• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

27Büruc Suresi 17-18, 4-9


Mealde Bozuntu Yapılan Ayetler



Büruc Suresi 17-18, 4-9



Hatalı Çeviri:
4. Kahrolsun yerde hendekler kazıp müslümanları yakmak için ateş yakanlar.
5. Öylesine ateş ki, alev alev yanar.
6. Hani o zalimler ateşin başında oturup,
7. mü'minlere yaptıkları azap ve işkenceyi seyrederlerdi.
8. O mü'minlerden ancak güçlü ve övgüye layık olan Allah'a inanıyorlar diye intikam alıyorlardı.
9. O Allah ki, göklerin ve yerin hakimiyeti, saltanat ve idaresi O'nundur ve O Allah herşeye şahittir.





Doğru Çeviri:
17,18. O orduların; Firavun ve Semûd’un haberi sana geldi mi? Elbetteki geldi!
4,5.Uhdud’un/şiddetli tutuşturulmuş ateşin ashâbı öldürüldü: 6.Hani onlar, onun üzerine oturmuşlar 7.ve inananlara yaptıklarına tanık idiler. 8,9.Mü’minleri cezalandırmalarının sebebi de, onların yalnız çok güçlü, övgüye lâyık, göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisinin olan ve her şeye tanık olan Allah’a inanmalarından başka bir şey değildi.




17,18. O orduların; Firavun ve Semûd’un haberi sana geldi mi? Elbetteki geldi
Hatırlanacağı üzere, Kur’an’da Firavun’dan daha önce de söz edilmişti. Artık muhatapların bu konuları iyi bildiği kabul edildiğinden, hatırlatmak için sadece bir işaretle yetinilen Firavun konusu bundan sonraki surelerde de sık sık hatırlatılacaktır.


Kur’an’ın Firavun ve yandaşlarına “ordular” adını vermesi, onların kuvvetlerine ve organize oluşlarına işaret etmektedir.



4,5.Uhdud’un/şiddetli tutuşturulmuş ateşin ashâbı öldürüldü: 6.Hani onlar, onun üzerine oturmuşlar 7.ve inananlara yaptıklarına tanık idiler. 8,9.Mü’minleri cezalandırmalarının sebebi de, onların yalnız çok güçlü, övgüye lâyık, göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisinin olan ve her şeye tanık olan Allah’a inanmalarından başka bir şey değildi.


Ashab-ı Uhdud

Kur’an’ın üslûbundan, Mekke halkının Firavun, Âd ve Semud’u bildikleri gibi, Uhdud halkından da haberdar oldukları anlaşılmaktadır. Ashab-ı Uhdud’un kimler olduğu, ne zaman ve nerede yaşadıkları hakkında çok değişik rivayetler vardır. Bu rivayetlerin her birinin de uzunca birer hikâyesi vardır. Hangisinin doğru olduğu belli olmamakla birlikte, bu rivayetlere göre olay Yemen, Necran, Irak, Şam, Habeş, Mecusî veya Yahudî krallarından biri tarafından meydana getirilmiştir. Zaten Kur’an da bu olayı yer, zaman ve faillerinin kim olduklarını belirtmeden zikretmektedir. Kur’an’ın anlatışına göre; Allah’a inanmayan kâfir bir beldenin hükümdarı, Allah’a inananları dinlerinden çevirmek ve tekrar eski sapık dine döndürmek için uzun ve derin hendekler, kanallar [uhdud] kazdırarak içine büyük ateşler yaktırmış ve Allah’a inanmakta ısrar edenleri bu ateşin içine atmıştır. Sadece Allah’a inandıkları için cezalandırılan insanların maruz kaldıkları bu vahşet ise Allah’a iman etmeyen zalimler tarafından seyredilmiştir.


Orta Çağ kaynaklarında Uhdud halkı ve yukarıdaki ayetlerde açıklanan olaylar ile ilgili çok değişik bilgiler yer almaktadır. Bu bilgiler arasında en çok itibar edilenler, Razi, İbn-i Kesir, İbn-i Cerir, İmam Ahmed, Müslim, Nesaî, Tirmizî, Abdürrezzak b. Ebi Şeybe, Taberanî, Abd b. Humeyd tarafından nakledilenlerdir.



İlgilenenler için bu nakillerin özeti niteliğinde olan bazı pasajları Mevdudî’nin Tefhimu’l-Kur’an adlı eserinden aynen aktarıyoruz:

“1- Bir kral ve bir sihirbaz vardı. Sihirbaz çok yaşlandığı için bir gün krala ‘Bana bir genç verin de onu yetiştireyim’ diye arz eder. Bunun üzerine kral da bir genci görevlendirerek onu sihirbaza gönderdi. Ancak bu genç, sihirbazın yanına giderken yolu üzerindeki bir rahibe [galiba Hıristiyanlığa mensup birine] uğradı.


Böylece genç bu rahipten feyz alarak iman ehli oldu. Elinden körler ve cüzamlılar şifa bulmaya başladılar. Krala bu gencin dininden döndüğü haber verilince kral çok öfkelendi. Önce rahibi öldürdü, sonra da genci öldürmek istedi. Ancak gence hiçbir şey tesir etmiyordu. Sonunda genç delikanlı krala şöyle söyledi: “Şayet beni öldürmek istiyorsan, halkı topla ve bana ok atarken ‘Bu gencin Rabbinin ismiyle’ de. Ben ancak o zaman ölürüm.” Kral da böyle yaparak genci öldürdü. Halk tüm olanları gördükten sonra ‘Bu gencin Rabbine iman ettik’ dediler. Bunun üzerine kralın müşavirleri ‘Korktuğumuz başımıza geldi. Bu halk bizim dinimizi bırakarak o gencin dinini kabul etti’ dediler. Bu haber üzerine kral oldukça kızdı ve yolların kenarlarına hendekler kazdırarak içinde ateş yakmalarını emretti. O gencin Rabbine iman edenlerden dönmeyenleri ateşe attırıyordu. (İmam Ahmet, Müslim, Neseî, Tirmizi, İbn Cerir, Abdurrezzak b. Ebi Şeybe, Tabarânî, Abd b. Humeyd)


2- Hz. Ali’den [r.a] rivayet olunduğuna göre, İran Kisrâsı, birgün içkiden dolayı sarhoşken kendi kız kardeşi ile zina etmiş ve ikisi arasındaki ilişki devam etmişti. Bu haber halk arasında yayılınca, Kisrâ ‘Tanrı kız kardeşlerle evlenmeyi helal etti’ diye ilan etmiş, halk da buna karşı çıkınca azap etmeye, hatta onları ateş dolu hendeklere atarak öldürmeye başladı. Hz. Ali, Mecusilerde kız kardeşle evlenme adetinin o zamandan başladığını söyler. (İbn Cerir)


3- İbn Abbas da buna benzer bir olayı [galiba İsrâiliyata dayanarak] şöyle nakletmiştir: “Babilliler İsrailoğulları’nı Hz. Musa’nın dininden dönmeleri için zorladılar ve dinlerinden dönmeyenleri ateş dolu hendeklere attılar.” (İbn Cerir, Abd b. Humeyd)


4] Bu olaylar içinde en meşhuru Necran Hıristiyanlarının başına gelendir. Bunu İbn Hişam, Taberî, İbn Haldun ve Mu’cemu’l-Buldan’ın sahibi ile diğer Müslüman tarihçiler rivayet ederler. Olayın özeti şöyledir:


Himyer [Yemen] Kralı Tuban Esed Ebu Karib, bir defasında Medine’yi ziyaret etti. Orada Yahudilerle temas kurarak dinini değiştirdi ve Yahudi oldu. Daha sonra [Yahudilerin Medine’deki kollarından biri olan] Beni Kurayza’dan iki Yahûdi alim alarak Yemen’e getirdi. Böylece orada Yahudiliği yaymaya başladılar. Daha sonra tahta oğlu Zûnuvas geçti. Zûnuvas [Arabistan’ın güneyinde Hıristiyanların en kuvvetli merkezlerinden biri olan] Necrân’ı ortadan kaldırmak için hücum ederek oranın halkını Yahudi olmaları için zorlamaya başladı. [İbn Hişam bunların Hz. İsa’nın gerçek dini üzerinde bulunduklarını söyler] Zûnuvas Necran’ı ele geçirdikten sonra halkı Yahudiliğe davet edince, halk bu daveti reddetti.


O da bundan dolayı birçok kimseyi ateş dolu hendeklere atarak yaktı ve birçoğunu da katletti. Toplam 20.000 kişi öldürüldü. Necran ahalisinden bir şahıs, dost Zûsaliban’a gitmeyi başardı. Bir rivayete göre Rum Kayseri’ne gitti, bir başka rivayete göre ise Habeşistan Kral’ı Necaşi’ye giderek bu zulmü ona anlattı. Birinci rivayete göre Rum Kayseri Habeşistan kralına mektup yazdı. İkinci rivayete göre ise Necaşi Rum Kayseri’ne deniz kuvvetleri göndermesi için ricada bulundu. Sonunda Habeşistan, Uryat isimli bir komutanın emri altında 20.000 askeri Yemen’e gönderdi. Zûnuvas öldürülerek Yahudi hakimiyeti ortadan kaldırıldı ve Yemen Habeşistan sınırlarına dahil edildi.


İslâm tarihçileri bu olayı sadece tasdik etmekle kalmaz, ayrıca ayrıntılı bilgi de verirler. Yemen ilkin M. 340 Yılında Hıristiyanların eline geçti ve M. 378’e kadar buradaki hâkimiyetleri devam etti. O dönemde Hıristiyan misyonerler Yemen’e geldiler. Bu dönemde zahit, mücahit ve iman sahibi bir Hıristiyan seyyah olan Faymiyun Necran’a geldi ve halka putlara tapmaktan vazgeçmeleri için tebliğ etmeye başladı. Bu tebliğ sayesinde Necran halkı Hıristiyanlığı kabul etti. Necran’ı üç kişi idare ediyordu. Biri o kabilenin başkanlığını, dışişlerini ve askeri işlerini yürüten Seyyid, ikincisi içişlerini yürüten Akib, üçüncüsü dini işleri idare eden Papaz. Güney Arabistan’da Necran önemli bir stratejik konuma sahipti. Aynı zamanda ticaret ve sanayi merkeziydi. Sun’î ipek, deri ve silah sanatları revaçtaydı, ayrıca Yemen cübbesi de meşhurdu. Bundan da anlaşılıyor ki, Zûnuvas Necran’ı sadece dinî endişelerle değil, siyasi ve ekonomik nedenlerle işgal etmek için yola çıkmıştı. Necran’ın Seyyidi Harise hakkında bir Süryâni tarihçisi olan Haritas şöyle yazar: “Zûnuvas onu katletti ve iki kızını da öldürdükten sonra, kızlarının kanını içmesi için karısı Roma’yı zorladı. Sonra onu da katletti. Papaz Paul’un mezarını kazdırdı ve kemiklerini ateşe attırdı. Ateş dolu hendekler içinde kadınları, erkekleri, çocukları, papaz ve rahipleri yaktılar. 20.000 ile 40.000 arasında insan telef oldu.” Bu olay M. 523’ün Ekim ayında vukû buldu. Nihayet M. 525’de Habeşistan Yemen’e saldırarak Zûnuvas’ın Himyer saltanatına son verdi. Yemen’de bir bölge olan Hüsni Gurap’ta yapılan arkeolojik araştırmalar sırasında birtakım levhalar bulunmuş ve bunların üzerindeki yazılardan bu olayları aydınlatıcı bilgiler elde edilmiştir.


M. 6. Yüzyılda Hıristiyanların çeşitli kitaplarında Ashab-ı Uhdud hadisesi zikredilmiş ve bizzat görenler tarafından ayrıntılı bir biçimde nakledilmiştir. Şahitlerden bazıları anlatma yolunu seçerken bazıları da olayı bizzat yazmışlardır. Şu üç kitabın yazarı da o dönemde yaşamıştır.


Birincisi Prokopius, ikincisi Cosmos Indcopleustis [Habeş Necaşisi Elesboan’ın emriyle Batlamyus’un Yunanca kitabını tercüme etmekteydi. Habeşistan’ın sahil şehri Andolis’te oturuyordu], üçüncüsü de Johannes Mala’dır. Ondan sonra da bir çok tarihçi bu olayı nakletmiştir. Daha sonraları Johannes of Ephesus da [öl. 585] yazdığı Kanisa Tarihi’nde Necran Hıristiyanlarının ateşe atılmaları hadisesi hakkında, Papaz Simeon’un Dercila’nın başkanı Abbot von Gabula’ya yazdığı bir mektubu nakleder. Papaz Simeon, bu hadiseyi bizzat gören Yemenlilerden rivayet etmiştir. Bu mektup ayrıca M. 1881 ve M. 1890’da ‘Hristiyan Şahidlerinin Hayatı’ adlı bir kitapta yayınlanmıştır. Yakubî Patriarch Dionusisus ve Zacharia of Mitylene Süryani lisanında basılan kitaplardan nakletmişlerdir. Yakub Surucî de Necran Hıristiyanları hakkında bilgi vermiştir. Erreha [Edessa] Papazı Pulus, Necranlı Hıristiyanların katledilmeleri dolayısıyla bir mersiye yazmış ve bu mersiye günümüze kadar gelmiştir. Süryani lisanında yazılan kitabın İngilizce tercümesi “Book of the Himyarites” adlı eser de Müslüman tarihçilerin açıklamalarını onaylamaktadır. British Museum’da bu dönemle ilgili Habeşistan’dan gelen birtakım vesikalar bulunmaktadır ve bu vesikalar da hadiseyi doğrulamaktadırlar. Filbî de “Arabian Highland” adlı kendi seyahat kitabında Necranlıların Ashab-ı Uhdud olayının geçtiği yeri hâlâ bildiklerini yazmaktadır. Ummi Hark’ın yanında bir tepe üzerinde bazı resimler de bulunmaktadır. Ayrıca Necran’daki Kâbe’nin yeri de Necran halkı tarafından bilinmektedir. Habeşistan Hıristiyanları Necran’ı ele geçirdikten sonra buraya Kâbe şeklinde bir mabet inşa etmişler ve Mekke’deki Kâbe-i Muazzama yerine bunu dinî merkez kılmak istemişlerdir. Buranın papazları başlarına sarık sararlardı. Ayrıca bu mabedi “Harem” ilân etmişlerdi. Roma buraya malî yardımda bulunuyordu. Mabedin papazları Rasulullah [s.a.] ile münazara yapmak için Mekke’ye de gelmişlerdir.”[3]


Ashab-ı Uhdud olayı ile Musa peygamber ve Firavun arasında geçen olay arasında, hükümdarların inananlara uyguladığı vahşetin büyüklüğü açısından benzerlik vardır.



Detayları A’râf suresinin 103-130. ayetlerinde anlatılmış o olayda da Firavun, Musa peygambere yenilen sihirbazların Allah’a iman etmeleri üzerine, Ashab-ı Uhdud’a uygulanan vahşetin bir benzerini sergilemiştir:

123-126.Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona iman mı ettiniz? Şüphesiz bu, halkını şehirden çıkarmak için, şehirde kurduğunuz gizli bir tuzaktır. Yakında bileceksiniz. Kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi kesinlikle asacağım.” Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler de dediler ki: “Hiç şüphesiz biz sadece Rabbimize dönenleriz. Senin bizi, yakalayıp cezalandırman da sırf Rabbimizin âyetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır.” –“Ey Rabbimiz! Bize çok çok sabır ver de gevşemeyelim, zaafa düşmeyelim, boyun eğmeyelim. Canımızı da Müslümanlar olarak al!”–
127.Firavun toplumundan ileri gelenler de, “Seni ve senin ilâhlarını/ seni ilâh edinmeyi terk etsinler de yeryüzünde kargaşa çıkarsınlar diye mi Mûsâ’yı ve toplumunu serbest bırakacaksın?” dediler. Firavun dedi ki: “Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve biz onlar üzerinde ezici bir güce sahip kimseleriz.”
128.Mûsâ, toplumuna dedi ki: “Allah’ın yardımını isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı yapar. Mutlu son da Allah’ın koruması altına giren kimseler içindir.”(A’râf /123-128)


Ashab-ı Uhdud’a yapılanların Büruc suresinde anlatılması, “Giriş” bölümünde de ifade edildiği gibi, o dönemde Mekkeli Müslümanlara yapılmakta olan eziyetler nedeniyledir.


Tarih kitaplarında verilen bilgilere göre Kureyş önce İslâm’ı seçen kölelere ve toplumun zayıf, güçsüz ve kimsesizlerine karşı savaş açmıştır. Yapılan işkenceler, dövmek, günlerce aç susuz bırakmak, üzerlerine büyük taş parçaları koyarak kızgın kumlarda yatırmak ve akıllara durgunluk verecek buna benzer vahşice uygulamalar şeklindeydi. Meselâ Bilâl gibi İslâm’ı ilk seçenlerden biri olan Yasir, ayaklarından develere bağlanmak suretiyle parçalanarak öldürülmüş, bu manzara karşısında isyan eden Yasir’in eşi Sümeyye de Ebucehil tarafından karnına mızrak saplanmak suretiyle katledilmiştir. Bu ikisinin oğulları olan Ammar ise işkenceye dayanamamış, kalbi iman dolu olduğu hâlde diliyle inkârda bulunmuştur. Yine cefakâr Müslümanlardan biri olan Habbab b. Eret, İslâm düşmanı bir kadın olan Ümmü Anmar’ın azatlı kölesi olmasına rağmen, Müslüman olduğu için eski sahibi tarafından kızgın demirlerle dağlanmıştır.


4. ayetteki “قتل kutile” sözcüğünün anlamı “öldürüldü” demektir. Ancak İbn-i Abbas gibi bilginlere isnat edilen bazı rivayetlere dayanılarak sözcük “lânet olsun!” anlamında beddua olarak kullanılmaya başlanmış ve hâlâ da bu anlamda kullanılmaya devam edilmektedir. Tebbet suresinin tahlilinde detaylı olarak açıklandığı gibi, Rabbimizin beddua etmesini mantıklı görmüyor ve bu tarz ifadeleri uygun bulmadığımızı bir kez ifade ediyoruz.


9. ayetin sonundaki “ve Allah her şeye şahittir” ifadesi, deyim yerindeyse Allah’ın gözünden hiçbir şeyin kaçmadığını vurgulamaktadır. Bu ifade müminler için ne kadar büyük bir ümit kaynağı ise, zalim müşrikler için de bir o kadar tehdit ve uyarı unsurudur*



*İşte Kuran, Büruc Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim