• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

39Araf Suresi 143





Hatalı Çevrilen Ayetler



Allah'ın görülüp görülemeyeceği konusu


Araf Suresi 143

Hatalı Çeviri:
143. Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.


 
 
Doğru Çeviri:
143.Ne zaman ki, Mûsâ, belirlediğimiz vakitte geldi ve Rabbi o'na söz söyledi: Mûsâ, “Ey Rabbim! Göster bana Kendini de nazar edeyim Sana; Seni inceleyeyim, Senin ile ilgili geniş ve derin bilgiye sahip olayım!” dedi.

Rabbi o'na dedi ki: “Beni sen asla göremezsin, velâkin şu dağa nazar et, dağı incele, teori geliştir. Eğer nazariyen (teorin/geniş ve derin bilgin), incelemen dağın mekanına erişirse; dağın bulunduğu yerin önüne arkasına, altına üstüne, sağına soluna, içine dışına yerleşirse işte o zaman sen beni görürsün.”

Böylece ne zaman ki Rabbi, Musa’nın Dağ gibi sorunları için Musa’yı aydınlattı;  Musa’nın dağ gibi sorunlarını yıkıp attı. Mûsâ da heyecanla yere kapandı; Rabbine teslimiyet gösterdi. Ayılıp kendine gelince; heyecanı geçince de, “Seni tenzih ederim, Sana döndüm; tevbe ettim ve ben inananların ilkiyim” dedi.
 
 
 
143. ayet genel olarak “Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim. (T. D. Vakfı Meali)” diye meallendirilir.


Bu durumda da Musa’nın bu olayda hasar görmemesi, dağın yıkılışını kimsenin görmemesi, olaya ait herhangi bir işaretin, bulgunun olmaması akla ve mantığa sığmıyor. Ama bu olayların yaşandığına inanılır ve bunlar mucize kabul edilir. Halbuki Sünnetüllah’da; Allah’ın evrendeki fiziksel kurallarında böyle bir şeyin olması; fizik kurallarına aykırı bir oluş söz konusu değildir. Biz gerçek anlamı bulabilmek için bazı tahliller sunuyoruz.

 
تجلّى TECELLİ
 
“ تجلّىTecelli” sözcüğü “ortaya çıkmak, görünmek” demektir. Sözcüğün kaynağı, Arapların “ جَلَيْتُ العَرُوسَcelevtü’l-arûse [gelini açığa çıkardım]” tabiridir. Bu sözcük ayrıca “üzerindeki pası giderilerek ortaya çıkarılan kılıç” için de kullanılır.[1] “Tecelli” sözcüğünün mastarı olan “ جلاءcila” sözcüğü Türkçeye de aynı anlamla geçmiştir. Kısacası bu ifade kapalı bir şeyin açığa çıkarılması, bir muammanın çözülmesi, girift bir konunun açıklığa kavuşturulması demektir.
Ayetteki “ تَجَلَّىTECELL” kalıbı, bu işin bir defa değil defalarca yapıldığını ifade eder.
 
 
Ayette görme konusu ile ilgili iki farklı fiil kullanılmıştır. Birisi “اَرِن۪ٓي “ diğeri “اَنْظُر”. Musa, “Rabbim Kendini bana göster de Seni göreyim” demiyor. Yani buradaki ifadelere göre Allah kendisini gösterecek Musa’da NAZAR edecektir. Bunun anlamı, Musa Allah’ı görüp enine boyuna, derinliğine Allah’ı inceleyecektir. Musa’nın istediği budur.

 
NAZAR  النظر 
 
Lisanü’l-Arab’a göre “ نظرnazar” sözcüğünün anlamı “karşı karşıya gelmek” demektir. Gözle bakılmasa, görülmese de karşı karşıya bulunmak, “nazar” için yeterlidir. Hatta gözleri görmeyenler de “nazar” edebilirler. Buradan hareketle, bir işi göreceği, bitireceği umulan kimsenin ya da makamın karşısında durmaya, göz bebeğini ona yöneltmeye “nazar” denilir olmuştur.1 

Nazar aydınlanma arzusudur. Nazır, bir şeyin ortaya çıkmasını arzu eden kişi demektir. Aynı zamanda eşyanın durumlarına ilişkin fikir ve teemmüldür. Nazar ancak meçhul olan bir şeyin bilinmesi hakkında geçerlidir.2

Bir konu hakkında derin düşünceye, incelemeye; teori üretmeye de NAZARİYE (Sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünü, teori) denir.


 
جبلCEBEL DAĞ
 
Deyim olarak tüm dünya dillerinde dağ, aşılması zor iniş çıkışları, sarp yokuşları, uçurumları, mağaraları, vahşi varlıkları, altından kalkılması mümkün olmayan yükleri, sorumlulukları, zor işleri, aşırı derecedeki dertleri, deşifre edilmez sırları simgeler. Bunların metaforudur.
 
 Ayett “ ألْجَبَلَel Cebele”, “ عَلَى الْجَبَلِale’ l Cebeli” veya “ الى الْجَبَلِile’l cebeli” denilmeyip, “لِلْجَبَلِ Li’l Cebeli” denilmiştir. Bunun anlamı, Allah, “dağa tecelli etti” yani “dağı parlattı durdu” demek olmayıp “DAĞ İÇİN PARLATTI DURDU” demektir. Yani parlatılan Dağ değil Musa’dır. Musa’nın parlatılması, aydınlatılması dağ (Musa’nın içinde bulunduğu dağ gibi zihinsel sorunları; fikir işkenceleri) nedeniyledir. Dağ olmasa Musa aydınlatılmayacaktır.

 
دَكّDEKK
 
Bu sözcüğün de öz anlamı “duvarın ve dağın yıkılması” demektir. (Tüm lügatler)


Bu sözcük, Fecr/21 ve Hakka/ 14 gibi direkt fiil haliyle gelmeyip, bu ayette “ceale” filinin ikinci meful-ü bihi olarak gelmiştir. Bu bölümdeki sözcük öbeğinin anlamı “Rabbi dağı yıkılmış kıldı” demektir. Mecazi anlam olarak bu cilalama nedeniyle Allah, Musa’nın zihnindeki dağ gibi sorunları, dertleri, yıkmış, ortadan kaldırmıştır. Yani Musa’yı ikna etmiştir; Musa mutmain olmuştur.

 
İşin özü:  Musa’nın zihninde Allah ile ilgili Dağlar misali dertler, fikir sancıları; zihninde soru işaretleri vardır. Nitekim İbrahim (Saffat/ 88, 89) ve Yunus (Saffat/ 39-48) peygamberlerde de olmuştu. 


Ama Musa’nın dertleri Dağ metaforuyla ifade edildiğine göre diğer peygamberlerinkinden daha büyük, daha girift.


Musa, sorunlarının çözümünün Allah’ın bizzat Kendisini görüp iyice incelemekte olduğuna inanmaktadır.


 O nedenle “Ey Rabbim! Göster bana Kendini de nazar edeyim Sana/ iyi bir inceleyeyim Seni!” der. Rabbi ise kendisine “Beni sen asla göremezsin” diye karşılık verir. Arkadan Musa ikna olsun, aydınlansın diye “velâkin şu dağa nazar et, dağı incele, teori geliştir. Eğer nazariyen (teorin), incelemen dağın mekanına erişirse; dağın bulunduğu yerin önüne arkasına, altına üstüne, sağına soluna, içine dışına yerleşirse işte o zaman sen Beni görürsün” “der.


Bunun açık anlamı, “senin yapın; gözünle, zihninle bir dağa nazar etmeye; tastamam görmeye, incelemeye bile yetmezken sen Beni nasıl görüp incelersin! Beni görmek senin kapasiten dışındadır” demektir. Kısacası Allah, Musa’ya haddini bildirmektedir.

 
Bu örnekleme ile ve başka vahiyler ile Musa aydınlatılır; Rabbi Musa’nın dağ gibi sorununu çözer, Musa’yı aydınlatır. Musa’nın dağ gibi dertleri yıkılır gider. Ve Rabbine karşı saygısından kendini yere atar. Normale dönünce de tövbe eder: “Seni tenzih ederim, sana döndüm (tövbe ettim) der. Musa, “ve ben inananların ilkiyim” demek suretiyle Allah’ın görülemeyeceğine ilk inananın kendisi olduğunu beyan etmiştir. Yoksa Musa peygamberin “inananların ilkiyim” ifadesi, “Allah’ın varlığına inananların ilkiyim” anlamında değildir. Çünkü Musa peygamberin inancı o anda gördükleriyle oluşmamıştır ve o eskiden beri Allah’a inanmaktadır.


Allah ile ilgili sorunları Musa’nın toplumu da yaşamıştır. Bakara/ 55:
 
55Hani bir zamanlar da siz, “Ey Mûsâ! Biz, Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız” demiştiniz de bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpıvermişti.
 
 
Ayetteki birinci cebel sözcüğü öz anlamında ikinci cebel sözcüğü mecaz anlamda olup CİNAS sanatı yapılmıştır. 
Cebel sözcüğünün mecaz anlamda kullanılışını aynı surenin 171. ayetinde de görmekteyiz.
 
 
 
Surenin 171. Ayeti de bu konuya değinir: 
 
171Hani bir zamanlar dağ gibi sorunlar, gölgelik/şemsiye gibi üzerlerine çökmüş iken, onlar da o dağ gibi sorunlarla yaşayıp duracaklarına inanmışlarken Biz, o dağ gibi sorunları silkip atmıştık: “Allah'ın koruması altında olmanız için size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekini hatırınızdan çıkarmayın!”


Ayette gecen Cebel ifadesi ile ilgili bu surenin 143. Ayetinin tahlilinde ayrıntılı açıklamalarda bulunduk. Göz atılmasında yarar vardır.


Bu Âyette İsrâîloğullarının yaşamından başka bir kesite değinilmektedir. Sûrede Mûsâ peygamber, Firavun ve İsrâîloğullarına dair kıssalara diğer kıssalardan daha fazla ve ayrıntılı olarak yer verildiği görülmektedir. Ne var ki, bu durum sadece bu Sûreye mahsus olmayıp Kur'ân'ın tümü için geçerlidir. Bunun sebebi, İsrâîloğullarının diğer kıssalardaki kavimler gibi yok edilmemelerinden kaynaklanmaktadır. Nitekim İsrâîloğulları sadece o gün için bulundukları bölge olan Ortadoğu ile sınırlı olmadan tüm dünyada varlık göstermiş ve etkin olmuş bir toplumdur. Bu özellikleri sebebiyle Rabbimiz bu toplumun iyi tanınmasını istemektedir.


var dağlar gibi

Dağ gibi üstüme bindi  vs


Âyette İsrâîloğullarının karşılaştığı anlatılan olay, Kur'ân'ın indiği dönemde İsrâîloğulları arasında bilinen ve dilden dile söylenip gelen bir olaydır ve başka Âyetlerde de yer almıştır:


63Hani bir zamanlar Biz, sizden, “Allah'ın koruması altına girmeniz için verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırınızdan çıkarmayın!” diye sağlam bir söz almıştık ve sizin üstünüzü; seçkininiz Mûsâ'yı Tûr'a/dağa yükseltmiştik/çıkarmıştık.
64Bir de siz, bundan sonra yüz çevirdiniz. İşte eğer üzerinizde Allah'ın armağanı ve rahmeti olmasa idi kesinlikle siz zarara uğrayanlardan olmuştunuz. (Bakara: 63-64)


 
93Ve hani Biz sizden, “Size verdiğimiz Kitab'ı kuvvetlice alın ve dinleyin” diye sağlam söz almış ve sizin üstününüzü/ seçkininiz Mûsâ'yı Tûr'a yükseltmiştik/ çıkarmıştık. Demişlerdi ki: “Dinledik ve isyan ettik/iyice sarıldık.” Ve gerçeği bilerek reddetmeleri yüzünden altının ilâhlığı kalplerine içirilmişti. De ki: “Eğer inananlar iseniz, inancınızın size emrettiği şey ne çirkindir!” (Bakara/ 93)
 

154-158Ve söz vermeleri ile birlikte üstlerini/ en değerlilerini/Mûsâ'yı Tûr'a yükselttik. Ve onlara: “O kapıdan boyun eğip teslimiyet göstererek girin” dedik. Yine onlara: “Tefekkür/kulluk gününde sınırları aşmayın” dedik. Sonra da onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın âyetlerine inanmamaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: “Kalplerimiz örtülüdür/ sünnetsizdir” demeleri –aksine Allah, küfretmeleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri nedeniyle kalplerine damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar– ve Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmamaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri; “Biz, Allah'ın Rasûlü Meryem oğlu Mesih Îsâ'yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle onlardan sağlam bir söz aldık. Oysa O'nu öldürmediler ve O'nu asmadılar. Ama onlar için, Îsâ, benzetildi. Gerçekten O'nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir yetersiz bilgi içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. O’nu kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah O'nu, Kendine yükseltti/ derecesini artırdı. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. (Nîsâ: 154-158)
 
 
 
Âyetteki zann sözcüğü burada yakîn = kesin bilgi anlamındadır ve muhtemelen Mûsâ peygambere Tevrât'ın vahyedilmesi sırasında meydana gelen yer sarsıntısı, yıldırım, şimşek gibi doğal afetlere atıfta bulunulmaktadır.


İsrâîloğullarının yaşadığı bu olay Kitab-ı Mukaddes’te de yer almaktadır:

Mûsâ halkın Tanrı'yla görüşmek üzere ordugâhtan çıkmasına öncülük etti. Dağın eteğinde durdular. Sînâ Dağı'nın her yanından duman tütüyordu. Çünkü RABB dağın üstüne ateş içinde inmişti. Dağdan ocak dumanı gibi duman çıkıyor, bütün dağ şiddetle sarsılıyordu.3 


İsrail oğullarının üzerine dağlar gibi sıkıntıların geldiği Maide ve Bakara suresinde şöyle açıklanır:

20,21Ve hani Mûsâ, toplumuna: “Ey toplumum! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani Allah, içinizden peygamberler gönderdi. Sizi de hükümdarlar kıldı. Ve âlemlerden hiçbir kimseye vermediğini size verdi. Ey toplumum! Allah'ın size yazdığı temizlenmiş toprağa girin, geriye dönmeyin, yoksa kayba uğrayanlar olarak dönersiniz” dedi.

22Onlar, “Ey Mûsâ! Şüphesiz orada zorba bir toplum var. Onlar oradan çıkmadıkça da biz oraya asla girmeyiz. Şâyet onlar, oradan çıkarlarsa, şüphesiz biz de artık girenleriz” dediler.

23Korkanlardan ve Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam dedi ki: “Onların üzerlerine kapıdan girin. İşte, oradan girerseniz şüphesiz siz, galip olanlarsınız. Eğer inanıyorsanız da artık yalnızca Allah'a işin sonucunu havale edin.”

24Mûsâ'nın toplumu: “Ey Mûsâ! Şüphesiz biz, onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz. Artık sen ve Rabbin gidin de savaşın. Şüphesiz biz, burada oturanlarız” dediler.
25Mûsâ: “Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu hak yoldan çıkmışlar toplumunun arasını ayır” dedi.

26Allah dedi ki: “Artık temizlenmiş topraklar onlara kırk sene haram kılınmıştır. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. O nedenle sen, hak yoldan çıkmış o toplum için tasalanma!” (Maide 20-26)



61.Ve hani bir zamanlar siz, “Ey Mûsâ! Biz, tek yemeğe asla dayanamayız, artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın” demiştiniz. Mûsâ da size, “O, üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya/ Mısır'a inin, o vakit istediğiniz şeyler sizin olacaktır” demişti. Ve üzerlerine aşağılık ve meskenet damgalandı ve sonunda Allah'tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, küfretmiş; Allah'ın âyetlerini bilerek reddetmiş olmaları ve peygamberleri haksız yere öldürmüş olmaları nedeniyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri nedeniyledir.  (Bakara/61)

 

Burada işaret edilen olayların detayı Kitab-ı Mukaddes'te Sayılar/13 ve 14. Bablarda  yer alır. Oradan ayrıntılı olarak okumak mümkündür.






*İşte Kuran, Araf Suresi









Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim