• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

İltifat Sanatı, Kevser Suresi 2






İLTİFAT SANATI


KEVSER SURESİ


2.Öyleyse Rabbin için salât et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek ol; toplumu aydınlatmaya çalış] ve karşılaşacağın zorlukları göğüsle!



Arap edebiyatının önemli sanatlarından biri olan ve daha önce Fatiha suresinde gördüğümüz “İltifat” sanatı bu ayette de hemen dikkati çekmektedir. Birinci ayette “إنّا Biz” zamiri kullanılmış ve ikinci ayette bu akışa uygun olarak “لنا  Bizim için” denmesi gerekiyorken üçüncü tekil kişiye dönülerek “لربّك  Rabbin için” denilmiştir.


“Biz” zamirinden “Rabb” ismine dönülmek suretiyle yapılan “İltifat” sayesinde hem ikinci ayet hükmünün etkinliği arttırılmış, hem de Alak suresinden bu yana hep ön plânda tutulmuş olan Allah’ın “Rabb” olma özelliği bu surede de ön plâna çıkarılmıştır. Çünkü dünyadaki ve ahiretteki yaşamımızın her anı, Allah’ın “Rabb”lığı, programcılığı ile tasarladığı üzere gerçekleşmekte ve insanların da bunu akıllarından hiçbir zaman çıkarmamaları gerekmektedir.


Ayette geçen “صلّ  salli” sözcüğünün kökü ve türevlerinden Salat ile ilgili ayrıntılı bilgi Alak suresinde verilmiştir.


nahr
نحر  Nahr” sözcüğü bir kaç kelime ile Türkçeye çevrilemeyeceği için aynen bırakılmış, açıklaması burada yapılmıştır.


Belirtmek gerekir ki, “nahr” sözcüğü klâsik eserlerde iyice irdelenmeden Türkçeye en uzak anlamı olan  “kurban kes” şeklinde çevrilmiştir. Bu durum, “Ğalât-ı meşhur, fasih lisana yeğdir [meşhur olmuş hatalı sözcük, orijinaline tercih edilir]” kuralına tamı tamına denk düşen bir uygulamadır. Ne var ki, yapılan galâtın/ hatanın sürdürülmesi edebiyat alanında önemli bir sakınca doğurmayabilir ama dinin temel ilkelerinin ğalat bir anlamla yozlaşması, göze alınamayacak kadar büyük bir sakıncadır.


İsim olarak kullanıldığında “göğüs, gerdan” anlamına gelen “nahr” sözcüğü, mastar olarak kullanıldığında “eli göğse değdirmek, göğüslemek, devenin göğsüne bıçak saplayıp kesmek”[2] anlamlarına gelir. Türkçedeki “intihar” sözcüğünün aslı da buradan gelmektedir. Sözcük ayette “وانحر  ve-nhar” emir kipiyle yer aldığına göre sözcüğün mastar hâlinin taşıdığı üç değişik anlamın da incelenmesi gerekir.


Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki birinci anlamı “elini göğsüne değdir” emridir. İmam-ı Şafii “ve-nhar” emrini “kurban kes” ya da “deve kes” olarak değil, “ellerini göğsüne değdir” olarak anlamış ve namaz kılarken alınan ara tekbirlerde ellerin göğse değdirilmesine içtihat etmiştir. Bu nedenle Şafii mezhebine mensup olanlar namaz kılarken bu içtihada uyarlar.


Şii müfessir ve fakihler de, Ali ve ehlibeyt kaynaklı rivayetleri dikkate alarak bu emri namazda kıyamda iken ellerin göğse kaldırılması ve namazda tekbir getirirken ellerin boğaz çukurluğunun hizasına kadar kaldırılması olarak anlamış ve bu şekilde uygulamışlardır.


Kimileri de aynı emri namazda göğsün kıbleye döndürülmesi, kesinlikle başka yönlere yalpalanılmaması gerektiği şeklinde anlamışlardır.


Ebu Hanife’nin bu ayeti nasıl anladığına gelince; o günkü siyasal iktidarın söylemine aykırılıklar taşıması sebebiyle olsa gerek, eserleri zamanın idarecileri tarafından yok edilmiş, bu nedenle de konu hakkındaki yorumu bize kadar intikal edememiştir.


Ancak bütün bu anlayışların namaz esnasındaki bedensel hareketlere yönelik olarak ortaya konduğu dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Oysa ayette bu hareketin namazda olacağına dair hiçbir işaret, delâlet ya da karine [ipucu] yoktur.


Bize göre, namaza başlama tekbirinde ya da namazlardaki ara tekbirlerde dilimizle “Allahu Ekber [Allah her şeyden daha büyüktür]” derken ellerimizi göğsümüze kaldırmamız, aynı anda beden dilimizle de bu inanç ve anlayışımızı pekiştirdiğimiz anlamını taşımaktadır. Yaptığımız bu hareket, Allah’tan başka her şeyi arkaya attığımızı ifade eden sembolik bir davranıştır. Sure peygamberimize hitap ettiğine göre, Yüce Allah’ın bu emirle peygamberimizden istediği, “hakkında çıkarılan kin dolu söylentileri, kendisine yapılan kötü davranışları, düşmanlıkları, hileleri ve tuzakları arkaya atması, dikkate almaması, boş vermesi, elini sallayıp geçivermesi”dir.


Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki ikinci anlamı “göğüslemek, göğüs göğse gelmek” demektir. Sözcüğün en fazla kullanılan anlamlarından biri olan bu anlam, Arap şairleri tarafından boğaz boğaza gelmeyi, göğüs göğse dövüşmeyi ifade etmek için kullanılmıştır. Ayrıca “evleri göğüs göğse [karşı karşıya]” deyiminde de bu anlamda kullanılmıştır.[3]


Sözcüğün mastar olarak kullanılması hâlindeki üçüncü anlamı ise “deveyi göğsünden hançerle kesmek” demektir. Dikkat edilirse bu anlam içinde “kurban” sözcüğü yer almamaktadır. Bu anlam esas alındığında, ayetten “kurban kes” veya “deveyi kurban kes” gibi anlamlar çıkmaz, sadece “deve kes” anlamı çıkar. Bu takdirde ayetin anlamı “Seni üzüyorlar, sana düşmanlık ediyorlar, sen de uyluklarını hareket ettir,  ayağa kalk, yürü, çabala, şirke ve tağuta karşı çık, çok çalış, çok gayret et, destek ol, sosyal yardım yap ve deve kes!” olur. O günkü şartlar altında peygamberimize kasaplık yapmasının emredilmiş olması anlamsızdır. Çünkü bu sure indiğinde peygamberimiz hâlâ insanlara tebliğde zorlanmaktadır, yeterince taraftar edinememiştir. İşler henüz teori/iman boyutundadır. Tebliğin dışında herhangi bir eylem söz konusu değildir.


Kurban ile ilgili olarak Kütüb-ü Sitte’de [Altı Büyük Hadis Kitabı’nda] 26 rivayet mevcuttur. Ama bunların çoğu aynı rivayetin farklı kişiler tarafından nakledilmiş varyasyonlarıdır. Bu rivayetlerin hepsinde konu edilen kurban ve kurban ile ilgili bilgiler, hacda hacıların mükellef tutulduğu “هدى  Hedy” kurbanına [Hacıların hediye olarak kestiği kurbana]” yöneliktir, yoksa bayram günlerinde hayvan kesmeye yönelik değildir. Rivayetlerin ve tarihî belgelerin hiçbirinde, ne Mekke’de bu surenin indiği dönemlerde, ne de Medine’de hacc farz oluncaya kadar herhangi bir kurban olayı anlatımı söz konusu değildir. Özetlemek gerekirse, bu ayetler indiği zaman Mekke’de ne peygamberimiz ne de o günkü Müslümanlar kurban kesme şeklinde bir ibadet yapmıştır.


Ragıb el İsfehânî de Müfredat adlı eserinde “nahr”ı hacc esnasında Mina’da kesilmesi gereken hediye olarak açıklar. Ancak Hedy’den bahseden Bakara suresinin 196. ayeti, Maide suresinin 2, 95 ve 97. ayetleri ve Feth suresinin 25. ayeti henüz inmemiştir, çünkü bu ayetler Medenî’dir. Dolayısıyla Kevser suresi indiği sırada hacc ile ilgili bir hüküm henüz ortada yoktur. Böyle olmasına rağmen Ragıb’a göre de “nahr” hacda kesilen hediyenin dışında bir şey değildir, kurban adı altında günümüzde yapılan kesimle bir ilgisi yoktur.


Bazıları kurban konusunu İbrahim peygambere bağlarlar ve onun oğlunu kurban edişini konu alan birçok Kur’an dışı kültürü kendilerine kaynak kabul ederek detaylara girerler. Oysa Saffat suresinin 83-113. ayetlerine baktığımızda, bu olayların kurbanla herhangi bir ilgisinin olmadığı görülmektedir. Bazıları da Maide suresinin 27-31. ayetlerindeki “iki âdemoğlu” kıssasından yola çıkarak kurbana kaynak aramaya çalışmışlardır. Ne var ki, ilgili pasajın da hayvan kurban etme gibi bir anlamı bulunmamaktadır.


Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında Kevser suresinin 2. ayeti; “Madem Rabbin sana kevseri [bu kadar bol nimeti] verdi, öyleyse sen de Rabbin için çok çalış, çok gayret et, uyluklarını hareket ettir, ayağa kalk, yürü, çabala, şirke ve tağuta karşı çık, destek ol, sosyal yardım yap, gerisini boş ver, düşünme, önüne gelecek her zorluğu göğüsle, sabret!” anlamındadır.




İşte Kur'an







Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim