• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

92Nisa Suresi 33, 11, 176, 12, 29-32, 13-14







Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler




Nisa Suresi 33, 11, 176, 12, 29-32, 13-14

Doğru Çeviri:
33.Ve Biz, anne, baba ve akrabaların bıraktıkları herşey için mirasçılar belirledik. Yeminlerinizin bağladığı kimseler; sözlü, senetli, yasal borçlu olduğunuz kimseler ve vasiyetle hak sahibi kılınmış kimseler onların nasiplerini de hemen verin. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi şâhittir.
11.Allah, size evlatlarınız hakkında Allah'tan bir taksim olarak yükümlülük ulaştırır: Erkek için, iki kadın payı kadardır. Eğer hepsi kadın olmak üzere ikiden fazla iseler, o zaman geride bırakılmış şeylerin üçte-ikisidir. Ve eğer bir tek kadın ise o zaman ona yarısıdır. Eğer ölen, ana ve baba ile birlikte çocuklar da bırakmışsa ana-babanın her birine altıda-bir; şâyet ölenin çocuğu yok da, mirasçı olarak ana ve babası kalmışsa, o zaman anası için üçte-birdir. Eğer ölenin kardeşleri varsa anası için altıda-birdir. Bu paylar, ölenin yaptığı vasiyet ve borçlardan sonradır. Babalarınız ve çocuklarınız; hangisinin size yarar bakımından daha yakın olduğunu, siz bilemezsiniz. Şüphesiz Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.
176.Senden kelâle/birinci derecede mirasçısı olmayan kişiler hakkında fetva istiyorlar. Deki: “Allah, size fetva verecektir.” Çocuğu olmayan, kız kardeşi bulunan bir kişi ölürse, bıraktığı şeyin yarısı kız kardeşinindir. Ve oğlan kardeş, kız kardeşin çocuğu yoksa ona mirasçı olur. Eğer çocuksuz oğlan kardeşe mirasçı olan kız kardeşler, iki kişi iseler çocuksuz ölen oğlan kardeşin bıraktığının üçte-ikisi onlarındır. Eğer çocuksuz ölen kişinin kardeşleri erkek ve kadın kardeşler iseler, o zaman erkek için iki kadının payı vardır. Allah, sapmayasınız diye açığa koyuyor ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.
12.Eğer hanımlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir. Şâyet bir çocukları varsa o zaman yapmış olduğu vasiyet ve borçtan sonra mirasın dörtte-biri sizindir. Eğer siz çocuk bırakmadan ölürseniz, geriye bıraktığınızın dörtte-biri hanımlarınızındır. Şâyet çocuklarınız varsa o zaman bıraktığınızın, yapmış olduğunuz vasiyet ve borçtan sonra sekizde-biri hanımlarınızındır. Eğer ölen bir erkek veya kadın, birinci dereceden mirasçısı; eşi, çocuğu ve ana-babası olmadan miras bırakıyor ve kendisinin bir erkek veya kız kardeşi bulunuyorsa, bunlardan her birine, yapmış olduğu vasiyet ve borçtan sonra, zarara uğratılmadan altıda-biridir. Eğer mevcut olan kardeşler bundan daha çok iseler, bu takdirde kardeşler, üçte-birde ortaktırlar. Bunlar, Allah tarafından bir ulaştırılmış yükümlülüktür. Ve Allah, en iyi bilen ve çok yumuşak davranandır.
29.Ey iman etmiş kişiler! Mallarınızı –kendi rızanızla yaptığınız ticaret şekli hariç olmak üzere– aranızda haksız yolla yemeyin, kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size çok merhametlidir.
30.Ve kim, düşmanlık ve şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş olarak bu yasakları işlerse, yakında Biz, onu ateşe sokarız. Ve onu ateşe atmak, Allah'a çok kolaydır.
31.Eğer siz, yasaklandığınız şeylerin büyüklerinden sakınırsanız, kötülüklerinizi sizden örteriz. Ve sizi saygın giriş yerine girdiririz.
32.Ve Allah'ın bazınıza, diğerlerinizden fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Ve Allah'ın fazlından isteyin. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir.
13.İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Elçisi'ne itâat ederse Allah onu, içinde sürekli kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir. İşte bu da, çok büyük kurtuluştur.
14.Ve kim Allah'a ve O'nun Elçisi'ne karşı gelir ve O'nun sınırlarını aşarsa, Allah onu, içinde sürekli kalmak üzere cehenneme girdirir. Ve alçaltıcı azap onun içindir.




Yukarıda, mal edinim yolları emek karşılığı kazanç ve miras yoluyla mal intikali olarak gösterilmişti. Burada buna, alış-verişle kazanım da eklenmiş ve âyette, karşılıklı rızaya dayalı ticaret yoluyla kazanılan malların helâl olduğu bildirilmiştir. Bakara/275'te de, Oysa ki, Allah, alış-verişi helâl, bu ribayı haram kılmıştır buyurulmuştu. Âyette, Mallarınızı –kendi rızanızla yaptığınız ticaret şekli hariç olmak üzere– aranızda haksız yolla yemeyin ifadesindeki bâtıl/haksız yolla yemek; faiz, irtikap, gasp, hırsızlık, hâinlik, rüşvet, zimmet, yalancı tanıklık, yalan yere yemin vs. gibi yollarla elde edilenlerin tümünü kapsar.


Âyetteki, kendinizi öldürmeyin ifadesi zâhir anlamıyla, “birbirinizi öldürmeyin, kendinizi öldürmeyin; intihar etmeyin” anlamlarına alınabilir. Ancak, içinde bulunduğu pasaj dikkate alındığında ibarenin anlamı, “mal-mülk kazanmak için başkasına zarar vermeyin; öldürmeyin, işini elinden almayın, karteller, tröstler oluşturup gelir dağılımında fertler arasında uçurum sağlayarak sosyal patlamalara neden olmayın” demek olur.

30. âyetteki, Ve kim, düşmanlık ve zulüm olarak bunu [yasakları] işlerse, yakında Biz onu ateşe sokarız. Ve bu [onu ateşe atmak], Allah'a çok kolaydır ifadesi, sûrenin başından bu yana zikredilen tüm yasakları kapsar.
32. âyette, Ve Allah'ın bazınıza, diğerlerinizden fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Ve Allah'ın fazlından isteyin. Şüphesiz Allah her şeyi en iyi bilendir buyurularak, insanlar arasında Allah'ın lütfunun farklı olabileceğine, dolayısıyla mal varlığı sebebiyle kimsenin kimseyi kıskanmaması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Bu husus Zuhruf sûresinde de vurgulanmıştı:
32.Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.(Zuhruf/32)


 
Görüldüğü üzere Zuhruf/32'de, Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık, Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik buyurulmuştur. Bu ifade, hayattaki ast-üst ilişkisinin toplumsal yaşam için konulan bir yasa olduğunu göstermektedir. Buradaki derecelerle yükseltme, “keramet/üstünlük-saygınlık” değil; mal, güç, akıl, zekâ, anlayış ve bilgi gibi hususlarda olan farklılıklardır. Herkesin mal, güç, akıl, zekâ, anlayış ve bilgi bakımından eşit olduğu bir ortamda işçi bulmak mümkün olmaz; işçi olmadığında ise hayat durur.


Dünyalık dereceler imrenilecek, göz dikilecek şeyler değildir:
131.Ve kendilerini imtihan etmek için, basit dünya hayatının süsü olarak, onlardan kimi çiftleri kendileriyle yararlandırdığımız mal, mülk, evlat ve saltanata sakın gözlerini dikme/rağbetle bakma. Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir.(Tâ-Hâ/131)


88,89.Sakın onlardan bazı kimselere verip de kendilerini onunla yararlandırdığımız şeylere; mal ve servete heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında üzülme de... Sen kanatlarını mü’minler için indir. Ve: “Şüphesiz ben, apaçık bir uyarıcının ta kendisiyim” de.(Hicr/88-89)



Âyetteki, Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır ifadesiyle, erkek ve kadının yükümlülük ve sosyal yönden farklarının olmadığı bildirilmiştir. Bu konuyu Ahzâb sûresi'nde detaylı olarak açıklamıştık.


33. âyetteki, Ve Biz, anne, baba ve akrabaların bıraktıkları her şey için mevâli [mirasçılar] kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimseler; onların nasiplerini de hemen verin ifadesi, terekenin yakınlar arasında hakkaniyetle taksim edilmesi gerektiğini bildirmektedir.


Bu âyetin iniş sebebine dair şunlar nakledilmiştir:
Şânı yüce Allah, her insanın mirasçılarının ve mevâlîsinin [yakınlarının] olduğunu açıklamaktadır. O hâlde her biri Allah'ın kendisi için paylaştırmış olduğu mirastan paylarını alsın ve bir diğerinin malını temenni etmesin. Buhârî, “Kitâbu'l-Ferâiz”de Sa‘îd b. Cübeyr'den gelen rivâyetle yüce Allah'ın, Anne-babanın ve yakın akrabaların terk ettiklerinden her biri için mirasçılar [mevâli] kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere de… buyruğu hakkında İbn Abbâs'ın şöyle dediğini nakletmektedir: Muhacirler, Medîne'ye geldiklerinde, Ensâr, Muhâcir'e akrabası dururken mirasçı olurdu. Buna sebep ise, Rasûlullah'ın (s.a) aralarında kurduğu kardeşlik akdi idi. Yakın akrabaların terkettiklerinden her biri için mirasçılar kıldık âyeti nâzil olunca, ondaki bu hükmü Yeminlerinizin bağladığı kimselere de nasiplerini verin buyruğu nesh etti.16


Yukarıda yetim hukuku ve yetimin mirası konu edilmişti. Bu pasajda ise tüm insanlara/kamuya hitap edilerek miras hukuku ele alınmıştır. Biz, anlam birliği ve bütünlüğü nedeniyle 33. ve 176. âyetleri burada tertip ettik.


Konuya girerken miras âyetlerinin sebeb-i nüzûlü hakkındaki nakilleri aktarmak istiyoruz:
Mirasa dair âyetin nüzûl sebebi ile ilgili farklı rivâyetler gelmiştir. Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve Dârekutnî'nin Câbir b. Abdullah'tan rivâyetine göre Sa‘d b. er-Rabî'nin hanımı dedi ki: “Ey Allah'ın Rasûlü! Sa‘d öldü, geriye de iki kız çocuğu ve kendi kardeşi kaldı. Kardeşi kalkıp Sa‘d'ın bıraktıklarını aldı. Kadınlar ise sahip oldukları mallar üzre nikâhlanırlar.” Hz. Peygamber o mecliste kendisine cevap vermedi. Daha sonra tekrar ona gelip dedi ki: “Ey Allah'ın Rasûlü! Sa‘d'ın kız çocukları (ne olacak)?” Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: “Bana (Sa‘d'ın) kardeşini çağır.” Kardeşi gelince ona şöyle dedi: “İki kız çocuğuna üçte-iki, hanımına sekizde-bir ver, geri kalanı da senindir.” Ebû Dâvûd'un rivâyetinin lafızları böyledir. Tirmizî ve diğerlerinin rivâyetinde ise şöyle denilmektedir: “Bunun üzerine miras âyeti nâzil oldu.” (Tirmizî) dedi ki:” Bu, sahih bir hadistir.”17


İbn Abbâs (r.a), âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında şöyle demiştir: “Evs ibn Sâbit el-Ensârî, geriye üç kız ve bir hanım bırakarak ölmüştü. Vasîleri olan amcaoğullarından iki kişi Evs'in malına el koymuşlardı. Bunun üzerine Evs'in hanımı Hz. Peygamber'e (s.a) gelip, durumu arzederek, vasî olan bu iki kişinin, ne kendisine ne de kızlarına hiç bir mal vermediklerini söylemişti. Hz. Peygamber (s.a) de ona, “Haydi evine git, ben Allah'ın senin bu işin hususunda ne buyuracağına bakayım” demişti. İşte bunun üzerine Hz. Peygamber'e bu âyet nâzil oldu ve erkeklerin de, kadınların da mirastan payları olduğunu bildirdi. Fakat Hakk Teâlâ, bu âyette payların ne kadar olduğunu beyân etmedi. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a) o iki vasîye haber göndererek, “Evs'in malından hiç bir şeye dokunmayın” dedi. Daha sonra Allah Teâlâ'nın, Allah size, evlâtlarınız hakkında (...) emreder (Nisâ/11-12) âyetleri nâzil oldu ve böylece kocanın ve kadının hisselerinin miktarı belirtildi. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü, o iki vasî'ye, Evs'in hanımına mirastan sekizde-bir hisse verip, kızların hisselerini ellerinde tutmalarını emretti. Daha sonra da Hz. Peygamber (s.a) onlara, kızların hisselerini de kızlara vermelerini bildirdi. O iki vasî de, hisselerini onlara verdi.” İşte âyetin sebeb-i nüzûlü ile ilgili söz bundan ibarettir.18


Kur’ân'da miras ilkeleri böylece belirtilmiş, ardından da, Şüphesiz Allah, her şeye en iyi şâhittir. Babalarınız ve çocuklarınız; hangisinin size fayda bakımından daha yakın olduğunu, siz bilemezsiniz. Şüphesiz Allah en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. Allah, sapmayasınız diye açığa koyuyor ve Allah her şeyi en iyi bilendir. Bunlar, Allah tarafından bir vasiyettir. Ve Allah en iyi bilen ve çok yumuşak davranandır diye uyarılarda bulunulmuş ve sonra pasaj, İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederse Allah onu, içinde sürekli kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir. İşte bu da, çok büyük kurtuluştur. Ve kim Allah'a ve O'nun Elçisi'ne karşı gelir ve O'nun sınırlarını aşarsa, onu, içinde sürekli kalmak üzere cehenneme girdirir. Ve alçaltıcı azap onun içindir tehdidi ile bitirilmiştir.


33. âyetteki, Ve Biz, anne, baba ve akrabaların bıraktıkları her şey için mevâli [mirasçılar] kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimseler; onların nasiplerini de hemen verinifadesinden anlaşıldığına göre, miras, neseb ve sözleşmeye dayandırılmıştır. Târih kayıtlarına göre Araplar arasında da veraset, neseb ve sözleşmeye dayalı olarak tatbik edilmekteydi. Bu konuyu Râzî'den naklediyoruz:


Bil ki câhiliyye halkı, şu iki şey sebebiyle birbirlerine vâris oluyorlardı:

a) Neseb,

b) Muahede/sözleşme...

Neseb cihetinden birbirlerine vâris olmalarına gelince onlar, ne küçük çocuklara, ne de kadınlara miras veriyorlardı. Onlar ancak, at üzerinde savaşan ve ganimet elde eden erkek akrabaları mirasa mâlik kılıyorlardı.


Sözleşme cihetinden birbirlerine vâris olmalarına gelince, bu da şu iki şekilde tahakkuk ediyordu:

1) Anlaşma
Câhiliyyede bir kimse, bir başkasına “Kanım, senin kanın; canım, senin canın.. Sen bana, ben de sana vâris olurum... Sen beni kollarsın, ben de seni..” derdi. Onlar bu şekilde bir akit yaptıklarında, onlardan hangisi diğerinden önce ölürse, sağ kalan için, ölünün malından daha önce şart koşulmuş olan şey tahakkuk ederdi.

2) Evlât edinme
Araplardan herhangi bir kimse, başkasının oğlunu evlât ediniyordu. Böylece bu çocuk babasına değil de, o kimseye nisbet ediliyor ve o kimseye vâris oluyordu. Bu evlât edinme de anlaşma çeşitlerinden birisiydi.19



Yukarıda, bazı durumlarda mirastan erkek kardeşe 2, kız kardeşe 1 pay verildiğini görmüştük. Bunun hikmetini kavrayamayanların bu husustaki izahlarına gelince:


Birinci soru: “Hiç şüphesiz, şu sebeplerden dolayı kadın erkekten daha âcizdir:
a) Kadın dışarı çıkmaktan ve ortada gözükmekten âcizdir. Zira onun kocası ve akrabaları, bunu ona yasaklar.

b) Aklı kıt, aldanması ve yanılması çoktur.

c) Erkeklerle karıştığında, töhmet altına girer.

“Kadının acziyyetinin daha fazla olduğu sabit olduğuna göre, mirastaki hissesinin de daha çok olması gerekir. Daha çok olmasa bile, en azından erkeğinkine eşit olması gerekir. Binâenaleyh Cenâb-ı Hakk'ın, kadına mirastan erkeğin payının yarısını vermesindeki hikmet nedir?”

Bu soruya şu şekillerde cevap verilir:
1) Kadının harcaması daha azdır, çünkü kocası, onun için harcar. Erkeğin harcaması ise daha çoktur, çünkü erkek, hanımı için de harcar. Harcaması ve masrafı daha çok olan, mala daha muhtaçtır.

2) Erkek, yaratılış, akıl ve meselâ kadılık [hâkimlik] imamet [devlet başkanlığı] yetkisinin kendisine verilmesi gibi dinî mertebeler bakımından kadından daha üstün durumdadır. Keza kadının şâhitliği, erkeğin şâhitliğinin yarısı kadardır. Bu durumda olan kimseye, daha fazla verilmesi gerekir.

3) Kadının aklı az, (arzuları) çoktur. Kadına çok mal verildiğinde, fesat büyür. Nitekim şâir, “Boş zaman, gençlik ve bolluk içinde olmak, kişiye çok zararlıdır” demiştir. Nitekim Cenâb-ı Allah, Çünkü insan muhakkak kendini ihtiyaçtan vareste gördü diye azar (Alâk/6-7) buyurmuştur. Erkeğin durumu ise böyle değildir.

4) Erkek, aklının tam oluşu sebebi ile, malını hanlar yaptırma, çaresizlerin yardımına koşma, yetim ve dullara infakta bulunma gibi dünyada güze1 övgüyü, âhirette de bol sevabı kazandıracak şeylere harcar. Bunu ancak erkek yapabilir. Çünkü erkek, insanlara daha fazla karışıp içli-dışlı olur. Kadının, insanlara ihtilatı ise azdır. Binâenaleyh kadın buna muktedir olamaz.

5) Rivâyet olunduğuna göre Ca‘fer-i Sâdık'a bu mesele sorulunca o şöyle demiştir: “Hz. Havva bir avuç buğday alıp onu yedi. Sonra bir avuç daha alıp onu gizledi. Daha sonra bir başka avuç aldı ve onu Hz. Âdem'e verdi. Hz. Havva, kendi payını erkeğin payının iki katı kılınca, Allah Teâlâ durumu aleyhine çevirdi de, kadının (mirastan) hissesini, erkeğin hissesinin yarısı kıldı.”20


Böyle zorlamalara hiç gerek yoktur. Allah, bu ilkeleri, Arap aile yapısındaki kıst [hakkaniyet] ölçülerine göre koymuştur. Zira babanın bıraktığı malın iktisabında, erkek çocukların katkıları vardı. O nedenle de erkek evlâdın kız evlâda göre daha fazla alması normaldir. Ancak aile, kazanç ve birikimini erkek evlâdı okutup meslek edindirmek için harcadığında, geriye kalan az miktardaki malın taksiminde okutulup doktor veya mühendis yapılmış, üst düzey gelir sahibi olmuş bulunan erkek kardeş 2, bağ-bahçede ırgat olarak çalışan kız kardeş 1 pay mı almalıdır? Görüldüğü gibi bazı durumlarda ikiye-bir hükmü ile hak tecelli etmiyor. Hakkın yerini bulması için ek maddeler gerekir, ki Allah da böyle yapmıştır:

180.Sizden birinize ölüm hazır olduğu vakit, eğer bir hayır/mal bıraktıysa, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler üzerine bir hak olarak, babası-anası ve en yakın akrabası için, örfe uygun; herkesçe kabul gören bir şekilde vasiyet etmek zorunlu görev kılındı.
181.Artık her kim, bunu duyduktan sonra onu değiştirirse, onun günahı ancak onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.
182.Artık her kim vasiyet edenin, bir hata işlemesinden veya bir günaha girmesinden korkar da onların arasını düzeltirse, ona hiçbir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.(Bakara/180-182)

 
106.Ey iman etmiş kişiler! İçinizden birine ölüm hazır olduğu zaman, vasiyet sırasında aranızdaki şâhitlik, kendi içinizden adalet sahibi iki kişidir. Yahut yeryüzünde yolculuğa çıkmış iseniz, sonra da ölümün musibeti size gelip çatmışsa, sizden olmayan iki kişidir. Eğer şüpheye düşerseniz, salâttan [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmadan; toplumu aydınlatman] sonra onları bekletirsiniz. Sonra da onları, “Akraba bile olsa, yemini bir çıkar karşılığı satmayacağız, Allah'ın şâhitliğini gizlemeyeceğiz. Aksi hâlde günahkârlardan oluruz” diye Allah'a yemin ettirirsiniz.
107.Sonra da eğer o iki şâhitin bir günah işledikleri anlaşılırsa, ölene daha yakın olan hak sahiplerinden diğer iki kişi onların yerine geçerler de: “Bizim şâhitliğimiz, o önceki iki kişinin şâhitliğinden daha doğrudur ve biz kimsenin hakkına tecavüz etmedik. Aksi hâlde biz, yanlış davrananlardan; kendi zararlarına iş yapanlardan olurduk” diye Allah'a yemin ederler.
108.İşte böyle bir yemin, şâhitliklerini usulüne göre yapmaları yahut yeminlerinden sonra yeminlerinin kabul edilmemesinden korkmaları için en yakın/en iyi yoldur. Allah'ın koruması altına girin ve kulak verin. Ve Allah, hak yoldan çıkanlar topluluğuna kılavuzluk etmez.(Mâide/106-108)

 
240.Ve sizden eşler bırakarak ölecek olanlar, eşleri için senesine kadar evlerinden çıkarılmaksızın kendilerine yetecek bir malı vasiyet ederler. Artık onlar, çıkarlarsa, örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekil ile kendilerinin yaptıklarında sizin için bir vebal yoktur. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyandır, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.(Bakara/240)

 
Bu ölçüler çevresinde örneklediğimiz aile bireyleri arasında kız evlâda 2 ya da daha fazla, erkek evlâda ise 1 ya da daha az verilebilir veya ailenin mal varlığı harcanarak okutulan erkek evlâda hiç pay verilmeyip, terekenin hepsi kıza verilebilir. Bütün bunlar, vasiyet ile gerçekleştirilir. Baba vasiyet etmediyse, kamu devreye girerek hakkaniyeti sağlar.


Yukarıdaki âyetlerde, Bu paylar, onun [ölenin] yaptığı vasiyet ve borçlardan sonradır buyurularak, önce vasiyetin yerine getirilmesi ve borçların ödenmesi istenmiştir. Bakara/180'de ise, Sizden birinize ölüm hazır olduğu vakit, eğer bir hayır [mal] bıraktıysa, muttakiler üzerine bir hakk olarak, babası-anası ve en yakın akrabası için, ma‘rûf ile vasiyet etmek yazıldı [farz kılındı]buyurularak, miras taksiminden doğacak hakksızlıkların vasiyetlerle telafi edilmesi; diğer âyette ise hakkaniyetin sağlanması için hâkimin terekeyi paylaştırması hükme bağlanmıştır:


180.Sizden birinize ölüm hazır olduğu vakit, eğer bir hayır/mal bıraktıysa, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler üzerine bir hak olarak, babası-anası ve en yakın akrabası için, örfe uygun; herkesçe kabul gören bir şekilde vasiyet etmek zorunlu görev kılındı.
181.Artık her kim, bunu duyduktan sonra onu değiştirirse, onun günahı ancak onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.
182.Artık her kim vasiyet edenin, bir hata işlemesinden veya bir günaha girmesinden korkar da onların arasını düzeltirse, ona hiçbir günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.(Bakara/181-82)

 
Âyetlerden anlaşıldığı üzere mirasta hakkaniyetin sağlanması için “vasiyet” müessesesine ihtiyaç vardır. Ne yazık ki, Veda Hutbesine, “Vârise vasiyet yoktur” ilavesi yapılıp, Rasûlullah'ın ağzından vasiyet ortadan kaldırılmak istenmiştir.


Burada üzerinde durulması gereken hususlardan biri de “kelâle” meselesidir. Kelâle sözcüğünün yanlış anlaşılması nedeniyle birtakım sorunlar ortaya çıkmıştır. O nedenle kelâle üzerinde durmak istiyoruz:


LÜGATTE “KELÂLE”
كلالة [kelâle] sözcüğü, “yürümekten yorgun düşme, aciz olma, yorgunluktan kuvvetin gitmesi” anlamlarındaki ك ل ل [k-l-l] fiilinin mastarı olup kesici yerleri işe yaramaz hâle gelmiş bıçak ve kılıca, kimsesiz-desteksiz kalmış yetime ve hâmile olduğu dönemde saldırganlığını yitirmiş yırtıcı hayvana da كلّ [kell] denir21 ki bu, Türkçe'deki “kelerme, kelleşme” sözcüğüyle aynı anlamdadır. Kell sözcüğü, –dilimize Farsça'dan (aslında Farsça'ya Arapça'dan geçmiştir), “saçı dökülmüş” anlamıyla girmiş olsa da– mecâzen “zayıf düşmüş, cılız” anlamında da kullanılır. Her ne kadar TDK'da “kelerme” sözcüğü yoksa da, Anadolu'da, yıpranmış ve zayıf düşmüş şeylere kelermiş denir.


ك ل ل [k-l-l] kökünden türeme sözcükler Kur’ân'da üç yerde; Nisâ/12, 176'da kelâle ve Nahl/76'da kell [zayıf, güçsüz olduğundan yük hâline gelmiş] şeklinde yer alır.


Bu sözcük, “dıştan kuşatma” [yakın kimsesi olmadığından uzak olanların mirasçı olması] anlamıyla da açıklanabilirse de, buna lüzum yoktur. Sözcüğün vaz‘ı yukarıda zikrettiğimiz gibidir.


MİRAS HUKUKUNDA “KELÂLE”
Bu sözcük miras hukukunda mesnetsiz rivâyetlerdeki nakillere göre ele alınmış, bunun sonucu olarak da işin içinden çıkılmaz bir durum ortaya çıkmıştır. Genellikle kelâle, “vâlidi ve veledi olmadan miras bırakan kişi” olarak tarif edilmiştir. Vâlid “baba”, veled ise “erkek çocuk” olarak kabul edildiğinden, çevirilerde “babasız ve çocuksuz” şeklinde yer almıştır. Aslında vâlid, “ana-baba”yı, veledise “erkek ve kız çocuğu” birlikte ifade eder. Kur’ân'da ana-baba için vâlideyn, erkek-kız çocuk için veled, evlâd sözcükleri kullanılır.


Kutrub, “Kelâle, ana-baba ve kardeşin dışındaki şeylerin adıdır” (yani, “anasızlık-babasızlık ve kardeşsizlik”) der.22 Görüldüğü üzere Kutrub, anayı sözcük anlamına katarken, çocukları dışarıda bırakmıştır.


Rivâyet destekli yorumlardan yola çıkıldığında, hatalı bir sonuca varıldığı için sözcüklerin asıl anlamları dikkate alınmalıdır. Kelâle'nin asıl anlamı, “zayıf düşmüş, kimsesiz, desteksiz kalmış” demektir. İnsan bu duruma, ancak eşi, usûl ve furûu [anası-babası, erkek ve kız çocukları] olmadığı zaman düşer. Bu bakımdan kişiler; eş, usûl ve furûuna bakmakla, onları zayıf ve desteksiz bırakmamakla yükümlüdürler. Eşe, usûl ve furûa işte bu nedenle zekât ve sadaka verilmez.


Nisâ/12 ve 176. âyetlerinde konu edilen “kelâle” işte budur; yani, “eş, ana-baba ve erkek-kız çocuklardan mahrum kalma hâli”dir.


176. âyetten anlaşıldığına göre birileri Rasûlullah'a kelâle'nin miras durumunu sormuş, Allah da o'na, Allah, size fetva verecektir demesini emretmiştir. Kelâle ile ilgili fetva da 12. âyette verilmiştir. Bulunması gereken pasaj dışında tertip edilmesi sonucu, 176. âyetin, Çocuğu olmayan, kız kardeşi bulunan bir kişi helâk olursa [ölürse], bıraktığı şeyin yarısı onundur [kız kardeşinindir] bölümü, “kelâle” hakkında verilen fetva zannedilip, miras âyetleri anlaşılmaz sözler yumağı hâline getirilmiştir. Özellikle bu sûrenin 12. âyetinde kelâle hakkındaki fetva ile burada kelâle hakkında olduğu kabul edilen fetva arasındaki çelişki nedeniyle çıkmaza girilmiş, “üvey kardeş, öz kardeş” takdirleri yapılmaya mecbur kalınmıştır. Halbuki kelâle hakkındaki fetva, 176. âyette değil, 12. âyette bulunmaktadır.


Âyetteki, çocuğu yoksa ifadesinden, murisin eşinin bulunduğu anlaşılmaktadır. O nedenle buradaki taksimde, eş ve kardeşler vâris durumundadırlar.


Burada üzerinde durulması gereken bir husus da, 176. âyetin yapısıdır. Âyetteki, Senden kelâle [birinci derecede mirasçısı olmayan kişiler] hakkında fetva isteyecekler. De ki: “Allah, size fetva verecektir” ifadesinden sonra gelen Çocuğu olmayan, kız kardeşi bulunan bir kişi helâk olursa [ölürse], bıraktığı şeyin yarısı onundur [kız kardeşinindir]… bölümü, birinci kısmın açılımı değildir. Zira, Çocuğu olmayan, kız kardeşi bulunan bir kişi helâk olursa [ölürse] ifadesinden, söz konusu kişinin evli olduğu, ama çocuğunun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hanımı olduğuna göre ölen kişi “kelâle” değildir. Bu, mirastaki başka bir durumun izahıdır. Kelâle ise 12. âyette açıklanmıştır.



Bu pasajda miras hukukuna dair şu ilkelere yer verilmiştir:

• Anne, baba ve akrabaların bıraktıkları her şey için mevâli [mirasçılar] kılınmıştır.

• Borçlar ödenmeli, vasiyetler ve velâ hukuku yerine getirilmelidir.

• Vâris olan evlâtlardan [yetimlik çağını geçen çocuklardan] erkeğin payı, iki kadın payı kadardır. (Yetimlik çağında kız-oğlan eşit pay alırlar.)

• Mirasçılar hepsi kız olmak üzere ikiden fazla iseler, terekenin üçte-ikisi onlarındır.

• Mirasçı bir tek kadın ise, o zaman terekenin yarısı onundur.

• Eğer ölen, ana ve baba ile birlikte çocuklar da bırakmışsa, ana-babanın her birine altıda-bir; şâyet ölenin çocuğu yok da mirasçı olarak ana ve babası kalmışsa, o zaman anasının hakkı üçte-birdir.

• Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda-bir düşer.

• Çocuğu olmayan, kocası ve kız kardeşi bulunan bir kadın ölürse, bıraktığı şeyin yarısı kız kardeşinin, yarısı da kocasınındır.

• Çocuğu olmayan, kocası ve erkek kardeşi bulunan bir kadın ölürse, erkek kardeş, kocasından artanın tamamını alır. (Yarısı kocasınındır.)

• Çocuğu olmayan, karısı ve kız kardeşleri olan bir erkek ölürse; kız kardeşler, iki tane ise, çocuksuz ölen erkek kardeşin bıraktığının üçte-ikisi onların, dörtte-biri de karısınındır.

• Çocuğu olmayan, karısı ve erkek ve kız kardeşleri olan bir erkek ölürse, erkek için iki kadının payı vardır. (Karısı terekenin dörtte-birini alır).

• Eğer ölen kadının çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı kocasınındır.

• Şâyet ölen kadının çocukları varsa, mirasın dörtte-biri kocanındır.

• Eğer koca, çocuk bırakmadan ölürse, geriye bıraktığının dörtte-biri karısınındır.

• Şâyet ölen kocanın çocukları varsa, terekenin sekizde-biri hanımınındır.

• Eğer ölen bir erkek veya kadın, kelâle olarak [birinci dereceden mirasçısı; eşi, çocuğu ve ana-babası olmadan] miras bırakıyor ve kendisinin bir erkek veya kız kardeşi bulunuyorsa, bunlardan her birine altıda-bir verilir. Eğer kardeşler bundan daha çok iseler, üçte-birde ortaktırlar.

• Miras taksimi, ölenin yaptığı vasiyet yerine getirildikten ve borçları ödendikten sonra yapılır.*




*İşte Kuran, Nisa Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim