• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

55Enam Suresi 124-125, 119-123, 126-131






Mealde Bozuntu Yapılan Ayetler



Enam Suresi 124-125, 119-123, 126-131





Hatalı Çeviri:
119. Üzerine Allah'ın adı anılıp kesilenden yememenize sebep ne? Oysa Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınız dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu bir çokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir.
120. Günahın açığını da gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir.
121. Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz.
122. Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kâfirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir.
123. Böylece biz, her kasabada, oralarda bozgunculuk yapmaları için, günahkârlarını liderler yaptık. Onlar yalnız kendilerini aldatırlar, ama farkında olmazlar.

124. Onlara bir âyet geldiğinde, Allah'ın elçilerine verilenin benzeri bize de verilmedikçe kesinlikle inanmayız, dediler. Allah, peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık ve çetin bir azap erişecektir.
125. Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.

126. Bu (din), Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz, öğüt alacak bir kavim için âyetleri ayrıntılı olarak açıkladık.
127. Rableri katında onlara esenlik yurdu (cennet) vardır.Ve yapmakta oldukları (güzel) işler sebebiyle Allah onların dostudur.
128. Allah, onların hepsini bir araya topladığı gün, «Ey cinler (şeytanlar) topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız» der. Onların, insanlardan olan dostları ise: «Ey Rabbimiz! (Biz) birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. Allah da buyurur ki: Allah'ın dilediği hariç, içinde ebedî kalacağınız yer ateştir. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, bilendir.
129. İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız.
130. Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? Derler ki: «Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.» Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.
131. Gerçek şu ki: Halkı habersizken, Rabbin haksızlık ile ülkeleri helâk edici değildir.






Doğru Çeviri:

124.Ve onlara bir âyet geldiği zaman, “Allah'ın elçilerine verilen gibi bize de verilmedikçe asla inanmayacağız” dediler. Allah elçilik görevini nereye vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, çevirdikleri hilelerinden dolayı Allah katında bir aşağılık ve çetin bir azap dokunacaktır.
125.Ve sonra, Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, İslâm için onun göğsünü açar. Kimi de saptırmak isterse göğsünü öyle sıkar ki, o, göğe yükseliyormuş gibi olur. İşte böyle, Allah, pisliği [zarar, azap veren şeyleri] iman etmeyenlerin üzerine bırakır/atar.
119.Ve size ne oluyor da, Kendisi size, mecbur kalmanızın dışında haram olan şeyleri genişçe açıklamış olduğu hâlde Allah'ın adı anılanlardan yemiyorsunuz? Ve şüphesiz birçokları bilmeden keyiflerine uyarak saptırıyorlar. Şüphesiz ki, senin Rabbin, sınırı aşanları çok iyi bilenin ta kendisidir.
120.Günahın açığını ve gizlisini terk edin! Şüphesiz günah kazanan kimseler, kazanmış oldukları şeyler sebebiyle cezalandırılacaklardır.
121.Ve üzerine Allah'ın adı anılmayan şeylerden yemeyin. Ve şüphesiz o, tam bir yoldan çıkıştır. Ve şüphesiz şeytanlar kendi yakın kimselerine sizinle mücâdele etmeleri için gizlice telkinde bulunurlar. Ve eğer onlara boyun eğerseniz şüphesiz siz ortak koşan kimseler oldunuz demektir.
122.Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nûr verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere yapmakta oldukları böyle ‘süslü ve çekici’ gösterilmiştir.
123.Ve Biz böylece, her kentte ileri gelenleri, orada hileler çevirsinler diye oranın suçluları yaptık. Hâlbuki bunlar, kötülüğü yalnızca kendilerine yapıyorlar da farkına varmıyorlar.
126.Ve işte bu, dosdoğru olarak Rabbinin yoludur. Kesinlikle Biz, hatırlayıp öğüt alan bir topluluk için âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.
127.İşlemiş oldukları şeyler nedeniyle Rableri katındaki huzur, güvenlik ve esenlik yurdu yalnızca onlarındır. Ve Rableri, onların yardımcısı, yol göstericisi, koruyucusudur.
128.Ve Allah, onların hepsini topladığı gün: “Ey gizli düşman topluluğu! Kesinlikle bu insanlardan çoğalttınız!...”
İnsanlardan onların yakınları da, “Rabbimiz! Biz birbirimizden kazanç sağladık. Sonunda biz, bizim için vakitlendirdiğin süremizin sonuna ulaştık” derler. Allah, “Ateş, sizin durağınızdır. Orada, Allah'ın dilemesi hariç, sonsuz olarak kalacaksınız” der. Şüphesiz Rabbin en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan, en iyi bilendir.
129.Ve işte Biz böylece, kazandıkları günahlardan dolayı yanlış; kendi zararlarına iş yapanların bir kısmını, diğer bir kısmına yakınlaştırırız.
130.Ey gizli, âşikar, geleceğin, bugünün insan topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar, “Kendi aleyhimize şâhitiz” dediler. Basit dünya yaşamı onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin ta kendisi olduklarına şâhitlik ettiler.
131.İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır.



124.Ve onlara bir âyet geldiği zaman, “Allah'ın elçilerine verilen gibi bize de verilmedikçe asla inanmayacağız” dediler. Allah elçilik görevini nereye vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, çevirdikleri hilelerinden dolayı Allah katında bir aşağılık ve çetin bir azap dokunacaktır.
125.Ve sonra, Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, İslâm için onun göğsünü açar. Kimi de saptırmak isterse göğsünü öyle sıkar ki, o, göğe yükseliyormuş gibi olur. İşte böyle, Allah, pisliği [zarar, azap veren şeyleri] iman etmeyenlerin üzerine bırakır/atar.


Bu ayetlerde, kentlerdeki ileri gelenlerin her zaman entrikalar çeviren suçlular olduğu bildirilmekte ve densizliklerinden bir örnek verilmek suretiyle bunların şımarıklıkları sergilenmektedir.


Bu ayetlerle ortaya konan sosyal vakıa, geçmişten günümüze hep aynı şekilde devam edip gelmektedir. Çünkü suçlulardan olan bu ileri gelenler, kurmuş oldukları düzendeki rabliklerinden ve fıskufücurlarından olmamak ve sömürülerine devam etmek için her zaman elçilere karşı çıkmışlar, çevrelerini ve güçlerini hep bu yolda harcamışlardır.


İleri gelenlerin kendilerine de vahy gelmediği takdirde inanmayacaklarını söyleyerek sergiledikleri densizlikleri, aslında onların sonu gelmeyen talep ve mazeretlerinden biridir.

21.Bize kavuşmayı ummayanlar da, “Bizim üzerimize melekler/ doğal güçler indirilmeliydi” ya da “Rabbimizi görmeli değil miydik?” dediler. Andolsun ki onlar kendi içlerinde büyüklüklerine inandılar ve büyük bir azgınlık yapmak sûretiyle azgınlaştıkça azgınlaştılar.(Furkan/21)


52.İşin aslında içlerinden her kişi, kendisine açılıp saçılmış sayfalar verilsin istiyor.(Müddessir/52)


90-93.Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!”(İsra/90-93)


Esbab-ı nüzul kayıtlarında bu ayetlerin Kureyş ileri gelenlerinden Velid b. Mugi­ra’nın peygamberimize söylediği "Şayet nübüvvet gerçek olsaydı ona ben senden daha layık olurdum. Çünkü ben senden daha yaşlı ve daha zenginim" şeklindeki sözleri üzerine yahut aynı mealdeki Ebu Cehil'in sözleri üzerine indiği ileri sürülmüştür.[30]


Kentlerdeki ileri gelen suçlularla ilgili olarak Kur’an’da pek çok ayet (Furkan/31, İsra/16, Sebe'/31-35, Zühruf/23, Nuh/21-23) vardır:



119-123-, 126- 131. Ayetler:

119.Ve size ne oluyor da, Kendisi size, mecbur kalmanızın dışında haram olan şeyleri genişçe açıklamış olduğu hâlde Allah'ın adı anılanlardan yemiyorsunuz? Ve şüphesiz birçokları bilmeden keyiflerine uyarak saptırıyorlar. Şüphesiz ki, senin Rabbin, sınırı aşanları çok iyi bilenin ta kendisidir.
120.Günahın açığını ve gizlisini terk edin! Şüphesiz günah kazanan kimseler, kazanmış oldukları şeyler sebebiyle cezalandırılacaklardır.
121.Ve üzerine Allah'ın adı anılmayan şeylerden yemeyin. Ve şüphesiz o, tam bir yoldan çıkıştır. Ve şüphesiz şeytanlar kendi yakın kimselerine sizinle mücâdele etmeleri için gizlice telkinde bulunurlar. Ve eğer onlara boyun eğerseniz şüphesiz siz ortak koşan kimseler oldunuz demektir.
122.Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nûr verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere yapmakta oldukları böyle ‘süslü ve çekici’ gösterilmiştir.
123.Ve Biz böylece, her kentte ileri gelenleri, orada hileler çevirsinler diye oranın suçluları yaptık. Hâlbuki bunlar, kötülüğü yalnızca kendilerine yapıyorlar da farkına varmıyorlar.
126.Ve işte bu, dosdoğru olarak Rabbinin yoludur. Kesinlikle Biz, hatırlayıp öğüt alan bir topluluk için âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.
127.İşlemiş oldukları şeyler nedeniyle Rableri katındaki huzur, güvenlik ve esenlik yurdu yalnızca onlarındır. Ve Rableri, onların yardımcısı, yol göstericisi, koruyucusudur.
128.Ve Allah, onların hepsini topladığı gün: “Ey gizli düşman topluluğu! Kesinlikle bu insanlardan çoğalttınız!...”
İnsanlardan onların yakınları da, “Rabbimiz! Biz birbirimizden kazanç sağladık. Sonunda biz, bizim için vakitlendirdiğin süremizin sonuna ulaştık” derler. Allah, “Ateş, sizin durağınızdır. Orada, Allah'ın dilemesi hariç, sonsuz olarak kalacaksınız” der. Şüphesiz Rabbin en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan, en iyi bilendir.
129.Ve işte Biz böylece, kazandıkları günahlardan dolayı yanlış; kendi zararlarına iş yapanların bir kısmını, diğer bir kısmına yakınlaştırırız.
130.Ey gizli, âşikar, geleceğin, bugünün insan topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar, “Kendi aleyhimize şâhitiz” dediler. Basit dünya yaşamı onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin ta kendisi olduklarına şâhitlik ettiler.
131.İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır.


Bu ayet grubunda Rabbimiz, günlük hayata müdahale ederek yenilecek şeyler konusunda tevhidî bir ilke koymakta ve üzerine Allah’ın adı anılmayan şeylerin yenmesini –zorunlu hâller dışında- yasaklamaktadır.


İnsanların din kisvesi altına sokarak benimsediği çok sayıdaki yanlışlardan bir tanesi de, haklarında herhangi bir ilahî hüküm olmadığı hâlde bazı yiyecekler hakkında getirilmiş sınırlamalardır. Ayetin ifadesinden anlaşıldığına göre, o günkü toplumda, üzerine Allah’ın adı anılmamışların helal, Allah’ın adı anılmışların ise haram olduğu yolunda saçma bir inanç mevcuttur. Rabbimiz, konumuz olan ayetlerde bu tür inançları reddetmekte, Müslümanlara da kâfirler ve müşriklerce uydurulmuş batıl inançları bırakmalarını, Allah’ın hidayetine karşı getirilmiş böyle sınırlamaları kaldırmalarını emretmektedir.


Şirk ve cahiliye geleneklerini yıkarak sadece Allah’ın helal kıldığının helal, haram kıldığının da haram olması gerektiğini bildiren bu ilkeler Nahl suresinde de yer almaktadır:

114.Artık Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden helal ve temiz olarak yiyin. Allah'ın nimetine karşılığını ödeyin; eğer sadece O'na kulluk edecekseniz.
115.Allah, size ancak leşi, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Artık her kim saldırmadan ve aşırı gitmeden zorlanırsa, bilsin ki, şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
116.Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah'a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar.(Nahl/114-116)


Görüldüğü gibi, gerek konumuz olan ayetler gerekse Nahl suresindeki ayetler, insanın temel gıdalarından biri olan “et”in nasıl helal olacağını hükme bağlayarak “helal et” ve “haram et” kavramlarına açıklık getir­mektedir.


119. ayetteki “mecbur kalmanızın dışında” ifadesinden, zorluk hâllerinin hükümler için bir istisna teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Bu durum halk arasında “Zorunluluklar haramları mubah kılar” şeklinde yorumlanmıştır. Günümüz hukuk sisteminde de “mücbir sebep” ifadesi ile yer alan bu zorunlu hâl istisnaları, insanın canını veya bir organını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı zaruri durumlar olarak tanımlanmıştır. Ancak bu zaruri durumlarda kullanılacak istisnadan yararlanma sınırı, tehlikeyi atlatacak ölçüyü aşmamalıdır.


29.Ey iman etmiş kişiler! Mallarınızı –kendi rızanızla yaptığınız ticaret şekli hariç olmak üzere– aranızda haksız yolla yemeyin, kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size çok merhametlidir.(Nisa/29)


195.Ve Allah yolunda malınızı harcayın, kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve iyileştirin-güzelleştirin. Şüphesiz Allah, iyileştirenleri-güzelleştirenleri sever.(Bakara/195)


106.Her kim imanından sonra küfreder; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeder, –kalbi iman ile yatışmış hâlde iken, baskıyla zorlanan hariç olmak üzere– ve de küfre; inanmamaya göğsünü açarsa, artık kendilerinin üzerine Allah'tan bir gazap vardır. Bunlar için büyük bir azap da vardır.(Nahl/106)


121. ayette sözü edilen ve boyun eğenlerin müşrik olacakları bildirilen “şeytan telkinleri” konusu “Esbab-ı nüzul” kayıtlarında aşağıdaki olayla yer almıştır:

Abdullah b. Abbas'dan gelen bir rivayete göre, Yahudilerin Hz. Muhammed'e (s.a) karşı öğrettikleri çıkış yollarından biri şuydu: "Allah'ın [tabiî ölümle] öldürdüğü haram oluyor da, bizim [Allah'ın adını anarak] öldürdüğümüz [boğazladığımız] nasıl helâl oluyor?" İşte, Ehlikitap’ın çarpık tutumu böyleydi. Halkın zihnini zehirlemek ve gerçek'le savaşlarında onları silâhlandırmak için böylesi sorular icat ediyor ve onlara yöneltiyorlardı.[31]


Surenin başından beri işlenen iman-şirk konusunun bir benzetme ile ortaya konduğu 122. ayette, Rabbimiz mümini “canlı”, “aydın”, “aydınlık yolda yürüyen” bir kimseye; kâfiri ise “kör”, “karanlıklar içine düşmüş” zavallı bir insana benzeterek aklıselim sahiplerine bu iki kişinin birbirinden farklı olup olmadığını sormaktadır. Cevabı belli olan bu sorunun maksadı, bu cevabın muhatap tarafından söylenmesini sağlayarak mesajı vurgulamaktır.


Ayetteki “Ölü iken kendisini dirilttiğimiz” ifadesi, “cehalet ve anlayış yokluğu içindeyken bilgi ve anlayış vererek gerçeği tanıyabilecek zihin düzeyine çıkardığımız” anlamına gelmektedir. Gerçekten de, doğruyu eğriden ayıramayan ve Doğru Yol'u göremeyen bir kimse fizikî olarak canlı kabul edilebilirse de aslında insanı insan yapacak değerlerden uzak, hayvana kıyasla “canlı” ama insana kıyasla “ölü” mesabesinde olan bir canlıdır. Canlı bir insan doğruyu eğriden, iyiyi kötüden, haklıyı haksızdan ayırabilen bir özelliktedir. Canlılık bu özellikleri gerektiren bir durumdur. Dolayısıyla kâfirler, küfür ve şirkin insanın en yüce değerlerini yok edip onu insan olma özelliklerinden uzaklaştırması sebebiyle “ölü”ye; müminler de iman ve takvanın insana insan olma özelliklerini kazandırması sebebiyle “canlı”ya benzetilmiştir. Kur’an’da kâfirlerin ölüye benzetildiği birçok ayet (Nahl/20, 21, Ya Sin/69, 70, Neml/80, Fatır/19-22) vardır.


Mesajı genel ve her zamana yönelik olan bu ayette mukayesesi yapılan kişilerin kimlikleri ile ilgili olarak klasik eserlerde bir takım isimler yer almaktadır.

Ayetten Hz. Hamza[r.a]'nın Kastedilmesi

Birinci rivayet: İbn Abbas şöyle demektedir: "Henüz Hz. Hamza'nın iman etmemiş olduğu bir sırada, Ebu Cehil Hz. Peygamber'e bir deve tersi, [kığısı] atar. Derken Hz. Hamza, yayı elinde olarak avdan döndüğü bir sırada bunu duyar. Bunun üzerine Ebu Cehil'e yönelir ve yayıyla onu sıkıştırarak başına vurmaya başlar. Derken Ebu Cehil ona, "O'nun getirdiği şeyi görmüyor musun? Akıllarımızı hiçe çıkardı; ilahlarımıza sövdü, tenkit etti!" dedi. Bu söze karşılık Ham­za, "Siz insanların en beyinsizisiniz; Allah'ı bırakıp taşlara tapıyorsunuz. Ben şahadet ederim ki, eşi benzeri olmayan, bir olan Allah'tan başka ilah yoktur!. Yi­ne şahadet ederim ki, Hz. Muhammed O'nun kulu ve elçisidir" dedi. İşte bu hadise üzerine, bu ayet-i kerime nazil oldu."[32]


Ayetten Hz. Peygamber’in Kastedilmesi

"Bu ayet, Hz. Peygamber ile Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur. Bu böyledir, zira Ebu Cehil, "Şerefte Abdimenâf oğulları bizi sıkıştırdı; öyle ki, biz aynı gaye uğruna yarışan iki kim­se gibi olduk. Abdimenafoğulları, "Bizden, kendisine vahyolunan bir nebî çıktı!" diyorlar. Allah'a yemin olsun ki, ona gelen vahiy bize de gelmediği sürece, biz ona inanmayız" dediler. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu." [33]


Ayetten Daha Başka Sahabelerin Kastedilmiş Olması

Üçüncü rivayet: İkrime ve Kelbî, bu ayetin Ammar b. Yaslr ile Ebu Cehil hakkında nazil olduğunu söylemiştir.


Dördüncü rivayet: Dahhâk bu ayetin Ömer b. el-Hattâb ile Ebu Cehil hakkında nazil olduğunu söylemiştir.


İkinci görüş: Bu ayet, bütün mümin ve kâfirler hakkında geçerli olan genel bir ayettir. Doğru olan görüş de budur. Çünkü bu mana herkes hakkında söz ko­nusu olduğuna göre, bunu tahsis etmek, işi anlamsız biçimde zora koşmak olur. Hem biz, bu surenin tek bir defada nazil olduğunu söylemiştik. Binaenaleyh, Hz. Peygamber (s.a.s)'in, "Allah'ın, bu umûm olan ayetten maksadı, bizzat falan­cadır" demiş olması durumu müstesna, bu ayetin nüzul sebebinin “falan, falanca” muayyen şeyler olduğunu söylemek zordur.[34]


122. ayette verilen “mümin” ve “müşrik” örneği bu ayet grubunda biraz daha açıklanmakta ve insanların gerçek mutluluk, esenlik ve güvenliği sadece Allah’ın yolunda bulabilecekleri ilân edilmektedir.


123. ayetin sonundaki “Hâlbuki bunlar, kötülüğü yalnızca kendilerine yapıyorlar da farkına varmıyorlar” ifadesiyle toplumda “ileri gelenler” konumunda bulunanların sorumluluğuna dikkat çekilmektedir. Bu dikkat çekiş başka ayetlerde de karşımıza çıkacaktır:


13.Onlar, elbette kendi yüklerini ve kendi yükleriyle birlikte nice yükleri de taşıyacaklar. Ve uydurup durdukları şeylerden kıyâmet günü kesinlikle sorgulanacaklardır.(Ankebut/13)


24,25.Ve onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, onlar, kıyâmet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmeleri için, “Öncekilerin efsaneleri” dediler. Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür!(Nahl/24,25)


125. ayette geçen “Allah … göğsünü açar” ifadesi, “Allah’ın zihinlerden ve kalplerden İslâm hakkındaki her tür kuşku ve kararsızlığı gidermesi, kişiyi İslâm gerçeği konusunda iyice ikna ederek mutlu ve huzurlu kılması” anlamına gelir. Bu ifadedeki “göğsün açılması” deyimi hakkında detay, İnşirah suresinin tahlilinde bulunmaktadır.


125. ayetten ilk bakışta Allah’ın bazı kullarını doğru yola ilettiği, bazılarını da saptırdığı yolunda bir anlam çıkıyorsa da, buradaki “kimi saptırmak isterse” ifadesi, her şeyin Allah’ın yaratması çerçevesinde ve Allah’ın kontrolünde cereyan ettiği anlamındadır. Bu konudaki detay da Tekvir suresinin tahlilinde “Meşiet” başlığı altında verilmiştir


13.Onlar, elbette kendi yüklerini ve kendi yükleriyle birlikte nice yükleri de taşıyacaklar. Ve uydurup durdukları şeylerden kıyâmet günü kesinlikle sorgulanacaklardır.(Yunus/25)


دار السّلامDAR'US-SELAM [SELAM YURDU]

127. ayette geçen “Daru’s-selam [selam yurdu]” ifadesi cennet için söylenmiştir. Cennete “selam yurdu” denmesi, oraya gi­renin her türlü afet ve musibetten selâmete ermesinden ötürüdür. Ayrıca “ السّلام es-Selâm”, Rabbimizin isimlerinden biri olup bu açıdan bakılınca da ayetten “Allah kendi yurduna çağırıyor” anlamı çıkmaktadır.


Biz, konumuz olan ayetlerin de içinde yer aldığı pasajın, daha iyi anlaşılması için
Bu ayet grubunda Rabbimiz, önce mahşerde birbirleriyle yüzleştirilen suçluların suçta ortak olduklarına dair açık itiraflarını canlı olarak gözler önüne sermektedir. Suçlulara bu suçlarının itiraf ettirileceğinin haber verilmesi, aslında herkesin kendi akıbetini kendisinin hazırladığı mesajını vermeye yönelik bir bildirimdir.


Burada sözü edilen “cinn”ler, A’raf/ 15 ayetinin tahlilinde belirttiğimiz gibi, haşirde insanların “karin”i [yaşıtı] olmak sıfatıyla yanlarında bulunacak olan iblisleridir.


128. ayette, suçluların insten olan veliyleri tarafından söyleneceği bildirilen “Biz birbirimizden kazanç sağladık” şeklindeki sözler tam bir itiraf olup “Her birimiz diğerini istismar etti ve bencil hedefleri uğruna aldattı” anlamına gelmektedir.


Suçluların bir diğer itirafı da, kendilerine uyarıcı elçilerin gelip gelmediği konusundaki soruya “Kendi aleyhimize şahidiz” şeklinde verdikleri cevaptır. Bu kısa cevapla suçlular “İtiraf ederiz ki, Sen'den bize birbiri ardı sıra elçiler geldi, fakat onların söylediklerine inanmamakla biz hata ettik” demektedirler.


Mahşerde suçlulara yöneltilecek sorular başka ayetlerde şöyle dile getirilmiştir:

71.Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlar, kesinlikle bölük bölük cehenneme sevk olunacak. Sonunda oraya vardıklarında kapıları açılacak. Ve onun bekçileri onlara: “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” diyecekler. Onlar: “Evet geldi” diyecekler. –Velâkin kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden üzerine azap kelimesi hak oldu.–(Zümer/71)


8.O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?”
9.Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.”
10.Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashâbı içinde olmazdık.”
11.Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık, un-ufak, toz-duman olmak, çılgın ateş ashâbı içindir. (Mülk/8-11)


Görüldüğü gibi, Mülk/8-11’de suçluların verdikleri cevabın anlamı açılmış ve içinde bulundukları durumun dünya hayatının geçici çıkarlarını gözetip peygamberleri dinlememelerinden ve akıllarını kullanmamalarından ileri geldiği belirtilmiştir.


Henüz yaşanmamış olan mahşer sahnelerinin yaşanmış gibi aktarılması, birçok yerde açıkladığımız gibi, anlatılanların mutlaka tahakkuk edeceğinden dolayıdır. Verilen bir haberi vurgulamak için kullanılan bu ifade tekniğine Kur’an’da sıkça rastlanmaktadır.


129. ayetteki “Ve işte Biz böylece, kazandıkları günahlardan dolayı zalimlerin bir kısmını, diğer bir kısmına veliy yaparız [yakınlaştırırız]” ifadesi, “Onlar birbirinin yardımcısı, destekçisi, işbirlikçisi olur” şeklinde anlaşılmalıdır.


Çünkü dünyada iken yaptıkları kötülüklerde suç ortağı olan böylesi zalimler, ahirette de cezalarını ortaklaşa çekeceklerdir:

36,37.Ve her kim Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] öğüdünden, anılmasından körleşirse Biz ona bir şeytan musallat ederiz de artık o, onun için akrandır/ yandaştır; ve şüphesiz ki yandaşlar/ akranlar, körleşenleri Yol'dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin kılavuzlandıkları doğru yolda olduklarını sanırlar.(Zühruf/36,37)*


*İşte Kuran, Enam Suresi



Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim