biri olarak ve yetişkin biri olarak insanlara konuşuyordun. Hani sana Kitabı, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri, Tevrât'ı ve İncîl'i öğretmiştim.

Hani Benim iznimle/ bilgimle çamurdan; kilden (seramikten) kuş şekli gibi bir şey (Buhurdan) yapıyordun. Sonra da onun içine üflüyordun; aerosol oluşturuyordun, onlar da (hastalık yayan; aşılayan haşereler) Benim iznimle kuş oluveriyordu/çabucak gidiyorlardı. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle/ bilgimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle/ bilgimle sosyal ölüleri çıkarıyordun/ canlandırıyordun. Ve hani İsrâîloğulları'na apaçık kanıtlarla gelip de onlardan Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayanların: “Bu, ancak apaçık bir sihirdir” dedikleri zaman seni onlardan korumuştum.(Mâide/110)


                                                                              
Bu âyetlerde, Meryem/29'un aksine yüksek mevkide olan Îsâ'dır. Rabbimiz o'na yüksek mevkiler ihsan etmiştir. Bu Nisâ/158'de, Onu kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah o'nu Kendine yükseltti [derecesini artırdı] şeklinde ifade edilmiştir.


Böyle yüksek mevkilerin İdrîs peygambere de ihsan edildiği bildirilmiştir:

56.Ve Kitap'ta İdris'i an/hatırlat. Şüphesiz O, özü-sözü doğru biriydi, bir peygamberdi. 57Ve Biz O'nu yüce bir mekâna yükselttik.(Meryem/56-57)


                                                                                           
Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre, Mushaftaki Îsâ ile ilgili pasajların âyetlerinin yerleri ve kıraatleri, Îsâ'ya özel bir statü verebilmek için bilinçli olarak değiştirilmiş ve böylece Îsâ beşikte iken konuşturulmuş, göğe/Allah'ın yanına uçurulmuş, insanlar tekrar geleceğine inandırılmış, gelişi kıyâmet alameti sayılmış ve ölmeden evvel herkesin o'na iman edeceği inancı yaygınlaştırılmıştır.



Yahûdi ve Hristiyanlar, Îsâ peygamberin beşikte konuştuğunu reddetmekte ve şu görüşleri ileri sürmektedirler:

Eğer bu olay gerçekten meydana gelseydi, çok ilginç ve etkileyici olması sebebiyle tevatür şeklinde yayılır ve hiç unutulmazdı. Hâlbuki böyle bir olay hiç duyulmamıştır ve Hristiyanların en fanatiklerinde bile böyle bir inanç oluşmamıştır. Ayrıca Yahûdilerin o dönemde Îsâ'ya düşman oldukları târihî bir gerçektir. Nitekim Îsâ elçiliğini ilân edince o'nu öldürmeye uğraşmışlardır. Eğer Îsâ beşikte konuşmuş ve peygamberliğini ilân etmiş olsaydı, Yahûdiler O'nu daha o zaman ortadan kaldırırlardı.


Biz bu görüşü daha evvel, “Îsâ peygamberin beşikte konuşma mucizesine inanmayanların bu düşünceleri ilk bakışta mantıklı gibi görünse de, o günün bağnaz Yahûdilerinin zina ile suçladıkları Meryem'i neden recm etmediklerinin cevabını açıklamaya yetmemektedir. Bize göre, İsrâîloğulları'nın recm etme girişiminden Meryem'i ancak böyle bir mucize kurtarmış olabilir” mantığıyla reddetmiştik. Fakat daha sonraki araştırmalarımız neticesinde böyle bir olayın vâki olmadığı kanaatine ulaşmış ve bunun delillerini de yukarıda zikretmiş bulunuyoruz.



Bu paragrafta Îsâ'nın İsrâîloğulları'na, Ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim diyeceği, Îsâ doğmadan evvel Meryem'e bildirilmiştir. Burada Îsâ'nın ölüleri diriltmesi, hakiki anlamda anlaşılarak bu konuda birçok menkıbe ortaya atılmıştır. Bunlardan bazıları şöyledir:

Çevredekiler bunu görünce Îsâ'ya, “Sen, ölümünün üzerinde fazla zaman geçmemiş kimseleri diriltiyorsun. Belki de bunlar ölmemişlerdi, geçici bir sekteye yakalanmışlardı. O bakımdan sen bize Hz. Nûh'un oğlu Sâm'ı dirilt” dediler. Îsâ onlara, “Bana onun kabrini gösterin” dedi. Daha sonra Hz. Îsâ ve o'nunla birlikte bir topluluk yola koyuldular. Nihâyet onun kabrinin yanına vardılar. Hz. Îsâ Yüce Allah'a dua etti, o da kabrinden saçları ağarmış olarak çıktı. Hz. Îsâ ona, “Sizin döneminizde saç ağarması diye bir şey yoktu. Nasıl oldu da saçların ağardı?” diye sorunca, “Ey Allah'ın rûhu!” dedi, “Sen beni çağırınca ben, ‘Allah'ın rûhuna icâbet et’ diyen bir ses işitim. Kıyâmetin koptuğunu zannettim, işte bunun dehşetinden olacak saçlarım ağardı.” Hz. Îsâ ona, rûhun nasıl kabzedildiğini sordu, şu cevabı verdi: “Ey Allah'ın rûhu! Rûhun kabzedilmesinin acısı hançeremden gitmiş değildir.”


Oysa ölümünün üzerinden 4.000 yıldan fazla bir zaman geçmişti. Çevresindekilere de, “Onu tasdik edin, bu bir peygamberdir” dedi. Bir kısmı Hz. Îsâ'ya iman etti, bir kısmı da o'nu yalanlayarak, “Bu bir büyüdür” dedi.[1]


Kelbî, Hz. Îsâ'nın ölüleri, “Tâ-Hâyy, yâ Kayyûm!..” diyerek dirilttiğini; dostu olan Azer'i böylece dirilttiğini, Sâm ibn Nûh'u kabrinden çağırdığını, onun da diri olarak kabrinden çıktığını, sonra bir ihtiyarın, o anda ölmüş olan oğluna uğradığını, o'nun hemen Allah'a duâ ettiğini, onun da diri olarak tabutundan çıkıp, çoluk çocuğunun yanına döndüğünü söylemiştir.[2]



Kur’ân'ın birçok âyetinde, “ölü” ifadesi, gerçek ölü anlamında değil, “yaşayan ölü” [manevî açıdan ölü] anlamında kullanılmıştır:

80.Şüphesiz ki sen, ölülere dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçtıkları zaman sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.(Neml/80)

                                                                                    
22.Ölüler ve diriler de eşit olmaz. Şüphesiz Allah, her dilediğine/dileyene işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin. 23Sen sadece bir uyarıcısın.(Fâtır/22)

                                                                           
122.Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nûr verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere yapmakta oldukları böyle ‘süslü ve çekici’ gösterilmiştir.(En‘âm/122)

                                                                                           
Bu âyetlerdeki “ölü” ifadesi, rahatlıkla anlaşılabileceği gibi, manevî açıdan ölü; şirke ve küfre batmış, akıl ve vicdanını yitirmiş kimseler için kullanılmıştır.



Bu arada Kur’ân'ın bu ölüleri diriltmek için gönderildiği ve rûh olduğu da hatırlanmalıdır:

52,53.İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah'a döner.(Şûrâ/52-53)


                                                                                  
Bu bilgilerden sonra şimdi şu âyete dikkat edelim:

24.Ey iman etmiş kimseler! Elçi sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Elçi'ye karşılık verin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz, kesinkes O'nun huzurunda toplanacaksınız.(Enfâl/24)

                                                                                         
Demek oluyor ki Îsâ peygamberin getirdiği, topluma ulaştırdığı vahiyler de manevî hayatın kaynağı olup manen ölü olan insanların dirilmelerini temin etmiştir.




KUŞ YARATMA
Pasajdaki  ‘Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir alâmet /gösterge getirdim/ gösterge ile geldim; şüphesiz ben, sizin için, çamurdan; kilden; seramikten kuş şekli gibi bir şey; “buhurdan (tütsülük”) tasarlarım. Sonra onun içine üflerim; aerosol oluştururum da Allah'ın izniyle hastalık yapan şeyler kuş oluverir/uçar gider” ifadeleriyle İsa peygamberin  israiloğullarına gönderilişi ve gönderiliş nedenleri açıklanıyor. Musa ve Harun peygamberler, hem israiloğullarına vahyi, tevhidi öğretmek hem de israiloğullarını Mısırdaki esaretten kurtarmak için gönderilmişlerdi. Buradaki pasajda İsa peygamberin vahyi tebliğ etmesiyle birlikte israiloğullarını salgın halde kuşatmış olan hastalıklardan kurtarmak, onlara karşı önceden önlem almak ve onlara rahat bir geçim sağlamak için;  koruyucu hekimlik, göz hekimliği cilt hekimliği ve sağlıklı gıda tüketimi ve konserve, turşu, pekmez, salamura yapımı, arpa, buğday,  kuru bakliyat stoklaması ve bunların nem ve haşereden korunmasının öğretilmesi gibi görevlerle gönderildiği  özet olarak açıklanmaktadır.


Bizim “şüphesiz ben, sizin için, çamurdan; kilden; seramikten kuş şekli gibi bir şey; “buhurdan (tütsülük”) tasarlarım” diye çevirdiğimiz ayetteki “tasarlarım” fiilinin tümleci ayetin orijinalinde yer almamış bu paragrafın söz akışı içinde okurun takdirine bırakılmıştır. Ayette “kuş figürü” kuş maketi” yaparım denilmeyip “kuş şekli, kuş figürü, kuş maketi gibi bir şey” yaparım denilmektedir. Ki burada İsa’nın kuş şeklinde kilden buhurdanlık yapıp, içerisine koyduğu baharata  (…….) üfleyerek, çıkan duman ve koku ile sivrisinek, karasinek gibi göz hastalığı vs.ye neden olan böcekleri çevreden uzaklaştırdığı açıklanmaktadır. Bu gün mevcut olan seramik buhurdanların çoğunun kuş şeklinde olduğu aşikardır.


Yine ayette “feyekünü (oluverir)” fiilinin öznesi de yer almamış bu da söz akışından anlaşılmaya bırakılmıştır.


Ayetlerin lafzi manalarından anlaşılan bu gerçekler yakın zamanda deşifre edilen Esseniler’e ait Kumran yazıtlarıyla da teyit edilmektedir.[3]



Kuş yaratmanın doğru anlaşılabilmesi için, “halq” fiilinin anlamının doğru bir şekilde tesbit edilmesi gerekir:
خلق [halq]sözcüğünün esas anlamı, “takdir”dir [ayarlama, ölçülendirme, biçimlendirmedir]. Arap dilinde, “örneksiz olarak, taklit olmayarak yapmak”tır. Ebû Bekr ibn el-Enbari, “Halq sözcüğü Arap dilinde, ‘inşa ve takdir’ anlamlarında olmak üzere iki vecihte kullanılır” der.[4]


Halq fiili Kur’ân'da (örneğin Bakara/21, 29; Fecr/8; Mü’minûn/14; Şu‘arâ/137; Ankebût/17; Sâd/7), “takdir etme, biçimlendirme, ayarlama, şekil verme, uydurma” anlamlarında kullanılmıştır.



Şu iki âyet,  خلَق [halq] fiilinin “takdir” anlamında olduğunu kabule yetecektir:

110.Hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben, seni Allah'ın vahyi ile güçlendirmiştim. Yüksek mevkide olan biri olarak ve yetişkin biri olarak insanlara konuşuyordun. Hani sana Kitabı, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri, Tevrât'ı ve İncîl'i öğretmiştim.

Hani Benim iznimle/ bilgimle çamurdan; kilden (seramikten) kuş şekli gibi bir şey (Buhurdan) yapıyordun. Sonra da onun içine üflüyordun; aerosol oluşturuyordun, onlar da (hastalık yayan; aşılayan haşereler) Benim iznimle kuş oluveriyordu/çabucak gidiyorlardı. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle/ bilgimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle/ bilgimle sosyal ölüleri çıkarıyordun/ canlandırıyordun. Ve hani İsrâîloğulları'na apaçık kanıtlarla gelip de onlardan Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayanların: “Bu, ancak apaçık bir sihirdir” dedikleri zaman seni onlardan korumuştum.(Mâide/110)

                                                                
6-13.Âd toplumuna, sütunların sahibi İrem'e –ki, beldeler içinde bir benzeri oluşturulmamıştı–, vadilerde kayaları kesen Semûd toplumuna, o kazıkların sahibi; muhteşem orduları olan/ görülmemiş işkenceler eden Firavun'a Rabbinin ne yaptığını görmedin mi/düşünmedin mi? Onlar ki, o ülkelerde azıtmışlardı. Dolayısıyla da oralarda bozgunculuğu çoğaltmışlardı. Onun için de Rabbin üzerlerine azap kamçısı yağdırdı.(Fecr/6-13)


                                                        
Bu açıklamalardan sonra âyetteki, Ben, çamurdan kuş görünümünde bir şey yapar, ona üflerim de Allah'ın izniyle o kuş oluverir ifadesini, Îsâ peygamberin topraktan bir nesne tasarlayıp, bunu hava basıncı ile uçurduğu anlaşılmaktadır. Bu iş, o güne göre bir mucizedir.


Îsâ'nın, “Allah'ın izniyle” demesi, kendisinin ilâh olduğu yanılgısını ortadan kaldırmak içindir.


İsa’nın şifacılığı ve zahireciliği (Gaybı bilmesi)


Ayetler metne sadakatle çevrildiği zaman görülecektir ki burada İSA peygamberin İsrail oğullarına gönderilişi ve gönderiliş nedenleri açıklanıyor. Musa ve Harun peygamberler, hem İsrail oğullarına vahyi, tevhidi öğretmek hem de onları Mısırdaki esaretten kurtarmak için gönderilmişlerdi. Buradaki pasajda İsa peygamberin vahyi tebliğ etmesiyle birlikte İsrail oğullarını salgın halde kuşatmış olan hastalıklardan kurtarmak, onlara karşı önceden önlem almak ve onlara rahat bir geçim sağlamak için;  koruyucu hekimlik, göz hekimliği cilt hekimliği ve sağlıklı gıda tüketimi ve konserve, turşu, pekmez, salamura yapımı, arpa, buğday,  kuru bakliyat stoklaması ve bunların nem ve haşereden korunmasının öğretilmesi gibi görevlerle gönderildiği özet olarak açıklanmaktadır.


Ayetlerin lâfzî manalarından anlaşılan bu gerçekler yakın zamanda deşifre edilen Esseniler’e ait Kumran yazıtlarıyla da teyit edilmektedir.


Ayetteki “Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim” ifadesiyle de Yahudilerin kendi kendine haramlaştırdığı şeyleri ortadan kaldıracağını, işin doğrusunu ortaya koyacağını ifade etmektedir.  Bunu iki açıdan ele alabiliriz:

— Dikkat edilirse burada “Tevrat’ta size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim” dememiştir. İfadede “Tevrat’ta” ifadesi yoktur. Bu demektir ki İsrail oğullarının haramlaştırdıkları şeyler kendi ileri gelenlerinin haramlaştırdığı şeylerdir. Burada Tevrat’tan hüküm kaldırma vs. gibi bir şey söz konusu değildir.

— Normalde haram olmamasına rağmen İsrail oğullarına ceza olsun diye konulmuş yasakların varlığı da bir gerçektir. İsa peygamber ile bu cezalar ortadan kalkmaktadır.



160,161.Sonra da Yahudileşen kimselerden olan haksız davranışlar, onların birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları hâlde riba almaları [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazanç sağlamaları] ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri haram kıldık. Ve Yahudileşenlerden Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olanlara can yakıcı bir azap hazırladık.(Nisa/ 160, 161)

                                                                  

Bu konu Îsâ peygamberin hayatını anlatan kaynaklarda ifade edildiğine göre, Îsâ, İncîl'de yer alan Tevrât hükümlerini tasdik etmiş, gerisini toz-kir kabul edip atmıştır:

Kutsal Yasa'yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.[5]


Bundan sonra Îsâ halka ve öğrencilerine şöyle seslendi: “Din bilginleri ve Ferisiler Mûsâ'nın kürsüsünde otururlar. Bu nedenle size söylediklerinin tümünü yapın ve yerine getirin, ama onların yaptıklarını yapmayın. Çünkü söyledikleri şeyleri kendileri yapmazlar. Ağır ve taşınması güç yükleri bağlayıp başkalarının omuzlarına koyarlar da, kendileri bu yükleri taşımak için parmaklarını bile kıpırdatmak istemezler. Yaptıklarının tümünü gösteriş için yaparlar. Örneğin, muskalarını büyük, giysilerinin püsküllerini uzun yaparlar. Şölenlerde baş köşeye, havralarda en seçkin yerlere kurulmaya bayılırlar. Meydanlarda selâmlanmaktan ve insanların kendilerini ‘Rabbî’ diye çağırmalarından zevk duyarlar.”[6]



Allah, Kur’an ile de Yahûdilerin kendilerine haram kıldıkları ve onlara konulmuş cezaları kaldırmış, eski hükümlerin bazılarını nehetmiştir:

 156,157.Allah diyor ki: “Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah'ın koruması altına girenlere, zekâtını; vergisini verenlere ve âyetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl'de yazılmış bulacakları Anakentli/ Mekkeli Peygamber, o Elçi'ye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, O'na iman eden, O'na kuvvetle saygı gösteren, O'na yardımcı olan ve O'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”(A‘râf/157)



47.Meryem: “Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim için çocuk nasıl olur?” dedi. Allah: “Öyledir! Allah dilediği şeyi oluşturur; O, bir işe karar verdiği zaman onun için “Ol!” der, o da hemen olur” dedi.

Bu âyet, anlam itibariyle buraya uygun olduğundan burada tertip ettik.

Meryem, Ey Meryem! Allah seni, kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir mesajını alınca şaşırmış, Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim için çocuk nasıl olur? diye sormuş, Allah da, Öyledir! Allah dilediği şeyi yaratır; O, bir işe karar verdiği zaman onun için ‘Ol!’ der, o da hemen olur cevabını vermiştir.


Bu olay, Meryem sûresi'nde şöyle nakledilmişti:

19.Elçi/Zekeriyyâ: “Ben sadece, sana tertemiz bir delikanlı bağışlamam/bağışlamak için, Rabbinin elçisiyim” dedi.

20.Meryem: “Benim nasıl delikanlım olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamıştır. Ben bir yasa tanımaz/iffetsiz biri de değilim” dedi.

21.Elçi: “Öyledir! Rabbin buyurdu ki: Babasız çocuk vermek, Bana pek kolaydır. Hem Biz, onu nezdimizden insanlara bir alâmet/gösterge ve rahmet yapacağız.” Ve o gerçekleştirilmiş bir iş oldu.

22Sonunda Meryem/delikanlıya gebe kaldı. Sonra da O'nunla uzak bir yere kaçtı gitti.(Meryem/19-22)


52-53.Sonra Îsâ, onlardan küfrü: Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyi sezince: “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havariler: “Allah'ın yardımcıları biziz, biz Allah'a iman ettik, bizim şüphesiz müslimler olduğumuza tanık ol. –Rabbimiz! Biz, senin indirdiğine iman ettik, elçiye de uyduk. Artık bizi şâhitlerle beraber yaz”– dediler.

54.Ve inanmayanlar kötü plân yaptılar, Allah da onların kötü plânlarını boşa çıkardı. Ve Allah, kötü plânları boşa çıkaranların en hayırlısıdır.

55-57.Hani Allah: “Ey Îsâ! Şüphesiz ki Ben seni geçmişte yaptıklarını ve yapman gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırıcıyım/öldürücüyüm, seni Kendime yükselticiyim ve seni kâfirlerden; Benim ilâhlığımı ve rabliğimi bilerek reddeden kimselerden temizleyiciyim. Ve de sana uyan kimseleri, kıyâmete kadar kâfirlerin; Benim ilâhlığımı, rabliğimi bilerek reddeden o kişilerin üstünde tutucuyum. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır. Sonra da ayrılığa düştüğünüz şeylerde aranızda hükmedeceğim. Kâfirlere; Benim ilâhlığımı ve rabliğimi bilerek reddeden şu kimselere gelince de, onlara dünyada ve âhirette şiddetli bir azapla azap edeceğim. Onlar için yardımcılardan bir şey de olmayacaktır. İman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere gelince de, Allah, onların ödüllerini tastamam ödeyecektir. Ve Allah, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez” demişti.

58.İşte bu, Biz bunu sana, âyetlerden ve yasalar içeren hatırlatmalardan/ öğütlerden/ Kur’ân'dan okuyoruz.


Bu âyetlerde Îsâ peygamberin hayatından bir kesit nakledilerek Hristiyanların, özellikle de Necrân heyetinin, Îsâ'nın ilâhlığı ile ilgili sapık inançları reddedilmektedir. Ayrıca Rasûlullah motive edilmektedir. Âyette verilen bilgiler şöyle özetlenebilir: Îsâ, inkârcıların düşmanlığını sezer. Yakın çevresine, “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?” diye sorar. Havariler, “Allah'ın yardımcıları biziz; biz, Allah'a iman ettik, bizim şüphesiz müslimler olduğumuza tanık ol” diye Îsâ'ya teminat verirler ve “Rabbimiz! Biz senin indirdiğine iman ettik, Elçi'ye de uyduk. Artık bizi şahitlerle beraber yaz” diyerek Allah'a niyazda bulunurlar.


Bu safha başka bir âyette şöyle nakledilir:

14.Ey iman etmiş kişiler! Allah'ın yardımcıları olun; nitekim Meryem oğlu Îsâ, havarilere: “Allah'a benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler: “Allah'ın yardımcıları biziz” dediler. Sonra İsrâîloğulları'ndan bir zümre inandı, bir zümre inanmadı. Sonra da Biz, inanmış kimseleri, düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.(Saff/14)


Bu arada kinci Yahûdiler Îsâ'yı ortadan kaldırmak için plan kurmakta, Allah da plan kurmaktadır [onların planını boşa çıkaracak olayları yaratmaktadır]. Ayrıca Îsâ'ya, Ey Îsâ! Şüphesiz ki Ben seni vefat ettiriciyim, seni Kendime yükselticiyim ve seni inkârcılardan temizleyiciyim. Ve de sana uyan kimseleri, kıyâmete kadar o küfretmiş olan kişilerin üstünde tutucuyum. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır. Sonra da ayrılığa düştüğünüz şeylerde aranızda hükmedeceğim. Şu inkâr eden kimselere gelince de, onlara dünyada ve âhirette şiddetli bir azapla azap edeceğim. Onlar için yardımcılardan bir şey de olmayacaktır. İman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere gelince de, O [Allah], onların ödüllerini tastamam ödeyecektir. Ve Allah, zâlimleri sevmez diye güvence vermektedir. Yani, bu sırada Îsâ ölmeyecektir. Onun daha yapacağı işler vardır.


Geçmişe ait verilen bu bilgilerle, Rasûlullah'a da güvence verilmekte; o'na zımnen, “Senin de yapacağın işler vardır” denilmektedir.



54. âyetteki, Allah da kötü plan yaptı [onların kötü planlarını boşa çıkardı]. Ve Allah, plancıların [kötü planları boşa çıkaranların] en hayırlısıdır ifadesi, Nisâ sûresi'nde açığa kavuşturulmuştur:

154-158.Ve söz vermeleri ile birlikte üstlerini/ en değerlilerini/Mûsâ'yı Tûr'a yükselttik. Ve onlara: “O kapıdan boyun eğip teslimiyet göstererek girin” dedik. Yine onlara: “Tefekkür/kulluk gününde sınırları aşmayın” dedik. Sonra da onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın âyetlerine inanmamaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: “Kalplerimiz örtülüdür/ sünnetsizdir” demeleri –aksine Allah, küfretmeleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri nedeniyle kalplerine damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar– ve Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmamaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri; “Biz, Allah'ın Rasûlü Meryem oğlu Mesih Îsâ'yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle onlardan sağlam bir söz aldık. Oysa O'nu öldürmediler ve O'nu asmadılar. Ama onlar için, Îsâ, benzetildi. Gerçekten O'nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir yetersiz bilgi içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. O’nu kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah O'nu, Kendine yükseltti/ derecesini artırdı. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.(Nisâ/154-158)


Âyetteki, Oysa o'nu öldürmediler ve o'nu asmadılar. Ama onlara o, benzetildi ifadesinden anlaşıldığına göre havarilerden biri, Îsâ rolünü üstlenip, Allah yolunda canını feda etmiştir.


Kurtubî'nin nakline göre bu konuyu ed-Dahhâk şöyle izah etmiştir:

ed-Dahhâk der ki: Olay şöyle olmuştur: Hz. Îsâ'yı öldürmek istediklerinde, Havariler 12 kişi oldukları hâlde bir odada toplandılar. Hz. Îsâ, odanın havalandırma deliğinden yanlarına geldi. İblis de Yahûdi topluluklarını durumdan haberdar edince 4.000 kişi bineklerine bindiler ve odanın kapısını tuttular. Hz. Mesih Havarilere, “Hanginiz cennette benimle birlikte olmak karşılığında ölümü göze alabilir?” dedi. Onlardan biri, “Ben ey Allah'ın peygamberi” dedi. Bunun üzerine Hz. Îsâ yünden yapılmış abasını ve yünden bir sarığı üzerine attı, sopasını ona teslim etti. Bu kişi Hz. Îsâ'nın sûretine benzetildi. Yahûdilere karşı çıkınca onu öldürdüler, daha sonra çarmıha gerdiler.[7]



HAVARİLER KİMLERDİR?

Kaynaklarda[8] havâri/havâriyyun sözcüğüyle ilgili, “Onlara bu isim elbiselerinin beyazlığı dolayısıyla verilmiştir”; “Bunlar avcı kimselerdi”; “Bunlar elbise beyazlatıcıları idiler”; “Elbiseleri beyazlattıklarından dolayı onlara bu isim verilmiştir”; “Bunlar elbise temizleyicisi, ağartıcısı ve boyacısı idiler”; “Bunlar peygamberlerin has adamları olduklarından dolayı bu adı aldılar” tarzında iddialar bulunsa da, âyetlerden anlaşıldığına göre bunlar Îsâ peygamberin en yakın arkadaşları ve yardımcılarıdır.


Âyetteki, Şüphesiz ki Ben seni vefat ettiriciyim ifadesi, Îsâ'nın da diğer insanlar gibi öleceğinin, canının alınacağının beyanıdır. En‘âm sûresi'nin sonunda, “Vefat” başlığı altında detaylı bir tahlilde[9] ifade ettiğimiz gibi “vefat”, ölüm değil, “ölüm öncesi, insanın tüm yaptıklarını tastamam, noksansızca hatırlaması”dır. Burada Îsâ'nın da her kul gibi bu yoldan geçeceği vurgulanmıştır.


Âyetteki, Seni Kendime yükselticiyim ifadesi, Îsâ'nın Allah katında derecesinin yüksek olacağının beyanıdır. Burada göğe çıkmaktan, Allah'ın yanına varmaktan bahsedilmemektedir. Aynı ifade Nisâ sûresi'nde de geçmektedir:


154-158.Ve söz vermeleri ile birlikte üstlerini/ en değerlilerini/Mûsâ'yı Tûr'a yükselttik. Ve onlara: “O kapıdan boyun eğip teslimiyet göstererek girin” dedik. Yine onlara: “Tefekkür/kulluk gününde sınırları aşmayın” dedik. Sonra da onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın âyetlerine inanmamaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: “Kalplerimiz örtülüdür/ sünnetsizdir” demeleri –aksine Allah, küfretmeleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri nedeniyle kalplerine damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar– ve Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmamaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri; “Biz, Allah'ın Rasûlü Meryem oğlu Mesih Îsâ'yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle onlardan sağlam bir söz aldık. Oysa O'nu öldürmediler ve O'nu asmadılar. Ama onlar için, Îsâ, benzetildi. Gerçekten O'nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir yetersiz bilgi içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. O’nu kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah O'nu, Kendine yükseltti/ derecesini artırdı. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.(Nisâ/157-158)



Burada da Îsâ'yı öldürmedikleri, o'nun derecesinin artırıldığı ifade edilmektedir. Buradaki “yükseltme”nin iyi anlaşılabilmesi için şu âyetlere dikkat edilmesi gerekir:

176.Ve eğer Biz, dileseydik onu o âyetlerle yüceltirdik, ama o alçaklığa saplandı kaldı ve tutkusuna uydu. Artık onun durumu, üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan, kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumuna benzer. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. O nedenle sen iyice düşünsünler diye bu kıssayı iyice anlat.(A‘râf/176)


11.Ey iman etmiş kimseler! Size: “Meclislerde yer açın/başkalarına da katılım hakkı tanıyın” denilince hemen yer açıverin ki Allah da yer açsın/size genişlik versin. Ve size: “Kendinizi olduğunuzdan daha büyük gösterin” denilince de kendinizi olduğunuzdan daha büyük gösterin. Böylece Allah, sizden inanmış olan kimseleri ve kendilerine bilgi verilenleri derecelerle yükseltsin. Ve Allah, yaptıklarınıza iyice haberi olandır.(Mücâdele/11)


56.Ve Kitap'ta İdris'i an/hatırlat. Şüphesiz O, özü-sözü doğru biriydi, bir peygamberdi. 57Ve Biz O'nu yüce bir mekâna yükselttik.(Meryem/56-57)


Bu âyetlerde konu edilen insanların yükseltilmesi, maddî yükseltme değil, derece yükseltilmesi, kıymetlerinin artırılmasıdır. Allah'ın bir sıfatı da “refiyyu'd-derecât”tır [dereceleri yükseltendir]:

15.O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir: O, buluşma günü hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan vahyi kullarından dilediğine bırakır.(Mü’min/15)


Ayrıca yukarıda 46. âyette geçen ve “beşik” olarak çevirilen el-mehdi sözcüğünün, “el-mühdi” şeklinde okunmasıyla âyetin anlamın şöyle olacağını beyân etmiştik: Ve yüksek bir mevkide bulunarak, yetişkin biri olarak insanlarla konuşacak ve o sâlihlerdendir. Ayrıca Bakara/253; En‘âm/83, 165; Zuhruf/32, İnşirah/4, Yûsuf/86'ya da bakılabilir.


59.Şüphesiz Allah katında Îsâ'nın durumu, Âdem'in/her insanın durumu gibidir; O, onu topraktan oluşturdu, sonra ona “Ol!” dedi, o da hemen oldu.

60.Bu gerçek, senin Rabbindendir, öyleyse şüphecilerden olma. 61.Sana bilgiden geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışırsa hemen: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da birbirimizi dışlayıp gözden çıkaralım da Allah'ın dışlayıp gözden çıkarmasını yalancılar üzerine kılalım” de.

62.Şüphesiz bu, kesinlikle gerçek kıssanın ta kendisidir. Allah'tan başka hiçbir tanrı da yoktur. Ve şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanın ta kendisidir.

63.Artık yüz çevirirlerse, bilinsin ki Allah, bozguncuları en iyi bilendir.


Bu âyetlerde, Ehl-i Kitaba, özellikle de Necrân heyetine karşı Îsâ'nın gerçek konumu hakkında son nokta konulmaktadır: Şüphesiz Allah katında Îsâ'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir; O, onu topraktan yarattı, sonra ona “ol!” dedi, o da hemen oldu.

Bu açıklamaların amacı, Hristiyanların yanlış inançlarını tashih etmektir. Buradaki benzetme ile, Îsâ'nın da Âdem gibi maddeden yaratıldığı ifade edilmekte; yaratılış açısından Îsâ'nın diğer insanlardan bir farkının bulunmadığı, dolayısıyla ilâh, rabb ve Allah'ın oğlu olmadığı bildirilmekte, ardından da bu hususta inatlaşanlara meydan okunmaktadır: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lânetleşelim de Allah'ın lânetini yalancılar üzerine kılalım.


Bu lânetleşme hakkında kaynaklarda şu bilgiler verilmiştir:

Rivâyet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a), Necrân Hristiyanlarına deliller getirip, onlar da cehâlet ve inkârlarında ısrar edince, Hz. Peygamber (s.a), onlara, “Eğer getirdiğim delilleri kabul etmezseniz, şunu biliniz ki, Cenâb-ı Hakk bana, sizinle lânetleşmemi emretmiştir” dedi. Bunun üzerine onlar, “Ey Ebu'l-Kâsım! Hele bir dur da, arkadaşlarımızın yanına varıp bu hususu aramızda konuştuktan sonra tekrar sana gelelim” dediler. Gidip arkadaşlarıyla görüştüklerinde kraldan sonra gelen ve içlerinde söz sahibi olan kimseye, “Ey Abdu'l-Mesih! Söyle bakalım ne dersin?” dediler. Bunun üzerine o, “Ey Hristiyan topluluğu! Allah'a yemin ederim ki, siz Muhammed'in gönderilmiş bir peygamber olduğunu anladınız. Yine o'nun, sizin sahibiniz [Hz. Îsâ] hakkında hakk olan sözü ve görüşü getirdiğine de yemin ederim. Yine Allah'a yemin ederim ki, herhangi bir peygamberle lânetleşmeye giren topluluğun ne yaşlısı sağ kalır, ne çocukları büyür [hepsi mahvolur[. Yine yemin ederim ki, eğer siz bu işe girişirseniz, sizin soyunuz ve nesliniz kurur ve tükenir. Ama, bundan kaçınır, dininiz üzere yaşamaya devam eder ve bulunduğunuz hâli sürdürmeye devam ederseniz, o adamla [Hz. Muhammed] anlaşın ve memleketlerinize geri dönün!..” dedi.


Bu esnada, Hz. Peygamber (s.a) de, üzerinde siyah kıldan bir örtü, futa olduğu hâlde evinden dışarı çıkmıştı.. Hz. Hüseyn'i kucağına almış, Hz. Hasan'ın da elinden tutmuş, Hz. Fâtıma Hz. Peygamber'in, Hz. Ali de Hz. Fâtıma'nın peşindeydi... Hz. Peygamber şöyle diyordu: “Ben duâ ettiğim zaman, siz âmin! deyin.” Bunun üzerine Necrân'ın piskoposu, “Ey Hristiyanlar! Ben karşımda öylesine yüzler görüyorum ki, onlar Allah'tan, bir dağı yerinden oynatıp yok etmesini isteseler, muhakkak ki Allah o dağı yerinden götürür. Binâenaleyh, lânetleşmeyin, aksi hâlde helâk olur, yok olursunuz.. Ve yeryüzünde, kıyâmete kadar tek bir Hristiyan kalmaz” dedi. Hristiyanlar, “Ey Ebu'l-Kâsım! Biz seninle lânetleşmemeye ve dinin hususunda sana müdahale etmemeye karar verdik” dediler. Hz. Peygamber (s.a) de, “Lânetleşmediğinize göre Müslüman olunuz... Böylece de, Müslümanların lehine olan sizin de lehinize, aleyhlerine olan sizin de aleyhinize olur” deyince, onlar bunu kabul etmediler, direttiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “En kısa zamanda sizinle savaşıp işinizi bitireceğim” deyince, onlar, “Bizim, Araplarla savaşacak gücümüz yok. Fakat sana, 1.000'i Safer 1.000'i de Receb ayında olmak üzere, 2.000 takım elbise ile, demirden yapılmış normal 30 zırh vermek üzere bizimle savaşmaman ve bizi dinimizde serbest bırakman konusunda seninle anlaşma yapmak istiyoruz” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlarla, bu şartlar altında anlaşma yaptı ve şöyle dedi: “Canımı kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, helâk o Necrânlılara öylesine yaklaşmıştı ki... Eğer onlar lânetleşmeye girmiş olsalardı, maymunlar ve domuzlar hâline getirilecekler, bu vâdi ateş olup onları yakacak ve Allah Necrân ve halkının kökünü kurutacaktı. Ağaçların tepelerinde kuşları bile... Bir yıla kalmayacak bütün Hristiyanlar helâk olacaklardı.” Yine Hz. Peygamber'in (s.a) siyah futa içinde evinden çıkıp, Hz. Hasan'ı, Hz. Hüseyin'i, Hz. Fâtıma ve Hz. Ali'yi (r.a) futanın içine soktuğu, sonra da, Ey ehl-i beyt! Allah sizden her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler (Ahzâb/33) âyetini okuduğu rivâyet edilmiştir. Bil ki bu rivâyet, gerek tefsir gerekse hadis âlimleri arasında, sıhhati konusunda âdeta üzerinde ittifak edilmiş gibidir.[10]


Paragrafın sonunda da, Şüphesiz bu, kesinlikle gerçek kıssanın ta kendisidir. Allah'tan başka hiç bir tanrı da yoktur. Ve şüphesiz Allah, azîz'in, hakîm'in ta kendisidir. Artık yüz çevirirlerse, bilinsin ki, Allah, bozguncuları en iyi bilendir buyurularak hakikati örtmeye çalışanlar ile vakit öldürülmemesi, onların Allah'a havale edilmesi istenmektedir.*




                                                                                     
*İşte Kuran, Al-i İmran Suresi







Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim